YAYIN YÖNETMENİNDEN
Onbir yıl önce 24
Ocak 1993 de Uğur Mumcu öldürülmüştü . Uğur yurtseverdi , anti-
emperyalistti . Görevinin bilincindeydi . O nedenle de inatçıydı .
Açık , gizli tüm uyarıları elinin tersiyle itti ; Görevini yapmak
zorundaydı …
Bu hafta Yayın
Yönetmeninden ‘ i seve , seve yiğit dostum Uğur Mumcu ‘ ya
bırakıyorum…
GÖZLEM
UĞUR MUMCU
Kalem
Zaman geçtikçe gazeteciliğin de anlamı değişiyor. Basında
''sanayi devrimi'' çoktan yapılmış; gazeteler artık ofset
tesislerinin ekranlarında oluşuyor; bilgisayar, gazetelerin
kapılarını zorluyor. Bu gidişle bilinmez, yarın yazıları, yorumları
da bilgisayarlar yapacak, bir düğmeye bastın mı iktidarın hoşuna
gidecek yazı, bir başkasına bastın mı eleştiri, iki düğmeye birden
bastın mı rengârenk bir fotoğraf...
Gerçekten basın sanayii dev adımlarla gelişiyor. Bu gelişime ayak
uydurmak için de büyük ekonomik kaynaklar gerekiyor. Bu kaynakları
gazetenin tek başına sağlaması olası değil. Bu yüzden,
''holdingleşme'' dediğimiz olgu ile karşılaşıyoruz. Gazeteler,
bu holdinglerin elinde bir silah gibi kullanılıyor. Holdinge bağlı,
diyelim ki kırk şirket var. Gazete, bu şirketlerden yalnızca biri.
Sermayenin ''bir gazete sahibi olma'' tutkusu da bu olgudan
kaynaklanıyor. Çünkü gazete, holding sahibi ile iktidar sahipleri
arasına bir köprü gibi uzatılıveriyor.
Şöyle bir araştırma yapalım: Son yıllarda, lastik dışalımı hangi
gazete sahibinin elindedir? Ampul dışalımı, niçin aynı gazetenin
sahibine verilmiştir? Bu bile yeter, basında olup bitenleri
anlamaya.
Gazete, bir siyasal güç kaynağı oluyor. Böyle gazetelerin belli
başlı yazarlarının ve temsilcilerinin de ilk görevlerinden biri,
holdingin Ticaret, Sanayi ve Teknoloji ve Maliye Bakanlıklarındaki
işlerini izlemektir. Banka genel müdürlerinin ve şube müdürlerinin
kapılarını en çok aşındıranlar, holding basınının adı duyulmuş
yazarları ve temsilcileridir. Aralarında, kendi başlarına da köşe
dönenler, çeşitli şirketler kuranlar yok mudur? Var. Olmaz olur mu
hiç?
Böyle bir gazetecinin iktidarlara karşı başı dik olabilir mi?
Holding basını, bankalarla ve maliye bakanları ile arayı iyi
tutmak zorundadır. Kolay mı öyle bankaları ve maliye bakanını
eleştirmek? Maliye bakanı, holdingin üç şirketine iki maliye
müfettişi gönderdi mi tamam; yelkenler hemen suya iniverir. Ya
bankalardaki krediler kesilirse? Ya kredi borçları geri istenirse?
Ya gereken ''teşvikler'' verilmezse?..
Bir gazete, bankalara göbek bağı ile bağlıysa, nasıl bağımsız
yayın yapabilir? Nasıl iktidarları eleştirebilir?
Cumhuriyet gazetesinin ödünsüz kavgasının bir nedeni budur. Bizim
yan şirketlerimiz yok, dışalım şirketlerimiz yok; tek başımıza hak
bildiğimiz, doğru bildiğimiz yolda yürüyoruz. Başımız dik, alnımız
açık...
Yeraltı dünyasının karanlık oyunları mı? Biz yazıyoruz.
Bankalardaki türlü yolsuzluklar mı? Biz yazıyoruz. Terörün ardındaki
çokuluslu çıkar dünyası mı? Biz yazıyoruz; demokratik hak ve
özgürlükler mi? Evet, bunları da inançla bizler yazıyoruz.
Basın sanayii geliştikçe, ekonomik ve siyasal bağımlılık da
artıyor. Bu bakımdan, en ilerici düşünceleri savunanlar, en geri
teknik düzey içinde kalıyorlar; en ileri teknikleri kullanan yayın
organları da tutucu ve gerici düşüncelerin savunucuları oluyorlar.
Eski yazarlar yazılarını, kalemlerini mürekkep hokkasına batırıp
batırıp yazarlarmış. Sonraları dolma kalem çıktı, daha sonraları da
tükenmez. Yazarlara ''kalem'' denmesinin bir nedeni de bu
olsa gerek: ''Güçlü kalem'', ''kavgacı kalem'', ''nurlu kalem''
gibi...
Basın sanayii, yüz yıldır büyük bir değişim içinde. Kalem, yerini
daktiloya bırakmış, telefonun yerini teleks almış, baskı
makinelerinin yerini ise ofset tesisleri alıyor. Bilgisayarlar
daktiloların, telekslerin ve baskı makinelerinin papuçlarını çoktan
dama atmış.
Uzaktan kumandalı bilgisayarlarla donanmış ofset tesisleri yine
de kalemin yerini tutamaz.
Kalemler, bazen asırlık çınar ağaçlarına benzerler; kökleri
öylesine derindedir. Ve kalemler inanç heykelleri gibi, dünden
bugüne dimdik dururlar...
(Cumhuriyet, 11 Mayıs 1983)
|