Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

Ver kurtul mu yoksa uzlaşma mi?

 Dr.Ergun GÖKNEL

Ülkelerin ve halkların tarihinde önemli yer tutan anlaşmalar vardır. Bu anlaşmalar her zaman tartışma konusu olmuş ve iki ana düşünce çevresinde tartışılmıştır. Anlaşma sonunda ya “verdik” dolayısıyla “kurtulduk” tezi ile “uzlaştık” dolayısıyla “önümüz açıldı” tezleri çarpışmıştır.

Tarih insanlığın ders alışması gereken örneklerle doludur. İnsanlığın  deneyim hazinesidir. Yalnızca ülke tarihinden değil dünya tarihinden de ders alınmalıdır. Zaman zaman neyin yapılmayacağı öğrenildiği gibi, sırası gelince neyin nasıl yapılacağı da öğrenilmeli ve kararlara örnek olmalıdır.

Ülkemiz ve devletimiz için son yılların en önemli dış politika tartışmalarından biri Kıbrıs konusudur. Birkaç gün önce bu konuda yapılacak bir anlaşma yönteminin ilk adımları atılmıştır. Şimdi tartışılan bu bir “ver - kurtul” anlaşması mıdır yoksa “uzlaş -önün açılsın” anlaşması mı olacaktır?

Önce Türkiye Cumhuriyeti tarihine bakalım.

Ülkemiz 1919-1922 yılları arasında üç yıl nerdeyse tüm dünya devletlerinin güçlerine karşı verdiği bir Kurtuluş Savaşı ile egemenliğine sahip olmuştur. Bu savaşın son aşamasını hatırlayalım. Güçlerimiz İzmir’de Ege kıyılarına ve Bursa/Balıkesir’de Marmara kıyılarına vardıktan sonra Trakya ve Istanbul’a geçmeyerek durmuştur.

Bu askeri taktik aynı zamanda akıllıca bir hamleyi de oluşturmaktaydı.  Halkının son maddi gücünü kullanarak zaferi kazanan bir ordunun ancak bir olasılıkla silah gücüyle kazanabileceği toprakların alınmasının kısa bir süre sonra yapılacak barış anlaşması dönemine bırakılması tercih edilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu anlaşması Lausanne’da imzalanmıştır. Bu anlaşmada da aynı taktik, bu defa anlaşma masasında izlenmiştir. Aylar süren görüşmeler sonunda Musul/Kerkük terkedilmiştir. Fakat bir devletin varlığını sürdürebilmesi için gerekli ve  toprak kazanımından çok daha önemli konularda istenen sonuca varılmıştır.

Biraz daha yakın tarihe gelelim. İkinci dünya Savaşı’nın son günlerinde savaşa girilmiştir. Bu savaşa giriş kağıt üzerindedir. Daha önce her iki tarafın da baskılarına dayanarak savaşa girmeyen Türkiye, savaşı kimin kazanacağı belli olduktan sonra da bu konuda adım atmamıştır. Bugün bile bu hareketi doğru bulmayan bir kesim vardır. Derler ki o yıllarda savaşa girilseydi Ege Denizinde on iki adaya sahip olabilirdik. Karşılığında neleri kaybedebileceğimiz üzerinde yazmak kehanete gireceği için daha ileri gitmiyorum.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ülkemizin ekonomik zayıflığı ve mevcut silahların eskiliği düşünülürse alınan karar her haliyle doğrudur. Bugün, seksen yıldır barış içinde yaşayan nadir ülkelerden biri olmamızı bu karara borçluyuz.

Bunlar Türkiye Cumhuriyeti tarihinden birkaç örnek. Gelelim Dünya tarihinin yakın yıllarına.

1917 Devriminin arkasından Almanya ile 1918 yılında yapılan Brest-Litovsk anlaşması ve Polonya ile 1921’ de yapılan Riga anlaşması ve diğer komşularla yapılan anlaşmalar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin sınırlarını İkinci Dünya savaşına kadar belirlemişti.  Toprak kaybını göze alarak yapılan bu anlaşmalar “uzlaş – önünü aç” anlayışının en değerli örneklerindendir. Bu durum 1945 yılına kadar sürmüş ve savaş sonrasında SSCB 1914 yılı sınırlarına yeniden kavuşmuştur.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Dünya Savaşına girmemiş olmasının en büyük kazanımlarından birisi de 1920 Gümrü anlaşması ile yeniden kazanılan Kars/Ardahan’ın kaybedilmemiş olmasıdır. Türkiye Cumhuriyeti/SSCB sınırı 1918 sonrası belirlendiği gibi kalan tek sınır olmuştur.

 Son günlerin Kıbrıs tartışmalarına gelirsek. New York görüşmelerinde erişilen nokta ve son aşamada gelineceği ümit edilen sonuç, bu örnekler göz önünde tutulduğunda her halde “ver - kurtul” değil “uzlaş - önünün aç” anlayışının güzel bir örneği olacaktır.

 Nasıl insanlar özel yaşamlarında gerektiğinde diğer kişilerle uzlaşma zorunluluğunda iseler, devletler de aynı şekilde uzlaşıcı hareket etmek zorundadırlar. Önemli olan, erişilen noktada yaşamsal işlevlerin kaybedilmediği ve geleceğe dönük ilerlemelere açık olan bir sonuca varılmış olmasıdır.

 

 

 

sayfa başına dön