Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 

İŞ KANUNU SERMAYEYE NE KAZANDIRIR

Doç. Dr. Fuat ERCAN

"Sen diyorsun ki
'şu ileride elli beşinci dalgaya yüzelim birlikte,
bak o dalga ne kadar güzel!'
Ben de 'hangisi' diye soruyorum.
Daha sorumu bitirmeden
Yer değiştirmiş oluyor senin işaret ettiğin dalga.
Bak artık söylediğin yer de değil.
Elli beşinci değil de
Otuz beşinci olmuş şimdi"
(E.Şafak-Bit Palas)

1- İş Yasası Gerekçesi: Meşrulaştırıcı İdeolojik Söylem

Yeni İş Kanunu ile gerçekleştirilen düzenlemeler, emek-sermaye arasındaki eşitsiz ilişkilerin daha bir yoğunlaşarak artmasına neden olmuştur. Yasa ve düzenlemeler üzerine bir çok şey söylendi, bir dizi tartışma yapıldı. İş Yasası ve İş Yasası öncesi veya sonrası çıkartılan ve toplumsal yaşamın neredeyse her alanında etkide bulunan yasal düzenlemelerde göz ardı edilen bir boyut var. Bu boyutun yeni Yasasının çıkarılması için öne sürülen "gerekçeler" olduğunu söyleyebiliriz. Gerekçelerde kullanılan söylem sadece İş Yasası değil, son zamanlarda çıkartılan diğer yasaların meşrulaştırmasında da kullanılan bir içeriğe sahip. Bu anlamda gerekçede işaret edilenlerle gerçeklik arasında sorunlu ve gerilimli bir alan oluşuyor. Bu sorunlu alan aslında belirli bir sınıfın çıkarlarını işaret etmek için seçilen nötr ve genelleyici dilden kaynaklanmakta. Bu anlamda belirli bir sınıfın çıkarını örtük olarak işaret ettiği anlamda gerçekliğe ilişkin, ama gerçekliği belirli bir sınıfın çıkarlarına indirgeyerek analiz ettiği ölçüde de ideolojik bir işlev görüyor. Bu meşrulaştırıcı söylem dikkatli analiz edildiğinde, gerek İş Yasası gerekse Türkiye'de toplumsal tarafların içinden geçtiği toplumsal değişim sürecine ait bir dizi şey söylüyor. Diğer yandan özellikle sermaye ile emek arasındaki ilişkinin günlük somut işleyişinin anlaşılması ve açıklanmasını önleyen "meşrulaştırıcı sınıfsal söylem/dil" ve daha da önemlisi bu dil ve söylemi inşa eden uzman/akademisyenlerin süreç açısından önemi daha bir açığa çıkıyor. Bu söylem ve dilin mimarı olan uzman akademisyen grubun temsilcileri, genel toplumsal varoluş içinde üniversitenin sağladığı 'unvanlar' ve üniversitenin sağladığı bilgi donanımı ile belirli bir 'ulaşılmazlık' kazandıkları ölçüde, aynı zamanda 'dokunulmazlık' da kazanıyorlar. Uzman/akademisyenlerin dokunulmazlıkları, aynı zamanda çıkarılan yasaları savunmak zorunda kalan iktidardaki siyasal kadroların ya da sermaye gruplarının savunma için başvurdukları en önemli araç oluyor. Çalışma Bakanı Murat Başesgioğlu'nun TES-İŞ 7. Olağan Genel Kurulunda yaptığı konuşmasında, "Ama değerli konuklar, şunu bilmenizi özellikle istiyorum ki, biz hükûmet olarak ve Çalışma Bakanlığı olarak bu iş yasasının bütün içeriğini hazırlamış değiliz. Bunu 9 kişilik bir bilim kurulu hazırlamıştır"(Başesgioğlu, 2003: 43) yönünde bir açıklamaya gerek duymuştur.

Başesgioğlu, konuşmasında, İş Yasasının temel yönelimi olan esnek çalışmanın "... devletin referans belgeleri olan kalkınma plânlarının 6'ncısında, 7'ncisinde, 8'incisinde öngürül düğünü " açıklayacaktır (Başesgioğlu, 2003: 43).

2-Toplumsal Değişim ve Değişimin Sınıfsal Tanımı

Çalışma Bakanı Yasanın içeriğinin bilim kurulu veya uzman kadrolar tarafından hazırlandığını işaret ederek, sorumluluğu azaltma ya da bilim kurulu tarafından hazırlandığı için yasal düzeneklerin "bilimsel normlara" sahip olduğunu işaret etmekle kalmıyor. Yeni bir iş yasasının gerekliliğini açıklarken de aslında bu bilim kurulunun yasa taslağı gerekçesindeki açıklamaları aynen kullanıyor. Bakan'a göre, "... dünyada endüstriyel ilişkilerde çeşitli değişiklikler, çeşitli değişmeler olmaktadır. Artık çalışma hayatını, alışılmış olduğumuz katı kurallarıyla, katı disiplinleriyle yönetmek mümkün değil. Onun için çalışma hayatımızın yeni, çağdaş düzenlemelere ihtiyacı var" (Başesgioğlu, 2003: 42).

Çalışma Bakanı bir gerçeğe işaret ediyor. Bu gerçeklik dünyanın değişiyor olması ve bu değişim sürecinin ise "endüstriyel ilişkilerde çeşitli değişikliklere" yol açmasıdır. İş Kanunu Ön Tasarısını hazırlayan bilim kurulu da taslağın gerekçe kısmında Türkiye'nin yakın dönemine ilişkin kısa bir döküm yaptıktan sonra, aslında 1475 sayılı İş Kanunu döneminin başladığı yıllarda tarihsel bir rastlantı olarak yeni bir teknolojik devrimin çalışma hayatını yakından etkilemeye başladığını belirtiyor (İş Kanunu Ön Tasarısı, 2002: 4).

Emek-sermaye arasındaki ilişkilerin birikimli sonucu olan 'teknolojik gelişme' bu ilişkilere referans verilmeden, talihsiz bir şekilde teknolojik gelişmenin bu ilişkiye taraf olan emeği gereksiz kıldığı ya da önemini azalttığı yönünde bir açıklama yapılıyor: "Bu devrimin simgesi mikro elektronik teknolojisidir. .... Üretimde bilginin öneminin sermayenin önüne geçmesi, çalışanların vasıf derecelerinin beden işçiliğinden fikir işçiliğine kayması, küresel rekabetin, esnekleşme olgusunu zorunlu olarak gündeme getirmesi çalışma hayatını yakından etkilemektedir" (İş Kanunu Ön Tasarısı, 2002: 4) vurgular bana ait .

Kapitalizmin değişimine ilişkin bu talihsiz yorum, aslında son zamanlarda iyice belirgin bir hâl alan sermayeye ilişkin sınıfsal dilin en kaba ve çok da tutan bir örneğini oluşturuyor. İşin tuhaf yanı emeğin öneminin azaldığına ilişkin yorumun İş Yasası gerekçesinde belirtiliş olmasıdır. Emek ile sermaye arasındaki ilişkileri düzenleyen bir yasa taslağı, değişimin emeğin önemini azalttığı yönündeki bir değerlendirmeye sahip. Bu dilde açık bir şekilde emeğin sistem açısından öneminin azaldığı işaret ediliyor. Emeğin öneminin azalmasının nedeni ise toplumsal ilişkilerde meydana gelen değişikliklere değil de teknolojide meydana gelen değişimlerden hareketle açıklanıyor.

Bu tarz bir ele alışla bağlantılı ve İş Yasası açısından özel öneme sahip bir diğer sonuç ise, işçilerin çalışma koşullarında karşılaştığı tüm olumsuzlukların teknolojik gelişmeye bağlanmasıdır: "Nitekim bu yeni teknoloji nedeniyle yeni çalışma türleri hızla yaygınlaşmış, işin düzenlenmesinde yepyeni model ve uygulamalar ortaya çıkmıştır: kısmî süreli, çağrı üzerine çalışmalar, ödünç iş ilişkileri, iş paylaşım modelleri, belirli süreli hizmet sözleşmelerinin ve alt işveren uygulamalarının yaygınlaşması bu değişimin sadece bazı örnekleridir" (İş Kanunu Ön Tasarısı, 2002: 4) vurgular bana ait .

Tarafsız olduğu iddia edilen Bilimsel Kurulun yukarıdaki vurgularına paralellik taşıyan bir dizi açıklama bulmak mümkün. TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Arzuhan Yalçındağ'ın açıklamaları bu anlamda önemli: "Ekonomik ve teknolojik gelişmelerin iş süreçlerini, iş yapma şekillerini giderek artan bir sür'atle etkilediği günümüzde, emek-sermaye ilişkilerinin ve sosyal sınıfların anılan gelişimin dışında kalması mümkün değildir. Bilgi, bugün en önemli sermaye hâline gelmiş ve üstün vasıflı çalışanı ön plana çıkararak, istihdam ve işsizlik sorununa evrensel bir boyut kazandırmıştır. Çalışma yaşamı ... uluslar arası rekabet gücünün korunması ve artırılması açısından, belirli dengelerin korunması gereken, sahip olunan hakların bir diğerinin aleyhine sonuçlanacak gelişmelere yol açarsa, 'kazan-kazan' stratejisinin sürdürülemeyeceği ve sonuçta herkesin kaybedebileceği hassas bir alandır" (Yalçındağ, 2003).

Yalçındağ'ın değişime ilişkin açıklamaları Sakıp Sabancı tarafından daha bir netleştirilmiştir: "Ülkemizde ise 1936 yılını izleyen çeşitli tarihlerde ve en sonuncusu 1971 yılında 1475 sayılı Kanunla bazı değişiklikler yapılmış ise de 1930'lu yılların katı devletçilik anlayışını taşıyan İş Kanunu hükümleri, sanayileşmiş ülkelerin standartlarıyla uyumlu, ülkemiz gereksinimlerini karşılayacak konuma getirilememiştir" (Sabancı, 2003).

Sabancı bu yorumdan sonra nasıl bir iş yasası istediklerini de oldukça açık bir şekilde sırılayor:

"-Çağdaş çalışma ilişkileri normları ile uyumlu, sosyal ve ekonomik gelişmeleri takip eden, bilimselliğe açık, dinamik bir hâlde olması,

-Esnek çalışmaya, özellikle kısa-süreli/part-time çalışma, ücretsiz izin, kaydırılmış tatil/telâfi çalışması vb. sistemlere yer verilmesi,

-Ücretlendirme modellerinin; esneklik esası gereği, çalışılan sürenin ücretinin verilmesi başta olmak üzere, performans ve üretimde verimliliği gözeten, bilimsel verilere dayalı bir yapıda olması,

-İşsizlik sigortasının yürürlüğe girmesiyle birlikte, bu sigorta dalının üstlendiği işlevi yerine getiren, kıdem ve ihbar tazminatının yeniden düzenlenmesi,

-1930'ların ihtiyaç ve şartlarına göre hazırlanmış olan yasadaki güncel, uygulamada olmayan bazı hükümlerden arındırılması"(Sabancı, 2003).

Bu isteklerin Bilim Kurulunun işaret ettiği Yasanın gerekliliğine ilişkin düşünceler ve Yasanın içerdiği düzenlemelerle paralellik gösterdiği açık.

TİSK Başkanı Refik Baydur'un "Çalışma Hayatında Değişim ve Türk Çalışma Mevzuatı" konulu toplantıdaki: "her sosyal kesimin kendi çıkarını savunmasının doğru olduğu" yönündeki düşüncesine katılmamak mümkün değil. Ama Baydur'un "en büyük çıkarın Türkiye'nin ve Türk milletinin çıkarı olduğu" yönündeki düşüncesine katılmak mümkün değil. Türkiye sermayesi için bu ifadenin bir anlamı olmadığını açık bir şekilde gözlemlediğimiz günümüzde Baydur'un "ben işçiyim, her yasa beni korusun denirse bir yere varamazsınız" yorumuna katılmak ise hiç mümkün değil (Baydur, 2003).

Son yıllarda art arda çıkarılan yasalara baktığımızda, her yasanın toplumsal ilişkilere taraf olan kesimler açısından önemli sonuçlara yol açtığı bir gerçeklik, ama bu gerçekliği tanımlayan temel özellik ise çıkan yasalarda sermaye dışı toplumun diğer kesimlerinin etkisinin hemen hemen hiç olmadığıdır. İş Yasası açısından bu çok daha açık bir biçim almıştır. A. E. Kahyaoğlu'nun açık bir şekilde işaret ettiği gibi: bu Yasayla "... patronlar emek piyasası ve iş sürecinde fiilen elde etmiş oldukları inisiyatifi yasa biçiminde hukuk kuralı hâline getirmekle kalmıyor, sınıfın [işçi] son 50 yılda elde ettiği kazanımların büyük kısmını ortadan kaldırma imkânına kavuşuyorlar (Kahyaoğlu,2003: 30).

Refik Baydur İş Kanunun AKP Hükûmeti tarafından çıkarılmasını TİSK'in İşveren Dergisinde "Yeni İş Kanunu: Ciddî Bir Başlangıç" başlığında ele alacak ve şu haklı yorumu yapacaktır: "4857 sayılı Yeni İş Kanununun Türk çalışma hayatını çağdaş ve esnek bir hukukî çerçeveye oturtma yolunda atılmış ciddî bir adım olduğu şüphe götürmez. Kanunla getirilen kısmî süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma, geçici (ödünç) iş ilişkisi, belirli süreli çalışma, alt işveren, kısa süreli çalışma gibi yeni kurum ve kavramların 1936 tarihli Kanuna dayanan 1475 sayılı İş Kanunumuzun dar ve katı kurallarından bizi önemli ölçüde kurtardığı bir gerçektir"(Baydur, 2003).

Türkiye'nin çıkarı ile işçinin çıkarı arasındaki seçeneğin sonuçta işveren-sermayenin çıkarı olarak çıkması buradaki ilk ve en önemli sonuç olsa gerek. Çok fazla detaya girmeden Yeni İş Yasası'nın sermayenin devlete siparişi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Bilim Kurulu siparişi dil ve içerik olarak geliştirmiş, siyasî iktidar ise hayata geçirmiştir.

3-Sermayenin Yasadan Elde Ettiği Kazanımlar

Yasanın sermaye açısından bir dizi kazanımı olmuştur.

(i)-Emeğin Nesnelleştirilmesi- Politik Varoluşunun Ortadan Kaldırılması

İlk ve en önemli kazanç hiç kuşkusuz bir bütün olarak sermayeyi temsil eden örgüt ve organizasyonların, Türkiye'de politik manevra kabiliyetini ve sahip olduğu güç donanımını bir defa daha kanıtlamış olmalarıdır. Sermaye politik manevra kabiliyetini, yasa oluşum sürecinde sermayeler arası muazzam bir ittifak oluşturmada da göstermiştir.

İş Yasası diğer yandan sınıfsal dilin nasıl bir meşruluk aracı olarak kullanılabileceğinin de en önemli göstereni olmuştur. Bilim Kurulunun katkıları ile emek-sermaye ilişkilerini düzenleyen

bir yasanın gerekçesinde, emeğin artık önemsiz ve gereksiz olduğuna ait söylem çok fazla eleştiri almamıştır. Yasanın gerekçesine ait eleştiriler daha çok tekil maddeler üzerinden gerçekleştirilmiş, tekil maddelere haklılık kazandıran genel yorum pek fazla eleştiri almamıştır.

Bu yorum/söylem aslında kapitalizmin tarihsel gelişimine içkin olan bir mekanizmanın güçlenmesine olanak sağlayacak niteliktedir. Kapitalizmin tarihsel gelişiminde belirleyici olan eğilimlerden biri ve en önemlisi emek ile emek gücünün birbirinden ayrıştırılmasıdır. Bu ayrıştırma emek gücünün sahip olduğu enerjinin üretim sürecinde sermaye tarafından kullanılmasına olanak sağlar. Emek gücünün emekçiden çekilip alınması için bir dizi mekanizma geliştirilmiştir. Bu mekanizmalardan en önemlisi emek gücünü emekçinin bizzat kendisine yabancılaşmasını sağlamaktır. Yabancılaşma süreci aynı zamanda emek gücünün nesneleştirilmesi ve dolayısıyla değersizleştirilme sürecidir. Genel geçer iktisat kitaplarında emek gücü tıpkı diğer metalar gibi analiz edilir, ve bir meta olarak emeğin alınıp-satıldığı işgücü piyasası kavramı kullanılır. Bu analize göre üretim kararı alacak olan girişimci-kapitalist ya da sermayedar için temel karar sermaye ile emek arasında uygun bileşimi yakalamaktır. Sermayenin piyasadaki değeri faiz olarak tanımlanırken, emeğin bir meta olarak sermayeye maliyeti de ücret olarak tanımlanacaktır. Sermaye sınıfı için temel strateji, üretken enerji olarak emek gücünü meta konumuna indirgemektir. Diğer metalardan farklı olarak değer yaratan bir meta olduğu ölçüde özel olan, ama özel olduğu ölçüde de metalaştırılmasının sermaye için önem arz eden emek gücünün kontrol altına alınması gerekiyor. Sermayenin emek üzerindeki kontrol mekanizması, sermayenin tarihsel gelişim süreci içinde oldukça farklı biçimler almıştır. Ama emeğin kontrol altına alınmasında belirleyici noktalardan biri, emeğin kontrol altına alınma koşullarını ortadan kaldıracak "emeğin örgütlenme" koşullarına karşı mücadele vermek olacaktır. Yeni İş Yasasının en önemli özelliği emeğin-emekçilerin örgütlenme olanaklarını ortadan kaldırmasıdır. Bu Yasada da emek gücü tıpkı eleştirel olmayan ders kitaplarındaki meta konumuna indirgeniyor. Emek gücünün nesnelleştirilmesi ise, Sinem'in işaret ettiği gibi: "Kapitalizmin üretim sürecini parçalayarak emeğin üretim süreci içindeki toplumsallığını ve bu toplumsallıktan gelen örgütlülüğünü yok eden işleyişi, bu Kanunla beraber siyasî ve hukukî olarak güvence altına alınıyor" (Sinem, 2003: 10).

Örnek olarak yeni Yasada taşeron/alt işveren uygulaması (Madde 2) bu farklılığa hukuksal bir dil kazandırarak, işçiler arasında dayanışma ortamını ortadan kaldıracaktır. Yine Yasada deneme süresi (Madde 15) uygulaması yeni bir istihdam tarzı olarak tanımlandığı ölçüde (deneme süreli iş sözleşmesi) işçiler arasında farklılığın artmasına neden olacaktır. Ödünç işçilik, işyerinin devri, çağrı üzerine çalışma gibi yeni düzenlemeler bu anlamda işçilerin nesnel koşulları üzerinde karar verme olanağını ortadan kaldırıyor. Yasa farklı çalışma biçimlerine olanak tanıyacak düzenlemeler yapmıştır. Farklı çalışma biçimleri (kısmî süreli çalışma, çağrı üzerine çalışma, geçici iş ilişkisi, telâfi çalışma, belirli süreli çalışma, alt işveren, kısa süreli çalışma) aynı zamanda işçilerin sermayeye karşı ortak bir dil kullanmasını önleyici niteliktedir.

(ii)-Emek Gücü ve Emekçinin Zamanını Denetleme/Kontrol Altına Alma

Emek gücünün enerjisini açığa çıkardığı üretim zamanının denetlenmesi-kontrol altına alınması sermaye açısından bir diğer önemli alanı oluşturuyor. Emek gücünün açığa çıktığı üretim zamanın kontrol altın alınması, daha uzun çalışma saatleri biçiminde açığa çıkacağı gibi, belirli bir zamanın daha etkin kullanımını (işin yoğunlaşması) ya da aynı zaman diliminde teknolojik olanaklarla emeğin verimliliğini artıracak şekilde kullanımı biçiminde gerçekleşebilir. Diğer yandan özellikle günümüz koşullarında, yani rekabetin yoğunlaşarak arttığı koşullarda, çalışma zamanın belirlenmesi/kontrol edilmesi talep-fiyat-kalite koşullarına bağlı olarak farklılıklar gösterecektir. Kırılganlığı gittikçe artan bir ekonomik ortamda, istihdam edilen emeğin değişen koşullara uyum sağlaması sermaye için ayakta kalma anlamında stratejik önem taşıyor. Bu önem, dünya kapitalist ekonomisi ile bütünleşme çaba ve zorunluluğu içinde olan ekonomiler/sermayeler için daha bir belirleyicilik kazanmıştır. Yeni İş Yasası sermayeye emek gücünün üretim süreci içinde harcayacağı zamanı kontrol etme olanağı sağlıyor. Çalışma sürelerini yeniden tanımlayan madde (Madde 63), telâfi çalışması olarak tanımlanan madde (madde 64), kısmî süreli çalışma (Madde 13), geçici iş sözleşmesi (Madde 7), fazla çalışmaya (Madde 41) ilişkin maddeler sermayenin emek gücünün üretim sürecine dahil edilme zamanını, üretim sürecinde kullanılan zamanı, fazla çalışmaya ilişkin zamanları tamamen denetim altına alarak kontrol etmesini mümkün kılıyor.

Sermayenin işçinin üretim sürecinde geçireceği zaman ve dahası sahip olduğu tüm zaman üzerinde denetim olanağı doğuyor. Örnek olarak hafta tatilinin ne zaman kullanılacağına sermayedar karar verecek, ya da çağrı üzerine çalışma olarak tanımlanan durumda işçi iş yoğunluğu olduğunda işe çağrılabilecek. İşçinin zaman kullanımındaki kontrol olanakları, rekabet sürecinde sermayelere önemli avantajlar sağladığı ölçüde, zaman ile emek gücünün meta olarak değeri olan ücret arasındaki ilişki de sermayeden yana bozuluyor. Denkleştirme ilkesi zaman ile ücret arasındaki dengeyi bozan bir özellik arz ediyor: "Denkleştirme esasının uygulandığı hâllerde, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile, bazı haftalarda toplam 45 saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz".

(iii)Zor Zamanlarda Balondan İlk Atılacak Ağırlık Olarak İşçiler

İş Yasasında, diğer yandan, kriz ya da kötü koşullarda işçilerin balondan ilk atılacak yük olarak tanımlanmasına olanak verecek düzenlemeler yapılmış. Kısa çalışma ve kısa çalışma ödeneğine ilişkin 65. Madde, "Genel ekonomik kriz veya zorlayıcı sebeplerle işyerindeki haftalık çalışma sürelerini geçici olarak önemli ölçüde azaltan veya işyerinde faaliyeti tamamen veya kısmen geçici olarak durduran işverene" ücretsiz izin uygulama olanağı sağlıyor, ya da bu ücretsiz izni meşrulaştırıyor. Emeği balondan atmak için önerilen bir diğer yöntem "toplu işçi çıkarma" başlığı altında (Madde 29) ele alınmış. Maddeye göre "İşveren; ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri işletme, işyeri veya işin gerekleri sonucu toplu işçi çıkarmak istediğinde" bulunabilir.

Türkiye gibi mikro ve küçük işletmelerin toplam işletme içinde büyük yer tuttuğu bir ülkede iş güvencesinin 10 kişiden 30 kişiye çıkarılması (Feshin geçerli sebebe dayandırılması Madde 18) ile çalışan geniş bir kesimi iş güvencesinden mahrum bırakması anlamına geliyor. Özne konumundan çıkartılarak nesne konumuna indirgenen ve zaten önemi de sistem içinde azalan bir kesimin sosyal güvenliğinden bahsetmek zaten anlamsızlaşıyor.

Son olarak işsizliğin artan ölçüde önem kazandığı bir zamanda iş bulma faaliyetinin kendisi de bir işe dönüştürülmüş. Yasa ile özel istihdam bürolarının kurulmasına olanak tanınıyor (Madde 90).

4-Sermayenin Yapısal Hegemonyasının Oluşumu

İş Yasasının sermaye açısından değerlendirilmesi için Türkiye'de kapitalizmin son yıllarda geçirdiği dönüşümün bütünlüklü analizinin yapılması gerekiyor. Bu kısa yazıda bunu yapmamız olası değil; ama İş Yasası ve son zamanlarda art arda çıkan yasalar sermaye açısından bütünlüklü bir değişimin varlığını gösteriyor. Dünya kapitalist ekonomisi ile bütünleşme kaygı ve zorunluluğu, bireysel sermayelerin güç-enerji toplamasını gerekli kılıyor. Söylendiği gibi bu aşamada emeğin önemi azalmıyor, tam tersine sermaye birikimi için çok daha fazla gerekli hâle geliyor. Bu gereklilik sadece emekle sermaye arasında değil, sermayeler arasında da acımasız bir sürecin başlamasına neden oluyor. Yaratılacak yeni zenginlik kaynakları ile yaratılmış zenginlik kaynakları arasındaki paylaşım kavgası, sermayelerin kontrol edebildikleri emekten daha fazla enerji çekip almalarını gerekli ve hatta zorunlu kılıyor.

Fakat bu acımasız süreç sermayenin yapısal hegemonyasının yaşamın her alanında kurulmasına yol açıyor. Hegemonyanın farklı renklerle aramızda dolaşmasını sağlayan ve dahası sermayenin isteklerinin zorunluluk alanı olarak yasal zemine çekilmesinde "bilim dünyasının" desteği yadsınamaz. Sınıfsal gücün sevimsiz çıplak bedeni için, çeşitli renklerde elbiseler diken bilim camiası, sınıfsal çelişkileri meşrulaştırıcı bir işlev üstlenmiş durumda.

İş Yasası diğer yandan uzun zaman muhalif kesimlerin pek fazla işaret etmek istemediği "sınıf" gerçekliğini açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. İhale Yasası ya da bankalar Yasası gibi sermayeler arası çelişkileri ifade eden yasalardan farklı olarak, İş Yasası, sermaye ile emek arasındaki sisteme içkin çelişkinin hayatî önemini daha bir açığa çıkarmıştır.

5-Teknolojinin Sınıfsallığı Üzerine Kısa Bir Not

Tüm bu vurgulardan sonra, Yasa Taslağına ilişkin gerekçede işaret edilen teknoloji kavramına kısaca değinmek yararlı olacaktır.1970'lerde yoğunlaşarak artan teknolojinin temel nedenlerini burada detaylı sorgulamamız olası değil, ama en azından şunu ifade etmemiz gerekiyor, teknolojide meydana gelen değişimlerin temel belirleyeni bir bütün olarak kendini yeniden üretme sorunu yaşayan kapitalist sistemdir. Burada özellikle sermaye ile sermaye arasında yoğunlaşarak artan (geniş anlamda işbölümü) rekabet, aynı zamanda sermaye ile emek arasındaki ilişkinin de (dar anlamda işbölümü) değişmesine neden olacaktır. Teknolojik gelişmeler bu anlamda sermaye-sermaye ve sermaye-emek arasındaki bir dizi çelişkili-çatışmalı sürecin sonucunda gerçekleşir. Süreç açısından teknolojik gelişmenin yönü ve niteliği hem sisteme ilişkin yapısal süreçlerin sonucu yani nesnel bir işleyişle ilgili iken, hem de bu nesnel işleyişi harekete geçiren sınıflar arası ya da sınıf içi çelişkilerin çok belirlenimli etkileşiminde belirlenir. Daha detaya girmeden şunu söyleyebiliriz: Teknolojik gelişme üretim sürecinde yaratılan değeri fazlalaştırma amacına yöneliktir. Teknolojik yenilikler bir yandan sermaye gruplarına karşı emeğin verimliliğini artırıcı bir işlev görürken, diğer yandan birim zamanda üretim sürecine aktarılan sermayenin çok daha hızlı geri dönüşümüne olanak sağlayacak bir fonksiyonu da yerine getirir. Ama çok daha önemlisi, üretim sürecinin kendi içinde farklı parçalara ayrılarak gerçekleştirilmesine olanak sağladığı ölçüde, üretimin fabrikalardan sokaklara, evlere taşınmasına olanak tanıyor. Üretimin bu şekilde parçalanması yine bireysel sermayelerin kârlılık için en uygun ortamları bulmasına olanak sağlamaktadır. İşçi sınıfı açısından bunun anlamı ise, emeğin farklılaşarak kadın ve çocuk emeği ya da merkez-çevre işçileşmesi gibi ayrımlaşmalara yol açmasıdır. Aslında İş Yasası fiilî olarak üretim sürecinde başlayan bu değişim eğilimlerinin yasal-hukuksal ve uzun erimli kurallar içine çekilmesi anlamına geliyor.

6- İş Yasası Yeni Bir Başlangıç Olabilir

Diğer yandan İş Yasasının hazırlanma süreci ve çıkarılması nasıl çelişkili bir sınıfsal sürecin varlığına yol açmışsa, Yasanın önümüzdeki dönemde uygulanmaya başlaması da çok daha çelişkili bir dizi karşılaşma ve yüzleşmeye neden olacaktır. Yasalar bu anlamda mutlak, olmuş bitmiş gerçeklikler değil sınıfsal ilişkiler/güç ilişkilerince yeniden yeniden tanımlanan canlı sosyal süreçlerdir. Yasanın hazırlanma süreci ve çıkartılmasında işçi sınıfının politik, ideolojik manevra yeteneğinin çok az olduğunun kabul edilmesi gerekiyor. Diğer yandan yasal düzeneğin hayata geçirilmesini bir süreç olarak tanımladığımızda, süreç içinde bir dizi yüzleşmenin/karşılaşmanın olacağının kabul edilmesi gerekiyor. Bu anlamda süreç, sermaye dışı grupların/sınıfların hareket yeteneğini artırma yönünde potansiyel bir dinamizimi de içinde taşıyor. Bu dinamizmin harekete geçirilmesinde oldukça zorlu ilk uğrak, yukarıda işaret ettiğimiz meşrulaştırıcı dil/söylemin kırılması olacaktır. Bu uğrak gerçekleştiği ölçüde kralın (sermayenin) ve krala allı morlu giysiler diken uzman/bilim insanların gerçek yüzü açığa çıkacaktır. Ama çıplak hâliyle kral çok daha çirkinleşecektir...

Kaynakça

Baydur, R (2003a) İşsiz İçin Boğaz Köprüsü'nü Hazır Edelim" Vatan Gazetesi, 26 Ocak Pazar, Ekonomi Sayfası

Baydur, R (2003b) "Yeni İş Kanunu: Ciddî Bir Başlangıç" TİSK İşveren Dergisi, 2003 Haziran sayısı

Başesgioğlu, M (2003) "Gayemiz Kalıcı Bir İş Barışı Sağlamak", TES-İŞ Dergisi, Mayıs 2003/2.

BSH (2003) "Yeni İş Yasası Ön Değerlendirmesi" www.antimai.org

Kahyaoğlu, A. E. (2003) "Esneklik yasa Tasarısına Karşı Mücadeleye!", İşçi Mücadelesi, sayı6.

Petrol-İş (2002) "İş Kanunu Ön Tasarısı" Petrol-İş Dergisi, Ağustos-2002.

Sabancı, S. (2003) Yeni İş Kanunu'nun Çalışma Hayatı ve Ekonomimize Etkileri", TİSK İşveren Dergisi, 2003 Haziran sayısı

Sinem, (2003) "İş Kanunu ve emek üzerindeki Tahakkümün yeni biçimleri," Otonom, 2003/4, Temmuz-Ağustos-Eylül.

Uras,G (2003)"TÜSİAD Devlete Sipariş Verdi" Milliyet

(sendika-org’ dan alınmıştır.)

. 

sayfa başına dön