Ana Sayfa

Neden İnadına Haberler Makaleler Sosyalizm Tartışma Katkıda Bulunanlar


ÜST KURULLAR 
KİMİN İÇİN ÖNEMLİ?

Prof. Dr.OĞUZ OYAN*
A.Ü. SBF


2000 yılı şubat ayı başındayız. Ankara'da Sheraton Oteli girişinde Dünya Bankası uzmanı Bay Lorenz Pohlmeier bana ve yanımdaki iki arkadaşa tarım satış kooperatifleri birliklerinin tepesinde oluşturmayı düşündükleri "Yeniden Yapılandırma Kurulu"na üyelik teklifinde bulunuyor. 7 kişilik kurulun 4 üyesinin kendileri tarafından belirleneceğini söylüyor. Hangi sıfatla Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre kurulması planlanan bir üst kurula üye önerebildiklerini soruyoruz. "Eğer parayı biz veriyorsak, kararları da veririz" yanıtını veriyor. Bu teklifi benim anında geri çevirmem üzerine şaşırıyor ve dolar bazında iyi para verileceğini söyleyerek yeni bir ikna hamlesi deniyor. Gereken yanıtı da alıyor.

Dünya sahnesinde belki binlerce kez sahnelenen bu Faust'un ruhunu satın alma girişimi, büyük olasılıkla çoğunlukla başarıyla sonuçlanıyor. İşin tuhafı, olayı yansıttığım bazı güvenilir dostlar dahi bu teklifi geri çevirmemi yadırgıyorlar; çünkü mevcut hükümetin benim gibi liyakatli kişileri bu kurula seçmeyeceğinden dem vuruyorlar. Ama işin özünü kaçırıyorlar: Bir kere ruhunu satınca artık geride ilkeler, liyakat falan kalmaz; kendi doğruların değil, güç odağının doğruları egemen olur.

Kuşkusuz Türkiye'de son zamanlarda sayıları giderek artan üst- kurullarda rol alanların tümü için böyle bir yaklaşım yapılamaz. Ancak Telekom genel kurulunu (yönetim kurulunu değil!) bir günde iki kez toplayabilen ve büyük medyanın bu tuhaflığa dikkat çekmesini bile ideolojik olarak engelleyebilen güç, hafife alınmamalıdır. Dahası, Dünya Bankası uzmanlarının tarım satış kooperatifleri birliklerinin üzerine getirilen (ve çok fazla benimseyemedikleri) Yeniden Yapılandırma Kurulunu dahi atlayarak birliklere doğrudan müdahalelerde bulunmalarını ve hatta Dünya Bankası-IMF dayatmalarıyla Tariş'in Tarişbank'ının tasfiyesinin sağlanmasını belleklere iyice kazımakta yarar vardır. 

Kurul oluşturulmasında kilit sektörler öncelik taşıyor. İletişim, enerji, tarım ve tarımsal sanayi, kamunun ağırlıklı olduğu veya düzenleme işlevinin vazgeçilmez görüldüğü (rekabet hukuku, ulusal tahkim, sermaye piyasaları ve bankacılık sektörü gibi) çeşitli stratejik alanlar, ileri teknoloji kullanımını gerektiren öncü sektörler bunların başında geliyor. Kamusal alanın daraltılması açısından gerekli görülen özelleştirme sürecinin de bir üst kurul aracılığıyla yönlendirilmesi kritik önem taşıyor. Peki niçin kurul yapısı tercih ediliyor? Ekonomik bunalım koşullarında hükümetin direnme olanaklarının çok sınırlanmaya başladığı bir durumda bakanlar kuruluna egemen olmak niçin yeterli görülmüyor? 

Bu sorunun yanıtını tam verebilmek için üst kurulların oynadığı role ve/veya uzun dönemde bunlara yüklenilmesi amaçlanan rollere dikkati çekmek gerekir.

* Başta ABD olmak üzere dünyanın egemen ülkeleri ve bunların emrindeki finans kurumları, egemenliklerini kalıcı bir biçimde sürdürebilmek için, ulus devletleri içten denetlemeye ihtiyaç duymaktadırlar. Bunun için, ulus devletin dağınık müdahale araçlarının ve kamu karar birimlerinin tek bir üst kurul bünyesinde operasyonel bir etkinliğe kavuşturulması gerekmektedir. Böylece, bakanlıklar ve çeşitli bağlı/özerk kuruluşlar arasında paylaşılmış yetkiler tek bir elde toplanarak müdahale/etkileme süreci kısaltılmaktadır.
* Üst kurul yapısının dayatılmasının bir nedeni de, uluslararası finans kuruluşlarının buralara mutemet temsilcilerini sokma konusunda daha fazla olanağa sahip olmasıdır. Bakanlar kurulu gibi siyasal seçim yoluyla göreve gelenlerden oluşan kurullarda bu olanak daha kısıtlıdır. Hükümetler ve bakanlar, siyasal iklime göre dış kontrolden görece bağımsız bir biçimde değişebilmektedir. Oysa, üst kurullara atamalar uzun süreli yapılmakta, görev süreleri çeşitli güvencelere bağlanmakta, üstelik "teknik" etiketli bu kurullara "liyakat" temeline dayandırılmış önerilerde bulunmak, toplum gözünde daha fazla kabul edilebilir bulunmaktadır.
* Üst kurulları meşrulaştırmak için "siyaset ile ekonomiyi birbirinden ayırmak" gibi özünde anlamsız olan ancak kitlelerin kolay benimsediği gerekçeler öne sürülmektedir. Aslında hedeflenen, ulus devletin ulusal ekonomi üzerindeki söz ve karar hakkının sınırlandırılmasıdır. Ulusal siyasal iradenin ekonomiye müdahalesi sınırlanırken, uluslararası müdahale araçlarını ellerinde tutan egemen devletlerin dünya ekonomisine müdahale imkanları artmaktadır. İşte bu nedenle, Türkiye örneğinde çok açık görüldüğü gibi, sadece dolaysız kamu girişimlerini değil, tüm iktisat politikası araçlarını bir bir ellerinden kaçıran ulus devletler, giderek daha fazla ekonomik bağımlılık sürecine girmektedirler.
* Üst kurulların önemli bir işlevi de, tahkim kurulları gibi çalışacak yapıda oluşturulmalarıdır. Kamu ve özel sektörden gelen temsilcileri buluşturacak bir biçimde şekillendirilen ve çok geniş yetkilerle donatılan bu kurullar, yabancı sermayenin sektördeki penetrasyon oranına da bağlı olarak, giderek ulus-aşırı şirketlerin çıkarlarına dönük (veya onlara zarar vermeyecek) kararlar almaya yönlendirilmektedir.

Böylece, üst kurullar, bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek, çatışma veya uyum içinde, bir ülkenin karar mekanizmalarını parçalamaya katkıda bulunmakta ve ulusal çıkarların önceliği giderek aşınmaktadır. İşte bu nedenlerle, Türk Telekom'un üst kurulunun niteliği, bu kuruluşun özelleştirilmesinden dahi daha önemlidir. Çünkü özelleştirmenin boyutları 10 milyar dolar mertebelerinde kalırken, Türkiye'de telekom pazarının boyutları bunun 10 katına çıkabilmektedir.

IMF ve Dünya Bankası, ulus devletler için kamu ekonomisinin saydamlığı reçetelerini sunarken ve karar mekanizmalarının dağınıklığını eleştirerek fon gibi araçların tasfiyesini önerirken, çelişkili olarak, karar süreçlerini dağıtan, bakanlar kuruluna ve bakanlıklara (hatta bağlı/özerk kamu hizmet birimlerine) rakip karar organları oluşturan yeni bir yapıyı oluşturmaktadır. Aslında bu çelişki görünürde vardır; IMF/DB ve arkasındaki güçler açısından çelişkiden ziyade hedefte tutarlılık vardır: Söz konusu gidişat, bir ülkenin bakanlar kurulunu diğer kurullar yanında sıradan bir kurul mertebesine indirgeyecek bir sürecin ilk aşamasıdır. 

"Yapısal reformlar" adı altında Türkiye'de gerçekleştirilmek istenen dönüşümün merkezinde bu vardır. İşte bu nedenle ekonomik istikrar hedefi, yapısal dönüşüm hedefi yanında talidir. Hatta, ekonomik/mali krizin derinleşmesi, "yapısal" dayatmaların hızlandırılması bakımından acaba yeni fırsat ve olanaklar hazırlamamakta mıdır?
* Prof. Dr., Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi.