HEP
BİR AĞIZDAN VENSEREMOS
Abdullah AYSU
(Hindistan’ daki Dünya Sosyal Forumuna
katılan
arkadaşımız A.Aysu’ nun izlenimleri)
Hindistan’da
kelimelerle anlatılamayacak insan perişanlığı var. Yoksulluk adeta
toplumun içine işlemiş. Kaldırımlara gecekondular ve küçük dükkanlar
tarafından el konulmuş. Caddeler ve sokaklar arabalar ile yayalar
tarafından ortak kullanılıyor. Trenler, belediye otobüslerinden
sonra en ucuz ve seri ulaşım aracı Rickshawlar. Rikshawlar
karıncalar gibi her yerde ve tabii ki, her boş alan onlar için yol.
Trafiğe, trafik polisleri ve yol işaretlerinden çok kornalar yön
veriyor, belirliyor. Mumbai’de sosyal hizmetler Türkiye’nin büyük
kentleriyle kesinlikle kıyaslanamaz. Aslında Türkiye’de de bu
derecede yoksulluk, fakirlik var ama Hindistan’daki fakirlik çok
göz önünde... Toplu taşıma araçları hurdaya terk edilecek kadar
eski, bakımsız. Binmek cesaret gerektiriyor, sanki üç adım sonra
arıza yapacakmış gibi güven vermiyor. Mumbai’deki şehir ve insan
manzaraları göz, kulak, burun ve dokunuş için zengin verilerle dolu…
Gördüklerimiz ve yaşadıklarımızla kendi ülkemizin sorunlarına, her
zamankinden daha ısrarlı bir şekilde sarılmamız gerektiği yanında
mücadelemizin ortak ve küresel bir vicdan meselesi olduğu da apaçık
ortada.
Port Alegre
akademik, Mumbai yoksunların karnavalı…
Hindistan’ın
coğrafik konumu, üçüncü dünya ülkelerinin temsilcileri ve örgütleri
için görece ulaşım kolaylığı sağladığından daha önceki DSF’lerde
-anlatılanlara göre- görülmemiş oranda yoksullar ve dışlanmış
halklar Mumbai’ye akın etmiş. Güney Afrikalı çiftçi sendikacı; Porto
Alegre için; “akademik”, Mumbai için ise; “okuma yazma ve her şeyden
yoksunların karnavalı” diyerek Mumbai DSF’nin fotoğrafını gözler
önüne seriyordu.
Mumbai DSF
katılımcısı topluluklar davullu, çalgılı, şarkılı yürüyüşleriyle ve
sokak tiyatrolarıyla foruma baş döndürücü bir renklilik
katıyorlardı. Bir oyunda gayet narin ve cana yakın bir şekilde
dinler arası hoşgörüsüzlüğün bedeli gözler önüne seriliyor. Başka
bir parodide ise, büyük tarım şirketlerinin tohum reklamları tiye
alınıyor, seyircileri kahkahalara boğuyorlardı. Daha niceleri…
Dünya Sosyal
forumu reformist mi?...
Ağırlıkla
Hindistanlı ve bazı diğer ülkelerin katılımcıları, Dünya Sosyal
Forumu’nu reformist olarak nitelendirmiş -kimilerine göre ise foruma
katılımları kabul edilmemiş- tepki olarak da, daha radikal bir
kimlik taşıyan “Mumbai Direnişi” adıyla alternatif ayrı bir yerde
başka bir forum düzenlenmişti.
Çiftçiler de
vardı!...
Benim birlikte
olduğum Via Campesina’nın (Uluslar arası Çiftçi Örgütü) çoğu üyeleri
her iki foruma da katıldı. İzlemeye çalıştı. Via Campesina ise,
kendi panel ve diğer etkinliklerini mekan olarak iki oluşum arasında
seçmek zorunda kalmamak için her iki forum mekanlarından ayrı fakat
ikisine de yakın bir mekanda gerçekleştirdi. Ayrıca Via Campesina
üyeleri ile Hindistanlı çiftçilerin birlikte yeşil boyunbağlı,
sloganlı yürüyüşü , yeterince renkli olan forumun heyecan ve
coşkusunu destekler gibiydi. Çiftçiler yürüyüşlerini forum alanı
içerisindeki bir alanda mitingle taçlandırdılar. Bu mitingde,
Hindistan Çiftçi Sendikası Başkanı, Fransa’dan José Bové ve Françoıs
Dufour ile Türkiye’den Abdullah Aysu’nun kendi dilerinden birer
konuşma yapmaları güzel, güzel olduğu kadar, değişik ve anlamlıydı
da. Konuşma aralıklarında Hintli çiftçiler sloganlarıyla çiftçi
dayanışmasının en güzel resmini çizdiler.
Via
Campesina’nın yürüttüğü ve iki tam gün süren panel etkinliğinde;
Çiftçi Haklarının Tanınması Girişimi, Toprak Reformu, Çiftçilerin
Tohumlar ve Genleri Değişmiş Türlere ve Patentlere karşı Mücadelesi,
Halkların Gıda Egemenliği ve Dünya Ticaret Örgütü konularını
çiftçiler, çiftçilere anlattılar. Her renkten, her dilden, her
dinden hem zengin hem de yoksul ülkelerden çiftçiler sorunlarını,
çözüm önerilerini mikrofondan dillendirme olanağına kavuşmuşlardı.
Toprak Reformu
ne durumda?...
Via
Campensina’nın forum-panel karışımı toplantılarında ilk Toprak
Reformu masaya yatırıldı.
Japonya
Hükümetinin II. Dünya Savaşından sonraki çiftçiye toprak dağıtım
programını kaldırarak çokuluslu şirketlerinin toprak sahipliği
planlarını öğrendik.
Lula’yla hayal
kırıklığına uğramadan önce- yıllar süren ve onlarca aktivistin
öldürüldüğü mücadele ile- 7 milyon hektarın 300.000 kişiye
sağlanmasıyla dillere destan topraksız çiftçi hareketini
MST’lilerden dinledik.
Bangladeş’te
kullanılmayan arazileri çiftçilerin yasal kullanma hakları olmasına
karşın nasıl engellendiğini… Engellenmelere karşı mücadelede
topraksız çiftçilerin öldürülmesi ve evlerinin yakılmasının hazin
öykülerini içimizi acıttı.
Güney Afrika’da
çiftçilerin kendi topraklarına dönüş hakkının yerine getirilmesi
engelini kaldırmak için verdikleri çetin mücadeleden dersler
çıkarttık.
Fransa’daki
ürüne sübvansiyon yerine doğrudan desteğin arazi büyüklüğüne
endeksli olmasıyla toprak tekelleşmesi ve gittikçe rant durumuna
doğru gidiş gibi konularının bizimle benzerliği karşısında şaşırdık.
Ne dersiniz
toprak tekelleşmesi gelişmiş ve az gelişmiş ülke ayrımına
bakmaksızın şaha kalkmış bir at gibi dolu dizgin değil mi?...
Çiftçinin kendi
ürünü tohum…
Tohumlar üzerine
de çok konuşuldu. Konuşmalarda; bir kavram, bir kültür, bir gelenek
ve teknik bir gerçek olarak tohumun çok taraflı anlam ve değeri…
Çokuluslu tohum şirketlerinin tohumu tekelleştirmesi ile verdiği
zararlar… Bangladeş hükümetinin seneler önceki yeni tarım
teknolojisinin getireceği gıda bolluğu vaatlerinin boş çıkmasının
ayrıntıları…Ayrıca; tarım şirketlerin sattığı tohumların, her yıl
yeniden satın almak zorunda kalınması… Miktarları artan ve gitgide
pahalılaşan kimyasal girdiler nedeniyle toprağın verimsizleşmesi ve
yüksek maliyeti nedeniyle de geçim sorunlarının daha da artması…
Mozambik’in cirit ve bıçakla Portekiz silahlarına karşı sömürge
mücadelesinde başarı elde etmesinden birkaç yıl sonrasında IMF’nin
empoze ettiği yeni neoliberal politikaları ve ABD’nin açlıktan
kurtarma adına genleri değiştirilmiş mısır yağdırmasına karşı halkın
direnişinin yenilgisi bir bir anlatıldı.
GM, Çiftçiler,
Eylemler…
Confederation
Paysanne lideri militan çiftçi José Bové de, katkısını tohum başlığı
altında yaptı. Burada, Avrupalı çiftçi örgütlerinden en çok yankı
yapan, GM tohumları üreten uluslararası şirketlerin tesislerine
yönelik eylemleri anlattı.
Bove; Greenpeace
çevreci örgütü ile birlikte yapılan birinci eylemde, 1998’de
Avrupalı firma Novartis’in laboratuarlarını basıp GM ile doğal tohum
stokları karıştırılarak kullanılmaz hale getirildiğini. - ki bu
hareketle aynı zamanda GM türlerin yerli türlere bulaşmanın
tehlikelerini kamu oyuna gösterildiği- 1999’daki Avrupa Birliği, GM
gıdalarına moratoryum kararı ile ABD’den gelen ithal ürünler üzerine
bu kısıtlamalar büyük bir darbe teşkil ettiği, İkinci eylemin,
moratoryuma rağmen şirketlerin sürdürdükleri GM türleri üzerine
yaptıkları denemelerinin tarlalarında yer aldığını, 1999’da yer yer
dağılmış bu deneme tarlalarından birisine gidilip Hindistanlı
çiftçi örgütü Karna taka ile birlikte ayakla çiğnendiği, bu şekilde
bugüne kadar, çeşitli örgütler—hepsi çiftçilikle de ilgisiz—20 kadar
deneme tarlasını tahrip ettiğini, GM gıdalarına karşı Avrupa Birliği
kamu oyunun büyük bir ölçüde bu eylemler sayesinde bilinçlendiğini
aktaran Bové; bu ilk bahar için yeni bir kampanya başlatıldığını
hatırlatarak, deneme tarlalarını basmak için gönüllülere yapılan
çağrılarla yüzlerce kişinin eylemlere katılmasını beklediğini
dillendirdi.
Tohum, kadınlar
ve kültür…
Tohum konusu
hararetli tartışılan, ve herkesçe önemsenen ilgi çeken bir konuydu.
Şili’den rapor sunan bir kadın çiftçi; “…tohumun anlam ve işlevi,
üretim zincirindeki basit bir ‘girdi’ den çok fazla çeşitlidir. En
çok kadınlar tarafından sağlanan bu işlevde uygulanan kolektif
değerler hazinesi, derin geçmişe dayanan bir uygarlığın tarihiyle iç
içe girmiştir. Dolayısıyla nesilden nesile seçilerek ve korunarak
bugüne kadar taşınan ve korunan, daha iyi bir ürün yetiştirilmesini
sağlayan, kendi emeği ve kültürel değerlerini yansıtan kolektif ürün
olarak tohumlar; en yalın anlamda çiftçinin kendi ürünüdür.
Tohumları “yaratan” insan topluluklarıdır. Bir kültürün ve tarihin
öz malıdır. Tohumu seçme, koruma ve aktarmanın esası, zaman içinde
bir ürünün gıda veya şifa değeri ile damağa hitap etmesi konusundaki
işlevidir…” diyordu.
Artık çiftçiler,
bu konuda kendi rolleri, yaratıcılıkları ve uygarlıkların katkısı
ile dünyaya getirdikleri tohumlara gururla sahip çıkma
sorumluluğunun bilincine varmaya başlıyorlar… En kalabalık
sesleriyle, özellikle Latin Amerika’nın…
Avrupalı
çiftçiden Avrupa Birliği tarım politikası…
Avrupalı çiftçi
Fransız Françoıs Dufour (José Bove ile birlikte Dünya Satılık
Değil kitabının yazarı) AB’nin 1950’lerden bu yana gelişen tarım
politikasını özetledi. AB tarım politikalarının yanlışlığını
içeriden bir Avrupalı olarak eleştirdi. En çok da AB’nin
“sübvansiyonlarla destekli ihraç fazlalığı” modelinin başta fakir
ülkelerin tarım sektörleri üzerindeki tahribatına vurgu yaptı.
AB’nin tarım üretimine kısıtlama getirmesini ve acilen uygulasın
çağrısını yaptı. Ayrıca AB’de uygulanan tarım politikalarının
işletme sayısını azalttığını, toprakların tekelleştiğini, günün
birinde Avrupa kırsalında bir avuç dev şirketler dışında kimsenin
kalmayacağı uyarısını yaptı. Bu gidişin şirketler diktatörlüğü
olduğunu belirterek çiftçilik yapabilmenin bir hak olarak
tanımlanması için mücadele edilmesi gerektiğini vurguladı.
Tarım ülkesi
Kore’de pirinç, buğday ithali…
Bir zamanlar
tarım ülkesi Güney Koreli çiftçi temsilcisi, yakın zamanlara kadar
bir çok üründe kendilerine yetebiliyorken şimdi pirinç, buğday ve
diğer temel maddeleri büyük rakamlarla ithal ettiklerini - Ne
tuhaf, bize ne kadar da benziyor diyoruz! - açıkladıktan sonra,
Güney Koreli çiftçi; Kuzey Kore’nin dağlık, engebeli topografyasının
tarım için uygun olmaması nedeniyle güney ve kuzey arasında entegre
bir tarım üretim ve dağıtım sistemine doğru gidilmesi gerektiğini
vurguladı.
Uruguay’dan
gelen çiftçi; halkların gıdada egemenliği mücadelesi, dünya
ekonomisini yöneten kurumların kural ve prensiplerine zıt düştüğü
için bu mücadelelerin her adımda engellenmeye çalışılacağını
hatırlatarak; Cancun’un sonuçsuz bitmesi hiç olmasa bu mücadeleye
hazırlanıp güçlendirmek için çiftçilere zaman kazandırdığını,
söyledi.
Rafael de
Cancun’u anlattı…
Via Campesina
Honduras bürosu sorumlusu Rafael Alegria; Cancun’daki, Koreli çiftçi
Lee’in intihar ile Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) karşıtı eylemlerini
anlattı. Cancun’da tarımın liberalleşme anonsu beklenirken renkli
olduğu kadar acı eylemlerin DTÖ toplantı salonları üzerine etkisini
vurguladı. Rafael; Zapatistalardan dayanışma mektubu ve sonra
Sub-Commandante Marcos’un gelip dünyanın dört bir tarafından gelen
10-15,000 eylemcinin kurdukları kampta kalması; gençliğin ve Black
Blok’un önce çevredeki büyük şirket binalarına saldırılarını bırakıp
kampın içine entegre olup kamplardaki güvenliği sağlamaları,
Korelilerin karate becerileriyle toplantı yerini kuşatan setin
üzerine atlaması ve burada Lee’in intiharı!… Bu duvarın DTÖ ile
halklar arasında anti-demokrasi ve fakirleştirmenin sembolü olarak
algılanıp yıkma kararı verilmesi. Ve kısa bir zamanda kadınlar ile
gençlerin yardımıyla telli duvar devrilmesi. Polislerden ayıran,
şimdi yerde yatan duvarın kendi tarafında kalıp yas ve zafer sembolü
beyaz çiçeklerle bir tören yapılması. Birkaç saat geçmeden Cancun
toplantısının hiçbir sonuca varmadan dağıldığı haberinin gelmesini
ayrıntılarıyla anlattıktan sonra, Alegria; bu eylemlerin hiç
şüphesiz salonlardaki gelişmeler/ gelişmemeler üzerine etkili
olduğunu ifade etti.
Çiftçi sorunları
ten rengi tanımıyor…
Paneller, hem
dört gün oturum aralarında hem de daha geniş gündemleri olan ve tüm
Via Campesina temsilcilerinin katıldıkları akşam toplantılarında
değerlendirildi. Bu tartışmalar bazen Via Campesina bileşenlerinin
birbirinden ne kadar farklı oldukları ve özgün tarz, bakış açısı ile
mücadele biçimleri üzerine önemli ipuçları ile doluydu.
Örneğin;
Mozambik’ten gelen bir kadın çiftçi; buraya gelmeden önce beyaz
insanların küçük çiftçilik sorunlarından uzak olduğunu, oysa aradan
geçen iki gün içinde çiftçilerin sorunlarının ortak ve ten rengi
tanımadığını, artık beyaz çiftçiyle aynı kaderi paylaştığını ifade
etmesi oldukça öğreticiydi…
Via
Campesina’nın bu iki günlük etkinliğinin sonunda tüm katılımcı
çiftçiler ellerini havada birleştirerek Venseremos’u hep bir
ağızdan söylemeyi başardılar…
abaysu2002@
yahoo.com
|