CANCUNDA İŞÇİ
SINIFININ BAĞRINA
SAPLANAN BIÇAK:EMPERYALİST SENDİKACILIK
Yüksel Akkaya
Meksika'da, Cancun'da,
10-14 Eylül tarihlerinde yapılan 5. DTÖ Bakanlar Konferansı sermaye açısından
şimdilik başarısızlıkla sonuçlanmış görünmektedir. Sermaye cephesi için önemli
bir adım daha olan Cancun'da sermayenin kaybettiği sadece tarım ve "ticaret"
anlaşmaları ile sınırlı değildir. Bunların yanı sıra yatırımlar, lisanslama,
telif hakları, patentler gibi konularda da sermayenin oldukça önemli kayıpları
olmuştur. Kaybettiği şeylerin çok olması nedeniyle, sermaye cephesi,
şaşkınlığın ve kızgınlığın verdiği çaresizlikle bu Konferans'ın
başarısızlıkla sonuçlanmasından en olumsuz etkilenecek ülkeler olarak az gelişmiş
ülkeleri göstermiştir.
Sermaye cephesinin
kızgınlıkla ileri sürdüğünün tersine kaybedenler az gelişmiş ülkeler değil,
ABD ve AB olmuştur. Bu Konferans'ta uzun yıllardır hasret kalınan bir şey
gerçekleşmiş, az gelişmiş ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda, zaaflı da
olsa, ortak hareket edebilmişler, tarım sektörünü çökertecek, ticaret serbestliği
ile sanayilerini zayıflatacak düzenlemelere geçit vermemişlerdir. Başını Çin,
Brezilya, Hindistan, Güney Afrika'nın çektiği bu muhalif grup şimdilik küreselleşme
masalının yeni yağma hakkı talebine olumsuz cevap vermişler, böylece, IMF ve Dünya
Bankası'ndan sonra enperyalizmin üçüncü ahtapotu olan DTÖ'nün kollarından bir
süreliğine kurtulmuşlardır.
DTÖ aracılığı ile
sermaye cephesi dünya ticaretinin serbestleştirilmesini sağalamayı amaçlamakta, az
gelişmiş ülkelerin "katı" olduğu iddia edilen tutumlarını değiştirmeyi
hedeflemektedir. ABD ve AB kendi tarımını korumak ve ihracatçılarını teşvik etmek
konusunda oldukça katı davaranıp, ısrarcı olurken, aynı şeyin az gelişmiş
ülkeler tarafından talep edilmesine büyük bir kızgınlık duymaktadır. Aslında
sermaye cephesi açısından burada şaşılacak bir yan da yoktur. Çünkü bu tutum,
sermayenin işleyiş mekanizmasına ve kapitalizmin yasalarına uygundur. Ancak,
Cancun'da, bu konularda sermaye cephesi ile ortak hareket eden, sermayenin bu taleplerini
benimseyen Avrupa Sendikalar Konfederasyonu'nun (ASK/ETUC) bu tutumunda işçi sınıfı
adına anlaşılır bir yan yoktur.
DTÖ'nün Cancun'daki
Konferansı sendikacılık ve sendikal politikalar açısından değerlendirildiğinde pek
çok açıdan öğretici derslerle dolu olduğu görülmektedir. Bu derslerin en önemlisi
nasıl bir sendikacılık yapıldığının iyice açığa çıkmış olmasıdır. ETUC
(Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) ve ICFTU'nun (Uluslar arası Özgür İşçi
Sendikaları Konfedererasyonu) bu toplantıya yönelik tutumları, izlediği politikalar
gözden geçirildiğinde, bu konfederasyonların sınıf eksenli bir sendikacılık yerine
işbirlikçi, gelişmiş ülkelerin çıkarlarını kollayan bir yaklaşım içinde
oldukları görülmektedir. Bu sendikacılığı sıfatlandırmak gerekirse, emperyalisy
sendikacılıktan başka uygun bir ad bulmak oldukça zordur.
150 kişilik bir
delegasyonla Cancun'daki toplantılara katılan ETUC'un taleplerine bakıldığında,
asıl amacının, gelişmiş ülkeler lehine, azgelişmiş ülkeler aleyhine tam da
sermaye cephesinin isteği olan ticaret kurallarının değiştirilmesi, tarım
politikalarının yeniden yapılandırılması, kamusal hizmetlerin piyasalaştırılması
olduğu görülüyor. Ancak, görmek için önce bakmak gerekiyor. Burada nasıl
bakıldığı önemli. Görüntü ile öz arasında bir fark olduğu hep akılda tutulup,
bu bakış açısı ile ETUC ve ICFTU'nun açıklamaları değerlendirildiğinde gerçek
de tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. Ancak, gerçeğin böylesine tüm
çıplaklığı ile görülmesi istenmez, o nedenle de üstünün örtülmesi gerekir.
ETUC, bu gerçeği
gizlemek için de çalışma ilişkilerine yönelik kimi "olumlu" taleplerde de
bulunmaktadır. Bunun için de, klasik tutumu gereğince, sosyal ilerleme olmadan ekonomik
ilerlemenin bir anlamı olmadığını dile getirmesi gerekiyordu. Bu yaklaşımını
şöyle açıklıyordu: "ETUC tüm uluslararası sendikal hareket ile birlikte temel
çalışma standartları konusunda ve çokuluslu şirketlerin davranışları üzerine
oluşturulan uluslararası kurallara saygı gösterilmesi konusunda ısrarcı olmaya devam
edecektir. DTÖ'de bu ve benzeri toplumsal kaygıların kenara itilmesini kabul
etmeyeceğiz". Oldukça masum, özenle kullanılmış bu diplomatik dilin ortaya
koyduğu yaklaşım ve talepler herkes tarafından kabul edilebilir şeyler olabilir.
Ancak bir talebin ete kemiğe bürünmesi için o talebe yönelik etkili faaliyetlerin de
yapılması gerekir. İşte ETUC bu noktada hiçbir şey önermemektedir. Söylemi hoş
içi boş bir yaklaşımla tabana yönelik basit bir mesaj vermekle yetiniliyor. Peki
kabul etmeyeceği bu yaklaşıma karşı nasıl bir eylem polkitikası izleyecek? Genel
grev mi, basit ama etkisiz birkaç demeç mi? Eylemin türü, ETUC'un ne kadar içten ya
da ne kadar emeperyalist sendikal politika izlediğini gösterecektir. Ama, eylem için
önce bir eylem isteğinin ve ardından da bir politikanın izlenmesi gerekir. Ne yazık
ki ETUC'un açıklamalrında bu açıdan doyurucu bir açıklamaya rastlamak mümkün
değildir.
ETUC da sermaye cephesi
gibi, AB'nin diğer az gelişmiş ülkelerin piyasalarına daha fazla girebilmesini, AB
ekonomisinin gelişmesinin olmazsa olmaz koşullarından biri olarak değerlendirmektedir.
AB ekonomisi geliştikçe insanların daha iyi işler bulabileceğini, en azından
düzgün işsizlik ücretleri alabileceklerini düşünmektedir. Uluslararası sınıf
dayanışmasından yoksun, kapitalist gelişmiş bir ülkenin sermayesinin çıkarlarını
kollayan bu yaklaşım, gelişmekte olan ülkelerin işçilerinden gelir transferinden
başka bir şey değildir ve çifte sömürüye açık bir davettir. Kendi sermayesi
tarafından sömürülen işçilere bir de gelişmiş bir ülkenin sermayesi tarafından
sömürüyü önermektedir. Her iki sömürü de örgütsüzlüğü esas alır,
sendikalaşmanın temellerini dinamitler. ETUC'un AB üyesi gelişmiş ülkeler için
talep ettiği ve DTÖ'nün istekleri ile çakışan bu yaklaşımın sendikacılıkla,
sendikal mücadele ile bir ilgisi yotur. Bir ilgisi olmaması bir yana, ETUC bu
yaklaşımı ile gelişmekte olan ülkelerin işçilerinin sömürüsünü haklı ve
meşru kılmaktadır. Emperyal kaygının egemen bastığı bu görüşü savunan bir
sendikayı emperyalist bir sendikacılık olarak tanımlamak bilimin de gereğidir.
Çünkü sendikacılıkta sermaye ile sömürü politikalarında işbirliği değil,
sömürünün azaltılması ve nihai olarak kaldırılması esas alınmak zorundadır.
Sömürüyü azaltmayı
ve nihai olarak kaldırmayı amaçlayan bir sendikal mücadele emek ile sermaye arasında
geçer. ETUC'un yukarıda belirtilen politikasına göre ise sendikal mücadele gelişmiş
ülke işçileri ile az gelişmiş ülke işçileri arasında geçer ve az gelişmiş
ülke işçilerini işsizliğe ve yoksulluğa mahkum eder. İşte bu nedenle ETUC
emperyalist bir sendikal kurumdur.
ICFTU'nun da ETUC'tan
bir farkı yoktur. Oysa ETUC'un tersine ICFTU'da çok sayıda az gelişmiş ülkenin
sendikaları da temsil edilmektedir. Bu nedenle ICFTU'nun ETUC'tan farklı bir politika
izlemesi beklenirdi. Ama ETUC gibi, ICFTU'da serbest ticaret sistemini desteklemekte,
kamusal hizmetlerin piyasalaştırılmasına onay vermektedir. Üstelik, ekonomik
kalkınma uğruna milyonlarca işçinin serbest ticaret bölgelerinde zorunlu ve çoğu
kez karşılıksız fazla mesai yaptırılarak, posası çıkarıldıktan sonra işten
atıldıklarını bile bile buna onay vermektedir. Bu tutum emperyalist sendikacılıktan
başka bir şey değildir.
ETUC ve ICFTU bu
tutumları ile Cancun'da gelişmekte olan ülkelerin oldukça anlamlı birlikteliğine,
DTÖ'nün gelişmiş ülkeler ve çok ülkeli şirketler lehine yapmak istediği
düzenlemeleri boşa çıkarmalarına bir kara leke düşürmüştür. Bu emperyal tutum,
emek ile sermaye arasındaki mücadelede işçi sınıfının bağrına saplanmış bir
bıçaktır. Bıçağın işçi sınıfının bağrından çıkanlarca sermaye adına
işçi sınıfına saplanmış olması ise sendikacılık tarihi açısından
unutulmaması gereken bir derstir, deneyimdir. İşçi sınıfı bu lekeyi temizlemek,
ETUC ve ICFTU'yu sermayenin değil emeğin temsilcisi yapılara kavuşturmak zorundadır.
Tersi durumda Cancun'da gelişmiş ülkelere karşı az gelişmiş ülkelerin kazandığı
bu geçici zaferin bir anlamı da olmayacak, süreç tersine çevrilemeyecektir.
Emperyalist
sendikacılıktan imtina etmeyen ETUC ve ICFTU'ta Türkiye'de üye olan sendika ve
konfederasyonlara bu nedenle önemli sorumluluk ve görevler düşmektedir. Ya bu
sendikacılığı değiştirecekler ya da emperyalist sendikacılığın yozlaşma
sürecinde çürüyüşleri hızlanacaktır.
(sendika
org’dan alınmıştır.)