|
|
“EDEPSİZ!...”
Fikret İLKİZ
Karabük'te yaşlılar
ve çocuk yurdunda yılbaşını geçiren Başbakan Tayip Erdoğan'a
gazeteci bir soru sormuş. Vatan gazetesi muhabiri Nuri Sefa Erdem,
her iki yurtta da hem yaşlılar ve hem de çocuklar için iki kez
yılbaşı kutlaması yapıldığını anımsatmış.
Başbakanın gelişi nedeniyle, bazı yaşlı ve çocukların özel olarak
odalarından uyandırılarak getirildiğini söyleyerek "Biliyor
muydunuz?" diye sormuş. Gazeteci yanıt alacağına azarlanmış...
"İyi niyetli değilsin, edepsizlik yapma!"
Erdem soruyu iyi niyetle sorduğunu söylemiş ama, bu kez Başbakandan
aldığı yanıt daha sert: "Edepsizlik yapma, sus konuşma, hadi
ordan..."
Sonra korumalar olaya müdahale etmiş. Gazeteci hırpalanmış. Sert
muamele gördüğü odadan salıverilmiş...Ardından da görevini yapmaya
çalışan gazetecinin uğradığı muamele ve edepsizlikle suçlanarak
bırakılması haber oldu...
Anımsıyor musunuz? Terörü herkesin lanetlediği ve üzüntülerin doruk
noktasında yaşandığı günlerdi. Cenazeler kalkıyordu...22 Kasım
2003...Üzerinden yaklaşık bir buçuk ay geçmiş. Unutuldu. Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin
Cerrah, teröre kurban giden polis memurları için düzenlenen
cenaze töreninde konuşmuşlardı..
Her ikisi de medyayı suçlamışlardı. Başbakan, cenaze töreninde
yaptığı konuşmada İstanbul Emniyet Müdürüne hak vermişti:
''İstanbul DGM Başsavcısı, bir mahkeme kararı aldı. Bunu açıkladı.
Buna rağmen medya, hâlâ insanı dehşete düşürecek o sahneleri
yayımlamaya devam ediyor, isimleri vermeye devam ediyor. Allah
aşkına biz bununla, terörle nasıl mücadele edeceğiz?" diyordu.
Basını sorumsuzlukla suçlamıştı.
Emniyet Müdürü Cerrah ise konuşmasında ''Birinci olayda
olduğu gibi failleri çok kısa sürede tespit ettik. Uzantılarını da
takip ettik. Ancak sorumsuzca davranan medya ve basınımız, failleri
maalesef deklare ettiler, uzantılarını da deklare ettiler. Eğer
sorumsuzluk olmasaydı, şu anda bu şehitlerimiz burada yatmıyordu,
şehit vermeyecektik, 27 vatandaşımız ölmeyecekti. Ancak sorumsuz
yapılan bu yayımlar, özgür basın adına, maalesef 27 vatandaşımızın
şehit olmasına sebep olmuştur. Yakalamak üzereydik, takip etmek
üzereydik. Şu anda buradaki şehitlerimize tören yapmıyor
olacaktık.''
27 vatandaşımızın ölümünden basın sorumlu tutulmuştu. Gazeteciler
ölümlerden sorumlu teröristlerdi ve caniler onlardı!...Hatta
Cerrah'a göre bunun önlenmesi için Basın Yasası'nda bazı
değişikliklerin olması lazımdı.
Konuşmasını ''11 Eylül terör olayları takip edildiğinde ABD'de basın
üzerine düşeni yaptı. Her şeyi yazmamıştır, failleri yazmamıştır.
Ancak burada yapmış olduğumuz her şey faile uzanmak üzereyken, 1
saat arayla ve ikinci olayın failinin de kaçmasına sebep olmuştur.
Bu mudur basın?..." sorusuyla sürdürmüştü. (Cumhuriyet 23.11. 2003)
Ertesi gün tepkiler gecikmedi. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti
açıklamasında yersiz suçlamalarının, aynı zamanda sorumsuzluk örneği
oluşturduğu belirterek şöyle denilmişti:
''Açıklamalar mantıktan çok duygusallığın ağır bastığı bir ortamda
ama sorumluluktan uzak bir yaklaşımla gerçekleştirilmiştir.
Başarısızlıkları medyaya fatura etmek, alışageldiğimiz bir
yaklaşımdır. Ancak ilk kez bu kapsamda ve boyutta bir çarpıtma ile
karşı karşıya kaldığımızı vurgulamak isteriz. Türkiye'nin içinde
bulunduğu psikolojik koşullar, suçlamalara aynı ağırlıkta yanıt
vermemizi engelliyor. Sadece açıklamaların haksızlığını ve hukuka
aykırılığını vurgulamakla yetiniyoruz.''
Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, cenaze törenini fırsat
bilerek basını sorumsuzlukla suçlayan İstanbul Emniyet Müdürü
Celalettin Cerrah için ''Sayın Cerrah kendi işini yapsın yeter.
Basına karışmak onun boyunu aşar'' yanıtını vermişti.
NTV Haber Yayın Yönetmeni Ayşenur Arslan ise Sayın Cerrah'ın
son derece talihsiz bir açıklama yaptığını ve haddini aştığını
belirterek şu soruyu sormuştu:: "Cerrah, bu sözleriyle medyayı suçlu
ve sorumlu ilan etmiştir. Bir bakıma da hedef göstermiştir. (....)
30 kişinin ölümünden neredeyse doğrudan sorumlu gösterilen medyanın
genç muhabirleri, kameramanları bundan sonra herhangi bir sert tavra
maruz kalırsa, bunun suçlusu ve sorumlusu kim olacaktır?"
Evet gazetecilere karşı sert tavırların suçlusu ve sorumlusu kim
olacaktır?
Anımsatmak için yazdığım önceki sözlerin "söylenmemiş" ve
"yaşanmamış" sayılmasına karar verildi. Unutulmak üzereydi ki;
yılbaşını Karabük'teki "Yaşlılar ve Çocuk Yurdu"nda karşılayan
Başbakan Erdoğan kendisine soru yönelten Vatan gazetesi muhabiri
Nuri Sefa Erdem'i "edepsizlikle" suçladı.
Soru soran gazeteci kötü muameleye maruz kaldı. Gazeteci korumalar
tarafından bir odaya çekildi. Hırpalandı ve bırakıldı.
2 Ocak 2004 günü Cumhuriyet gazetesinde "edepsizlik yapma" diyenle
dayak yiyen gazetecinin haberi "Erdoğan basına çattı..." manşeti ile
birinci sayfadan verilirken, olayı görmezden gelerek, Başbakanla
"çatışmak" istemedikleri için gazeteci meslektaşlarını feda etmekten
çekinmeyenlerin yaptıkları zoraki haberler, birkaç satırla iç
sayfalara atılmıştı...
Edepsizlik yapan kim? Soru soran gazeteci mi? Yoksa ben miyim?
Unutulmasın ve akılda kalsın diye yakın geçmişteki söz ve
davranışları bir kez daha yazmak mı edepsizlik?
Dayak yiyen meslektaşları için tek satır yazmayıp olayı görmezden
gelmek, gazetecilerin meslek etiğine göre "edepli" bir davranış mı
sayılmalı? Yoksa bu olayı "unutmayıp" yaşanmış olaylar hanesine
kaydetmekle terbiyesizlik mi ediyorum? Herkes "edepli", ben edepsiz
miyim?
|
|
|