|
|
TEHLİKELİ
İLİŞKİLER
Ergin YILDIZOĞLU
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman Türkiye'deydi.
Türkiye'nin geleceğini de ilgilendiren çok önemli açıklamalar yaptı.
Bu açıklamaların taşıdığı anlamlara, Mustafa Balbay 'ın yazısı
(11/12) dışında kimse değinmedi. Anlaşılan ''devlet büyüklerimizle''
medya, Grossman'ın ''Türkiye şimdi terörle mücadelede bir
cephedir''... ''ABD Türkiye'yi terörle mücadelede merkez ülke olarak
görüyor... İlişkilerimizi bu zeminde yeniden tanımlayalım, yeniden
yapılandıralım'' sözlerine, artık bölgede büyük oyunculardan biri
olacaklarını düşünerek sevindiler.
'Terorizme karşı savaş'
''Terorizme karşı savaş'' bugün ABD dış politikasının düzenleyici
ilkesidir. Ancak bu ilkeye uygun politikalar uygulanmaya kondukça,
''terör'' yaygınlaşıyor. Bu bile ''terorizme karşı savaş''
kavramından kuşkulanmak için yeterli. Üstelik bu ''terorizme karşı
savaş'' için gündeme gelen savunma stratejisinin , 11 Eylül sonrası
sürecin ürünü gibi görünse de, kökünün 1992'de hazırlanan ''Wolfowitz
memorandumunda'' , 1997'de kurulan Project For the New American
Century 'nin karanlık koridorlarında yattığını da biliyoruz. Daha
önce de vurguladığımız gibi, aslında bu kavram, ABD'nin uluslararası
hâkimiyetini militarizmle koruma stratejisinin, ''bir imparatorluk
projesinin'' yerine kullanılan bir metafor.
Diğer taraftan, Türkiye 'ye, bu imparatoluk projesi bağlamında, bir
cephe , üstelik merkezi bir cephe görevi biçilmesi de 15-20
Kasım'dan sonra değil büyük bir olasılıkla, 11 Eylül'den bile önce
karara bağlanmış bir konu. 'Dört yıllık Savunma Değerlendirmesi
Raporu 2001' (QDR-2001) açıklanmadan az önce okuduğum bir araştırma
yazısında, ''Pentagon militanları, hiç bitmeyen bir savaş
sürecinde... merkezi çakışan daireler gibi, değişik sektörlerde ve
zamanlarda sırayla ABD yörüngesine giren ülkelerden oluşan değişken
ittifaklardan bahsetmeyi tercih ediyorlar. Bu güle benzer diagramın
merkezinde de yalnızca ABD, İngiltere ve Türkiye var'' (Hawks and
doves fight for control over campaign , 30 Eylül 2001, The Observer
, Ed Vullamy) saptaması yer alıyordu...
Türkiye'nin, bir başka ülkenin imparatorluk projesinin merkezine
konmasından kimler, hangi ekonomik-siyasi çıkarlarından dolayı
hoşnutturlar, bilmek zor (imkânsız değil) ama bir şey kesin, bu
hoşnutluk, kendisini de içine alacak çukurun kazılmasına gönüllü
olarak katılmaya benziyor.
'İki mesele var'
O çok bildik fıkrada olduğu gibi burada da iki mesele var. ABD'nin
imparatorluk projesi başarılı olursa , Türkiye'yi, imparatorun
Avrupa'ya karşı konuşlanmış, bölgede güvenlikten sorumlu bir vassalı
olmaktan öte bir kader beklemiyor. Bu durumda, ülkenin ekonomik,
siyasi, kültürel yapısı, kimliği imparatorun çıkarlarına ve
beklentilerine göre yeniden şekillendirilecek, halen ülkede egemen
''sömürge sendromu'' yerini düpedüz sömürge ülke konumuna bırakacak.
Görünüşte kendi seçimlerini yaparak imparatorun onayladığı
adaylardan birini seçmeye devam etmek durumu değiştirmeyecektir.
Yok imparatorluk projesi başarılı olmazsa , o zaman da bu sürece bir
cephe ülkesi olarak katılmış olan Türkiye, ekonomik, siyasi, ruhsal
tüm kaynaklarını tüketmiş, yalnızlaşmış bir biçimde enkaz altında
kalmaktan kurtulamayacak, bu yıkımı hazırlayan diğer emperyalist
güçlerin operasyon masasına yatırılacaktır. Aynı I. Dünya Savaşı'nın
arkasından olduğu gibi?
Panik ve sabotaj...
Bu imparatorluk projesinin içinde yer almanın kısa dönemde kârlı
gözükmesine karşılık orta dönemde nasıl riskler içerdiği geçen
hafta, Wolfowitz, Fransa, Almanya, Rusya ve Kanada 'yı Irak
kontratlarından dışlayınca bir kez daha ortaya çıktı. Tam Bush
''Atlantik çatlağını'' yamamaya çalışırken Pentagon 'dan gelen bu
açıklaması, bizim medya pek farkında olmasa bile, diplomasi
çevrelerinde şaşkınlıkla karşılandı, büyük tepki çekti.
Bu açıklama, birincisi , 15 yıldır, devleti ticaretten ve yatırım
ortamından çıkararak inşa edilmeye çalışılan serbest ticaret,
serbest yatırım ilkelerine ( ''küreselleşmeye'' ) tümüyle aykırı;
ikincisi , bu ABD'nin Irak'ı sömürgeleştirmekte (kendine ayırmakta)
olduğunu kesin bir biçimde kanıtlıyor; Bu yüzden, Almanya, Fransa ve
Kanada'nın dışlandığının açıkça ilan edilmesi, eski Güvenlik
Sekreteri Sandy Berger, Zbignew Brezinski gibi ağır toplar
tarafından ''saçmalık'' , ''gariplik'' olarak yorumlandı. (AP,
11/12). Washington Post 'un aktardığına göre Senato Çoğunluk
(Cumhuriyetçi) Grubu Başkanı Bill Frist de daha bir ay önce ilk
gündeme geldiğinde, bizzat Condaleeza Rice 'in baskısıyla reddedilen
bir politikanın yeniden gündeme gelmesini yadırgamıştı (12/12).
Financial Times 'ın yorumuna göre, Pentagon bu günlerde
''Amerika'nın uluslararası otoritesini yıkmak için eldinden geleni
yapıyor'' du (11/12). Daha da ilginci, neoconların teorik dergisi
Weekly Standard 'ın editörleri, William Kristol ve Robert Kagan
ortak bir yazıyla, ''Pentagon tarafından dostları ödüllendirmek,
düşmanları cezalandırmak için atılmış bu adım aptalcadır ve
değiştirilmelidir'' diyerek sert bir tavır aldılar. Onlar da, belki
de Leo Strauss 'un öğrencileri olduklarından, bu tür işlerin açıkça
ilan edilmeden yapılması gerektiğini düşünüyorlardı (12/11). The New
York Times 'ın aktardığına göre, Beyaz Saray da Wolfowitz'e çok
kızmış. Le Monde , Bush'un kamuoyu önünde Wolfowitz'in kararına
sahip çıkmakla birlikte, özel konuşmalarda hoşnutsuzluğunu
saklamadığını aktardı ((13/12). Öyle ya olacak iş miydi? Tam Almanya
ve Fransa'nın Irak konusunda ABD'ye yakınlaşmaya, ABD'nin Irak'ın
borçlarını erteletmeye, Bush, ABD diplomasisinin ''realist''
ekolünün ağır topu Baker 'ı Avrupa'ya göndermeye hazırlandığı
sırada...
Birçok yorumcunun örneğin, Council on Foreign Relations 'un
çıkardığı Foreign Affaires dergisinin editörü James Hodge 'un
dolaylı olarak ima ettiğini, Prof. Krugman New York Times'taki
köşesinde açık bir biçimde, ''Wolfowitz'in fraksiyonu ABD ile Avrupa
arasında başlayan uzlaşma sürecini sabote etmek istiyor'' diyerek
dile getirdi. Fred Kaplan da Slate 'deki yorumunda, Pentagon'un (Wolfowitz),
ABD'ye Irak'ta, kolay bir çıkış yolu bulmak, belki de Irak'ta bir
paylaşıma gitmek amacıyla, AB ile pazarlık yapmak için devreye
sokulan Baker'ın önünü kesmeyi amaçladığını, yönetimin içinde
iktidar mücadelesinin kızıştığını ileri sürdü (12/12).
Tüm bu gelişmeler, ABD dış politikasında ne kadar tehlikeli bir
çizginin egemen olduğunu; birilerinin, militarist, imparatorlukçu
yönelimin tek seçenek olarak kalmasını sağlamak için tüm uzlaşma
kapılarını kapamaya, diplomasi açılımlarını sabote etmeye hazır
olduğunu, son aylarda olduğu gibi güç kaybettikçe, paniğe
kapıldıkça, giderek daha da cüretli işlere (!!) giriştiklerini
ortaya koydu. Bugün, Türkiye'nin konumu birbirinden uzaklaşmaya
başlayan iki iskemleye birden oturmaya çalışmakta ısrar etmeye
benziyor: Hem AB'ye girmeye çalışmak hem de ABD'nin imparatorluk
projesinde merkezi bir görev üstlenmeyi kabul etmek arasında giderek
uzlaşmaz hale gelen bir çelişki var... İlk yere düşerek kırılan
''Kıbrıs'' oluyor. Ya sonra...
|
|
|