AB
EŞİTTİR ORTAK PAZAR (MIDIR) ?
Alev
ATEŞ
Ben bu hafta gene
uzun uzun bürokrasi, parti gibi konuları ele alıp bir kitap
bağlamında (Gökhan Atılgan- Yön/Devrim Hareketi TÜSTAV Yy.)
geçmişte ne kadar haklı olduğumuzu anlatmaya çalışacaktım...ki
İnadına editörü ile aramızda bir farklılık keşfettim ve onu
yazmaya karar verdim.
12 Mayıs 1963’te
Ankara’da TİP gene yapacağını yapmış, sert bir açıklama ile Ortak
Pazar’ a girmenin sakıncalarını halka duyurmuştu. Şöyle diyordu
M.A.Aybar bu demecinde : Ortak Pazar hakkında resmi ağızlar
şimdiye kadar hep güzel şeyler söylediler. Hükümeti dinleyecek
olursanız, Ortak Pazar Türkiye’yi bolluğa, zenginliğe kavuşturacak
bir altın küpüdür. Ama bu güne kadar, her nedense Ortak Pazar’ a
girmek için bizim ne gibi şartlar ileri sürdüğümüz, Altıların
bunlara karşı ne gibi şartlar dayattıkları, ayrıntıları ile
açıklanmamıştır. Bir oldu bitti karşısında kalmamızdan korkarız.
Ortak Pazar’ a
girmek yararımıza mı olacaktır, zararımıza mı ?
Hükümet çevreleri
Ortak Pazar dışında kalmanın Türkiye için büyük zararlara yol
açacağını ileri sürmektedirler. İhraç maddelerimizin müşterisiz
kalacağını, Batı toplumunun dışında kalacağımızı iddia
etmektedirler.
Sırf ekonomik
bakımdan Ortak Pazar dışında kalmakla Türkiye’nin bir takım
güçlüklerle karşılaşacağı kuvvetli bir ihtimaldir. Fakat bu
güçlüklerin yenilmesi için gerekli olan çabalar ve fedakarlıklar
sanıldığı kadar büyük olmayacaktır. Fakat asıl önemli olan nokta,
Türkiye’nin Ortak Pazar’a girmesi halinde ekonomik kalkınma ve
ilerlemesini bağımsızca yürütmesi ve çağdaş uygarlığa kavuşması
davalarının büyük zorluklarla karşılaşacağıdır.... Ortak
Pazar’ın Türkiye için teşkil ettiği asıl büyük tehlike, bizi
kapitalist sistem içinde
kalmaya zorlamazsından ve böylece hep bağımlı bir toplum
olarak yaşar durumda bırakmasından doğacaktır. Gerçekten de Ortak
Pazar’a girdiğimiz takdirde, ulusal kalkınma ve ilerlememizin
zararına olarak, bu günkü hakim sınıflarımız daha da
güçleneceklerdir. Böylece emekten yana ve emekçilerin kendi
elleriyle yürütüp denetledikleri planlı bir devletçilik s istemine
ve emekten yana devletçi sektörün ağır bastığı bir karma ekonomiye
geçiş imkanları çok daha zorlaşacaktır.
Ortak Pazar
aslında Altıların mali tekelleri arasında bir anlaşma
mahiyetindedir. Bu b.ir çeşit kartel anlaşmasıdır. Bundan dolayı
da Ortak Pazar, orta ve küçük işletmeler aleyhinde olan bir
kuruluştur. Kuruluş halindeki endüstriler küçük işletmeler ve
pre-kapitalist küçük ve orta tarım işletmeleri ortak pazarın güçlü
tekelleri karşısında er geç silinmeye mahkumdur. Ortak Pazar’a
girdiğimiz takdirde bütün bu sonuçlardan başka emekçi halkımızın
hayat yükü daha da ağırlaşacaktır. Ortak Pazar’a katılma gayreti
içinde olan hükümetin, bütün bu noktaları ilk on yıllık dönemde
elde edilecek geçici menfaatler için ihmal etmesi ağır bir hata
olacaktır.”
Bu konuşmadan
dört ay sonra 12 Eylül 1963 ‘te Ankara Anlaşması imzalandı.
Gerisini Sargın’ın kitabından aktarmak istiyorum : “İmzadan iki
sonra da Aybar TİP adına yukarıdaki düşüncelerini daha açık daha
kesin ifadelerle yinelediği sert bir bildiri yayınladı. : ORTAK
PAZAR’ a hayır ! Senato’da da Ağırnaslı gündem dışı bir konuşma
ile aynı düşünceleri aktardı.
Bildirinin
yayınladığı sırada, “yahu siz deli mi oldunuz, Ankara’da muvafıkı
muhalifi herkes bayram yapıyor” dendiğini anımsıyorum. Gerçekten
imza gününde Ankara’da her taraf bayraklarla donatılmıştı, herkes
bayram sevinci neşesi içindeydi. TİP ‘in bildirisi, TİP ‘in tek
başına karşı çıkışı kendilerini TİP’ e yakın hisseden kimileri,
örneğin kimi tabii senatörler için bile en azından şaşırtıcı
olmuştu.
(N.Sargın – TİP’li Yıllar).
Her iki metnin
de bazı cümlelerinin altını ben çizdim. Ama aslında Aybar’ın
konuşmasındaki çizgili bölüm daha bir dikkat çekmek içindir. Çünkü
ana vurgu, Ortak Pazar’a girmenin bağımsızlığımızdan ötede bizi “Kapitalist
Sisteme” mahkum edeceği gerçeğine yapılmaktadır. Sosyalizm tek
kurtuluş yoludur. Sosyalizme ise geçişin koşullarını yaratabilmek
için demokrasi mücadelesi gündemde en önemli yeri almaktadır.
{O dönemlerde
şeriatçılar Süleyman Demirel eliyle siyasi arenada gizil güç
olarak yer almaktadırlar. İrticai akımların demokrasiyi tehdidi
komünistlerin tehdidi kadar güçlü değildir, hatta irtica tehlikesi
ortadan kaldırılmıştır söylemi egemen kılınmak istenmektedir. DP
iktidarı ile azmış olan irtica 27 mayıs ile iyice denetim altına
alınmıştır. Böyle bir tehlikeye karşı tek dikkati çeken TİP’tir
yani sosyalistler. Ama demokrasi aşığı sosyalistler, sınıf
diktatörlüğün engelleyen 141-142-146. Maddelerin yanı sıra din
esaslı örgütlenmeleri engelleyen 163. Maddenin de kalkmasını
taleplerine ekliyorlardı. Hem irtica tehlikesi var demek hem de bu
tehlikeyi önleyecek yasaya hayır demek gerçek demokrasi
aşkındandı. Sonraları 163. Maddenin kalkması meclisten geçince
141 ve 142. Maddelerde dinci kesimin meclisi hemen terk ettiğini
hatırlarsanız bugünkü samimiyetlerine ve politik taktiklerde
solculardan oldukça önde olmalarının ölçütü yapabilirsiniz.}
Şimdi ders
çıkartmaya başlarsak;
Kopenhag
kriterlerini öne çıkarıp, Maastrich dayatmalarını göz ardı edebilir
miyiz ? Yani hem devletçi bir ekonomi uygulayıp hem “demokrat bir
ülke” olabilir miyiz.
Kapitalizmle sorunu
olmayan çeşitli akımlar için örneğin sosyal demokratlar için ,
sosyalizmden dönerek kendine yeni yerler arayanların laf ebeliğinden
de büyük destek alarak, Avrupa aydınlanmasının temelini oluşturan
laisizm ilkesine karşı Anglosakson sekülarizmini dayatan ve bunun
islami temellerle uyumsuzluğunun yaratacağı “terör” ortamına
dikkati çekenleri demokrasi düşmanlığı ile suçlayan yeni dinci
akımlar için elbette batıcı olmak koşulu vardır. Çünkü ideolojik
olarak kendilerini bir üst yapı mühendisliği yapan ideologlar olarak
görmektedirler. Üretim ilişkileri ve üretim biçimi ile uzak yakın
ilgileri yoktur. Sermaye serbest Pazar ekonomisinin gizli elleri
ile kendini gerçekleştirecektir. Öyleyse Avrupa Birliği bu bulunmaz
fırsatı onlara vermektedir. Zaten doğal olan kendi mecrasını
bulmuştur. Globalizm kapitalist dünya egemenliğinin son biçimidir.
Bağımsızlık kavramı artık emperyalizm ötesi bir anlama bürünmüş ve
karşılıklı bağımlılık ilkesi olduğu ortaya çıkmıştır. Ulusal
çıkarları kör parmağım kör gözüne savunmanın bu durumda ne alemi
vardır. İslamiyet zaten bütün insanlık içindir ve o nedenle kendini
gerçekleştireceği yer onun ülkesidir, bunun için parçalanmak demek
olan ulusal bağımsızlık söz konusu bile olamaz. B u bütünleşme
süreci içinde atılacak tek ideolojik adım; ulusal plandaki sermaye
profilini değiştirmekten geçer. Şimdi AKP iktidarının temelde
yaptığı tek şey budur. Siyasi İslam’ın doğru ve zamanında adım
attığı açıkça ortadadır. Daha bize uygun bir jargonla söylersek,
onlar (müslümanlar) barış içinde birarada yaşamanın temelinden
ulusal formasyonu çekiyorlar ve iç içe barış içinde yaşamak
söylemini geliştiriyorlar. Ve bu yolda “tek ülkede” siyasi bir İslam
iktidarı yerine “tüm insanlığın dini” olma ideolojisini ustaca
kullanıyorlar.
Söylemlerine şöyle
bir kulak verin. Avrupa’da çalışan müslümanların “çoğalmasını ve
bulundukları topluma entegre olmalarını” istemeleri sosyalistlerin
bugüne kadar asmilasyondur bu diye reddettikleri bir politikadır.
Bir anımsayın. SSCB ‘de en büyük korkulardan birisi müslüman kökenli
sovyetlerde nüfusun büyük bir hızla artmasıydı.
Bu gelişmelere
karşı sosyalistlerin yapacağı tek şey çok eski bir yargılarının ne
demek istediğini anlamaktan geçmektedir. Yani toplumsal yarılmaları
siz dolduramıyorsanız mutlaka birileri doldurur. Bu zamanında faşizm
olarak tespit edilmişti. Bizde ise ırkçı bir parti, artık Mussolini
tipi bir ilerlemeciliği açık olan partinin desteği ile bu yarılmayı
doldurmaya çalıştı. Ancak Kürt milliyetçiliğinin açtığı yarılma daha
büyük olduğundan başarısız kalacakları belliydi. Amerika’dan
getirdikleri uzmanlarla bugün kü ekonomik yapılanmayı başlattılar
ancak üst yapıyı buna uydurmaları olanağı yoktu. Çünkü ham
milliyetçilik çok uluslu devletlerde onulmaz parçalanmaların da
yolunu açmaktaydı. Bu parçalanmayı önleyecek iki ideloji vardır.
İlki enternasyonalist yapısı ile sosyalizm diğeri ise dünya dini
olarak tanımlanan İslamiyet.
Bizim (yani
sosyalistlerin) kapitalizmle sorunumuz olduğu için AB ‘nin temel
iktisadi kriterlerine şiddetle karşı çıkarız. Buna karşı çıkmadan
sadece bir bağımsızlık söz konusu edilemez. İNADINA editörü mutlaka
hatırlar ama dışarıda olup özellikle bu ilkeyi unutturmak isteyenler
için Aybar’ ın (ve elbette TİP ‘in) şu saptamasını da altını
çizerek yazmamız gerekir. Şöyle diyor : “Sosyalizm olmaksızın
ne gerçek bağımsızlık ne de gerçek demokrasi
gerçekleştirilemez”.
Bunu
gerçekleştirecek gücümüz (örgütümüz) sıfır noktasında ise önümüze
konan seçeneklerden birini seçmek zorundayız (mı ?).
Kapitalist üretim
biçiminin yerine nasıl bir üretim biçimi koyacağımıza, üretim
araçlarının mülkiyetinin kimde olacağına karar vermeden, toprak
mülkiyeti sorunun açıkça çözüme ulaştırmadan
(devletçi-toplumsal-kamusal-kolektif mülkiyet, küçük toprak
mülkiyeti, büyük çiftlikler esası, solhoz kolhoz,Cumartesi
çalışmaları, gönüllük esası, Nepman’lar yaratan politikalar sair
sair...
)
kısaca tüzüğü programı ile bunları en az TİP kadar açık yazan, elbette
günün koşullarına göre düzenlenmiş yani geçmişle organik bağı
olmayan ama geçmişi kendi geçmişi olarak kabul eden bir örgütlenme
yoksa, aslında istediğin kadar inadına git, yol alamazsın ve
seçeneklerin sana yol açabilecek olanını yeğlersin. Ve doğrusu
sana karşın ben direnebilen bir ÖDP ‘nin bazı şeyleri başarabileceği
kanısındayım.
..............................................................................................
Sevgili Uğur
Cankoçak,
Bak sana gerçek
hayattan seçenekler sunayım.
Beluga usulü
havyarlı levrek tava. Ufacık levrek parçaları diridiri tavada
çevrilip üzerine siyah havyar koyarak tabaklara dizilir. (miş?)
İkinci yemek
olarak; kuzu pirzola limon suyuna yatırılıp gene limon suyunda az
pişirilir ve böylece ipek gibi olur (muş)
Ancak balıktan ete
geçmeden önce ağız tadını limonlu sorbe ile değiştirmek gerekir
(miş)
Bir top limonlu
dondurmanın üzerine balzamik sos dökülür. Balzamik bir türlü sirke,
İtalyan sirkesi (imiş) Bu sirkeyi şarap ve şekerle tavada çevirerek
koyu bir sos hazırlanır (mış)
Tatlı olarak
Bilkent üniversitesi mezunu şakır şakır İngilizce konuşan Tehlile
hanımın pancarlı ananas tatlısı yenir (miş)
Yemeklerin yanında
İtalyan Greco di Tufo-Mostroberordino beyaz şarabı ile Barrola’nın
Michet Nebbiola d’Alba 98 kırmızısı içilir (miş).
İşte hayatın gerçek
seçenekleri bunlar.
Aramızda yazının
başında sözünü ettiğim farklılığımz burada işte. Ben Pancarlı ananas
tatlısını pek tutmadım. Sense çok seversin. Akma zaten temel
farkımız da bu sen gurmesin bense fast food çocuğuyum.
|