Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 

BİR OKURDAN GELEN
YORUMUN GETİRDİKLERİ

Dr.Ergun GÖKNEL

“Siyasette Ahlak” konusunda yazdığım yazılardan sonuncusuna bir okuyucumdan gelen yorum bu yazıyı yazmama sebep oldu. Aşağıda yazacaklarımı belki de aylar önce yazmalıydım, gene de geç kalmış sayılmam. Umarım her şeye karşın da zamanlaması pek yanlış değil.

Anlaşılan okuyucum çeşitli haber sitelerinde Kasım 2002 tarihinden beri yazdığımın yeni farkına varmış. Veya  “Siyasette Ahlak” başlığı altında yazdığım yazılar gözünden kaçmış. Son yazımı görünce, “Kan beynime sıçradı ya…” diyor.

Yorumunda kullandığı kelimelerden genç bir kişiliği olduğunu tahmin edebiliyorum. Çalıştığı kurumun web sitesine girildiğinde 1996 İTÜ mezunu olduğu görülüyor. Yaş en fazla otuz olmalı. Gençliğin verdiği heyecanla hemen kan başına sıçrayabiliyor. Benim gibi altmış altı yaşını bitirmiş bir kişi olsa olaylara daha soğukkanlılıkla bakmanın ne kadar faydalı olduğunu deneyimlerle öğrenmiş olurdu.

Umarım son yazımı ve öncekileri başından sonuna kadar okuyabilmiştir. Yorumundan algıladığım kadarıyla, ki yanlış algıladığımı tüm yüreğimle dilerim, yazıları okumadan, önyargı ile bu yorumu yapmışsa bu hareketin de gençliğin getirdiği deneyimsizlikten kaynaklandığını düşünmek isterim.

Beni tanımadan, olayları derinlemesine irdelemeden, on yıl önce çeşitli sebeplerden kamuoyuna çarpıtılarak aktarılanlarla yetinerek vardığı sonuç, en azından erken varılmış bir yargı.

Okuyucum diyor ki, “Siyasette ahlak konusunu irdeleyecek en son adamlardan birisi olan Ergun Bey’e hatırlatmak istiyorum ve konu ile kendisinin ayrı vadilerde dolaşmasının okuyucuya ne kadar tiksinç geldiğini göremiyor mu acaba? 

Özetle geçmişime bakarak, “Siyasette Ahlak” konusunda yazmamam gerektiğini, başımdan geçenlerle, ele aldığım konunun bağdaşmadığını ve okuyucuya “tiksinç geldiğini” söylüyor.

İnsan Allah’ın yarattığı tek düşünebilen, konuşabilen ve yazabilen varlık. Düşünen bir insanın da yapabileceği en doğru şey yaptıklarını irdeleyebilmek. Doğruları izlemek, yanlışlardan kaçmak insanoğlunun hakim özelliği olmalı. Dünyamızda yaşayıp da yanlışları olmayan bir insan düşünemiyorum. Yaşamı boyunca yanlış yapmamış bir insanın varlığını iddia edenler büyük bir yanılgı içerisindedirler.

İnsanın becerisi odur ki, yaptığı yanlışı görür, irdeler ve yeniden benzeri bir yanlışı yapmaz. Ve hatta yapılan yanlıştan çevresinin, toplumun da ders alması, doğruyu bulmakta yararlanması konusunda topluma yardımcı olmaya çalışır. Bu erdeme sahip olabilen kişi yanlışlarını açıkça söyleyen kişidir. Geçmişinde yaptıklarını inançlı bir özeleştiri içerisinde görebilmek ve bulduğu doğruyu söyleyebilmek insan denen varlığın en önemli özelliklerinden biridir.

İnsanlık yaratıldığından beri kabul edilen, yerleşik ve evrensel ahlak kurallarına uymak dışında, asırlar içinde gelişen, çağlar ilerledikçe toplumların ahlak anlayışında yer alan ahlak kurallarına da uymak doğru bir insan için gereklidir.

Çağdaş dünyada iletişim o kadar hızlanmış, bilgi sahibi olmak, gerekli gayret gösterilirse, o kadar kolaylaşmıştır ki, yetersiz bilgiden kaynaklanan önyargı günümüzde genel kabul görmüş bir yanlıştır.

Dogmatik, katı kuralcı, tutucu ve durağan bir düşünce sistemi içerisinde düşünen insanlar bir kısır döngü içine kapanıp, çağdaşlaşmaktan uzaklaşacaklardır.   Aydınlanma çağını ilk günlerinden beri şahidi olduğumuz gelişmeler ve olaylar bu düşünceyi doğrulamaktadır. Bugün de ülkemizin içinde olduğu çıkmazın başlıca sebebi aynı kısır döngünün kırılamamasıdır.

Bu genellemelerden sonra özele gelmek istiyorum. İSKİ olayının meydana geldiği 1993 yılından yaklaşık bir yıl sonra başlayan bir süreç içerisinde yanlışlarımı irdeleme ve özeleştirimi yapma çabası içerisinde oldum. Olaylar konusunda açıkça ve ayrıntılı olarak insanlarla konuşmaktan, düşüncelerimi aktarmaktan hiç çekinmedim. Söylediklerim hiçbir zaman körü körüne kendimi savunmak amacıyla söylenmedi. Kusurlarımı, yanlışlarımı açıkça belirttim. Yaptıklarımda gördüğüm yanlışları açıkladım. Olayda yer alan kişiler hakkındaki olumlu veya olumsuz düşüncelerimi de açıkça, olabildiğince tarafsız  ve nesnel olarak söyledim, yazdım.

1991 ile 1993 yılları arasında yaptığım yanlışların doğama, yetişme tarzıma uygun olmadığını, beni uzun süredir – yirmi beş yıldan fazla – tanıyanlar bildikleri için, önce şaşırdılar. Sonra da, olanların temel sebebini, uzun bir süre için “basiret bağlanması”  olarak tanımladılar. Ben bu olguyu, olayları yaşayan ve o süre içerisindeki ruhsal durumumu sonradan da olsa inceleyebilen bir kişi olarak, daha gerçekçi değerlendirebildiğimi sanıyorum. Gerçek şu ki, o yıllarda yaşadıklarım, bir “güç sarhoşluğu”ndan kaynaklanıyordu. Bu deneyimi yaşamış bir kişi olarak çevreme baktığımda  aynı bulguları gündemdeki pek çok kişide, az veya çok, gözlemleyebiliyorum.

Son olaylarla  ilgili özeleştirimi yapmaya başladığım sürecin son yedi yılında eşim Müjgan’ın ne kadar büyük katkısı olduğunu anlatmakta zorluk çekebilirim. Özetlemek gerekirse pek çok konuda doğruyu bulmamda, yerine konmayacak bir rehber olduğunu söylersem, onun yaşamımın bu dönemindeki rolünü açıklamış olurum.

Yazı masamda, baş köşede bir öz deyiş duruyor, “Deneyim yenilen kazıkların bileşkesidir” Veya “yapılan yanlışların”!.... Yazdıklarımda işte  bu deneyimlerimi aktarmak istiyorum. Onun için de başımdan geçenlerle bağdaşmayacağı düşünülebilen konularda yazıyorum.

Okuyucumun belirttiği gibi, yazdığım “konu ile kendimin ayrı vadilerde dolaşmamı” kabullenmiş olsaydım, yapılan yanlışlardan çıkarak bulabildiğim doğruları okuyucularıma iletemezdim. Pek çok dostumun düşündüğü veya söylediği gibi yaptıklarım cesaretli bir adım olarak görülebilir. Ben yazdıklarımı, içinde yaşadığım topluma ödediğim bir borç olarak görüyorum.  Yalnızca ceza alıp beş yıl hapis yatmakla günahlarımı ödeyebildiğim kanısında değilim ve hiçbir zaman da olmayacağım.

Ayrıca, ömür boyu kamu haklarından yasaklanmış olmam da ayrı bir özgürlük getiriyor. Yazdıklarımdan dolayı kimse benim politik bir hedefe erişmek için bu konuları yazdığımı söyleyemez.

Okuyucularım, bu bakış açısından yazılarımı okursa, topluma daha faydalı olabileceğime inanıyorum. Yazdıklarımda yanlışlar varsa da, her an doğruları bulmak için, tartışmaya hazırım. (Herhangi bir konuda benimle yüzyüze görüşmek isteyenler yukarıdaki elektronik posta adresi yoluyla bana haber verirlerse, birlikte bir çay içmekten ve görüşmekten mutluluk duyarım) Fakat yapılabilecek en büyük yanlış adımı görünce, belli konularla ilgili görüşlerimi söylemekten kaçınmam gerektiği kanısında olmaktır.

Okuyucularıma önerim, yazılarımı önyargılardan olabildiğince uzaklaşarak okumalarıdır.  Belki daha da kolayı, yazarın ben olduğunu bir an için unutma gayretini gösterip, yazının içeriğine yoğunlaşmalarıdır. Herhalde önemli olan yazılandır, yazan değil.

Son bir not olarak da ilgilenenlerin okuması için benimle yapılan bir röportajı belirtmek isterim: 7 aralık 2002 tarihli Radikal Gazetesi Cumartesi eki. Röportajı yapan Lale Tayla.

sayfa başına dön