|
|
TEKELEŞMEYİ GÜVENCE ALTINA ALMA SAVAŞI
Selim YILMAZ
Bilindiği gibi Tekel ya da Monopol'ün sözlük anlamı; bir malın
üretim, dağıtım ve satışının ya da bir hizmetin tek bir şirket ya da
kuruluşun tamamen denetiminde olması ve bir mal ya da hizmetin
pazardaki payını, arz koşullarını ve fiyatını belirleyecek oranda
elinde tutan oluşumdur. Daha yalın bir ifade ile ekonomik bir alanın
tek elden yönetimidir.
Kapitalist sistemin ekonomik alandaki gelişim sürecinin bir
zorunluluğu olarak ortaya çıkan tekelleri gerçek anlamıyla oluşturan
-genellikle ülke içinde - kapitalist ulus devletler olmuştur.
Günümüzde ister ulus devlet, isterse özel sermaye tarafından
oluşturulmuş olsun her hangi bir alanda dünya ölçeğinde oluşmuş tek
bir şirketin tekeli yoktur. Ancak bu, dünya çapında ve çeşitli
alanlarda şirketlerin egemenlik oluşturmadıkları anlamına da
gelmemektedir. Şirketler egemenliklerini çeşitli biçimlerde kurmakta
ve örneğin; satıcıların tekeli-Oligopol ya da alıcıların tekeli-Oligobson
piyasa oluşumlarını yaratmaktadırlar.
Kapitalist sistemin işleyişini serbest rekabetçi piyasadan, tekelci
piyasaya dönüştüren ve çeşitli biçimlerde birleşen şirketler;
tekelleri, banka sermayesi ile sanayi sermayesinin iç içe geçmesi
ile de finans kapital oluşmuştur. Finans kapitalin oluşumu
kapitalizmin, emperyalizm aşamasına geçişinin yolunu açmış, üretimin
yoğunlaşması ve muazam büyüklüğe ulaşan sermaye birikimleri de
uluslararası tekellerin oluşmasını sağlamıştır.
Bugün için uluslararasılaşmış tekeller bir anlamda dünya pazarlarını
paylaşmış bir görüntü vermektedirler. Ancak bu paylaşım kendi
aralarındaki savaşların bittiği anlamına gelmemekte, bilakis her
tekel kendi pazar payını arttırmak diğer tekel ya da tekellerin
pazarlarını ve hatta birebir rakip tekellerin kendilerini ele
geçirmek için savaşmaktadır. Bu kıyasıya rekabet sırasında tekeller
esas olarak bağlı bulundukları kendi ulus devletlerininin ekonomik,
siyasi ve askeri gücünü de kullanmaktadırlar.
Tekellerin oluşum süreçleri önce kendi ulusal sınırları içinde
olmuş, kapalı, korumacı ekonomik sistem bu süreci kolaylaştırmış ve
hızlandırmıştır. Ne var ki, 1929 krizi sonrası uygulamaya başlanan
ve Keynesyen ekonomik sistem olarakta bilinen bu korumacı mekanizma
ile, kapitalizmin 1970'lerde girdiği -ve halen de süregelen- krizini
aşamayacağı anlaşılmış ve ulusal burjuvazilerin aşırı üretimlerini
süratle ve hiçbir engelle karşılaşmadan dış pazarlarda eritmesi
gereği ortaya çıkınca kapalı ekonomik model hızla terk edilmeye
başlanmıştır. Sermaye kar oranlarındaki düşme eğilimini tersine
çevirmek ve içine girdiği krizini aşmak için başta emekçiler olmak
üzere tüm toplumsal katmanlara yönelik saldırılarını her geçen gün
yoğunlaştırmakta ve kendi içlerindeki savaşın dozunu da
arttırmaktadır.
Tekeller arasındaki savaşın en önemli araçlarından biri yenilikçilik
ve buluşçuluktur. Yeni buluşlar ile teknolojinin geliştirilmesi
rakipleri tasfiye etmekteki en etkili silahların başında
gelmektedir. Tekeller önde olabilmek ve rekabet gücünü artırabilmek
için labaratuarlar, araştırma ensitüleri kuramakta, yüzlerce bilim
insanı istihdam etmekte ve bunların yarattığı her yeni buluşu
şirketleri adına patent altına almaktadırlar.
Tekeller arasındaki şiddetli rekabet savaşları, bir taraftan şirket
evlilikleri, tümden devirler ya da eşitsiz birleşmelerle egemenlik
kurma şeklinde sürerken diğer taraftan da kapitalist sistemi
sürdürülebilir kılmak ve düşme eğilimindeki kar oranlarını
arttırabilmek için ulus devletler üzerinden çeşitli bölgesel ve
küresel oluşumlar yaratmakta ve oluşan bu kurumlar üzerinden de
anlaşmalar yapmaktadırlar.
Küresel anlaşmaların en önemlilerinden biri TRIPS(Ticaretle İlgili
Fikri Mülkiyet Hakları) Anlaşmasıdır. GATT (Tarifeler ve Ticaret
Genel Anlaşması-1947) Anlaşması çerçevesinde yapılan son raund olan
Uruguay Raundu(1986-1994) müzakereleri gündemine1990 yılı başlarında
giren TRIPS Anlaşması, 1994 yılı Nisan ayında Fas-Marakeş'te
toplanan GATT Bakanlar Toplantısı Sonuç Belgesinde de yer almış ve
WTO-Dünya Ticaret Örgütünü kuran anlaşmalarından biri olarak
imzalanmıştır. TRIPS anlaşması, WTO sisteminin 4 ayağından biridir
ve tüm WTO kuralları bu anlaşma için de geçerlidir.
Aslında fikri mülkiyet haklarının korunması adı altında tekellerin
dünya ölçeğinde güvence altına alınmasına yönelik bu girişim, yeni
bir durum değildir. Bu konuda yapılan ilk anlaşmalar, 1883 yılında
imzalanan "Sınai Mülkiyetin Korunmasına Dair Paris Sözleşmesi" ve
1886 yılında imzalanan "Edebiyat ve Sanat Eserlerinin Korunmasına
Dair Bern Sözleşmesi"dir. Bu sözleşmeler ve ekleri, ikinci paylaşım
savaşı sonrası kurulan BM-Birleşmiş Milletler'in altında
yapılandırılmış olan WIPO-Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü'ne
dönüştürülmüştür. WIPO bünyesinde, çeşitli alanlarda fikri mülkiyet
haklarını düzenlemek üzere 23 anlaşma yapılmıştır. Örgütün,
anlaşmazlıkların barışçı yoldan çözümü için öngörülmüş, herhangi bir
uluslar arası anlaşma çerçevesi olmayan, ilgili sektör temsilcileri
ve WIPO'ya üye ülkelerce belirlenmiş ilkelere göre işleyen Hakemlik
ve Arabuluculuk Merkezi isimli bir tahkim mekanizması da
bulunmaktadır. Ancak tüm bu özelliklerine karşın, 55 yıllık bir
geçmişi olmasına rağmen yaptırım gücü zayıf bir örgüt olarak WIPO,
sermayenin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak görünmektedir.
Bu yüzden fikri mülkiyet hakları, yaptırım gücü ile donatılmış bir
küresel oluşum olan WTO bünyesinde yeniden düzenlenmiştir. TRIPS
Anlaşması; Paris ve Bern sözleşmeleri'nin bazı maddelerine de
atıflar yaparak, bu sözleşmeleri tümden yok saymamış ve fikri
mülkiyet haklarının korunması konusunda WTO üyelerinin uyacağı
ilkeleri ve asgari standartları da belirlemiştir.
TRIPS Anlaşması, Türkiye'de 3-4 yıl önce yapılan İlaçta Patent
tartışmaları sırasında yalnızca ilaç boyutu ile zaman zaman da
edebiyat, sanat, müzik eserlerinin Telif Hakları konusunda gündeme
gelmiş ve sonrasında da pek tartışılmamıştır. Aslında TRIPS
anlaşması Tekstilden, Gıdaya; Elektronikten, İlaca; Otomotivden,
Kozmetiğe; Tarımdan, Sanayiye; Hizmetlerden, Kimyaya; kadar ticarete
konu olan tüm alanları kapsamaktadır.
Bilindiği gibi tekstil sektörü günümüzde emeğe en yoğun ihtiyaç
gösteren üretim sektörlerinden biridir. Bu nedenle tekstil
sektöründe karlılığı arttırmak için işgücünün ucuz olduğu ülke ya da
bölgelerde üretim yapmak daha da önem kazanmaktadır. Kapitalistin,
üretimin giderek büyüyen bölümünü taşeronlara yaptırma konusunda bir
sıkıntısı olmadığı gibi böylesi bir üretim organizasyonunda
kazancını daha da fazla arttırabilmektedir. Ancak bu noktada
kapitalistin iş yaptırdığı taşeronların da tamamen kapitalistin
güdümünde olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Zaten bütün mesele
de bağımsız kalarak kapitalistin pazarı ve dolayısıyla karına ortak
çıkmak isteyen diğer kapitalistlerden kaynaklanmakta, patent
anlaşmaları işte bu tip sermaye gruplarını saf dışı edebilme
amacıyla kullanılmaktadır. Piyasadaki ürünlerin taklitlerini imal
ederek pazardaki oyuncu sayısının artması bu yolla engellenmekte ve
pazar, giderek daha az sayıda kapitalist tarafından bölüşülür hale
gelmektedir.
Sistemin bu işleyişi tüm alanlarda olduğu gibi tarımsal üretim için
de geçerlidir. Genetik Mühendisliğindeki gelişmelere paralel olarak
hızla gelişen daha verimli, daha dayanıklı v.b özelliklere sahip
yeni tohumlar patent altına alınmaktadır. Son yıllarda Türkiye'de de
yaygınlaşan sertifikalı tohum kullanarak tarımsal üretim yapmak bu
patent anlaşmalarının sonucudur. Tarımla uğraşanlar genetik
değişikliğe uğratılmış tohumları intihar eden tohum olarak
tanımlamaktadırlar. Yeni tohumlar genellikle bir kullanımlık olarak
üretilmişlerdir ve her yıl yeni tohum almak zorunluluğu vardır. Adım
adım eski tohum ile yapılan üretim ticarete konu olamaktan çıkacak
ve tohumun tekellerden alınması zorunlu olacaktır. Bu gelişme ile
dünyadaki tarımsal üretimin az sayıdaki tekel tarafından kontrol
altına alınması ve rakiplerinin piyasadan daha kolay silinmesi
sağlanmaktadır.
Örneğin Türkiye'de Şeker Pancarından elde edilen şekerin yerini
kimyasal işlemlerle Mısır nişastasından elde edilen ve daha ucuz
olan şuruplar almaya başlamıştır. Bu gelişme sonucunda Şeker Pancarı
üretimi zorunlu olarak azaltılmış yüzbinlerce çiftçi ile kapanan
şeker fabrikalarının binlerce işçisi işsiz kalmıştır. Türkiye'nin
şeker ve tatlandırcılar piyasasını da bir devlet tekeli olan Türkiye
Şeker Fabrikaları A.Ş'nin elinden İznik Gölü kıyısında Mısır nişasta
fabrikası kuran dünyanın en büyük tohum tekellerinden biri olan
Cargill alma yolundadır. Cargill bir taraftan devlet tekelini
tasfiye ederken, diğer taraftanda daha doğal bir yöntemle elde
edilen şeker yerine patentini elinde bulundurduğu Mısır nişastası
şurubu ile piyasaya egemen olmaktadır.
Aynı gelişmeler Bilgisayar teknolojisi için de geçerlidir.
Bilgisayar ya da elektronik cihazların niteliğini belirleyen onların
mekanik ya da elektronik üretimi değil onların işletim sistemlerine
ait yazılımlar ve programlardır. Ve bunların tümü patent altındadır.
Örneğin Windows tüm dünya en yaygın olarak kullanılan bilgisayar
programıdır. Mikrosoft şirketi programın patentini elinde
bulundurmanın avantajı ile her yıl yeni versiyonunu piyasaya sürerek
hem karını arttırmakta, hemde piyasadaki tekel konumunu
korumaktadır.
Farklı alanlarda faaliyet gösteren tekeller, örneğin; tarım alanında
tek kullanımlık tohumlar, bilgisayar alanında da süreli kullanımlı
programlar, ilaçta, kimyada, gıdada formüllerin patentini alarak ya
da tekstil alanında olduğu gibi markalar üzerinden piyasada
egemenlik kurmaktadırlar. TRIPS Anlaşması tam da bunları güvenceye
almak ve tekellerin çıkarlarını en üst seviyede korumak için
imzalanmıştır. Diğer bir ifade ile TRIPS anlaşması tekelleşmeyi
güvence altına almak için bir Uluslar arası Tahkim mekanizmasına
sahip olan ve bu mekanizmanın kararları doğrultusunda ambargo
yaptırımı uygulayabilen WTO bünyesinde imza altına alınmıştır. Bu
yüzdendir ki WTO konferansları çok çatışmalı geçse de, fiyasko ile
sonuçlansa da, uzlaşmakta çok zorlansalar da kapitalist sistemin
sürdürülmesi tekellerin ortak paydasıdır ve TRIPS tipi anlaşmalar
sistemin sürdürülmesinde yaşamsal öneme haizdir.
|
|
|