Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 



Nazım / Vatan / Enternasyonal

Alev ATEŞ

İnternet üzerinden tarihinde rastlanmadık biçimde bir TKP tartışması sürüp gidiyor (muş). Sanırım bazı kuruluşlar örneğin TÜSTAV bu tartışmalardan, keçiboynuzundan şeker çıkartır gibi yapacağı bir arkeoloji ile bazı sonuçlara varır ve yayınlar böylece bizler de bugünümüz için ‘tarihimizle’ ilintili  “temiz”  bilgilere kavuşuruz.

Doğrusu ben bu tartışmaları iyi izlemiyorum. Ancak, bazı dostlarım bunları sıkı bir şekilde izleyip bazılarını özellikle işaretleyip okumamı istiyorlar. Bazıları gerçekten de komik. Elbette her komik unsur gibi dehşetli trajik. Kimi Türkiye’de çok önemli birisi sayılırken yurt dışına çıkarmaz çıkmaz West-Point’e kurmay eğitimi görmeye giden subaylar gibi KUTV ‘a koşup eğitim gördüğünü anlatıyor. Kimi de önemli mevkilere gelen bazılarının KGB kanalıyla ajan olduğu gerçeğini  Parti Sekreterinin kendisine anlattığından söz ediyor. Vs...Vs.. İşin bu kısmının benim için hiçbir çekici yanı yok açıkça. {.Gerçi bu okuduğum bazı yazılardan sonra Tanrı’ın  bizi neden iktidardan bu kadar uzaklarda tuttuğunu daha iyi anlayabiliyorum.  Yüce ilahlar işini bilir canım deyip geçiyorum. Çünkü böylesine görkemli bir ideolojiyi böylesine zavallı duruma ancak tanrısal bir güç sokabilir.}

Bu iki örneği vermemin nedeni şimdilerde yanlış, doğru, komik, trajik kime nasıl gelirse gelsin, kurulduğu günden itibaren TKP’li olmanın bir takım kendine özgü gerçekleri olduğunu anlatabilmek içindir. Ve artık eteklerdeki tüm taşların ortaya döküldüğü bu çağda bunların üzerinde tartışmalar yapmak ancak bu işi uzmanlık alanları içinde incelemek isteyen akil adamların görevidir. Çıkan sonuçları öğrenmek ve ona göre davranışlarını ayarlamakta sıradan militanların. Bence TKP tescilli bir markadır ve tescil mevki olan tek yetkili artık olmadığından yeniden canlandığını söylemek olanaksızdır. İcazet belgelerinin alındığı bir komünist Moskova yoksa artık Tescilli “TKP” de yoktur. Elbette herkesin yeni KP ‘ler kurmak hakkı vardır ama onlar bizim ‘TKP’ miz olamaz.

Şimdi bunlari söylemem bu tartişmaya kiyisindan köşesinden ve ama dişaridan görüş bildirmek için degil.  Senelerdir devam eden;  TKP’lileri  ‘yerden yere vurmak’ işime (bilindigi gibi sosyalistlerin en önemli görevi birbirlerini yerden yere vurmaktir) devam etmek içindir. Bunu yapabilmek için de bir TV kanalinda tescilli bir faşistin Nazim için  yazdigi kitap üzerine yapilan programdan yola çikacagim. Ve özetle diyecegim ki TKP’ liler ya geçmişlerinden utaniyorlar ya da Enternasyonalizmin anlam ve önemi hakkinda bir bilgileri yok.  Şimdi ikincisi olmayacagina göre sorun utangaçlikta dügümleniyor.

Faşist ne diyor ?  “Nazim vatan  şairi falan degildir, Moskova ‘da topragi öpen, ‘ben anavatanıma geldim’  diyen birisidir. Başka bir ülkeye vatanım diyebilen birisi nasıl vatan şairi olur diyerek işi noktalıyor.”  Aslında tam bu noktada ve özellikle ünlü bir TKP’ li şairimizin hiç kana tere batmadan Nazım’ ın bu söylemini alabildiğine savunması gerekirken, sözcüklerle çalım atarak dolambaçlı yollara gidiyor masadaki ünlü şairimiz ve tüm sosyalistler. Nazım bunları hangi haleti ruhiye ile söylemiş, nasıl koşullarda söylemiş nasıl haksızlıklara uğradığını betimleyen cümlelere bezenmiş  utangaç bir eda kaplıyor ortalığı.  En ileri söylem,  Nazım’ın inançlı bir komünist olduğunu söylemek oluyor.  Oysa Nazım elbette inançlı bir komünist ama  Nazım TKP ‘li bir komünist.

 

Nazım’ ı bu özelliğinden yani “partizan TKP’li” kimliğinden kopararak hangi ders kitabına sokarsanız sokun anlamı hep eksik kalacaktır.  Çünkü Nazım, tam anlamıyla gövdesini, yaşamını, şairliğini  bile parti ve ideolojisinin emrine vermiş birisidir. Güzel söz uğruna bunun eksiltilmesine de çok kızmaktadır. Örneğin;  “Bak kardeşim, şiirin Ruscasının çok güzel olduğunu söylüyorsan buna bir diyeceğim yok. Sana inanıyorum, teşekkür ederim. Ama şiirimi süsleyip püslemesen de düz bir çeviri yapsaydın. Şiirimle ne demek istediğimi herkesin anlaması bana yeterdi.”  demektedir Simonov’a.  Nazım’ ı bu görüş biçiminden kopartmak ona yapılacak en büyük haksızlıktır gibi geliyor bana.  Yani Nazım önce ve katıksız biçimiyle bir partizandır ve vatan şairliği bu bağlamla vurgulanıp, anlatılmalıdır.  Yoksa örneklemelerimizde sadece “Alpaslan Türkeş’ in bile ‘takdir ettiği’  söz ustalığı”  nı öne çıkartmak bütünleyici bir yaklaşım değildir.     

 

Bu bağlamda partizanlığın Enternasyonal olmazsa olmaz biçimde eksik kalacağını da unutmamak gerekir. Enternasyonalizm anlayışına ulaşmamış  veya bunu dışlayan bir sosyalizmden söz edilebilir mi ? Enternasyonalizmin yapısını, bürokrasisini, Moskova mihraklı oluşunu, Komünformlaşmış halini vs...vs... tartışırsınız, beğenirsiniz beğenmezsiniz ama bu ‘fikirden’  vazgeçemezsiniz.  Ve işte Nazım’ı  adam gibi adam ve de iyi şair yapan en önemli niteliklerinden birisi de budur. Bu nedenle anlı şanlı ve gerçekten görkemli bir devrimle kendi düzenini kurmuş olan bir sosyalist ülke Nazım için vatandır. Ve tüm sosyalistlerin böyle hissetmesi doğaldır.  Bunu tevil etmeye kalkarsanız Nazım’ ı eksiltirsiniz.  Nazım’ ın şiirini hem ulusal hem uluslar arası ‘nitelikli’ iş durumuna sokan da budur, bu inançtır.

Bu konumun değerlendirilmesini ise, kendine özgü koşulların yaşandığı dönemin anlaşılabilmesinden geçer. Bunun yolu ise Nazım’ı ve/veya TKP’ yi “yasallaştırmak”  için anlam kaydırmaları yapmak çok tutarlı bir yol değildir.

Daha açıkçası, Nazım’ ın iyi şair olduğunu ispatlamak zorunda değilsiniz artık. Kime sorsanız (başbuğ’lar bile) bunu kabul etmeyen yok. Oysa Nazım gerçek anlamıyla Moskova’ya indiğinde “benim esas vatanım” dediyse bunu öz vatanını çok sevdiği için söylemiştir. Çünkü bilinmektedir ki, 1924 yılından itibaren SSCB “Sovyet Vatanı” olarak anılmaktadır. Bu söylem “tescilli” bir partizan söylemidir. Vatanseverlik, sosyalizm mücadelesi ile özdeş bir kavramdır ve bunlar birbirinden ayrılmaz. O nedenle : “Şuralar Rusyası, bütün dünya emekçilerinin VATANIDIR...-TKF/ 1930” , “Yaşasın bütün emekçilerin VATANI sovyetler İtehadı ...”, “Sosyalist anavatan ...özkardeş SSCB’liler  -M.Suphi 1920-“,  “Sosyalizm Memleketi  -TKP/ 1936”,  “Sovyet İttihadı bütün cihan proletaryasının ve mazlum milletlerin yegane VATANI olması dolayısıyla...- TKP 1936” ve daha böyle yüzlerce cümle. Ben bunları TÜSTAV “Komintern belgelerinde Nazim - Erden Akbulut”  ve  BDS “1908/1936... ll. Cilt M.Tuncay” kitaplarından sıradan bir bakışla derleyiverdim.  İsterseniz işi daha da büyütüp 16. Kongre ile Stalin’in bu konuyu da nasıl parti söylemi (emri) haline getirdiğini belgeleyebiliriz. Şimdi bunlar bizim (benim) için hamasete bulandırılmış teorik sapmaları gizlemektir diyebilirim.. Ama bir TKP’ li için bu böyle değildir. Bu TKP’li olmanın bu güne kadar gelen gerçeğidir.  Üstelik bu gerçeği bir kenarından aralamak isteyen Nazım, nasıl hain bir Troçkist olarak  damgalanmıştır bilinir. Gene iyi bilinir ki;  Muvafakat’ tan ya da Muhalefet’ ten olanların bile  haklılıklarını kanıtlamalarının tek ölçütü daha iyi ve en iyi kominternci olduklarını ispattan geçmektedir. Komintern ise Moskova demektir, Moskova ise SBKP demektir, SBKP ise Stalin demektir.  Nazım da beğenin ya da beğenmeyin bu çizginin en eleştirel ama sadık partizan erlerinden biridir. Proletaryanın iktidarda olduğuna inandığınız bir ülkeyi kendi vatanı olarak kabul etmeyecek bir sosyalist düşünülemez bile. Eğer o ülkede yapılanların ve gidişin doğruluğuna inanıyorsanız orası sizin gerçekten de esas vatanınız gibi  gelir, gelmelidir. Eğer bir partizan, proletaryanın iktidarda olduğu bir başka ülkede kendini vatanında gibi hissetmiyorsa bu ‘milliyetçiliktir’ ve başka bir anlamı vardır. Varna önlerinde iç çekerek gemileri seyretmek elbette milliyetçilik içermeyen bir vatan sevgisidir.  Eğer bir ülkenin proleteri başka bir ülkenin proleterini kendi kardeşi gibi yakın görmüyor veya hissetmiyorsa, eğer bir partizan başka bir ülkenin proleterinin sıcak mücadelesine kendi vatanı için savaşıyormuşcasına katılmıyorsa, ve o ülke kurtulduğu zaman kendi vatanı kurtarmış gibi hissetmiyorsa bunun sosyalizmle falan ilgisi yoktur.  Fazla mı abartılı geldi. Ama ben zaten, TKP’li lerin neden 1940’lardan sonra daha öncekilerin yaptığı gibi başları sıkışınca Moskova’ya  değil de Londra’ya, Berlin’e veya Paris’e kaçtığın hiç anlayabilmiş değilim. Ama onların da aynı utangaç karakterleri nedeniyle,  Moskova’ya göç eden Nazım’ı da hiç anlamadıkları düşünüyorum. Aynı nedenlerle, Nazım’ ın neden esas vatanım diyerek toprağa kapanmasını sadece bir inanç eksikliğine bağlıyamıyorum. Çünkü sanırım onların Nazım gibi övünebilecekleri bir Moskova’ları hiç olmadı. Moskova yeni kuşak TKP’liler için hep moda deyimle “stratejik müttefik” olarak görüldü. Enternasyonal inanç bu değil elbette. Nazım bütün dünya komünistleri gibi düşünüyordu (görmek istiyordu) o günün Rusya’sını. Bu bir inançtı ve doğru bir inançtı.

------------------------------------------------------------

Not 1)

Ünlü bir anektod/fıkrayı anlatmak istiyorum :  20 kongre yapılırken, Kruşçef esip gürler ve Stalin’i yerden yere vurur. Tam o anda salondan bir ses yükselir, “o zamanlar sen neredeydin ?”  bilindiği gibi  Stalin döneminin önemli adamlarındandır Kruşçef. Lider birden bu bağırtı üzerine susar ve sorar “Kim söyledi bunu ?” koca salonda yanıt yoktur, Kruşçef birkaç kere yineler bu cümleyi. Gene ses yoktur. Sonunda şöyle der Kruşçef “İşte tam da sizin şu anda bulunduğunuz yerdeydim”

Nazım o dönemi neden eleştirmedi diye soranlar için anlatmadım bunu. Çünkü Nazım bütün yürekliliği ile şöyle diyor : 

“.....

tiren yoldan çıkıyor,

batıyor gemi,

düşüyor uçak.

Harta çizilmiş buzun üstüne.

Elimde olsaydı bu yolculuğa başlayıp başlamamak

                                                   başlardim yine.”             (1958.)

 

Not 2)

Yazının bazı yerlerinde ünlem işareti koymak gerekirdi dedi yazıyı okuyan birisi. Oysa bu işaret bana gülme efekti koymak gibi aptalca bir iş gibi geliyor. O nedenle bu işaretin olmayışı bazılarına abukluk yapmak hakkını vermez.         

 

  

 
sayfa başına dön