Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİNDE BİR U DÖNÜŞ

Ergin YILDIZOĞLU

Avrupa Birliği süreci, geçen hafta Le Monde 'un başyazısının anımsattığı gibi ''malların, hizmetlerin, sermayenin ve insanların serbest dolaşımı ilkesi üzerine kurulmuştu'' (25/02). Bu özelliklerinden dolayı AB, küreselleşmenin etkisiyle (savlara göre) eriyen ulus devletin, gelecekte, nihayet ortadan kalkmasıyla oluşacak manzaranın bir resmini, adeta şimdiden sunuyordu bizlere. Ancak, Avrupa'da son haftalarda, tam aksi yönde bir rüzgâr esmeye başladı: AB'nin 15 yeni ülkeyi içine almaya hazırlandığı şu günlerde, Birliğin ülkelerinin hükümetleri, yeni gelenlerin vatandaşlarının dolaşım, çalışma özgürlüğünü kısıtlayıcı yasalar geçiriyorlar.

Verilen sözlerin anlamı...

Aslında bu kısıtlayıcı uygulama, Almanya ve Avusturya tarafından bir geçiş dönemi tedbiri olarak, önce beş yıl için, sonra da gerekirse iki yıl daha uzatılmak üzere, uyum sağlamaya ilişkin bir istisna maddesi olarak, daha önce kabul edilmişti. Daha sonra Fransa ve İtalya da bu maddeden faydalanmaya karar verirken, İngiltere, İsveç, Danimarka, Hollanda ve İrlanda bu maddenin adil bir biçimde uygulanabileceğinden kuşku duyduklarını belirtmişler, hatta İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw 2002 Aralık'ında, yeni üye olmak için bekleyen ülkelerin dışişleri bakanlarına bir mektup göndererek, İngiltere'nin sınırlarını işçilere açık tutacağına ilişkin güvence vermişti ( The Independent 22/02/04).

Önce Hollanda hükümeti tutum değiştirdi ve 13 Şubat'ta göçmen işçilerin haklarını kısıtlayan bir yasa çıkardı: Yasaya göre, göçmen işçiler ancak hükümetin işçi kıtlığı çekildiğini düşündüğü sektörlerde çalışma hakkına sahip olacak, diğer sektörler yeni gelenlere kapalı kalacaktı. Hollanda hükümeti 18 Şubat'ta bir yasa daha çıkararak, halen sığınmacı statüsü kazanamamış 22.000 göçmeni üç yıl içinde sınır dışı edeceğini açıkladı. Hollanda'yı Danimarka hükümeti izledi ve 1 Mayısta AB'ye katılacak 10 ülke vatandaşlarından, ülkesine göçmen işçili olarak gelecek olanların, iş bulamadıkları takdirde en fazla altı ay, o da sosyal haklara sahip olmadan, kalabileceklerini açıkladı; bir başka yasayla, Müslüman din adamlarının ülkesine girişini çok zorlaştırdı. Finlandiya da Hollanda örneğini benimseyerek göçmen işçilere ancak işçi eksikliği olduğu saptanan alanlarda çalışma izni verileceğini açıkladı. İsveç hükümeti de tutum değiştirdi. Ama en yüz kızartıcı ''U'' dönüş, aday ülkelere mektup yazarak kısıtlamalara karşı olduğunu açıklamış olan İngiltere' den geldi. 23 Şubat günü İngiliz hükümeti, birliğe yeni katılacak ülkelerin işçilerinin İngiltere'de çalışma koşullarına büyük kısıtlamalar getiren ve refah devleti kapsamındaki sosyal haklardan yararlanma olanaklarını ortadan kaldıran bir yasa açıkladı.

Bu gelişmeler Birliğe katılacak on ülke yönetimlerinde bir soğuk duş etkisi yaptı. Slovakya Dışişleri Bakanı, Le Figaro 'ya verdiği demeçte, bu kısıtlamalar için ''ne adil, ne de yasal'' dedikten sonra 2001'de bu konu konuşulurken verilen güvenceleri anımsattı (23/ 02). Çek Cumhuriyeti devlet Başkanı kısıtlamaların ''savunulacak bir yanı olmadığını'' vurgularken, Başbakan Spidla , misilleme yapmakla tehdit etti. Macaristan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Tamas Toth da kararların ''geri bir adım olduğunu, hemen kaldırılacağını umduğunu'' söyledi ( Ajans France Press ).

Ve arkasındaki dinamikler

Avrupa Birliği ülkeleri hükümetlerinin bu ''U'' dönüşünün arkasında, temelde, sanırım iki etken var. Birincisi Avrupa'da ekonomik durgunluk, artan işsizlik ve AB'nin simgesi olan Euro 'nun, daha önce bir yazımda da belirttiğim gibi, AB ekonomisi üzerinde yarattığı olumsuz etki. Bu gelişmeler, AB ülkeleri vatandaşlarının Birliğe olan güveninde önemli bir gedik açtı. Euobserver 'in aktardığına göre 15 AB ülkesinde, 16.000 örnekle yapılan bir araştırma, AB'nin ''iyi bir şey'' olduğunu söyleyenlerin oranının 2003 baharına göre yüzde 6 oranında gerileyerek yüzde 48'e düştüğünü gösteriyor; yüzde 16, Birlik bozulursa memnun olacaklarını söylerken, Euro'yla ilgili olarak yüzde 59 Euro'dan yana ama genişlemeye karşı olduklarını, yüzde 35 ise karşı olduklarını açıklamışlar. Gelecek Avrupa parlamentosu seçimleri söz konusu olduğunda da halkın yalnızca yüzde 30'u sandık başına gitmeyi düşünüyormuş.

İkinci etken de, 11 Eylül sonrasında, yabancıların, özellikle Müslümanların bir güvenlik riski olarak görülmeye, insan haklarının, güvenlik kaygılarına kurban edilmeye başlamasıyla ilgili. 70 milyonluk Türkiye'nin kapıda bekliyor olması ise Le Monde 'un deyişiyle ''işleri hiç de kolaylaştırmıyor'' . Örneğin, Başkan Schröder Türkiye'nin AB'ye alınmasından yana olduğunu söylüyor ama Alman halkının çoğunluğu aynı görüşte değil (25/02/04). Fransız halkının da yüzde 55'i genişlemeye karşı ( Le Figaro , 26/02). Bu arada çok kaygı verici bir başka dinamik daha işlemeye başladı. Avrupalılar radikal İslamdan korkuyor ve bu radikalizmin nedenleri arasında Filistin sorununu görüyorlar. Ancak, bu noktada Avrupa ortak bilinci ve hafızası bir sıçrama yaptı ve yeniden, AB yönetimindekilerin de üzerine, Brüksel'de sempozyumlar düzenleyecek ( Liberation , 19/02) kadar kaygılandıran bir Yahudi düşmanlığı dalgası yükselmeye başladı.

Tehlikeli gelişmeler

Düne kadar yalnızca aşırı sağ içinde görülen düşünce biçimlerine, bu günlerde, kendini liberal, sosyal demokrat olarak niteleyen siyasi çevrelerde, entelijansiya arasında da rastlanmaya başlandı. İngiltere'de The Guardian 'da yayımlanan yazısında, kendini liberal ve ilerici olarak tanımlayan David Goodhart , göçmenlik koşuluyla, etnik/kültürel farklılıklar (ırk) sorununu birbirine karıştırıp yabancılara, göçmenlere, açıkça karşı bir yaklaşımla, ''biz ve onlar'' mantığı sergiliyor ve yazısını, göçmen işçileri oportünizmle suçladıktan sonra ''Açık söylemek gerekirse çoğumuz kendi türümüzle bir arada olmayı tercih ederiz'' diyerek bitiriyordu (19/02). Halbuki, gazetenin editörü Gary Young 'ın Goodhart'a verdiği cevapta anımsattığı gibi, ''göçmen işçiler oportünist bir biçimde buraya gelmeye başlamadan çok önce, oportünizm, Batı sermayesi biçiminde bu gelişmekte olan ülkelere girmemiş miydi?''

Alessandro Buonfino da Open Democracy sitesindeki yazısında, son dönemde yabancı düşmanlığı alanında peş peşe yayımlanan kitaplara bir örnek olarak İtalya'da yeni piyasaya çıkan ve çok satan Sessiz İstila başlıklı kitaptan hareketle, genelde Avrupa, özelde İtalyan entelijansiyasının Hıristiyan kimliklerini, ulusal kimliklerini yeniden keşfetmeye; kültürel, tarihsel özgünlüklerine vurgu yapmaya başladıklarını aktarıyordu. Böylece yabancı düşmanlığı, daha önce etkileyemediği toplumsal kesimlerde de yayılabiliyordu (12/02).

AB entelijansiyasının, kimi kesimlerinin kendilerini yabancı düşmanlığına, milliyetçi, ırkçı, dinci eğilimlere daha fazla açmasıysa, AB ülkelerinin halkının düşünsel evreninde bu eğilimlerin ve bunlardan kaynaklanan hükümet uygulamalarının benimsenmesi, desteklenmesi için gereken ortamı güçlendiriyor. Tüm bu gelişmelerin geçici olduğunu söylemek bence çok zor. Bu eğilimlerin kaynaklarındaki dinamikler, kalıcı olmanın yanı sıra, gittikçe güçlenme özelliği de sergiliyor...

.

sayfa başına dön