Nazım / Vatan /
Enternasyonal
Alev ATEŞ
İnternet
üzerinden tarihinde rastlanmadık biçimde bir TKP tartışması sürüp
gidiyor (muş). Sanırım bazı kuruluşlar örneğin TÜSTAV bu
tartışmalardan, keçiboynuzundan şeker çıkartır gibi yapacağı bir
arkeoloji ile bazı sonuçlara varır ve yayınlar böylece bizler de
bugünümüz için ‘tarihimizle’ ilintili “temiz” bilgilere kavuşuruz.
Doğrusu ben bu
tartışmaları iyi izlemiyorum. Ancak, bazı dostlarım bunları sıkı bir
şekilde izleyip bazılarını özellikle işaretleyip okumamı istiyorlar.
Bazıları gerçekten de komik. Elbette her komik unsur gibi dehşetli
trajik. Kimi Türkiye’de çok önemli birisi sayılırken yurt dışına
çıkarmaz çıkmaz West-Point’e kurmay eğitimi görmeye giden subaylar
gibi KUTV ‘a koşup eğitim gördüğünü anlatıyor. Kimi de önemli
mevkilere gelen bazılarının KGB kanalıyla ajan olduğu gerçeğini
Parti Sekreterinin kendisine anlattığından söz ediyor. Vs...Vs..
İşin bu kısmının benim için hiçbir çekici yanı yok açıkça. {.Gerçi
bu okuduğum bazı yazılardan sonra Tanrı’ın bizi neden iktidardan bu
kadar uzaklarda tuttuğunu daha iyi anlayabiliyorum. Yüce ilahlar
işini bilir canım deyip geçiyorum. Çünkü böylesine görkemli bir
ideolojiyi böylesine zavallı duruma ancak tanrısal bir güç
sokabilir.}
Bu iki örneği
vermemin nedeni şimdilerde yanlış, doğru, komik, trajik kime nasıl
gelirse gelsin, kurulduğu günden itibaren TKP’li olmanın bir takım
kendine özgü gerçekleri olduğunu anlatabilmek içindir. Ve artık
eteklerdeki tüm taşların ortaya döküldüğü bu çağda bunların üzerinde
tartışmalar yapmak ancak bu işi uzmanlık alanları içinde incelemek
isteyen akil adamların görevidir. Çıkan sonuçları öğrenmek ve ona
göre davranışlarını ayarlamakta sıradan militanların. Bence TKP
tescilli bir markadır ve tescil mevki olan tek yetkili artık
olmadığından yeniden canlandığını söylemek olanaksızdır. İcazet
belgelerinin alındığı bir komünist Moskova yoksa artık Tescilli
“TKP” de yoktur. Elbette herkesin yeni KP ‘ler kurmak hakkı vardır
ama onlar bizim ‘TKP’ miz olamaz.
Şimdi bunlari
söylemem bu tartişmaya kiyisindan köşesinden ve ama dişaridan görüş
bildirmek için degil. Senelerdir devam eden; TKP’lileri ‘yerden
yere vurmak’ işime (bilindigi gibi sosyalistlerin en önemli görevi
birbirlerini yerden yere vurmaktir) devam etmek içindir. Bunu
yapabilmek için de bir TV kanalinda tescilli bir faşistin Nazim
için yazdigi kitap üzerine yapilan programdan yola çikacagim. Ve
özetle diyecegim ki TKP’ liler ya geçmişlerinden utaniyorlar ya da
Enternasyonalizmin anlam ve önemi hakkinda bir bilgileri yok. Şimdi
ikincisi olmayacagina göre sorun utangaçlikta dügümleniyor.
Faşist ne diyor
? “Nazim vatan şairi falan degildir, Moskova ‘da topragi öpen,
‘ben anavatanıma geldim’ diyen birisidir. Başka bir ülkeye vatanım
diyebilen birisi nasıl vatan şairi olur diyerek işi noktalıyor.”
Aslında tam bu noktada ve özellikle ünlü bir TKP’ li şairimizin hiç
kana tere batmadan Nazım’ ın bu söylemini alabildiğine savunması
gerekirken, sözcüklerle çalım atarak dolambaçlı yollara gidiyor
masadaki ünlü şairimiz ve tüm sosyalistler. Nazım bunları hangi
haleti ruhiye ile söylemiş, nasıl koşullarda söylemiş nasıl
haksızlıklara uğradığını betimleyen cümlelere bezenmiş utangaç bir
eda kaplıyor ortalığı. En ileri söylem, Nazım’ın inançlı bir
komünist olduğunu söylemek oluyor. Oysa Nazım elbette inançlı bir
komünist ama Nazım TKP ‘li bir komünist.
Nazım’ ı bu
özelliğinden yani “partizan TKP’li” kimliğinden kopararak hangi ders
kitabına sokarsanız sokun anlamı hep eksik kalacaktır. Çünkü Nazım,
tam anlamıyla gövdesini, yaşamını, şairliğini bile parti ve
ideolojisinin emrine vermiş birisidir. Güzel söz uğruna bunun
eksiltilmesine de çok kızmaktadır. Örneğin; “Bak kardeşim, şiirin
Ruscasının çok güzel olduğunu söylüyorsan buna bir diyeceğim yok.
Sana inanıyorum, teşekkür ederim. Ama şiirimi süsleyip püslemesen de
düz bir çeviri yapsaydın. Şiirimle ne demek istediğimi herkesin
anlaması bana yeterdi.” demektedir Simonov’a. Nazım’ ı bu görüş
biçiminden kopartmak ona yapılacak en büyük haksızlıktır gibi
geliyor bana. Yani Nazım önce ve katıksız biçimiyle bir partizandır
ve vatan şairliği bu bağlamla vurgulanıp, anlatılmalıdır. Yoksa
örneklemelerimizde sadece “Alpaslan Türkeş’ in bile ‘takdir ettiği’
söz ustalığı” nı öne çıkartmak bütünleyici bir yaklaşım değildir.
Bu bağlamda
partizanlığın Enternasyonal olmazsa olmaz biçimde eksik kalacağını
da unutmamak gerekir. Enternasyonalizm anlayışına ulaşmamış veya
bunu dışlayan bir sosyalizmden söz edilebilir mi ?
Enternasyonalizmin yapısını, bürokrasisini, Moskova mihraklı
oluşunu, Komünformlaşmış halini vs...vs... tartışırsınız,
beğenirsiniz beğenmezsiniz ama bu ‘fikirden’ vazgeçemezsiniz. Ve
işte Nazım’ı adam gibi adam ve de iyi şair yapan en önemli
niteliklerinden birisi de budur. Bu nedenle anlı şanlı ve gerçekten
görkemli bir devrimle kendi düzenini kurmuş olan bir sosyalist ülke
Nazım için vatandır. Ve tüm sosyalistlerin böyle hissetmesi
doğaldır. Bunu tevil etmeye kalkarsanız Nazım’ ı eksiltirsiniz.
Nazım’ ın şiirini hem ulusal hem uluslar arası ‘nitelikli’ iş
durumuna sokan da budur, bu inançtır.
Bu konumun
değerlendirilmesini ise, kendine özgü koşulların yaşandığı dönemin
anlaşılabilmesinden geçer. Bunun yolu ise Nazım’ı ve/veya TKP’ yi
“yasallaştırmak” için anlam kaydırmaları yapmak çok tutarlı bir yol
değildir.
Daha açıkçası,
Nazım’ ın iyi şair olduğunu ispatlamak zorunda değilsiniz artık.
Kime sorsanız (başbuğ’lar bile) bunu kabul etmeyen yok. Oysa Nazım
gerçek anlamıyla Moskova’ya indiğinde “benim esas vatanım” dediyse
bunu öz vatanını çok sevdiği için söylemiştir. Çünkü bilinmektedir
ki, 1924 yılından itibaren SSCB “Sovyet Vatanı” olarak anılmaktadır.
Bu söylem “tescilli” bir partizan söylemidir. Vatanseverlik,
sosyalizm mücadelesi ile özdeş bir kavramdır ve bunlar birbirinden
ayrılmaz. O nedenle : “Şuralar Rusyası, bütün dünya emekçilerinin
VATANIDIR...-TKF/ 1930” , “Yaşasın bütün emekçilerin VATANI
sovyetler İtehadı ...”, “Sosyalist anavatan ...özkardeş SSCB’liler
-M.Suphi 1920-“, “Sosyalizm Memleketi -TKP/ 1936”, “Sovyet
İttihadı bütün cihan proletaryasının ve mazlum milletlerin yegane
VATANI olması dolayısıyla...- TKP 1936” ve daha böyle yüzlerce
cümle. Ben bunları TÜSTAV “Komintern belgelerinde Nazim - Erden
Akbulut” ve BDS “1908/1936... ll. Cilt M.Tuncay” kitaplarından
sıradan bir bakışla derleyiverdim. İsterseniz işi daha da büyütüp
16. Kongre ile Stalin’in bu konuyu da nasıl parti söylemi (emri)
haline getirdiğini belgeleyebiliriz. Şimdi bunlar bizim (benim) için
hamasete bulandırılmış teorik sapmaları gizlemektir diyebilirim..
Ama bir TKP’ li için bu böyle değildir. Bu TKP’li olmanın bu güne
kadar gelen gerçeğidir. Üstelik bu gerçeği bir kenarından aralamak
isteyen Nazım, nasıl hain bir Troçkist olarak damgalanmıştır
bilinir. Gene iyi bilinir ki; Muvafakat’ tan ya da Muhalefet’ ten
olanların bile haklılıklarını kanıtlamalarının tek ölçütü daha iyi
ve en iyi kominternci olduklarını ispattan geçmektedir. Komintern
ise Moskova demektir, Moskova ise SBKP demektir, SBKP ise Stalin
demektir. Nazım da beğenin ya da beğenmeyin bu çizginin en
eleştirel ama sadık partizan erlerinden biridir. Proletaryanın
iktidarda olduğuna inandığınız bir ülkeyi kendi vatanı olarak kabul
etmeyecek bir sosyalist düşünülemez bile. Eğer o ülkede yapılanların
ve gidişin doğruluğuna inanıyorsanız orası sizin gerçekten de esas
vatanınız gibi gelir, gelmelidir. Eğer bir partizan, proletaryanın
iktidarda olduğu bir başka ülkede kendini vatanında gibi
hissetmiyorsa bu ‘milliyetçiliktir’ ve başka bir anlamı vardır.
Varna önlerinde iç çekerek gemileri seyretmek elbette milliyetçilik
içermeyen bir vatan sevgisidir. Eğer bir ülkenin proleteri başka
bir ülkenin proleterini kendi kardeşi gibi yakın görmüyor veya
hissetmiyorsa, eğer bir partizan başka bir ülkenin proleterinin
sıcak mücadelesine kendi vatanı için savaşıyormuşcasına
katılmıyorsa, ve o ülke kurtulduğu zaman kendi vatanı kurtarmış gibi
hissetmiyorsa bunun sosyalizmle falan ilgisi yoktur. Fazla mı
abartılı geldi. Ama ben zaten, TKP’li lerin neden 1940’lardan sonra
daha öncekilerin yaptığı gibi başları sıkışınca Moskova’ya değil de
Londra’ya, Berlin’e veya Paris’e kaçtığın hiç anlayabilmiş değilim.
Ama onların da aynı utangaç karakterleri nedeniyle, Moskova’ya göç
eden Nazım’ı da hiç anlamadıkları düşünüyorum. Aynı nedenlerle,
Nazım’ ın neden esas vatanım diyerek toprağa kapanmasını sadece bir
inanç eksikliğine bağlıyamıyorum. Çünkü sanırım onların Nazım gibi
övünebilecekleri bir Moskova’ları hiç olmadı. Moskova yeni kuşak
TKP’liler için hep moda deyimle “stratejik müttefik” olarak görüldü.
Enternasyonal inanç bu değil elbette. Nazım bütün dünya komünistleri
gibi düşünüyordu (görmek istiyordu) o günün Rusya’sını. Bu bir
inançtı ve doğru bir inançtı.
------------------------------------------------------------
Not 1)
Ünlü bir anektod/fıkrayı
anlatmak istiyorum : 20 kongre yapılırken, Kruşçef esip gürler ve
Stalin’i yerden yere vurur. Tam o anda salondan bir ses yükselir, “o
zamanlar sen neredeydin ?” bilindiği gibi Stalin döneminin önemli
adamlarındandır Kruşçef. Lider birden bu bağırtı üzerine susar ve
sorar “Kim söyledi bunu ?” koca salonda yanıt yoktur, Kruşçef birkaç
kere yineler bu cümleyi. Gene ses yoktur. Sonunda şöyle der Kruşçef
“İşte tam da sizin şu anda bulunduğunuz yerdeydim”
Nazım o dönemi
neden eleştirmedi diye soranlar için anlatmadım bunu. Çünkü Nazım
bütün yürekliliği ile şöyle diyor :
“.....
tiren yoldan
çıkıyor,
batıyor gemi,
düşüyor uçak.
Harta çizilmiş
buzun üstüne.
Elimde olsaydı
bu yolculuğa başlayıp başlamamak
başlardim
yine.” (1958.)
Not 2)
Yazının bazı
yerlerinde ünlem işareti koymak gerekirdi dedi yazıyı okuyan birisi.
Oysa bu işaret bana gülme efekti koymak gibi aptalca bir iş gibi
geliyor. O nedenle bu işaretin olmayışı bazılarına abukluk yapmak
hakkını vermez.