|
|
KIRILAN TESTİ
Şükrü Sina GÜREL
Geçen gün Cumhuriyet'teki köşesine Kasım Elmas 'ın yolladığı bir
Türkmen atasözünü koymuş Deniz Som : ''Testinin içinde ne varsa,
ağzından o dökülür.'' Verheugen 'in ağzından saçılanları görünce
aklımıza geldi. Denktaş , bu zatı ''züccaciyeci dükkânına girmiş
fil'' e benzetti; ama ''ahlaksız fil'' olamayacağı için,
''ahlaksızlık'' sıfatını, haklı olarak, ayrıca belirtti! Aslında
Verheugen, hırçınlık içinde kırıp dökerken aynı zamanda kendi
testisini de kırdı. Böylece, şimdiye kadar usulca dışarı döktüğü
pislik, şimdi etrafa saçılıp kokusunu iyice yaydı... Verheugen,
''çeviri hatası'' ndan söz açıp, düzeltmeye çalışsa da,
düzeltmesinde bile ilk sözlerinin özünü değiştirmemiştir.
Verheugen'in çömleğinden saçılanların hangi birinden başlayalım?
''Kıbrıs'ta 2004 Mayıs'ına kadar çözüm olmazsa Türkiye'ye siyasal ve
ekonomik açıdan çok pahalıya mal olacak'' diye açıkça Türkiye
Cumhuriyeti'ne tehdit savurabilen bir küstahlık sergileyişine mi
değinelim? ''Denktaş'ın arkasından New York, Ankara, Atina, Lefkoşa
ve Brüksel arasında yapılan görüşmelerle işi götürüyoruz,
götüreceğiz'' açıklamasının, pisliği başkalarına da bulaştıran ve
Ankara'yı da ''temizlenme'' gereksinimine sevk etmesi gereken
niteliğine mi? Yoksa, ''paşalar konuşuyor, Türkler inanıyor''
diyerek Türk hükümetini değil bir Türk kurumunu açıkça hedef alan
küstah karışmacılığına mı? Ya da hangi Kopenhag kriterinde, hangi
uluslararası hukuk ilkesinde, hatta hangi ahlaki çerçevede arayıp
bulacağımızı bilemediğimiz, ''KKTC seçimleri muhalefet kazanırsa
meşru, kazanamazsa gayri meşru olur'' sözünün dayanağından mı söz
açalım?
İsterseniz önce, bu ahlaksızlığın neden şimdi hırçınlıkla açığa
vurulduğunu görelim. Çünkü artık 2002'den bu yana yürürlükte olan
baskı ve yıldırma, yalan ve kandırma politikasıyla sonuç
alamayacaklarını, zamanın daraldığını AB tarafında görenler
çoğalmıştır. Baksanıza yalnız Verheugen konuşmuyor; Avrupa
Parlamentosu'ndan da benzeri homurtular yükseliyor. Avrupa
Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Elmar Brok, ''Kıbrıs'ta
çözüm yoksa, Türkiye için müzakereler yok'' diyebilmiş. Komitenin
bir üyesi olan Alain Lamassoure da, ''Avrupa Parlamentosu'nun Kıbrıs
konusunda Türkiye'ye çok sert olacağını'' buyurmuş.
Şimdi böyle konuşuyorlar, çünkü planlarının başarısız olacağını
görmeleri onları hırçınlaştırıyor. Neydi plan? Daha 1990'dan beri,
Kıbrıs konusunu bir AB konusu haline getirerek, uluslararası hukuku
hiçe sayıp, Türkiye'ye rağmen alıp götürecekleri Kıbrıs'ta Türkleri
eriyen bir azınlık haline getirmeyi planlamışlardı. 1997 Lüksemburg
AB Kararı'nda ''Kıbrıs Cumhuriyeti ile üyelik görüşmelerini
başlatıyoruz, Türkler de Maruniler, Ermeniler, Yahudiler gibi bir
azınlık olarak bu görüşmelere Kıbrıs Cumhuriyeti heyeti içinde
katılabilirler'' denmemiş miydi? Kıbrıs Türk toplumu içinde bu
çağrıya uyup, Rum heyetinin içinde müzakerelere girmek isteyenleri
de bulup, ortaya salmamışlar mıydı? M. Ali Talat, ''ne olur bırakın
da bu müzakerelere biz de katılalım'' diye Ankara'ya gelmemiş miydi?
Neydi plan? Türkiye'de ve KKTC'de Karen Fogg çocuklarının ve ABD ile
AB'den beslenen ''siviller'' in faaliyetiyle kamuoyunda bir
yılgınlık yaratmak, Türkiye'de siyasetin ve devletin bu yılgınlığa
kendisini kaptırmasını sağlamak tı. Böylece, Türkiye ''Kıbrıs'tan
vazgeçmeden AB'ye giremeyeceğine'' , hatta ''Kıbrıs'tan vazgeçilirse
AB'ye girilebileceğine'' inandırılıp kandırılacaktı. Takvim de ona
göre hazırlandı: Önce Türkiye'de siyaset rayından çıkarılıp dejenere
edildi. (Bu yalnız Kıbrıs için değil, Irak'ta olacaklar için de
gerekliydi). Ardından yeni hükümetten sözler alındı, yeni
sorumlulara sorumsuzca sözler söyletildi ve Annan Planı bu kargaşada
ortaya kondu. Ama Kopenhag'da ve 2003 Nisan'ında Türkiye ve KKTC
''çözülemeyince'' , artık başka zorlamalara girişmek ve işi 2004
Mayıs'ına yetiştirmek gerekiyordu.
Neydi plan? 14 Aralık seçimlerinde KKTC'yi ele geçirmek ve kendisini
feshetmek isteyen bir devlet ve kendi kimliğinden vazgeçmek
niyetinde olan bir halk karşısında Türkiye'yi çaresiz bırakmaktı.
Planlarının uygulanamayacağını, Kıbrıs Türkü'nü ve Türkiye'yi
kandıramayacaklarını gördüler. Oyun bozuldu. Hırçınlıkları
bundandır. Ancak, henüz bütün güvendikleri dağlara kar yağmış
değildir.
Başbakan Erdoğan, Sedat Ergin 'in dün yazdığı gibi, Kıbrıs konusunun
Türk halkının büyük çoğunluğu için ne kadar önemli olduğunu kavrayıp
Kıbrıs konusunda ilkeli ve kararlı davranmaya başlamıştır. Ancak,
Verheugen'in ağzından dökülenler karşısında bile mahcup bir tepki
gösteren Dışişleri Bakanı Gül üzerinde hâlâ kimin daha etkili
olabildiği belli değildir: Karen Fogg çocukları mı, yoksa halkının
sesine kulak veren Türkiye'nin Başbakanı mı?
Kıbrıs yolunda testiler kırıldıkça, içlerinden dökülenleri hep
birlikte görmeye devam edeceğiz. Herkes kendine sağlam çömlek
seçsin!
(Cumhuriyetten alınmıştır)
|
|
|