ÖZELLEŞTİRMEDE SON
RAUND : 1
Ali E.KAHYAOĞLU
“Stratejik işletmeler,
stratejik sınıflar”-1
Ekonominin en önemli tesislerinden biri Tüpraş, satıldı,
satılacak.. Tüpraş’ın satış süreci, özelleştirmenin son dönemde yeniden
tartışılmasına imkan verdi.
İşçi sınıfının son yirmi yıldır en yakıcı sorunlarının
parçasıdır, özelleştirme. 1980’lerden buyana, işçi hareketinin maruz
kaldığı sistematik saldırıların başında gelir. Özelleştirmenin Fiilen
hızlandığı 1990’ın başında kamu sanayi sektöründe sendikalı işçi
sayısı yaklaşık 950 bin idi; bugün yaklaşık 420 bin civarındadır. Bu
düşüş özelleştirmenin gerçek niyetini açıkça ortaya koyan en sağlam
olgudur aslında.
Bu noktaya nasıl gelindi? Nerelerde hata yapıldı?....
İşçi sınıfının bu ağır saldırıyı püskürterek, yeni kazanımlar
elde etmesi mümkün mü ?... Yazılarımı bu soruların çerçevesi içine
sıkıştırmayacağım ama, bu sorulara cevap vermesi gereken işçi örgütü
olan sendikalar ve sol eksene sahip olduğu düşünülen ve sendikalarda
özelleştirme konusunda fikri hegemonya kuran aydınlarla polemik
yapmaktan da kaçınmayacağım.
Hatırlıyorum…1990’ların ortalarında, enerji sektöründe
örgütlü bir sendikanın toplantısına davet edilmiştim; sendika
uzmanlarından birisi, kendi sektörlerinin “stratejik üretim” yaptığını
özelleştirilmemesi gerektiğini, ama mesela, kamu bankalarının pekala
özelleştirilebileceğini çünkü kamu bankalarının yolsuzluğu, teşvik
ettiğini söylemişti. Donup kalmıştım; Allah’tan orada banka sektöründen
sendika uzmanı yoktu. Olsaydı, belki kapitalizmde kredi sisteminin
önemini anlatabilir, stratejik sektörlerin oluşumunda bu kredi
sisteminin belirleyici rolüne de –belki- vurgu yapabilir, asıl kendi
sektörünün stratejik olduğunu “ispat”edebilirdi.
Gelgelelim, stratejik sektör veya işyeri lafzı kendi içinde
de tutarsızlıklarla maluldü. Özelleştirmeye karşı sağlam bir bariyer
oluşturamıyordu. En başta, hangi sektörün “stratejik” olduğuna kim
karar verecekti? Örneğin toplumun büyük kısmının “açlık sınırının”
altında olduğu bir ülkede Et Balık Kurumunun (EBK) ve Süt endüstrisi
kurumunun (SEK) stratejik olup olmadığına kim karar verecekti? Sorun
eğer teknik ise, girdi-çıktı oranı yüksek olan Turizm sektörü neden
stratejik olarak kabul edilmiyordu ?
İkinci bir sorun daha vardı: Stratejik sektörler tercihini,
pratiğe geçirmede etkin olan devlet kurumları aksi gibi 1980’den beri,
strateji, planlama, sektörel öncelikler gibi kavramlarla
irtibatını kesmişti. Ve sendikalar ile sözkonumu “aydınlar” bu stratejik
önemi yana yakıla anlatıyorlardı ama kendileri dışında kimseye
dinletemiyorlardı. Devlet (ve de sermayeyi) ikna etmek için hangi
araçlar kullanılmalıydı? Ne yazık ki bu soruya da cevap veremiyorlardı
(!)
O yıllardan bugüne, “stratejik sektör” hatta “stratejik
ürün” lafını daha sık duymaya başladım. Üstelik pek çok sendika,
üyelerinin çalıştığı sektörü “stratejik üretim” alanı olarak kabul
etmekle yetiniyor, ilan edilen diğer “stratejik sektörlere” itibar
etmiyordu. Fabrikalar, tesisler tek tek elden gidiyor ama “stratejik
sektör veya işletme lafı” dolaşımdan bir türlü çekilmiyordu.
Ekonomik kalkınmayla, sanayileşmeyle doğrudan irtibatlı olan
bu kavramı dillendirmek, pratikte devlete, hükümetlere, sanayicilere
işlerini öğretmeye çalışmak anlamına geliyordu. Ne yazık ki bu tutum
hala devam ediyor.
Keynesçi bu tür iktisadi politika önerileri sendikalist
politikalara yabancı değildir kuşkusuz; Türkiye’de yıllardır devlet
işletmelerinin büyük ölçeklerine sığınıp, devlet patronajı içinde
hakimiyet kurduklarından, sendikacıların bu tür politikaları savunma
alışkanlıkları güçlüdür.
“Stratejik sektör lafzı”, sınıf mücadelesinin
temel stratejisi olan işçi birliğini bölücü işlev görüyor; sınıfı sektör
hatta fabrika içine sıkıştırdığı için. Kuşkusuz mücadele tekil
taleplerden başlayabilir ama, tarihsel mücadele deneyimi göstermiştir ki
sınıfı dar bir çıkar alanına sıkıştırmak yenilgiyi baştan kabul
etmektir.
Bu politikanın sendikalara taşınmasında, “sol eksenli ve
hatta “sınıf eksenli gözüken” aydın rolündeki akademisyenlerin,
uzmanların rolü de büyüktür. Bunlarla polemik yapmayan aydınların
sorumluluğu da küçümsenemez.
Gelecek yazıda aydınlar ve sendikacılarla polemik yaparak
konuyu işlemeye devam edeceğiz |