Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 

 

TARIM BİR KÜLTÜRDÜR …
 

Abdullah AYSU 

 

  (İnadına’ nın sürekli yazarlarından tarım uzmanı  arkadaşımızın , tüm dünyayı tehdit eden kimyasallar ( tarım ilaçları) konusundaki geniş kapsamlı incelemesini bütünlüğe dikkat ederek ikiye bölerek yayınlıyoruz . Böylece daha kolay okunacağını sanıyoruz .Geçen sayımızda bu önemli incelemenin ilk bölümünü yayınlamıştık , şimdi ikinci ve son bölümü yayınlıyoruz

 

 

Özetle; “örgütsüz köylü”, yerli ve yabancı “örgütlü sermaye” ile karşı karşıya bırakılıyor. Hükümetlerin, bu güne kadar örgütsüz bıraktıkları çiftçilere şimdi de uluslararası tarım ve gıda şirketleri istiyor diye, toprağa, suya çevreye ve insan sağlığına dost olmayan tarımsal üretim tarzına korumasız terk ediliyorlar. Ne haliniz varsa görün diyorlar...

 

Ama, söz konusu olan yok edilmeye çalışılan bir kültürdür. Kapitalist sistem içinde nasıl güçlü para zayıf parayı kovuyorsa, tarımsal üretim girdilerinin satışını, ürün fiyatlarının belirlenmesini ve pazar ağını eline geçirmiş olan tarım tekelleri de küçük üreticilerin, tarım işçilerinin yaşamını ve muazzam bir kültürü silip süpürmektedir

 

      Mono kültür üretim tarzı nedeniyle bio çeşitlilik kaybolmaya yüz tutuyor.

§         Toprak erozyonu ve çölleşme artıyor,

§         Tarım alanlarının üretkenlik kapasitesi azalıyor.

§         Çiftçileri topraktan kovarak, sayıları gittikçe azalan çiftliklerde tarımsal üretimin yöneticiler tarafından yapılmasına neden oluyor,

§         Üretilen gıdanın güvenirliliği kalkıyor,

§         Tohum, kimyasal gübre ve ilaçlar paketlenmiş olarak çiftçiye sunularak, çiftçi sözleşmeli üretime zorlanıyor,

§         Modern tarım kadını üretimde karar alma süreçlerinin dışına attı. Onları etkisizleştirdi. Bu da, bilginin kaybolmasına neden oluyor,

§         Modern tarım yüksek maliyetler gerektirdiği için, sübvansiyonlar olmadan üretme olanağını ortadan kaldırıyor.

§          

§         Bütün bunların sonucunda çiftçiler ile toprak, su ve çevre zarar görüyor. Çok uluslu şirketler ise kazanıyor. Kısacası; modern tarım sürdürülebilir değil, çevre buna dayanmaz.

 

            ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER VE TARIM

 

Çok uluslu tarım şirketleri sektöre hızla hakim oluyor. Çok uluslu tarım şirketleri; “kimyasal gübreler, böcek öldürücüler, tohumlar, tahıl satışları, canlı hayvan üretimi, işleme nakliye ve perakendeyi kapsayan bir piyasayı her yönüyle kontrol ediyor ve tekelleştiriyorlar. Altı şirket, dünya tahıl ticaretinin yüzde 85’ini gerçekleştiriyor. Uluslar arası ticaretin yüzde 70’i çok uluslu şirketlerin kendi arasında geçiyor. Ülkeler yerine artık şirketler ticaret yapıyor. Ticaretin nasıl ve ne şartlarda yapılacağını belirlemede yine çok uluslu tarım şirketleri söz hakkına sahipler.

Çok uluslu tarım tekellerinden Cargill, dünyada tahılı taşımak için gereken tahıl vinçleri, demiryolu bağlantıları, terminaller, mavnalar ve gemilere sahip olan en büyük özel şirkettir. Cargill dünya tahıl dağıtımının yüzde 80’inini kontrol ediyor.

 

Çok uluslu şirketlerden Syngenta, DuPont, Monsanto küresel böcek öldürücü pazarının 2/3’ünü, dünya tohum pazarının 1/4’ ünü ve genetik yapısı değiştirilmiş tohum pazarının % 100’ünü ellerinde tutuyorlar. 

İki elin parmak sayısına ulaşmayan söz konusu bu şirketler, çiftçilere genetik modifikasyona uğratılmış tohumları satıyorlar. Ardından bu tohumlardan iyi verim elde etmek için çiftçilere sentetik gübreleri de bunlar satıyor. Sentetik  gübreler de yabani otları çoğaltıyor.Yabani otların üzerinde bu kez yumurtalarını bırakarak konaklayan böcekler çoğalıyor. Yabani otlar ve böcekler verimlilik ile kaliteyi düşürdüğü için zararlı böcekleri ve yabani otları öldürmek için de çiftçiler kimyasal ilaç kullanmak zorunda kalıyor. Zehirli ilaçları da üretip ve satanlar da yine bu çok uluslu şirketler.  

Bu kısır döngü her üretim sezonunda yenileniyor ve çok uluslu şirketlerin değirmenine su taşıyor. Tarım alanındaki acımasız sömürü çarkı da böyle sürüp gidiyor. Bu sömürü çarkında çokuluslu tarım şirketleri yalnız çiftçilerden çalıp onları yoksullaştırmıyor. Topraktan, sudan ve çevreden de hırsızlık yaparak kendileri semiriyor. Ama tüm canlıların ortak malı toprak , su ve doğa  kullanılamaz duruma geliyor. 

Kuşkusuz, bu gelişmeler ülkemizde de yaşanmaktadır. Türkiye’de de adım başı  CARGİLL, NOVARTİS, MONSANTO  gibi çok uluslu şirketlere rastlamaktayız zaten. Hatta bazıları ile yargı önünde mücadele de etmekteyiz. 

Türkiye’de yerel sermaye yapısı çok uluslu şirketlere dönüşüyor. Tarım ve gıda sektöründeki seyir ve durum ise şöyledir:

Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi sürecinden önce, kamusal mallar özelleştirme ihalelerindeki binbir oyunlarla iktidar yanlısı sermayeye peşkeş çekilerek kamunun alandan çıkışı tamamlanmakta, boşluk kısa sürede çok uluslu şirketler ve onlara taşeronluk yapan yerli sermayenin oluşturduğu “yeni tekeller” ile doldurulmaktadır. Bu bağlamda Süt sektöründe; DANONE- Sabancı, NESTLE, şeker sektöründe; CARGİLL, tütün sektöründe; PHILLSA-SABANCI, R.J RAYNOLDS, BAT-KOÇ, çay sektöründe; UNILEVER ve TEEKANE, hububat sektöründe; CARGİLL, GLENCORE, LUI DREYFUS gibi şirketler hızla pazar paylarını arttırmışlar ve faaliyet gösterdikleri piyasada tekel ve baskın potansiyel konumuna gelmişlerdir.

 

            TARIMDA ÖRGÜTLÜLÜK

 

Türkiye’de köylülerin bağımsız örgütlenmeleri hiç olmadı. Cumhuriyet’ten bu yana adlarına kararlar alına gelinmektedir. Kırsal alanda en yaygın örgütlenme biçimi kooperatifçilik olmuştur. Türkiye’de halen 10 bin 95 adet  Tarım Kredi, Tarım Satış, Tütün Tarım Satış, Tarımsal Kalkınma, Pancar Ekicileri, Sulama kooperatifleri var. Ancak;

§         Ayrıca 2000 yılına kadar Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri (TSKB) devlet vesayeti altında idi. Devlet yönetti, yönlendirdi.

§         Kooperatiflerin mevzuatları da çiftçileri koruyup kollayan yönlendiren biçimde düzenlenmiş değildi. Örneğin; bir yıl kooperatife ürün vermeyen üreticilerin oy hakları ellerinden alınıyor. Yönetime gelen büyük çiftçiler bunlara çözüm bulmak yerine teslim ettikleri ürünleri  kendilerine oy verecek kişilere paylaştırarak teslim ettiriyorlar. Kooperatifçiliğin demokratiklik ilkesi olan “her üreticinin bir oy hakkının olması” ilkesi, delinmiş oluyor. Kısacası Birlik yöneticiliği, kooperatif yöneticiliği meslek haline getirilmiş. Hep aynı kişiler kendilerini seçtiriyorlar.

§         Ayrıca, kooperatifler ortaklarına on yıllardır kar payı dağıtmıyor. Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri ile ilgili çıkarılan 4572 Sayılı Yasada devlet çekiliyor görüntüsü verilerek daha kötüsü Yeniden Yapılandırma Kurulu denetimi getiriliyor. Yasa çıkarılırken üretici aleyhine olan maddeler ayıklanmadı. Yeniden Yapılandırma Kurulları denetimi kalktıktan sonra da bu kez büyük toprak sahibi üreticiler Birliklerimizin yönetimine iyiden iyiye yerleşecekler. 

Kooperatif ve birliklerin şirket tarzında yönetilmesi yerine;

§         Yönetimler dönüşümlü olmalı. Bir kez seçilenlerin görev süreleri dolduğunda tekrar aday olamamalı,

§         5 yıla kadar ürün teslim etmeyenlerin de oy hakkı olmalı,

§         Kooperatiflerin her yıl üretici ortaklarına mutlaka kar payı dağıtmalı ve diğer aksaklıkların da üreticiler tarafından belirlenerek yasa ve tüzükler yeniden düzenlenmeli bunu sağlamak için de ortak mücadele edilmeli.

Böylece, Birlik ağalığına son verilmiş, üretenler yönetmiş olur. Kooperatifler çok uluslu şirketler tarzında değil de, onların alternatifi kooperatif tarzında üretici ortakları yararına çalışır.

Çok uluslu tarım tekellerinin dayatması ile bir çok üründe sözleşmeli çiftçiliğe başlandı. Yerli ve yabancı tekeller çiftçilere tek taraflı sözleşmeler dayatmaktadırlar. Çiftçilerin taraf olacağı ve pazarlık yapabilecekleri, haklarını sosyal güvenliklerini koruyup, geliştireceği ürün bazında sendikalar bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaktadır. Kooperatiflerde çiftçilerin alın teri ile oluşmuş değerlerini sahiplenmek için böyle bir örgütlü güce sahip olmaları çiftçilerin yararına  olacaktır.

Çok uluslu şirketlerin politikalarının uygulanması sonunda Türkiye çiftçisinin yoksulluğu arttı. En çok da kadın emeği sömürüsü derinleşti.

 

 ÇİFTÇİ KADINLAR

 

Küçük üreticilikte ki sorunlar karşısında çiftçi kadınlar da erkekler gibi aynı oranda etkilenirler. Çiftçi kadınlar, geri bıraktırılmış ülkelerde temel besin maddelerinin yüzde 60 ile 80’nini üretirler. Tarım sektörü, kadın iş gücünün en yoğun olduğu sektör konumundadır. 1999 yılı verilerine göre kadınların yüzde 72’2’si tarım kesiminde çalışmaktadır. 1999-2000 yılları arasında  kadın istihdamında  yüzde 34’ten yüzde 28’e olmak üzere yüzde 6’lık bir daralma olmasına karşın, aynı zaman diliminde tarım istihdamındaki kadın payı yüzde 49’dan yüzde 49.2’ye yükselmiştir. Bu sonuç, “tarımın feminizasyonu” olarak nitelenmektedir. Ama tarım politikaları daha çok kadın çiftçilere değil, erkek çiftçilere göre tasarlanmıştır.  

Çiftçi kadınlar; 

§         Gıda seçimi, üretimi, yetiştirilmesi, hazırlanması ve hasadında merkezi role sahiptirler.

§         Gıda üretmenin genetik kaynağı olan tohumları, hayvan üremesi ve ıslahı  konusunda koruma ve biriktirmede kilit işlevleri vardır.

§         Gıda ve tarım için genetik kaynaklar üzerindeki uzmanlık bilgileri onları biyoçeşitliliğin vazgeçilmez muhafızları yapar.

Yukarıda sayılan özelliklerinden dolayı kadınlar tarımsal üretimin biriktirici, koruyucu ve geliştirici beynidirler. Yeni üretim tarzı onları üretimin dışına düşürmekte, yeterli ve güvenli gıda üretiminden uzaklaştırmaktadır. Bunun da tehlikesi tarımda bellek silinmesini getirmektedir. Çiftçi kadınları üretimin dışına düşürmek yerine eğitimle, teknoloji ile buluşturularak biriktirici, koruyucu ve geliştirici özelliklerini daha da iyi kullanabilecekleri olanaklar sağlanmalıdır. Kısacası; çiftçi kadınlar yalnız çalışan değil üretimden pazarlamaya söz ve karar sahibi kılınmalıdır.   

Çiftçi kadınlar, erkeklerden daha uzun süre çalışırlar. Geri bıraktırılmış ülkelerde genellikle, sırtında bebesiyle tohum eken ve tarlayı yabani otlardan temizleyen vb işleri yapandır, çiftçi kadın. Aynı kadınlar tarlada çalışmaya ek olarak evi için odun toplar, su getirir, yiyecek hazırlarlar. 

Durum böyle iken geri bıraktırılmış ülkelerde kadınlar; hem hanelerinde hem de yaşadıkları topluluklar ile ilgili alınan kararlarda dışlanmışlardır. Kadın çiftçilerin hakları kalkınma, planlama ve projelerde geniş ölçüde ihmal edilmektedir. Kalkınma projesi, kadın çiftçileri çok az dikkate almıştır. Siyasetçiler, kalkınma planlamacıları ve tarımsal hizmet dağıtıcıları çiftçileri hala genelde erkek olarak algılıyor. Bu nedenle de kadınların, üretkenlik kapasitelerini güçlendirebilecek olan toprak, kredi ve tarımsal girdiler, teknoloji ve yaygınlaştırma, eğitim ve hizmetler gibi değerli kaynaklara erişmeleri erkeklerden daha güçtür, neredeyse olanaksızdır.

 “Kırsal kadınlar olmadan, gıda güvenliği olmayacaktır” sözleri FAO Genel Müdürü Jacgues Diouf’a aittir. Doğru bir sözdür. Ancak, FAO projelerinin yüzde 1’inden azı, Birleşmiş Milletler projelerinin yüzde 4’ünden azı kadınlar içindir.  

Kadın  çiftçilerin, tarıma ilişkin kararlar alınırken yok sayılmalarını engelleyecek; toprak, kredi ve tarımsal girdiler, teknoloji ve yaygınlaştırma, eğitim ve hizmetler gibi değerli kaynaklara erişmeleri için çalışılması gerekmez mi?...

 

            Kaynaklar:

1-Herkese Gıda- John Madeley- Türkçesi: Ali Ekber Yıldırım-Çitlembik Yayınları

                        2-Tarladan Sofraya Tarım – Abdullah AYSU- Su Yayınları

3-Tarım Bir Kültürdür Tekelleştirilemez-Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Gurubu 

4-Tarım ve Mühendislik- Gökhan Günaydın- “Küreselleşen Piyasa Yoksullaşan Köylü” s-66,67-

5- Gaflet Dalalet Hıyanet- Yılmaz Dikbaş- “Tarımı Kimler Zehirledi” s.106-112,Toplumsal Dönüşüm Yayınları 

 

 

 

 
sayfa başına dön