|
|
KAPİTALİZM
ÇATIRDIYOR
Devrim ERSEZER
Kapitalizm dünya tarihinde benzeri görülmediği biçimde küreselleşmiş
durumda, ancak kapitalizmin küreselleşmesi iddia edildiği gibi
insanlık için iyi sonuçlar doğurmadı. Çünkü, yoksulluğun 20.yy'ın
sonlarındaki küreselleşmesinin de eşi benzeri bulunmuyor ve bu
yoksulluk da insan kaynaklarının ve maddi kaynakların kıt olmasının
bir sonucu değil. Asıl sorun varolanın bölüşümünden kaynaklanıyor.
1999 rakamlarına göre dünya geliri 32 trilyon dolar civarında ve bu
gelirin %47'sini üç büyük ülke ABD, Japonya ve Almanya alıyor. ABD
8.3 trilyon $'lık ulusal geliriyle ilk sırada, bu ülkeyi 4 ve 2
tirilyon $'lık gelirlerle Japonya ve Almanya izliyor. Dünya
nüfusunun en zengin ülkelerinde yaşayan %20'lik bölümü dünya
hasılasının %86'sına el koyarken, en alt dilimindeki %20'si ise
dünya hasılasının sadece %1'ine sahip. Dünyanın en zengin %1'i en
fakir %57'sinin gelirinden fazla gelire sahip.
Amerika'daki en zengin 25 milyon insanın geliri 2 milyar insanın
gelirine eşit. Dünyada 2 doların altında gelirle yaşayan insanların
sayısı 3 milyar civarında. Dolayısıyla bu insanların sağlıklı bir
şekilde yaşamlarını sürdürebilme şansları yok. Beslenemiyorlar,
temiz içme suyuna ulaşamıyorlar, eğitim ve sağlık hizmeti
alamıyorlar, barınamıyorlar, elektrik kullanamıyorlar, seyahat
edemiyorlar... tabi ki bu insanların telefon, bilgisayar, internet
gibi şeylere ulaşma imkanları da yok. Ortalama bir Amerikalı
ortalama bir Etiyopyalıdan 600 kat fazla enerji tüketiyor. Ortalama
bir Amerikalının toplam tüketimi ortalama bir Haitiliden 50 kat
fazla. Uluslararası şirketlerin ekonomileri de ülke ekonomilerini
aşmış durumda. 20 uluslararası şirket 80 ülkenin GSMH'sından fazla
ciro yapıyor.
Görüldüğü gibi kapitalizm doğası gereği eşitsizlik yaratıyor, bunu
yayıyor ve böylece dünya her geçen gün daha adaletsiz bir dünya
haline geliyor. Üstelik bu adaletsizlikler sadece ülkeler arasında
da değil, kapitalizm zengin ülkeleri de kendi içinde daha adaletsiz
hale getiriyor. Yani gelir dağılımı sorununun çözümü ulusal gelirin
artmasıyla veya ülkenin gelişmesiyle çözülmüyor. Dünyanın süper
zengini ABD'de nüfusun %23'ü yoksulluk çizgisinin altında yaşıyor.
ABD'de en zengin %5'in milli gelirden aldığı pay 1968'te %15.6 iken
1998'de %20.7'ye, en zengin %20'nin aldığı pay aynı dönemde
%40.6'dan %47.3'e ulaşırken en fakir %20'nin milli gelirden aldığı
pay ise %5.6'dan %4.2'ye düşmüştür. Yani gelir dağılımı her geçen
gün daha da bozulmaktadır. Tüm bunlar önümüzde dururken kapitalizmin
çatırdadığını ve çöküşünün giderek yakınlaştığını söylemek herhalde
çok da zor olmasa gerek. Ancak bu öngörü, kapitalizmin kısa bir süre
içinde sonlanacağı anlamına da gelmez. Çünkü yaklaşmak ve yakın
olmak kelimeleri birbirinden farklıdır. Kapitalizmin sonunun
yaklaşması kendi doğasının bir sonucudur, ancak bu son hala daha
bugünden çok uzakta olabilir. Ayrıca, kapitalizm sonunun yaklaştığı
bu durumda oturup sonunun gelmesini de beklememektedir, bu süreçte
en azından geciktirici mekanizmaları devreye sokmaktadır.
Kapitalizmin can çekişme sürecini uzatan birinci etmen, sermayenin
sıkıştığı oranda piyasaları genişletmek için gerekli uygulamaları ve
politikaları devreye sokmasıdır. Eğer mal ve sermaye fazlası ortaya
çıkıyor ve sermayenin kar oranları azalıyor ise kapitalizmin egemen
olduğu coğrafi alanları arttırarak; üretimi, daha az maliyetle
sağlayacağı bölgelere kaydırarak; kullandığı eski teknolojileri
başka yerlere -özellikle de gelişmemiş ülkelere- transfer ederek bu
tıkanıklığı geçici olsa da aşabilir. Benzer biçimde uluslararası
finans kuruluşları aracılığıyla gelişmemiş ülkelerin ekonomilerini
dışa açarak borçlandırılmaları da sağlanabilir. Bu hem gelişmiş
ekonomilere bir kaynak transferi sağlarken hem de borçlu ülkenin
ekonomi politikalarına müdahale olanağını arttıracaktır. Bu sayede,
borçlarını ancak yeni alacakları borçlarla ödeyebilecek olan
gelişmemiş ülkelere özelleştirmeler, devletin küçültülmesi ve
ücretlerin düşürülmesi konularında finans kuruluşları aracılığıyla
rahatlıkla baskı yapılabilecektir. Bu da sermayeye yeni alanlar
açılmasını sağlayacaktır, yani dış borçlar gelişmemiş ekonomileri
sıkıştırdığı derecede gelişmiş ekonomileri ve sistemin bütününü
rahatlatmış olacaktır. 1970'ler sonrasındaki kapitalizmin gelişimi
bunları içermektedir, ancak farklı dönemlerde farklı araçlarda
kullanılmıştır. Örneğin, sosyal devlet ve sosyal güvenlik
politikaları da böyle değerlendirilebilir. Yani kapitalizm, zaman
zaman emekçilere üretimden daha fazla payı vermeye razı olabilir ve
dolayısıyla sosyal devlet politikalarına izin verir ve hatta onları
geliştirebilir de. Ancak bütün bu yapılanların amacı yine aynıdır:
Kapitalizmin sürekliliğini sağlamak ve sermayenin sıkışıklığını
gidermek...
Kapitalizmin can çekişme süresini uzatan ikinci etmen ise
'kapitalizmin ideolojisi'. Çünkü kapitalizm elinde olan tüm
olanakları ve araçları kullanarak kendini ideoloji düzeyinde
koruyor. Bunu yaparken de temel amacı mevcut üretim ilişkilerinin
sürdürülmesini, yani yeniden üretimi sağlamak. Din, eğitim, medya ve
aile kullanılan temel araçlar. Kullanılan araçlar farklı olsa da bu
araçların ortak özelliği yaşanılanların farklı biçimde gösterilmesi,
yani aldatmaca. Dolayısıyla kapitalizm sayesinde dünya, aldatmacalar
ve yanılsamalar üzerine kurulu bir dünya haline gelmiş durumda.
Ancak tabi ki bütün bunlar kapitalizmin can çekiştiği ve sonunun
yaklaştığı gerçekliliğini ortadan kaldırmıyor...
|
|
|