|
|
İKİZ SÖZLEŞMELER
Türkkaya ATAÖV
TBMM 4 Haziran'da biri medeni ve
siyasal, öteki de ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla ilgili iki
sözleşme onayladı. Bize yeni yükümlülükler getiren ve hukuken
de bağlayıcı olan bir antlaşma, yalnız içeriği yönünden değil,
hangi genel ortama oturduğu ve ilerde kimler tarafından nasıl
uygulanacağı açısından da önemlidir. Dışişleri Bakanlığımızın
13 Haziran tarihli bir-buçuk sayfalık bir muhtırası, bunların
BM'nin altı temel sözleşmesinden ikisi olduğunu, birini 148 ve diğerini
145 devletin onayladığını, bunların daha çok gelişmiş ülkeler
safında yer aldığını, katılmayanların Antigua ve Barbuda'dan
Tuvalu ve Vanuatu'ya değin az sayıda devletleri oluşturduğunu, ''self-determinasyon''
ilkesinin yalnız geçmiş sömürgecilikle ilgili sayıldığını,
ayrıca üç beyan ve bir çekince koyduğumuzu ve AB'nin de onayımızı
beklediğini yazıyor, karşı çıkanları da ''bilgi yetersizliği''
ve ''yetersiz kaygılar'' la niteliyor...
Önce, insan hakları mihverindeki
BM antlaşmaları 6 değil, 12'dir. Onaylayanların rakamları yanlış;
doğrusu 149 ve 146 olacak. Türkiye de katılırsa, birer tane daha
eklenecek. Bir antlaşmanın değeri tarafların sayısı ve Batılı
oluşlarıyla belirlenmez. Çoğunluğun, giderek tüm ilgililerin yanıldığı
olaylar var. Bugün, ''self-determinasyon'' u ulus-devletin içinde
uygulamak isteyen güçlü çevrelerin de varlığını bilmezden
gelemeyiz. Bu noktayla ilgili yayınların yalnız alt alta listesiyle
bir kitap oluşur. Lokarno Antlaşması vardı ama, Almanya Rhineland'ı
alıverdi; Belçika'nın çiğnenmesini hukuki tarafsızlık antlaşmasının
açık hükümleri bile engelleyemedi. Bu ikiz sözleşmeleri Irak ile
İran da onaylamıştı. Irak'a ne olduğunu gördük, İran'ın adının
da hangi bağlamda sık sık anıldığını biliyoruz...
''Ulus-devlet''
kavramının tüm dünyada yıpratılmak istendiği bir dönemdeyiz.
Bu konuyla ilgili yayınlar da koca bir kütüphane oluşturur. Dünya
koşulları çok farklı olsaydı, bu ikiz sözleşmeler için kaygı
duymak gereksiz olabilirdi. Örneğin, eşsiz Atatürk yıllarında.
Hiç değilse, bugünün (yalnız süper değil) hiper devleti ABD'nin
ağırlığını dengeleyecek başka güçlerin örgütlenebildiği dönemde.
Ya da Ortadoğu sınırlarının yeniden çizilmesinin tasarlanmadığı
ortamda. Yabancılara bağlı kukla devletler ve Ermeni tazminatları
tehditlerinin savrulmadığı koşullarda. Ya da yeryüzünde Pontus
devleti derneklerinin 155'e ulaşmadığı günlerde.
İnönü , ben TÖS yöneticilerinden
biriyken evine çağırmış, şunu da söylemişti: ''Lozan'da
kapitülasyon benzeri koşulları hep geri çevirirken, Lord Curzon
'Bunların hiçbirini çöp tenekesine atmıyorum, cebime koyuyorum;
zamanı gelince teker teker çıkaracağız' demişti. Bu sözünü
hiç unutmadım.'' Bunların bir bir önümüze konma olasılığı
ile bugün karşı karşıyayız. Ne yazık ki yeni bir dünya ve Türkiye
düzeni içindeyiz. Bu çerçeveyi ve altyapıyı hesaba katmayan hiçbir
değerlendirme yapamayız.
İkiz sözleşmeler BM'nin öteki
insan hakları antlaşmalarını tamamlıyormuş. Yani, işkenceye karşı
olan, kadın ve çocuk haklarından yana olanları mı? ABD'nin bunun
kaçını onaylamadığını kaç kişi biliyor? Örneğin, kadın ve
göçmen işçilere ilişkin olanları ve başka iki protokolü
imzalamadı bile. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklarla çocuk
haklarına ilişkin olanları yalnız imzaladı, onaylamadı.
Sözleşmelerin içeriğine gelince:
Oy veren kaç milletvekili metinleri gördü, okudu ve anladı? Bakanlık
notu ''bilgi yetersizliği'' nden söz ediyor. TBMM bir Yurttaşı
Bilgilendirme Yasası çıkarmalı. Herkes nelerin altına imzalar attığımızı
bilmeli. Demokratik yönetimlerde bir antlaşma halktan, hatta
temsilcilerden kaçırılıyormuş gibi geçirilmez. Hangi
milletvekili bu sözleşmeleri özetleyecek kadar bilgiye sahiptir?
Irk, renk, cinsiyet, etnik farklılık, din, dil, mezhep, tarikat,
grup, düşün, toplumsal köken, milliyet, doğum yeri gibi ayrımlar
siyasal yönden ve yerel zenginliklerin o coğrafya bölgesinde yaşayanlarca
diledikleri gibi kullanılması açısından ulus-devleti zayıflatmıyor,
ekonomik birliği bozmuyor mu? Eklenen çekince yeterli mi? Hiç değilse,
bugünkü dünya koşulları ve ülkemize yöneltilen tehditler bazı
kaygıları akla getirmiyor mu?
Bedri Rahmi bir şiirini el yazısıyla
yazıp bana vermişti. Şimdi karşımda. Bir satırı diyor ki: ''Bir
Mustafa Kemal yetmedi, bre Şahin, bir Mustafa Kemal daha.''
|
|
|