« HASTA LA VİCTOİRA SİEMPRE » 3
(Küba’dan
İzlenimler – 3)
Cüneyt
GÖKSU
(Fotoğraflar Serpil Yıldız)
Yola
çıkış..
Uçuş
tarihimizden 2 gün önce, Ankara’dan İstanbul’a geçtik. Burada, hem
heyecanımızı paylaşan arkadaşlarımızla görüşecek hem de son
eksiklerimizi tamamlayacaktık; eskiklerin başında, canım annemin, “Anne
Kurabiyeleri“ geliyordu. Annem onları hazırlarken, en az benim kadar
heyecanlıydı. Birlikte, harita üzerinden Küba – Türkiye hattını
inceledik, hayaller kurduk. Yaptığımız hazırlıkları, hayallerimi, neden
bu yolculuğu çok istediğimi anlattım; gözleri mutlulukla parlıyordu.
Sanırım her anne gibi, o da endişeleniyordu; belli etmemeye çalışsa da,
anlamamak mümkün değildi.
31 Ağustos
sabahı, 06:00’da Atatürk Havalimanı’ndaydık. Air France’ın ”check-in“
masasına geldiğimizde, gülümseyen bir sürü şık bay ve bayan arasında,
biz, sırt çantalarımızla hiç de Paris yolcusuymuş gibi, görünmüyorduk.
Görevli memur geldi ve çantalarımızın büyük naylon torbalara
yerleştirilmesinde yardımcı oldu; sarkan ipler ve kayışlar problem
yaratabilirmiş. Kafeye geçtik, vakit bir türlü geçmek bilmiyordu.
Ağabey’imi görememiştim; huzursuzdum; “muhakkak geleceğim, seni
Castro’ya uğurlayacağım“ demişti; gelirdi! Uçuş saati geldi, uçağa
binmek için, kapıya yöneldik. Oradaydı koca adam, körüğün kapısında bizi
bekliyordu, ağabeyim gelmişti. Kucaklaştık. Bu yolculukta bizimle
olabilmeyi çok istediğini söylemese de, gözlerinden belliydi.
Uçak
saatinde kalktı, Paris’e de zamanında indi.
Havana
bağlantısı için, sadece 3 saatimiz vardı. Uçağın kalkacağı terminale
ulaşıncaya dek, bindiğimiz otobüs, bütün havalimanını gezdirdi. Charles
De Gulle, Avrupa’nın önemli, “hub”larından biri. Bulunduğumuz terminal
Avrupa dışı uçuşlara ayrılmıştı. Her milletten insan oradaydı. Biz de
volta atıyorduk; Küba purosuyla, ilk kez burada, bir tütün mağazasında
tanıştık. Fiyat, marka, kalite vb. konularda bilgi aldık. Bu gezi için
çok aradığımız, fakat bulamadığımız digital kameraları kurcaladık.
Binlerce dolarlık pahalı saatlere bakarken, uçağa biniş zamanının
geldiğini farkederek, çıkış kapısına yöneldik.
Yolcu
profili rengarenkti; Varadero’ya giden, şık, “5-yıldızlı” çiftler;
kalabalık, neşe içindeki gezgin genç öğrenciler; iş adamları; etnik
kıyafetleri içindeki insanlar; turnelerinden ülkelerine dönen, cıvıl
cıvıl “Havana Club”lı bir gösteri grubu ve evlerine dönen başka
Kübalılar...
Uçaktaki
yerimize kurulup havalandıktan sonra, müzik ve video kanallarını
kurcaladık bir süre. Yemeği de yedikten sonra heyecanımız yatıştı;
Küba’yı konuşup, düşünürken uyumuşuz…
Rüya...
İlk
Zamanlar...
Küba’ya,
M.Ö. 3500’de ilk insan, M.S. 1250’de ilk yerliler olan Taino’lar
gelmişler. 3 Ağustos 1492’de, üç gemisiyle İspanya’dan bilinmeze doğru
yola çıkan Kolomb, 29 Ekim’de adaya ulaştığında, aslında Hindistan’a
vardığını sanmıştı. Bir sene içinde, İspanya’dan 17 gemilik ikinci bir
sefer yapıldı; 1500 kişilik, asker, misyoner ve işçi topluluğu adaya
getirildi. Kolomb bir kaşifti. O işini yapmıştı, ama ya sonrası!..


1520
İlk 300
kişilik köle grubu altın madenlerinde çalıştırılmak üzere, Küba’ya
getirildi. 1533 İlk köle isyanı oldu.
1557
Batı’nın getirdiği “Uygarlık” sayesinde, yaklaşık 3 Milyon olan
yerli nüfusu sadece birkaç bine düşmüş, ve artık Küba’da, 4 yüzyıl
sürecek bir İspanyol hegamonyası başlamıştı.
1597
Havana’nın
doğusunda, günümüze kadar kalmayı başarabilmiş,
Castillo del
Morro kalesi inşa edildi.
1607
Havana
başkent oldu.
1614
On yıldır yasak olan tütün ekimine yeniden, tek şartla izin verildi;
bütün hasat, Seville’e (İspanya) gönderilecekti!
1762
İngiltere – İspanya savaşı sırasında, Havana İngilizler tarafından işgal
edildi. Bir sene sonra, Florida karşılığında İspanyollarla takas edildi.
1774
Yaşayan 172.620 kişiden 96.460’ı beyaz, 31.847’si özgür, 44.333’ü köle
olan zencilerdi.
Bağımsızlık Mücadelesi…
1784
İspanyol vali, İspanya dışındaki ülkelerle ticaret yapılmasını yasakladı.
1789
İspanya kralı bir yasa çıkarttı; köleler yılda 270 gün çalışacak,
sahipleri onları doyurup, giydirecek ve iyi birer Katolik olmaları için
gerekeni yapacaktı. Bunun karşılığında köleler de, sahiplerinin “sözünü
dinleyecek ve saygı gösterecekti”.
1790
İlk Küba gazetesi çıktı. Satıştan elde edilen kâr, bir okula
bağışlandı.
1791-1805
arasında, Haiti’de çıkan büyük köle isyanı bütün adayı sardı;
İspanyolları ve Fransızları adadan çıkartan köleler, Napoleon’un
gönderdiği 43.000 askerin 8.000’ini esir alarak Haiti Zenci
Cumhuriyetini kurdu. Haiti’de bunlar olurken, 1795’de, Nicolás Morales
öncülüğünde, Küba’da da, Bayamo’da başlayan isyan, adanın doğusuna
yayıldı. İspanyolların şiddet yoluyla bastırdığı bu isyanı önemli kılan
özellik, beyazların ve zencilerin, ilk defa birarada, Haiti benzeri bir
ayaklanma başlatmış ve “eşitlik” istemiş olmalarıydı.
1811
Simón Bolívar, Venezuella’nın, İspanya’dan bağımsızlığını aldığını
açıkladı.
1812
José Antonio Aponte’nin Küba’da başlattığı bağımsızlık isyanı,
arkadaşlarıyla beraber idam edilmesiyle sonuçlandı.
1821 – 1831
arasında Peru, Nikaragua, Honduras, Costa Rica, Guatemala ve El Salvador
bağımsızlıklarını ilan ettiler. Yine bu tarihlerde, Afrika’ya yapılan
yaklaşık 300 seferle, 60.000 köle adaya getirildi. 1824’de, Peru’unun,
son İspanyol’ları ülkeden çıkarmasından sonra, Amerika anakıtasında,
sadece 2 ülkede İspanyol kontrolü kalmıştı: Küba ve Porto Riko. ABD
Başkan yardımcısı John Quincy Adams Kuba ve Porto Riko’nun,
Amerika’nın doğal uzantısı olduklarını açıkladı.
1825
Meksika ve Venezuella, Küba’nın bağımsızlığı için destek vermek istedi
fakat, Amerika ve destekçisi İngiltere tarafından engellendi; Henry
Clay, Küba’nın, gelecekte Amerika’nın bir parçası olacağını düşünüyordu.
1830
İspanya bütün
vergileri kendi lehine arttırdı, “Creole”lerin ve Küba doğumluların,
kendilerini temsil haklarını ellerinden aldı.
1848
ABD başkanı Polk,
Küba’yı satın almak için, İspanya’ya 100 Milyon Amerikan Doları
önerdi, fakat teklifi reddedildi.
1851
Narciso López, 2 yıl
boyunca sürdürdüğü, Amerika ve zengin Küba’lıların desteklediği “Küba’yı
Amerika’yla birleştirme” savaşının sonunda, Havana’da asıldı.
1854
ABD başkanı Franklin
Pierce 130 Milyon Dolarlık 2. teklifini yaptı ve reddedildi. Bazı
çiftlik sahipleri Havana’daki Amerikan temsilciliğinde, Amerika’nın
Küba’ya asker göndermesi konusunda çalışmalar yaptılar.




Küba’nın dış ticaretinin %90’ı ABD’ye, %10’u İspanya’yaydı artık. En
büyük trajedi de, tek mahsullü ve tek alıcılı ekonominin, daha o
yıllarda şekillenmiş oluşuydu. Küba’nın üzerinde, etkisi giderek azalan
İspanyol baskısının yanısıra, giderek artan bir Amerikan gölgesi vardı.
1881’de, ABD Dışişleri Bakanı
James G. Blaine
”Birgün orta ve güney Amerika, ABD’ye dahil olacak” dedi. Amerika’nın bu
vizyonu, zaten Küba’nın bağımsızlık isteğiyle birgün, mutlaka
çatışacaktı. Nitekim, Hawaii’nin ABD’ye geçişi, Küba için bir örnek
oluşturuyordu. 1895’de başlayan “Bağımsızlık Savaşı”nda, Jose Marti
özellikle şu fikri savundu: “Bağımsızlık savaşında, dışarıdan alınacak
her türlü yardım, ekonomik ve politik olarak, ileride kurulacak bir
ülkenin tam bağımsız olmasına engeldir”. 1898’e gelindiğinde,
Marti ve Maceo savaş alanında ölmüşlerdi. ABD, gelişen Deniz
Kuvvetleri’ne “doğal” bir liman oluşturmak, karasularını korumak ve
Küba’nın bağımsızlığını ”kontrol etmek” için, 10 Haziran 1898’de,
ünlü Guantánamo körfezine çıktı; Castro’nun dediği gibi ”Küba’nın
bağrına saplanmış bir hançer” olarak bölgedeki yerleşikliğini, günümüzde
bile koruyor. 1 Ocak 1899’da, İspanyol-Küba-Amerika savaşı sona
erdiğinde iş başına getirilen askeri hükümetin ilk işi, Havana’daki
İspanyol bayrağını indirip, yerine ABD bayrağını çekmek oldu. Küba’da,
1959 devrimine kadar sürecek ABD hegamonyası resmen başlamıştı.
Devamı var...