Ç i
m d i k
Ne
ka Oy, O ka Zam !..
İşçiler
!..
Çiftçiler
!..
Memurlar
!..
Esnaf
ve zenaatkârlar !..
Yarıcılar,
ırgatlar ve marabalar !..
Başı
bağlı kadınlar... Ayağı şalvarlı adamlar !..
3
Kasımda oy verme hakkını kazanmış bütün çalışanlar !..
AKP’ne
yüzde 35 oyu kim verdi diye birbirinize saldırmayın.
Bir
büyük miktarını vergi kaçakçıları vermiş.
Size
çifte vergi salındı, onlara af çıkarıp üçün biri alındı.
Bir
büyük miktarını faizciler, rantiyeler vermiş.
Sizin
borçlarınız, onların gelirleri arttı.
Bir
miktarını yap-satçılar.. Kap-kaççılar... Ham yapçılar vermiş.
Sizin
kültür, yaşam, nefes alanlarınız daraltıldı. Onlarınki açıldı.
Bir
başka büyük bölümünü, TÜSİAD’çı MÜSİAD’çı TİSK’çi
MESS’çi büyük patronlar vermiş.
Sizin
iş güvenceniz kalktı, onların işyeri güvenliği geldi.
Ve
en çok oyu da, en büyük kredileri alan işverenler vermiş.
Onlara
yüzde 10’a varan faiz indirimleri, size 0 zam önerildi.
“At
binenin, kılıç kuşananın,” denilmiş.
Elbet
çıkar da oy atanın olacak.
Siz
gidip de AKP’ne oy mu verdiniz ki, meydanlarda bağırıp çağırıyorsunuz
?
Zil
takıp oynamanız gerek !..
Maşaallah
zengininiz çoğalmış da, toplumun dörtte biri olmuş ki, yüzde 35 oy
kullanabilmiş.
Aceleniz
ne, önce oy verenler doysun.
Sıra
size de gelebilir !..
Şurada
2004 Nisanının ikinci pazarına ne kaldı ?
Topu
topu 10 ay mı ?
Sıkın
dişinizi biraz.
Bilge
İbn-i Sina; “Sınanmış sınanmamışa yeğdir,” buyurur.
Besbelli,
IMF’si, Dünya Bankası, DTÖ’sü, ABD’si, AB’si... CHP’si
AKP’si sizi kesmiyor.
AKP,
yukarıdakilerin oyuyla belediyelerde de tulum çıkarsın !..
O
zaman kırk haraminin kırkıncısı da işini bitirmiş olur.
Posta
Tatarı
TÜSİAD’ımız
çok yaşasın !..
Hem
de genç jokerleri.. Kıranta CEO’ları.. Bilgiç danışmanları.. Yaşlı
başlı ağaları... Hanım hanımcık bacıları... Âkil nâkil ihtiyârları
ile dünya durdukça dursun !..
O
ve o’nu o yapan, onlar olmasa ABD’nden dilenecek özürle, AB’ne
verilecek ödünü nasıl öğrenecek ?
Neyi
ne kadar vereceğimizi, nerden bilecektik ?
Yemediler
içmediler...
Durmadı,
oturmadılar...
Gece
demedi gündüz demediler...
Pasta
yemedi, şampanya içmediler...
İşlerini
güçlerini... Ailelerini sevgililerini bıraktılar.
Danıştılar,
görüştüler...
Heyetler
süzdüler... Kervanlar düzdüler.
Kıbrıs
kavgası sonrası AB’ne...
Irak
Savaşı sonrası ABD’ne koştular.
Kendi
açılarından haksız sayılmazlar.
TBMM
ünlü “tezkere”yi onaylamayınca, ABD çok kızmış !..
Kasım
fırtınasına Kıbrıs’ı katamayınca, AB fena alınmış !..
TÜSİAD’ımız
neylesin ?
Arabuluculuğa
soyunmuş.
Öyle
ya !..
Bizim
böyyük böyyük, sanayici ve işadam-kadınlarımız, onların böyyük
böyyük, sanayici ve işadam-kadınlarıyla kafa kafaya verip de, 70
milyonluk ortahalli bir pazarda dostluğun düşmanlıktan kazançlı olduğuna
karar verdiler mi, verdiler !..
Elbirliğiyle
varıp devletlûlarının ümüğüne çökerler.
Öfke
geçer... Küslük biter... Alınganlık sohbete döner.
Alkışlanacak
bir girişim olduğunu kim yadsır ?
Elbette
yurdunu seven hiç kimse.
Eee
!..
Bunda
çimdikleyecek ne var ?
Hiiiç
!..
O
seferlerin sonucu, başlangıçtaki niyetleri tutsaydı.
Yâni
arabuluculuk gerçekleşseydi.
Avuçlarımız
patlayıncaya alkışlardık.
Ama
arabuluculuğa soyunan böyyük işadam-kadınlarımız belli ki, çıkar
uzlaştırmaya değil... Confession hücrelerinde günah çıkarıp...
Ermiş türbelerinde Tanrılara kurban sunup Titanlara adak adamışlar.
Ayaklarının
tozu savrulup alınlarının teri, kurumadan yankısı yüreğimizde
zonkladı.
Asker
istese, Kürtler anında azınlık olur... Kıbrıs ve Ege hemen verilir,
10 yeni üyeyle birlikte AB’ne girermişiz !..
Asker
istese, “tezkere” geçer, Irak’ta savaşırmışız !..
Askerliğini,
askerliğin “vatan görevi” olduğu dönemde, 24 ay yapmış çimdikçi
gibilere göre, girmemiş vermemişse canı sağolsun.
Irakta
savaşacak olan da o, Kıbrıs’ı alan da.
TÜSİAD’ın
anlı şanlı üyeleri ya “çağdışı,” ya da “raporlu.”
Yâni
tuzları kuru, butları pek bir yumuşaktır.
Çimdiklemeden
durulur mu ?
Fotoğraftaki
Eksik
Cengiz
Çandar’ın kalemi dert görmesin !..
Nerden
duymuşsa duymuş !..
Hemen
kayda geçirmiş.
Hani
Azor Adalarında, çekilmiş bir “askerlik hatırası” vardı ya !
Hani
canım Bush, Blair ve Aznar’ı yanyana gösteren fotoğraf.
İşte
onda, bir yiğidin yeri boş kalmış !..
O
da bizim yiğit Recep Tayyip Erdoğan’mış.
“Tezkere”
Meclis’ten geçseymişmiş... Erdoğan Azor’a uçacak... O üçlünün,
dördüncüsü...Ve en uzun boylu...En yakışıklı...En bıyıklısı
olarak fotoğrafta yer alacakmış !..
Tüh
!..
Gördünüz
mü kaçan balığın büyüklüğünü ?
Siz
görmediniz ama, Ertuğrul Özkök görmüş !..
Balıklama
tüyonun üstüne atlamış... Döktürmüş de döktürmüş!..
İkisinin
de kalemleri altından olsun !..
Fikirler
tartışılır. Ama inançlar asla !..
Yarısı
yalan olsa da, sahibi için kesinleşmiş doğrudur.
Ve
kişinin insanlık hakkıdır.
İnanan
inancıyla berhudâr olsun !..
Pekâlâ
kazancın kutsallığına inanabilir. Onun için, bilimle sağlanmasıyla,
zulümle elde edilmesi birdir. Kut, bütün araçları arıtır.
Dayatınca
bilimi alınanla, safiyeti çalınan yalan yarıyı görür.
Uzatalım...
Biri
ABD’nin en büyük, en güçlü olduğuna... Ve sadece boyun eğenin
kazançlı çıkacağına inanır.
Dedik
ya !..
İnançlar
tartışılmaz.
Ama
dayatırsa ?
Dayatırsa
da doğru yarı büyüklüğüyle gücüdür.
Yanlış
yarıysa, boyun eğenin kazançlı çıkacağı.
Örneği
Irak’ta yaşanıyor.
Oradaki
kazancın kaymağını ABD yaladı yuttu.
Sütünü
İngiltere içiyor.
Eğer
kalırsa kesiğini İspanya yiyecek.
Dördüncü
sırada, gelelim fotoğraftaki eksik dördüncüye...
Türkiye
boyun eğmedi.
O
inanca göre kazancı bırakın, yerle yeksân olması gerekirdi.
Şu
an hem yerle bir olmadı. Hem en azından zararlı çıkmadı.
Alın
bir örnek daha.
AB
1 Mart öncesi Türkiye’ye 2004 Aralığında müzakerelere başlama
tarihi versin mi, vermesin mi, diye düşüneceğini söylüyordu.
Değil
mi ?
20
Haziran’da Selânik’te ne söylüyor ?
Müzakerelere
başlanacağını...
He
mi ?
Öyleyse
Cengiz Çandar da, Ertuğrul Özkök’te inanç açmazında.
İnançları
kazançsa, Türkiye kazandı. Büyük ve güçlü ABD’ne boyun eğmekse,
eğmedi.
Hele
bir de gelecek yılın sonunda müzakerelere başlarsa !..
Cengiz
Çandar da, Ertuğrul Özkök de, onlarla aynı inancı paylaşanlar da,
karar vermek zorundalar.
Kazanca
mı, büyüklüğe mi, boyun eğmeye mi inanacaklar.
İnanç
bir kez çatlamaya görsün.
Bunca
din, mezhep ve tarikat neden doğdu sanıyorsunuz ?
Müjde,
Müjde !..
Tanrı
Dağları’nın bütün kamları !..
Delfi’nin
bütün kâhinleri !..
Osmanlı’nın
bütün çığırtkanları hep aynı müjdeyi şakıyorlar.
Yerlerin
göklerin... Yerin altındakilerle göğün üstündekilerin... Evrenin ve
kürenin sahibi, efendisi, yüce Bush cenne celâlehunun... Melekler meleği
Cebrail’i, Powel sâllallahu vesselâm hazretleri... Türkiye Dışişleri
müsteşarı, ekselâns Uğur Ziyal cenâblarını yüce makamlarına lûtfen
kabûl buyurup;
“Bu
söylediklerinizi, bir kez de Dışişleri Bakanınız Abdullah Gül
radyallahu anh gelir, aynen tekrar eylerse, hem ezberlemem, hem yüce
efendimize ayniyle aktarmam kolay olur.” Eğitmişler !..
Elbette
bu sözlerin bir sathî, bir de bâtınî anlamı var.
Sathî
anlamı diplomatik şifreyle çözmek kolay.
Bunu
gazeteciler bile, Dışışlerinin kriptocularından önce çözdü.
Zaten
müjde de o.
Düne
kadar buralarda pek görünmeyin diye bizi, üzüm üzüm üzen... “Tanrıları
incittik,” dehşetiyle karalar bağlatan. Pişmanlık ateşleriyle göğüs
bağır yırttıran... Bağış dilekleriyle sular seller gibi gözyaşları
döktüren... Kem nazarına bile, mecnun misâli kasideler yazdıran, yüce
tanrının kutsal meleği, ABD Dışişleri sekreteri
“Powell,
Gül’ü davet etti.”
Bir
de bâtınî anlamı var ki !..
İşte
o ancak şaman sarasıyla, kâhin transı arasında açıklanabilir.
Artık,
tanrı sunduğun kurbanı azımsadı, şunu şunu da ekle mi ?
İkramiye
çıkacak. Ama, Washington’dan bilet alın mı ?
Halâ
Irak’tan çıkmadınız. Bak kızıyoruz gözdağı mı ?
İran
kovanlarını birlikte çomaklayalım mı ?
Irak’ta
işler karışacak gibi... Galiba Mehmetçik yine gerekecek. Kurbanları
şimdiden hazırlayın mı ?
Adağınız
makbûl, dileğinizi düşüneceğiz mi ?
Şu
Denktaş’ı Kıbrıs’tan kovun. Yerine De Soto’yu oturtun mu ?
Yeterince
ders verdik. Büyüklük bizde kalsın, bağışlayalım mı ?
Kimbilir
daha nice bâtınî anlam vardır. Ama bizde Türkmen kocalığı nanay...
İyon bilgeliği şinanay !..
En
iyisi sözün gerisini bir eliften, binbir anlam üreten şeyhlerle pîrlere
bırakıp, müjdeyi duyurmak.
Ey
ahali !..
Duyduk
duymadık demeyin !..
Müjdemize
kulak verin !..
“Powel,
Gül’ü davet etti !..
Ağa
bize it diyecekmiş.”
|