|
|
“SONUNDA BAŞÖRTÜSÜ
KONUSUNDA DA YAZMALIYIM” DEDİM:
Dr.Ergun GÖKNEL
Başörtüsü konusu son bir yıldır ülkemizdeki her türlü sorunun önünde
yer almakta devam ediyor.
Güncelliği devam eden tek sorun diyebiliriz. Yoksulluk, gelir
dağılımındaki adaletsizlik, batık bankalar ve dış politika ikinci
planda. Varsa yoksa başörtüsü. Sonunda bu konu ciddi bir
kutuplaşmaya yol açar duruma geldi.
Bu yazımda önemli ve yön verici bir yanılgıya dikkat çekmek
istiyorum. Başörtüsünün çeşitli yerlerde yasaklanmasına taraftar
olanlar ve kamu (bu kavramın tartışması ayrıca yapılabilir: Kamu
devlete midir yoksa halk mıdır?) alanlarında kullanılmasını uygun
bulmayanlar kendi tezlerini güçlendirmek için AB ülkelerindeki yargı
kararlarını ve çıkarılma yolundaki yasaları örnek göstermektedirler.
Özellikle son aylarda Almanya ve Fransa’da ele alınan yasa
taslaklarında ve çeşitli mahkeme kararlarında okul ve mahkemelerde
başörtüsünün yasaklanması ön plana çıkarılmıştır.
Özgürlük ve uygarlık modeli saydığımız AB ülkelerinde başörtüsünün
yasaklanması laik düşüncenin gereği mi? Bu soruyu tüm başörtüsünün
sınırlı da olsa yasaklanmasını destekleyenlerin ve AB ülkelerindeki
uygulamayı örnek gösterenlerin kendilerine sorması gerekir.
Unutmamak gerekir ki Avrupa’da pek çok ülke, başta Almanya olmak
üzere faşist ve ırkçı rejimler tarafından uzun süre yönetilmişler ve
dünyada büyük bir felaketin, barbarlığın gözler önüne serilmesine
sebep olmuşlardır. Gerek Almanya ve gerekse başörtüsü yasağının
güncel olduğu Fransa’da çok güçlü bir sağ siyasi akım var olmakta
devam etmektedir. Bu ülkelerdeki sağcı partilerin temel hareket
noktası yabancı düşmanlığıdır.
Peki bu ülkelerde yabancı olarak adlandırılan insanlar kimlerdir?
Almanya’da varolan üç buçuk milyon İslam inancını taşıyan kişi ve
Fransa’da İslam inancını taşıyan dört buçuk milyon kişi. Almanya’da
yaşayan iki buçuk milyon Türk, ki bunların 450.000 kişisi Alman
vatandaşlığına geçmişlerdir. Aynı şekilde Fransa da gene çoğu
Fransız vatandaşı olan Kuzey Afrikalı insanlar.
Tüm dünyada, çoğulculuk ve çok seslilik görüşünün öncülüğünü yapan
AB ülkeleri, başörtüsüne gelince aniden bu ilkelerini unutup, kendi
“öncü kültür” lerini koruma ve diğer kültürleri, inançları yasaklama
yoluna gitmektedirler.
Üzerinde tartışılan AB Anayasasının Hıristiyan özelliğini taşıması
için, Katolik kilisesinin başı Papa’nın öncülük ettiği bir akım
büyük gayret göstermektedir. AB ülkelerindeki Hıristiyan Demokrat
adlı siyasi partiler bu konuda ciddi çalışmalar yapmaktadır.
Başörtüsü de İslam dininin sembolü olarak
görülmekte ve yasaklanma gayreti içine girilmektedir.
İlginç olan, yasaklama uğraşısının 11 Eylül 2001 tarihindeki terör
olayından sonra son derece açık şekilde yapılmasıdır. Terörle
mücadele kapsamında Amerika’da başlatılan İslam dinini kabul etmiş
ve Doğulu olan tüm milletleri kapsayan ayrımcılık ve hatta düşmanlık
kısa zamanda özgürlüklerin
kısıtlanmasını ve sınırlanmasını beraberinde getirmiştir. Bu
kısıtlama o kadar ileri gitmiştir ki ABD vatandaşı olanları dahi
rahatsız eder duruma gelmiştir.
Çok sözü edilen, çok beğendiğimiz ve örnek aldığımız özgür ülke
efsanesi kısa sürede tarih olmuştur.
Amerika Birleşik Devletleri’nde başlayan bu özgürlükleri kısıtlama
akımı şimdi de AB ülkelerinde de dikkati çekecek derecede önem
kazanmıştır.
Bu ülkelere seyahat edilebilmesi için varolan vize uygulaması şimdi
ülke içinde yerleşik, bu ülkelerde çalışan ve de bu ülkelerin
vatandaşlarını kapsar hale gelmiştir. İslam inancında olmak, Batı’lı
olmamak “şüpheli” olmak için yeterli sayılmaktadır.
Başörtüsü kullanımı yasaklanırken ileri sürülen ilginç gerekçelerden
birisi de, başörtüsü taşıyan kadınların bunu bir zorlama altında
yaptıkları ve bu yasakla kadınların özgürlüklerine kavuşacakları,
kendilerine uygulanan baskıdan kurtulacaklarıdır. Bu gerekçenin
dayanak noktalarının ne olduğu
meçhuldür. Başörtüsü taşıyan pek çok kişi bunun kendi tercihleri
olduğunu açıkça ve defalarca belirtmişlerdir.
Diğer taraftan pek çok kadın da din değiştirdikten sonra başörtüsü
takmaya karar vermiş olduklarını açıkça söylemektedirler.
Şimdi soralım: Başörtüsü takmayı şart koşan şeriat rejimi ile
başörtüsünü yasaklayan demokratik(!) rejim arasında ne gibi bir
anlayış farkı vardır?
Başörtüsünün yasaklanması için yasa çıkarılırken ilk akla gelen
gerekçe nedir?... Gösterilen gerekçe nedir?.....
Başörtüsü takan öğretmenler veya diğer çalışanlar, bu
hareketleriyle, “siyasal İslam kavramı içerisinde kültürel
sınırlamayı ifade etmektedir”
Bu gerekçe 11 Kasım 2003 tarihinde Almanya’nın Baden-Württemberg
Eyaleti hükümeti tarafından kabul edilerek Ocak 2004 tarihinde
Eyalet Parlamentosuna sunulacak tasarıda yer almaktadır.
Afgan asıllı Alman öğretmen Feresha Ludin’in Alman Anayasa
Mahkemesi’ne başvurusu üzerine, Mahkeme başörtüsünün
yasaklanamayacağını fakat, “dini inançları temsil eden öğretmen
giysilerinin okul çocuklarını etkileyebileceğini ve ana-babalarıyla
aralarında anlaşmazlıklar çıkabileceğini” göz
önünde tutarak Eyaletlerin yasaklama konusunda yasalar
çıkarabileceğine karar vermiştir.
Şimdi Alman Eyalet Parlamentoları başörtüsünü yasaklayacak kanunları
çıkarmak için birbirleriyle yarışmaktalar.
Bütün bu tartışma içerisinde dikkat çeken ve başörtüsü yasağına
karşı gelenler tarafından ifade edilen, yasaklamanın gerekçesi ve
uygulaması içine hiçbir şekilde Hıristiyan ve Yahudi dini
sembollerinin alınmamış olmasıdır. Kısaca haç taşıyan bir Hıristiyan
öğretmen veya kipa giyen bir Yahudi öğretmene çıkacak yasanın aynı
şekilde uygulanabileceği çok şüphelidir.
Ülkemizde başörtülü genç kızlarımızın üniversite eğitiminde
karşılaştıkları zorluklar, çalışanların inançlarına göre giyinememe
sıkıntısını AB ülkelerindeki yasaklama uygulamalarına
dayandıranların bu kanılarını tekrardan gözden geçirmeleri gerekir.
Gerçek şudur ki:
AB ülkelerinde gördüğümüz başörtüsü yasakları laik bir anlayışın
gereği olarak uygulanmamaktadır.
Bu yasaklar, tümüyle inanç özgürlüğünü kısıtlayan, yabancı düşmanı
siyasal anlayışa taviz veren, İslam dinine inananları hedef alan,
fakat daha da kapsamlı olarak tüm “batılı” olmayanları dışlayan bir
anlayışın ürünüdür. !933-1945 yılları arasında milyonlarca insanı
yok eden nasyonal sosyalist ve faşist
rejimlerin çağımıza uydurulmuş şeklidir. Çoğulculuk, düşünce ve
inançlara özgürlük kavramlarının egemen olduğuna inandığımız
ülkelerin temel siyasal teorilerinin çökmesidir. Globalizm diye
dünya halklarına yutturulmaya çalışılan, aslında emperyalizmin son
aşamasını oluşturan bir düşüncenin
kaçınılmaz sonucudur.
|
|
|