Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 

Alev ATEŞ

GENE RAHATSIZLIK VERDİ
GENE ÖZÜR DİLEMİYOR

“İnadına”  projesi  yayınına bir süre için ara verecekmiş.  Projeyi inatla yürüten Cankoçak aslında sosyalist hareket içinde de inatla kendi bildiği doğrultuda yürüyüp, diğer tüm “ sol siyasetlere” belli uzaklıkta durmasına karşın ve eleştirilerinde dozu da, örneğin bana göre ağır kaçırsa bile, demokrat ve mücadeleci kimliği ile, süzülüp seçkinleşmiş kültürel birikimi ile herkes tarafından aranan, buluşulan ve konuşulan ama en önemlisi birlikte iş yapılacak kadar güvenilen biridir.  İkimizin de TİP ‘in Aybarcı  kesiminden gelmiş olmamız uzun zaman birlikte yürümüş olmamızdan olsa zahir;  benim, belli bir dönem “benden bu kadar” diyerek, uzun yürüyüş içinde sadece “ahlaki / teorik” bir kabullenişle kalmış olmamı bir türlü içine sindiremedi. Bir dostumuzun yeşil bahçesinde bu projeyi dile getirdiğinde çokta inanmadan olur mu diyerek yokuşa sürmüştüm öneriyi. O ise biraz da şantaj kokan bir üslupla  (benim en azından  sıkıyönetim mahkemelerinde hiç aksatmadan her duruşmada ileri yaşına karşın bulunan Aybar’ a borçlu olduğumu da hatırlatarak) beni toplantılarda konuşturduğu yetmezmiş gibi yazılar da yazdırdı. Yani gene yararlı ya da yararsız,  ama bir anlamda ahlaki platformdan gene eylemli diyebileceğimiz bir yerlere çekti. Sağolsun.

Başka yerlerde çıkan yazılarda da, İNADINA’ da da sıkça belirttiğim gibi, Türkiye’deki sosyalist hareketin başlangıcı olarak 1890’ları alsak, yüz yılı aşkın bir süredir boğuştuğumuz anlaşılır.  Örneğin Tüstav kendi ilgi alanındaki sosyalistler için sanırım önümüzdeki günler mücadelenin ikinci 50 yılında işe girişmişler için  devam edecek. Bakü’ den, Londra’dan, Leipzig’ ten, Paris’ten, hatta New York’tan , Sofya’dan, Selanik’ten ses veren bizler  (ve elbette sizler) bir türlü Misakı Milli içinde başarılı olamamışız.?  İşte İnadına projesi benim  bu konuda daha radikal düşünmememi ve yazmamı da sağladı.

Öncelikle aslında en yüksek noktasına eriştiği yıllarda bile sadece % 3 oy alabilen sosyalist sol hareket, her zaman gündemi  belirleyici özelliğini hiç yitirmedi. Ta ki son 10 yıla kadar. Gündemi her zaman belirleyici olabilmesi işin özüne yönelik yani hedefi tam anlamı ile gösterebilen, belki ulaşılması zor ama çözülmezse kurtuluşun olamayacağı problemleri güncelleştirerek ortaya koyması ile olanaklı oluyordu.  Yani muhalefeti, burjuva muhalif biçimlerinden ayrı olarak sosyalizme yönelik olduğu için anlamlıydı ve bu özelliğini bir kenara ittiği anda da sıradanlaştı. Ve tüm sıradan hareketler gibi asılları arasında yok olma noktasına geldi. 

İşte galiba bu güncelleştirme işi anahtar sözcük oluyordu. Yavaş , yavaş hızlı gitmeyi öneren Aybar, Amerikalılara karşı pasif direniş önerirken bunu uyuşuk bir politika olarak görenlerin hışmına uğruyordu. İşte kavganın “halkın” konumuyla ilgili olarak sınıfsal çözümünün iyi yapılması gerektiği üzerine kurulmuş “kavganın güncelleştirilmiş şekline dayalı” politika yerine, “revizyonist” olmayan  politikalarda diretilmesinin sonucu ;  son on yıla kadar ABD işgali denilen üsler şimdi sökülüyor diye ağlaşan bir Türkiye. Kınayan ve mücadelenin yolunu kesenlerin ise sırtında yumurta küfesi yok,  Felsefi, ruhi, iktisadi kısaca herhangi bir şekilde dönüverdiler bütün günahları ile birlikte oldu bitti.

Düne karşı  bugünün sorunları nedir ? Dün, yani  biz ve bizden önceki  sosyalistlerin ilk derdi 141-142 idi. Demokrasi anlayışımız bunun peşine bir de 163 ‘ü takmıştı elbette. Bunların kaldırılması sosyalistlerin en büyük kazanım olacaktı. Demokrasinin en büyük engeli bu maddelerdi.  Bu saptama doğrultusunda tüm gücümüzü harcarken bir yandan da “1961” Anayasasının ‘dibacesinde’ yazılı direnme hakkimizi savunma kalkanımız yapıyorduk. ( Ara not : Biz 163 kalksın diye mücadele ederken ERBAKAN idamlar görüşmesinin hiçbir aşamasında meclise gelmeyerek destelerken, kendi yandaşı olan tarikat dostu milletvekilleri de idama evet diyerek oy kullanıyordu. Bugünkü ‘türban’ konusu iyi öğrenmek isteyenler o günkü Meclis tutanaklarını BDS yayınlarından okusun.) Savunduğumuz  şey, 1961 Anayasası’nda yazılı hakların tam olarak uygulanması idi. Bu Anayasanın uygulanması ile demokratik devrim hareketimiz tamamlanabilir, burjuva devrimlerini tamamlamış bir ulus olarak sosyalizme geçebilirdik. Ancak bu demokrasi, “Milli”  mi, “Yeni” mi, “İleri” mi, “Tam ve eksiksiz” mi sıfatlarından hangisini alacaktı? Geçelim....

Hala demokratik devrimimizi tamamlamaya uğraşıyoruz. Sosyalizmin yolu zaten “sarp ve dikenli” olup ölüm herhangi bir yerden çıkıp gelebilir ama, ölüm bize “cezaevi koşullarını iyileştirmek” verilen mücadele de , yattığımız “ölüm oruçlarında” geliyor.  Hala demokratik devrimimizi tamamlayamamış durumdayız. Bizden sonraki kuşağa devrettik, bakalım onlar bitirebilecek ve bizatihi “sosyalizm” i bir insanlık projesi olarak yeniden gündeme sokabilme mücadelesine girebilecek mi ? Kılavuzu bizler olanın yolu açık olur mu bilemiyorum.

Çok mu kötümserim sayın editör ?

Geçen sayı yarım bıraktığım konuya sen yayına devam edersen ben de devam edeceğim.

Ve sayın editör sayın İNADINA yazarları  ne kadar ara verirsek  verelim, her şeye bıraktığımız yerden başladığımız hissine kapılmıyor musunuz sizler de ?

sayfa başına dön