|
|
AVRUPA İNSAN
HAKLARI SÖZLEŞMESİ
VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Av.Fikret İLKİZ
I- ULUSLAR ARASI SÖZLEŞMELER1
1- 10 ARALIK 1948
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ
51 ülke tarafından 26 Haziran 1945’de San Fransisco'da Birleşmiş
Milletler Antlaşması imzalanmıştı. II Dünya savaşında milyonlarca
insan ölmüş en korkunç insan hakları ihlallerinin sistematik biçimde
işlendiği bir savaş yaşanmıştı. Birleşmiş Milletler Antlaşması yeni
bir uluslararası düzenin kurulması amacıyla insanlık ailesinin bütün
üyelerine "ırk, cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetmeksizin" herkesin
insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygı ve demokrasi
temelinde, uluslar arasında barışı kurma çağrısında bulunuyordu.
Bu amaçla “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” BM Genel Kurulu
tarafından 10 Aralık 1948'de Paris'te ilan edildi.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 19. maddede “Düşünce ve İfade
Özgürlüğünü” şu şekilde düzenliyordu :
1-4 kasım 1950
İNSAN HAKLARININ VE TEMEL ÖZGÜRLÜKLERİNİN
KORUNMASINA DAİR SÖZLEŞME
Madde 19
Herkesin görüş ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak,
karışmasız görüş edinme ve hangi yoldan ve hangi ülkede olursa olsun
bilgi ve düşünceleri arama, alma ve yayma özgürlüğünü içerir.
İkinci Dünya Savaşı Avrupa'yı harabeye çevirmişti. Milyonlarca insan
ölmüş, devletlerin ekonomileri bozulmuş, insanlar savaşın diyetini
kan ve gözyaşı ile ödemişlerdi. Faşizme karşı savaşta aktif bir rol
oynamış bulunan, siyaset, hukuk ve sanat dünyasından 800 ünlü
temsilci 7 - 10 Mayıs 1948 arasında Lahey Kongresi'nde Avrupa kurucu
parlamenter asamblesinin oluşturulması çağrısında bulundular. Bu
Kongre çağdaş Avrupa'nın doğumunun ilk habercisi oldu Lahey
Kongresi'nden bir yıl sonra 10 devlet; Belçika, Birleşik Krallık,
Danimarka, Fransa, Hollanda, İrlanda, Norveç, İsveç, İtalya ve
Lüksembourg Avrupa Konseyi'ni kurdu. 1950'de Almanya Federal
Cumhuriyeti, İzlanda, Türkiye ve Yunanistan da Avrupa Konseyi'ne
katıldılar.
Avrupa Konseyinin temelini demokrasinin güçlendirilmesi, hukukun
üstünlüğünün savunulması, insan haysiyetinin öne çıkarılması, insan
haklarının korunması ve insan haklarına saygı oluşturuyordu. Konsey
üyelerinin yerine getirmekle yükümlü oldukları bu ilkeler
vazgeçilmez yükümlülükler sayılıyordu.
Konsey üyesi devletler; 4 Kasım 1950'de Roma'da, “İnsan Haklarının
ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme”yi imzaladılar.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) adıyla bilinen Sözleşme,
temel haklara saygının Avrupa demokrasileri ailesine dahil bütün
Devletler tarafından topluca güvenceye alındığı uluslararası
antlaşmadır.
4 Kasım 1950 tarihinde Roma’da imzalanan “ İNSAN HAKLARININ VE TEMEL
ÖZGÜRLÜKLERİNİN KORUNMASINA DAİR SÖZLEŞME ” 03.09.1953 tarihinde
yürürlüğe girmiştir.
Sözleşme ;10 Mart 1954 tarihinde Türkiye tarafından onaylanmıştır.
(10.03.1954 gün ve 6366 sayılı “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri
Koruma Sözleşmesi ve buna bağlı Ek Protokolün tasdiki hakkında kanun
: Resmi Gazete 19.3.1954 -8662 ; Düstur,Cilt 35 s.1567) Kanunun
Resmi Gazetede yayınlanmasından sonra “onay belgesi” 18 Mayıs 1954
tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne depo edilmekle
Sözleşme Türkiye bakımından hüküm doğurmaya başlamıştır. Anayasanın
90. maddesine göre usulüne göre yürürlüğe konulmuş olan AİHS’si
kanun hükmündedir ve iç hukuk mevzuatımızın bir parçasıdır.
II- AİHS GÖRE “DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ”
Ülkemizde kanun hükmünde olan ve “iç hukuk normu” haline gelerek
uygulanması gereken AİHS’nin 10.maddesinde “İfade Özgürlüğü”
aşağıdaki gibi düzenlenmiştir :
İfade Özgürlüğü
1. Herkes ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hak, kamu
makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ulusal sınırlara
bakılmaksızın, bir görüşe sahip olma, haber ve düşünceleri elde etme
ve bunları ulaştırma özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletin radyo
yayıncılığını, televizyon ve sinema işletmeciliğini izne bağlamasına
engel değildir.
2. Bu özgürlükleri kullanırken ödev ve sorumluluk içinde hareket
edilmesi gerektiğinden, ulusal güvenlik, ülke bütünlüğü veya kamu
güvenliği, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel
ahlakın korunması, başkalarının şeref ve haklarının korunması, gizli
bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi, yargılama organının otorite
ve tarafsızlığının korunması amacıyla, demokratik bir toplumda
gerekli bulunan ve hukukun öngördüğü formalitelere, şartlara,
yasaklara ve yaptırımlara tabi tutulabilir.
III- İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN NİTELİĞİ VE KAPSAMI
10. maddenin birinci paragrafında açıklandığı gibi herkes anlatım
özgürlüğüne ve görüşlerini açıklama özgürlüğüne sahiptir. Sözleşme
bu özgürlükleri, insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygıyı
sağlamak için kabul etmiştir. Güvence altına alınan bu hak ve
özgürlük aslında demokratik bir ülkede demokrasinin başta gelen
yaşamsal bir öğesidir. Bu yaşamsal güvencenin gereği olarak her ülke
halkı ve insanlar ülke sınırlarına bakılmaksızın ve karışılmaksızın
haber, enformasyon ve düşünce elde etme hakkına sahiptir. Bu hak
demokratik sürecin ayrılmaz bir parçasıdır.
O halde sözleşmenin 10. maddesi ile herkesin “ifade / anlatım
özgürlüğü” hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu hak ile birlikte ayrıca
herkesin;
a)- Haber, bilgi, enformasyon ve düşünceleri alma hakkı.
b)- Haber, bilgi, enformasyon ve düşünceleri iletme / yayma hakkı
güvence altına alınmıştır.
İfade özgürlüğü, temel insan hakkı olarak kabul edilmekte ve
“İletişim özgürlüğü” “ Bilgi edinme hak ve özgürlüğü” “halkın
gerçekleri öğrenme hakkı” gibi kavramlar, Sözleşmenin 10. maddesinde
düzenlenen “ifade özgürlüğü”nün sonucu olarak kullanılmaktadır.
Sözleşmenin 10. maddesinin 1. paragrafıyla, ifade özgürlüğü;
demokratik toplumu oluşturan en temel özgürlüklerden biri olarak
kabul edilmiştir. Demokrasinin işletilebilmesi ancak düşüncelerin
serbestçe ifade edilebildiği bir ortamda mümkündür. Düşünce ve
duyguların özgürce yazıyla veya sözle ifade edilebilmesi ve bunların
elde edilerek başkalarına ulaştırılabilmesi, bireyin ve toplumun
gelişmesi bakımından vazgeçilmez bir kuraldır. İfade özgürlüğü,
hakkın “çekirdek özüdür”. Bu özgürlük ve hakka; kamu otoritelerinin
müdahalesi kabul edilmemiştir. Çekirdek öz içinde “haber veya fikir
almak” hakkı da sayılmıştır. Elde edilen fikir, bilgi veya haberin
“ulaştırılması” da “ulusal sınırlara” bakılmaksızın 10. madde ile
korunmaktadır. “İfade özgürlüğü”; devletin radyo, TV ve sinema
işletmeciliğini “izin sistemine” bağlamasına engel oluşturmamaktadır
IV. İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLANDIRILMASINDAKİ SINIRLAR
İfade özgürlüğünün ne zaman, nasıl ve hangi koşullarda
sınırlandırılabileceği veya bir başka deyişle bu özgürlüğün
kullanılmasının koşullarının neler olduğu 10. maddenin ikinci
bölümünde gösterilmiştir.
Öncelikle ifade özgürlüğünün çerçevesi çizilirken 10.maddenin ikinci
paragrafında yer alan aşağıdaki ölçütler önemlidir:
* Bu özgürlüklerin kullanılması, ödevler ve sorumluluklar ile
yürütülür.
* Bu özgürlüklerin kullanılmasının sınırı söz konusudur.
* Başka deyişle, kamusal makamlar, bu özgürlüklerin kullanılmasına
müdahalede bulunabilirler.2
İkinci paragrafta sıralanan “sınırlama”lar ise şöyle gösterilmiştir
:
- ulusal güvenlik,
- ülke bütünlüğü,
- kamu emniyeti,
- suç işlenmesi veya düzensizliğin önlenmesi,
- genel sağlığın korunması,
- genel ahlakın korunması,
- gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi,
- başkalarının şöhret ve haklarının korunması,
- yargı organlarının otorite ve tarafsızlığının sağlanması
Kamu otoriteleri ikinci paragrafta sayılan 9 ayrı ölçüt bakımından
ifade özgürlüğüne müdahalede bulunma hakkına sahiptir. Görüldüğü
gibi Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci paragrafında sınırlama
ölçüleri teker teker sayılmıştır.
Ancak maddenin 2. paragrafı kamu otoritelerinin veya devletin hangi
durumlarda ifade özgürlüğüne müdahale edebileceğini özellikle
göstermiştir. İfade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği iddiasıyla
hakkında yapılan herhangi bir şikayet karşısında Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine savunma vermek zorunda olan devlet;
“müdahalesinde” haklı olduğunu kanıtlamak yükümlülüğündedir. AİHM
ifade özgürlüğünün ihlali iddiaları karşısında ikinci paragraftaki
sınırlama ölçütlerine uygun müdahale olup olmadığını saptamak için
sınırlama ölçütlerini aşağıdaki sıkı testlerden geçirmektedir.
* “Sınırlama” veya “müdahale” için “yasa” olmalıdır.
* Sınırlamanın meşru bir amacı bulunmalıdır.
* Sınırlama demokratik bir toplum için gerekli olmalıdır.
* Yasallık ilkesine uygun olarak getirilen “ceza” izlenen meşru
amaçla orantılı olmalıdır.
İfade özgürlüğünün sınırlanmasında uygulanması en güç ama davaların
sonucunu kararlaştırmada belki en büyük rolü oynayan ölçüt
“sınırlamanın demokratik toplum düzeni için gerekli olması”
ölçütüdür.
AİHM’nin devletlerin ifade özgürlüğüne yasal ve meşru zeminde
sınırlama getirirken kullandığı “takdir yetkisini” denetlerken göz
önünde bulundurduğu bir ölçü de , sınırlamanın elde edilmek istenen
meşru amaçla orantılı olup olmadığıdır. Orantı ölçütü açısından
AİHM’nin kararları iki grupta toplanabilir.
Birinci grupta, sınırlamaya hiçbir gerek bulunmaması nedeniyle,
orantısız olduğuna karar verilen sınırlamaları söyleyebiliriz.
İkinci gruptaki kararlar ise, sınırlamanın orantılı olup olmadığı
konusunda değişik değerlendirmelere konu olabilecek niteliktedir. Bu
tür değerlendirmelerde, AİHM’nin göz önünde bulundurduğu bir diğer
husus ise; devlet tarafından aynı amacın ifade özgürlüğünü
sınırlandırmadan başka bir yoldan sağlanıp sağlanamayacağıdır.
V. AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİNİN İÇTİHATLARINDA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 10. maddede yer alan ifade özgürlüğü
kapsamını geniş yorumlamaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ; düşünce özgürlüğünün,demokratik
toplumun temel dayanaklarından birini oluşturduğunu, bu özgürlüğün
mutlak olmadığına da işaret ederek, bir takım sınırlamaların ve
yaptırımların kanunla makul ölçüde gerçekleştirilebileceğini kabul
etmektedir.
Mahkeme Handyside kararında 10. madde ile anlatılan “ifade
özgürlüğü”nü yorumlamıştır. İngiliz yayıncı Richard Handyside’ın
1971 yılında Birleşik Krallıkta tanesi 30 peni olan ve ilk baskısı
toplam 208 sayfa olan “Küçük Kırmızı Ders Kitabı” adlı bir kitap
yayınlamıştır.
Kitap “Bütün Yetişkinler Kağıttan Kaplandır” başlıklı giriş ve
“İngilizce Baskıya Önsöz” den sonra şu bölümleri içermektedir:
“Eğitim / Öğrenim / Öğretmenler / Öğrenciler ve Sistem”. Kitabın
“Öğrenciler” hakkındaki kısımda ise “Seks” ile ilgili 26 sayfalık
bölümü şu alt bölümlerden oluşmaktadır: “ Mastürbasyon, Orgazm,
Sevişme ve Cinsel İlişki, Gebeliği Önleyiciler, Cinsel Rüyalar, Adet
Görme, Çocuk Mütecavizleri veya Kirli Yaşlı Erkekler, Pornografi,
İktidarsızlık, Eşcinsellik, Normal Olan ve Normal Olmayan Kürtaj,
Hatırlayalım, Kürtaj Yöntemleri, Cinsel Konularda Yardım ve Tavsiye
için Adresler”.
“Ders Kitabı” girişinde şöyle söylenmektedir: “ Bu kitap bir başvuru
kitabıdır. Okuyup geçmeyeceğinizi, ilgilendiğiniz veya daha fazla
öğrenmek istediğiniz konularda aradıklarınızı bulmak ve okumak için
kullanacağınızı umarız. İlerici bir okulda olsanız bile, kitapta
bilginizi artırıcı bir çok düşünce bulacaksınız.”
Kitap için; Birleşik Krallıktaki 1964 tarihli Müstehcen Yayınlar
Yasasıyla değişik 1959 tarihli Müstehcen Yayınlar Yasasına göre
Savcılık yayınevinde arama yapmış, kitabın 1069 nüshasına el koymuş
ve kitapla ilgili broşürler, posterler, kartlar ve yazışmalara
geçici olarak el koymuştur. Yayıncı geçici el koymaya rağmen kitabın
satış için dağıtımına devam etmiştir. Savcı geçici el koymadan
sonraki gün yeniden yayınevindeki 139 nüshaya, basımevindeki 20
bozuk nüsha ile kitabın matrislerine de el koymuştur. Kitabın ele
geçirilemeyen 18.800 adedi okullarda ve sipariş verilen çeşitli
yerlerde satılmıştır.
8 Nisan 1971 tarihinde Sulh Mahkemesi (Magistrates’ Court) yayıncıya
yasa gereği celpname göndererek duruşmaya çağırmıştır. Başvurucu
davanın bir iddianameyle açılıp bir yargıç veya jüri tarafından
karara bağlanması yerine, acele dava usulüne göre sulh hakimi (magistrate)
tarafından görülmesine rıza göstermiştir. Sulh Hakimi kazanç
sağlamak amacıyla 1069 ve 139 adet olmak üzere “Küçük Kırmızı Ders
Kitabı” adlı müstehcen kitabı tasarrufunda bulundurduğu için R.Handyside’a
25 Pound para cezası ve 110 Pound dava masraflarını ödemeye mahkum
etmiştir. Mahkeme, ayrıca kitapların polis tarafından imhası için
yayıncının kitaplar üzerinde hak kaybına karar vermiştir. Yayıncı
bir üst mahkemeye başvuru yapmıştır. Temyiz başvurusu “Inner London
Quarter Session” (Üç ayda bir toplanan Sulh Mahkemesi) tarafından
incelenmiştir. Mahkeme ilk kararın onaylanmasına ve dava masrafı
olarak Handyside’ın 854 Pound dava masrafı ödemesine hükmetmiştir.
Polis tarafından el konulan kitaplar daha sonra imha edilmiştir.
İç hukuk yollarının tüketilmesinden sonra Handyside 13 Aralık 1972
tarihinde Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na başvuruda bulunmuştur.
Başvuruda; Birleşik Krallıkta kendisi ve Ders Kitabı hakkında açılan
davanın Sözleşmenin 9. maddesindeki düşünce, vicdan ve inanç
özgürlüğüne, 10. maddedeki ifade özgürlüğüne ve 1. Protokolün 1.
maddesindeki mülkiyeti barışçıl yoldan kullanma hakkına aykırı
olduğunu iddia etmiştir. Başvurucu ayrıca Birleşik Krallığın
Sözleşmenin 14. Maddesine aykırı olarak “siyasal veya başka türdeki
görüşleri hiç bir ayırım yapmaksızın güvence altına alma
yükümlülüğünü yerine getirmediğini”; hakkında açılan davanın
Sözleşmenin 7. maddesine aykırı olduğunu ve Hükümetin 1 ve 13.
maddelerini de ihlal ettiğini ileri sürerek adı geçen dava nedeniyle
uğradığı 14 bin 184 Pound tutarındaki zararı ile miktarı belli
olmayan zararlarının dökümünü yapmıştır.
Mahkeme; ele alınan olayda 10. madde çerçevesinde ifade özgürlüğüne
yapılan müdahale ile ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğini
incelemeye başlarken, müdahalenin varlığı bakımından koyduğu test
ölçüsünde başvurucunun ceza mahkumiyetini değerlendirmiştir.
Müdahalenin varlığı konusunda Mahkemenin görüşü şöyledir:
“43. Başvurucunun cezai mahkumiyeti, Ders Kitabı’na el koyulması ve
ardından kitap üzerinde hak kaybı ve kitabın matrislerinin ve
yüzlerce nüshasının imhası gibi itiraz konusu çeşitli tedbirler,
Hükümetin de kabul ettiği gibi hiç kuşku yok ki, başvurucunun
yukarıdaki maddenin birinci fıkrasında güvence altına alınan ifade
özgürlüğünü kullanmasına “kamu makamlarının bir müdahalesidir”. Bu
tür müdahaleler (interference), eğer bu davada çok önem kazanan 2.
fıkradaki istisnalardan birine girmezse, 10. maddeyi ihlal etmiş
olur”
Mahkeme; önüne gelen bu başvuru nedeniyle ifade özgürlüğünün
kullanılmasındaki “ödev ve sorumluluklarla”, “sınırlar” bakımından
Sözleşmenin 10. maddesindeki aşağıdaki ölçütü ortaya çıkarmıştır :
“48. (.........) Sonuç olarak, 10. Maddenin 2. fıkrası, Sözleşmeci
Devletlere bir takdir alanı bırakır. “Hukukun öngördüğü” bu alan,
hem ulusal yasakoyucuya, hem de yürürlükteki hukuku yorumlamak ve
uygulamakla görevlendirilmiş makamlardan olan yargılama makamına da
tanınmıştır.
49. Bununla beraber, 10. maddenin 2. fıkrası, Sözleşmeci devletlere
sınırsız bir takdir yetkisi vermez. Komisyon ile birlikte
Devletlerin yükümlülüklerini yerine getirmelerini güvence altına
almakla görevli olan mahkeme (Madde 19), bir “yasak” veya “ ceza”nın
10. maddede korunan ifade özgürlüğü ile uzlaştırılabilir olup
olmadığı hakkında nihai kararı vermekle yetkilidir. Ulusal takdir
alanı, Avrupa denetimiyle el ele yürümektedir. Bu denetim, hem
şikayet edilen önlemin amacıyla hem de bunun “gerekliliği” ile
ilgilidir; denetim, sadece temel milli mevzuatı değil, bağımsız bir
mahkeme tarafından verilmiş de olsa, bu mevzuatı uygulayan mahkeme
kararlarını da kapsar. Bu konuda Mahkeme, Sözleşme’nin 50.
Maddesindeki “...resmi makamları veya diğer makamları tarafından
verilen kararın veya yapılan tasarrufun...” biçimindeki ifadesine ve
ayrıca kendi içtihadına dayanmaktadır.
Denetim görevi Mahkeme’yi “demokratik bir toplum”u niteleyen
ilkelere azami dikkat göstermeye zorlamaktadır. İfade özgürlüğü,
toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan
biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur.
İfade özgürlüğü, 10. Maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu
kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen “haber”
ve “düşünceler” için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir
bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden
haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun,
hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir, bunlar olmaksızın
demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu
alanda getirilen her “formalite”, “koşul”, “yasak” ve “ceza” izlenen
meşru amaçla orantılı olmalıdır.
Diğer yandan, ifade özgürlüğünü kullanan herkes, kendi durumunu ve
kullandığı teknik araçlar tarafından alanı belirlenen “ödev ve
sorumluluklar” yükümlenir. Mahkeme, bu davada olduğu gibi,
“demokratik bir toplumda” “gerekli” olan “yasaklar”ın ve “cezalar”ın
“ahlakın korunması”na yardımcı olup olmadıklarını araştırırken,
kişilerin bu tür “ödevleri”nin ve “sorumlulukları”nın bulunduğunu
görmezlikten gelemez.
50. Buradan çıkan sonuca göre Mahkeme’nin görevi herhangi bir
biçimde yetkili ulusal mahkemelerin yerini almak değil, fakat ulusal
mahkemelerin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların 10.
Maddeye uygunluğunu denetlemektir. (....)”3
Handyside kararından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İspanyol
Senatör Miguel Castells olayında Sözleşmenin 10.maddesini “basın
özürlüğü” açısından yeniden yorumlamıştır.
İspanyol vatandaşı Avukat Miguel Castells Bask Bölgesinin
bağımsızlığını savunan Herri Batasuna’nın listesinden seçilmiş bir
senatördür. Haftalık “Punto y Hora de Eskalherria” dergisinin 4-11
Haziran 1979 tarihli sayısında “Muafiyet Rezaleti” başlıklı bir
makalesi yayınlanmıştır.
Makalesine öldürülen üç kişinin adını vererek başlamıştır.
“...öldürülmelerinin üstünden bir yıl geçmiş olacak. Yetkililer bu
cinayetlerin faillerini belirleyemediler; faillerin hangi örgüte
mensup olduklarını da tespit edemediler.” Yazısın devamında 12 - 15
Mayıs 1977 tarihleri arasında öldürülen 22 kişinin adını sayarak
öldürülen bu kişilerin de faillerinin bulunamadığından bahsetmiştir.
Daha sonra yazısının devamında:“ Bunlar sadece birer örnek. Bask
Bölgesinde (Euzkadi) işlenen bitmez tükenmez bu faşist cinayetler
listesinde yer alan tek bir cinayetin, tekrar ediyorum, tek bir
cinayetin yetkililer tarafından aydınlatıldığına dair en küçük bir
belirti yoktur.” (....) “ Açıkca söylemek gerekirse, yukarıda sözünü
ettiğim faşist örgütlerin, Devlet cihazından bağımsız bir varlığı
olabileceğine inanmıyorum. Başka bir deyişle, onların gerçekten
varolduklarına inanmıyorum. Bütün bu değişik rozetlere rağmen,
bunlar hep aynı kişiler. (...) Bu eylemlerin ardında, sadece
Hükümet, Hükümet Partisi ve onların adamları olabilir. Bask
muhaliflerinin insafsızca avlanmalarını ve ortadan kaldırılmalarını,
gederek daha fazla politik bir vasıta olarak kullanacaklarını
biliyoruz. Siyasal önseziden yoksun olarak böyle yapmak
istiyorlarsa, bu onların problemi! Ama bir sonraki kurbanımızın
hatırı için, sorumlular derhal bütün açıklığı ile ortaya
çıkarılmalıdır”
İspanyol Senatörü Castells hakkında 3 Temmuz 1979’da hükümeti tahkir
etmekten ceza davası açılmıştır. Yüksek Mahkemenin başvurusu üzerine
Senato, 27 Mayıs 1981 tarihinde Senatörün yasama dokunulmazlığını oy
çokluğu ile kaldırmıştır. Yüksek Mahkemenin Ceza Dairesi 31 Kasım
1983 tarihinde Castells’i Hükümeti hafif ( menos gareves) tahkirden
bir yıl süreyle hapis cezasına mahkum etmiştir. Ayrıca kamu
hizmetlerinden ve meslek icrasından mahrumiyetine de karar
vermiştir. Koşulları dikkate alan Yüksek Mahkeme hapis cezasının
yerine getirilmesini iki yıl süreyle ertelenmesine, diğer cezaların
uygulanmasına karar vermiştir. Ancak diğer cezaların yerine
getirilmesini Anayasa Mahkemesi ertelemiştir. Castells kararı 22
Kasım 1983 tarihinde temyiz etmiştir. Temyiz talebini Anayasa
Mahkemesi reddetmiştir.
Castells 17 Eylül 1985 tarihinde Komisyona başvurarak, Sözleşmenin
6, 7, 10 ve 14. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Komisyon üç oya karşılık dokuz oyla 10. maddeye aykırılık
bulunduğunu kabul etmiştir. Mahkeme 10.maddenin ihlal edildiğine
karar vermiştir. 10. maddenin yorumunda ise, sadece lehte olduğu
kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan
“haber” ve “düşünceler” için değil, Sözleşmenin 10. maddesinin aynı
zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve
düşünceler için de uygulanabilir ve geçerli olduğu diğer kararlarına
atıfla açıklanmıştır. Bu ilkenin çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık
fikirliliğin gereği olduğu kabul edilerek; bunlar olmaksızın
demokratik toplum olmaz denilmiştir.4
Mahkemeye göre ifade özgürlüğü herkes açısından önem taşımakla
beraber, “halkın seçilmiş temsilcileri” için bu özgürlüğün özellikle
önemli olduğu vurgulanmıştır. Mahkeme parlamentodaki bir muhalefet
üyesinin ifade özgürlüğüne müdahaleyi incelerken çok daha dikkatli
davranarak, Parlamentodaki söz söyleme özgürlüğü yerine, haftalık
bir yayın organını tercih ederek görüşlerini “yazılı basın” yoluyla
açıklayan Castells’in karşılaştığı “müdahaleyi” “basın özgürlüğünün”
korunmasına verdiği önemle açıklamıştır. Divan kararında
“Somut olayda şikayetçi fikirlerini senato kürsüsünden değil, ki
bunu hiçbir müeyyideye uğrama korkusu olmaksızın rahatça
yapabilirdi, kendi seçtiği dergide açıklamıştır. Ancak bu yöntemi
seçmiş olması, kendisinin hükümeti eleştiri hakkını kaybettiği
şeklinde anlaşılmamalıdır.
Hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir devlette, basının çok önemli
bir yere sahip olduğu hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar
basının, karışıklıkların önlenmesi ve başkalarının şeref ve
haysiyetlerinin korunması gibi bazı sınırları varsa da, ana görevi,
siyasi sorunlar ve kamuoyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve
fikirleri yaymaktır.
Basın özgürlüğü topluma, siyasi liderlerin düşünce ve tutumlarını
keşfetme imkanı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın
özellikle politikacıların kamu oyunu ilgilendiren konularda yorum
yaparak bunları yansıtma fırsatı verir. Basın böylece herkesin
serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum
ilkesinin çekirdeğidir.
Kuşkusuz, siyasi tartışma özgürlüğü mutlak bir nitelikte değildir.
Bir akit devlet bu özgürlüğü ceza tehdidi altında bazı kısıtlamalara
tabii tutabilir. Ancak,akit devletlerce alınacak bu önlemlerin 10
uncu maddede öngörülen ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığını
belirleme yetkisi Divana aittir.
Hükümet hakkındaki eleştirilerin caiz olan sınırları, özel kişilere,
hatta politikacıya yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. Bir
demokratik sistemde hükümetin eylem, işlem veya hataları, sadece
yasama ve yargı organlarının değil, basın ve kamuoyunun da ayrıntılı
incelemesine tabidir. Ayrıca hükümet, medyadaki haksız saldırı ve
eleştirileri başka yollarla önlemek varken, işgal ettiği hakim
pozisyon dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmiştir.
Kamu güvenliğinin garantörü olarak yetkili devlet makamları,
hakaret, kast veya kötü niyetle yapılan yayınları önlemeye yönelik
olmak üzere, ceza niteliğinde olanlar da dahil gereken önlemleri
almak yetkisine sahiptir. Ancak bunda hiçbir şekilde aşırıya
kaçılmamalıdır.”5
Mahkeme; ifade özgürlüğünü doğrudan ilgilendiren The Sunday Times-Birleşik
Krallık davasında “basın söz konusu olduğunda...” Handyside kararına
atıfla 10.maddeyi aşağıdaki gibi yorumlamaktadır:
“ ...ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun esaslı temellerinden
birini oluşturur; düşünce özgürlüğü 10.maddenin 2.fıkrası sınırları
içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız veya ilgilenmeye
değmez görülen haber ve düşünceler için değil, ama ayrıca, Devlete
veya nüfusun bir bölümün aleyhinde olan, ona çarpıcı gelen veya
rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır.
Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler özel bir önem kazanır. Bu
ilkeler, önemli ölçüde toplumun yararına hizmet eden ve
aydınlatılmış bir halk işbirliğini gerektiren adaletin dağıtılması
alanına da aynı ölçüde uygulanır. Mahkemelerin boşlukta
çalışmadıkları, genel kabul gören bir olgudur. Mahkemeler,
uyuşmazlıkların çözümünde bir forum durumundadırlar ama, bu demek
değildir ki, uzmanlaşmış dergilerde, genel basında ya da halk
arasında uyuşmazlıklar önceden tartışılmaz.
Dahası, basın yayın organları adaletin usulüne göre dağıtılmasına
tecavüz etmeyip, kamu yararının bulunduğu diğer alanlarda olduğu
gibi, mahkemelerin önüne gelmiş sorunlarla ilgili haber ve
düşünceleri vermekle yükümlüdür. Sadece basın yayın kuruluşları bu
tür haber ve düşünceleri vermekle görevli değildir, halkın da bu
haber ve düşünceleri edinme hakkı vardır...”6
Mahkeme 26 Kasım 1991 tarihli “Observer and Guardian- Birleşik
Krallık davası” özellikle ve 25 Haziran 1992 tarihli Thorgeir
Thorgeirson- İzlanda davası kararlarında ifade özgürlüğüne ilişkin
içtihatlarda ortaya konan genel ilkeleri bir kez daha sıralamıştır.
Buna göre ifade özgürlüğü:
* Demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden biridir.
* Sadece lehte olanları değil, farklı, rahatsız edici türdeki bilgi
ve düşünceler bakımından da geçerlidir.
* Bu özgürlüğün kullanımı bir dizi istisnaya tabidir. Ancak
istisnalar mutlaka dar yorumlanmalıdır ve açıkça yasa ile öngörülmüş
olmalıdır.
* İfade özgürlüğü basın bakımından özel önem taşır basın yasasının
yararına olan meseleler hakkında bilgi ve görüşleri yayma hakkına
sahiptir. Bununla da ödevlidir.
* Bilgi ve görüşü yayma basının görevi olduğu kadar, bunları edinme
kamunun da hakkıdır.
* Madde 10 paragraf 2’de geçen gerekli terimi bir sosyal ihtiyaç
baskısının varlığına işaret eder.
* Sözleşmeci devletlerin bu tür bir ihtiyacın varolup olmadığını
tartmada bir taktir payı vardır. Ancak bu Avrupa’nın gözetimi ile
yan yana gider.
* AİHM’nin ifade özgürlüğüne getirilen bir kayıtlamanın madde 10 ile
korunan bu özgürlüğe uygun düşüp düşmediği hususunda nihai olarak
karar verme yetkisi vardır.
* Mahkeme bu denetimi ve gözetimi yaparken ulusal makamların ifade
özgürlüğüne yaptığı müdahalenin makul, dikkatli, iyi niyetli,
izlenen meşru amaçla orantılı olup olmadığını ve bu özgürlüğe
müdahaleyi haklı göstermek için ulusal makamların ortaya koydukları
gerçeklerin uygun ve yeterli görülüp görülemeyeceğini de
değerlendirerek karara bağlar.
Oluşan içtihatlar çerçevesinde Sözleşmenin 10. maddesinin 2.
paragrafında öngörülen ifade özgürlüğüyle ilgili sınırlandırmaların
sınırlarını üç başlık altında toplamak olanaklıdır:
1- Genel yararı korumaya yönelik olanlar (Ulusal güvenlik, toprak
bütünlüğü, kamu güvenliği, düzeni koruma, suçu önleme, sağlığı ya da
ahlakı korumak)
2- Diğer kişisel hakları korumaya dönük olanlar (başkalarının şöhret
ya da haklarının korunması, gizli haberlerin açıklanmasının
engellenmesi)
3- Yargının üstünlüğünün ve tarafsızlığının sağlanması için zorunlu
olanlar
Söz konusu sınırlamaların kanunla öngörülmesi ve demokratik bir
toplumda zorunlu olması gerekir. 7
Sonuç olarak ifade özgürlüğü demokratik toplum düzeninin zorunlu
ögesidir. Herkes bu özgürlüğün sahibidir veya herkesin ifade
özgürlüğü vardır. Sözleşme ile bu özgürlük ayırımsız herkese
tanınmıştır. Ulaştığı bilgileri alma, bu bilgileri değerlendirerek
“ifade etme özgürlüğü”ne sahip olma hakkını kullanarak görüşlerini
ifade eden kişinin karşısında bulunan herkesin sahip olduğu özgürlük
de “ifade özgürlüğü”dür. Yazı yazarak görüşlerini günlük bir
gazetede yayımlayan gazetecinin hakkı olan ifade özürlüğü, aynı anda
gazete okuyucularının da özgürlüğüdür. Herhangi bir mitingde siyasal
görüşlerini açıklayan bir politikacının hakkı olan ifade özgürlüğüne
onu dinleyen herkes sahiptir. Başka bir deyişle; “ifade özgürlüğü
niteliği gereği hem ifade edenin / sahibinin özgürlüğüdür hem de, o
ifadenin yöneldiği adresin, kişinin/kişilerin özgürlüğüdür.” 8 Lehe
kabul edilen, zararsız veya ilgilenmeye değer görülmeyen görüş ve
düşünceler veya haberler yanında; devlete aykırı gelen, rahatsız
eden, nüfusun bir bölümü aleyhine olan veya bir kısım insanları şok
eden, çarpıcı gelen tüm haber ve düşünceler için de Sözleşmenin 10.
maddesindeki “ifade özgürlüğü” ayırımsız uygulanacaktır.
Türkiye’de “insan haklarına dayalı, biçimsel değil gerçek bir
demokrasinin kurulması Türkiye’de yaşayan her insanın hakkıdır. Bu
hakkı vermek ve korumak o insanları yönetmek görevini üstlenen
yasama ve yürütme organlarının başta gelen mükellefiyetidir.” Bu
sonucu yaşama geçirmek ise;artık hepimizin görevidir.
1 İstanbul Barosu Dergisi.Cilt 73.Sayı 2 Haziran 1999’da “ Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi ve İfade Özgürlüğü“ Başlıklı yazıdan
yararlanılmıştır.
2 Kitle İletişim Özgürlüğü . Prof.Dr.Semih Gemalmaz.Şubat 1999 Baro
Gündemi Eki. Sayfa 59
3 İnsan Hakları Kararlar Derlemesi Editör Yrd.Doç.Dr.Osman Doğru.
Yrd.Editör Av.Hasan Kemal Elban. Yrd.Editör Yrd. Doç.Dr. Sibel
İnceoğlu . “Handysıde-Birleşik Krallık” Kararı. Karar Sıra No: 26
Karar Tarihi: 07 Aralık 1976. Kaynak: Seri A,No.24 E.H.R.R.Cilt 1,
s.737 İngilizceden çeviren Yrd.Doç.Dr. Osman Doğru. İstanbul Barosu
Yayınları. Cilt 1. İstanbul Mayıs 1998 Sayfa 235-236
4 İnsan Hakları Kararlar Derlemesi Editör Yrd.Doç.Dr.Osman Doğru.
Yrd.Editör Av.Hasan Kemal Elban. Yrd.Editör Yrd. Doç.Dr. Sibel
İnceoğlu . “Castells-İspanya” Kararı. Karar Sıra No: 355 Karar
Tarihi: 23.04.1992 Kaynak: Seri A, No.236 E.H.R.R.14:445
İngilizceden çeviren Yrd.Doç.Dr. Osman Doğru. İstanbul Barosu
Yayınları. Cilt 1. İstanbul Mayıs 1998 Sayfa 51-74 arası.
5 (E.Court H.R. Case of Castells v.Spain (2/1991/254/325),
Strasbourg 23 April 1992) (Dr.iur.ªeref Ünal .AİHS TBMM Kültür Sanat
ve Yayın Kurulu Yayınları. 1995 . Ankara. Sayfa 226-227)
6 (Sunday Times-Birleşik Krallık Davası. 26.04.1979; Seri A, No:30.
İnsan Hakları Avrupa İçtihatları. Yrd. Doç.Dr. Osman Doğru. Beta
Yayınları. İstanbul 1996. Sayfa 188)
7 A.Ü. İletişim Fakültesi. Araştırma Görevlisi Barış GÜNAYDIN
“Internet Yayıncılığının Hukuksal Düzenlemesi” İstanbul 11.12.2003
i-net Konferansları 2003’de sunulan bildirisinden
8 Kitle İletişim Özgürlüğü. Şubat 1999 Baro Gündemi Dergisi Eki.
Prof.Dr. Mehmet Semih Gemalmaz. “İnsan Hakları Hukuku Açısından
İfade Özgürlüğü” Sayfa 63
|
|
|