CARGİLL+ARTTIRILAN NİŞASTA BAZLI ŞEKER KOTASI=KAYBEDEN
Ahmet ATAKLI
Cargill, 1865 yılında Amerika’nın Iowa Eyaleti’nin Conover Kenti’nde
kurulmuş, yaklaşık 140 yıllık geçmişi olan bir Amerikan şirketidir.
Günümüzde 60’ın üzerinde ülkede 90 bin çalışanıyla yıllık 60 milyar
dolar cirosu olan bir şirkettir. Ülkemizdeki ana üretim konularından
biri de nişasta bazlı şeker üretimidir.
Cargill şirketinin Türkiye ile ilk ilişkileri 1960 yılında başlamıştır.
Ülkemizde ilk şubesini 1986 yılında açmış olan Cargill, Bursa’nın
Orhangazi İlçesinde 1997 yılında 90 milyon dolarlık bir mısır işleme
tesisi kurmuştur. DSİ’nin sulama sahası içerisinde inşa edilmiş olan bu
tesisin kapladığı alan ilk iş olarak sulama sahası dışına çıkarılmıştır.
Bursa Köy Hizmetleri Bölge Müdürlüğü tarafından tesisin bulunduğu saha
birinci ve ikinci sınıf tarım arazisi olarak tespit edilmiştir. Yani,
gerek 1997 yılında geçerli olan gerekse günümüzde geçerli olan mevzuata
göre tarımda kullanılması gereken tarım toprakları üzerinde Yüksek
Planlama Kurulu kararı ile kurulmuştur. Daha sonra Danıştay tarafından
izinleri iptal edilmesine karşın fabrika günümüzde üretimine halen devam
etmektedir.
Tarım toprakları üzerinde kurulu bulunan fabrika ile ilgili olarak,
İznik Gölü’nü atıklarıyla kirlettiği gerekçesiyle, demokratik kitle
örgütleri tarafından açılmış davalar bulunmaktadır. Bursa’nın Orhangazi
İlçesi’nde bulunan Cargill’in fabrika yeri ile ilgili en büyük sorun da
işte bu davalardır ve bu nedenledir ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
Amerika ziyaretinde doğrudan Cargill yetkilileri tarafından
karşılanmıştır. Bundan sonra Orhangazi’de kurulu bulunan Cargill’e ait
fabrika ile ilgili olarak yaşanacak olumlu ya da olumsuz gelişmeler,
Başbakanımızın Amerika’da Cargill şirketi yetkilileriyle neler
görüştüklerini ve ne sözler verildiğini bizlere açık bir şekilde
yansıtacaktır.
Diğer önemli bir sorun da nişasta bazlı şeker (NBŞ) kotasıdır.
Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde NBŞ için ortalama %2’lik kota
bulunurken, şeker pancarından şeker üretiminde birinci ve ikinci sırayı
paylaşan ülkelerden Fransa’da bu oran %0.42, Almanya’da ise %0.89’dur.
Türkiye’de 2001 yılında çıkarılan Şeker Yasası ile bu kota %10 olarak
belirlenmiş ve Bakanlar kuruluna bu miktarı %50 artırma ve azaltma
yetkisi verilmiştir. Bakanlar Kurulu da bu yetkiye dayanarak NBŞ
kotasını derhal %50 artırarak %15’e çıkarmıştır. Bu da yetmemiş gibi
şimdilerde kotanın %50’lere çıkarılması talep edilmektedir.
NBŞ üretiminde ana hammadde mısırdır. Türkiye’nin yıllık mısır üretimi 2
milyon ton ve tüketimi ise 3 milyon ton civarındadır. Yani Türkiye mısır
açığını kapatmak için her yıl 1-1.5 milyon ton mısır ithal etmek
zorundadır. Bu ithalatın büyük bölümü de Arjantin ve Amerika Birleşik
Devletleri (ABD) gibi transgenik mısır üreten ülkelerden yapılmaktadır.
AB ülkelerinde transgenik ürünler üzerinde hassasiyetle durulurken
ülkemizde bu konu maalesef gündeme dahi gelmemektedir. Türkiye bu konuda
da kobay ülke konumundadır.
Türkiye Fransa, Almanya ve ABD’den sonra üretimde 4. sırayı aldığı şeker
pancarından şeker üretmek yerine NBŞ kotasını artırmak suretiyle şeker
pancarı üretim alanlarını daraltmakta, dolayısıyla da şeker pancarından
şeker üretimini azaltmakta, hammaddesi bakımından dışarıya bağımlı
olduğu NBŞ üretimine yönelerek ABD’nin mısır üreticilerini
desteklemektedir.
NBŞ kotasının artırılmasında yerli üretim mısırın NBŞ üretiminde
kullanılacağı ve bunun da yerli mısır üretiminde artışına neden olacağı
söylemleriyle kamuoyu yanıltılmaktadır. Türkiye’de üretilen mısırın,
ekiminden ihracatına kadar her alanda desteklenen ve üretiminde de
transgenik tohum kullanılması nedeniyle verimliliği çok yüksek olan ABD
mısırıyla rekabet edebilmesi mümkün değildir. Mısır üretimimiz 1984
yılında uygulamaya konulmuş olan ikinci ürün projesi kapsamında 1.5
milyon tondan ancak 2 milyon tona çıkarılabilmiştir. Mısır üreticimizin
desteklenmesinde kullanılan doğrudan gelir desteği (DGD) bir tarımsal
destek olmaktan ziyade sosyal bir yardımdır. DGD, uygulandığı hiçbir
ülkede tek başına uygulanan bir destekleme şekli olmayıp, üretim fazlası
ürünler için uygulanmaktadır. Oysa Türkiye, birkaç ürünün dışında
kesinlikle üretimini ve verimliliğini artırması gereken bir ülkedir. DGD
ile desteklenen mısır üreticimizin yüksek fiyatlarla desteklenen ithal
mısırla rekabet edebilmesi olanaksızdır.
Dünya Ticaret Örgütü’nün Uruguay Turu Tarım Anlaşması’na göre Türkiye’ye
mısır için %182 gümrük vergisi koyma hakkı tanınmış olmasına karşın
Türkiye, mısırın hasat döneminde bu ürünün ithalatında %20-45 gibi
göstermelik gümrük vergileri uygulamış, ülkemiz yabancı mısır cennetine
döndükten sonra gümrük vergisini yine %70 gibi göstermelik seviyelere
çıkarmış ve yerli üreticiyi mağdur etmiştir. Yerli üretimimizle
kıyaslanamayacak ölçüde desteklendiği için yerli mısırımızdan çok daha
ucuza gelen ithal mısır varken hiçbir NBŞ şirketi daha pahalı olan
Türkiye’de yetişen mısırı tercih etmez. Dolayısıyla, NBŞ kotasının
artırılmasının, tamamıyla kendi olanaklarıyla üretimini devam ettirmeye
çalışan yerli mısır üreticimize hiçbir katkısı olmayacaktır.
Nişasta ve NBŞ üretim sektöründe,
Cargill
Amylum
Pendik Nişasta(Cargill+Ülker)
Sunar
Tat
olmak üzere 5 şirket faaliyet göstermektedir. Cargill şirketi 1997
yılında Pendik Nişasta’nın %50 hissedarı şirketin hisselerini almak
suretiyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cola Turka vasıtasıyla yakın
ilişki içinde olduğu diğer hissedar Ülker grubuyla yarı yarıya ortak
olmuştur. NBŞ sektörünün kurulu kapasitesi 935 bin ton olup bu
kapasitenin 440 bin tonluk kısmı Cargill’e aittir. Devlet Planlama
Teşkilatı’nın raporlarında 2005 yılı için NBŞ hedefi 430 bin ton olarak
belirlenmesine karşın Cargill’in kurulu kapasitesi tek başına bu hedefi
geçmiş ve toplam kurulu kapasite de iki katının üzerine çıkmıştır.
Hedefler belliyken kapasiteyi bu hedeflerin kat kat üzerinde artırmanın
amacı ne olabilir? Yanıt gayet basit! Türkiye %65’lik Ortadoğu şeker
pazarını elinde tutmakta. Cargill’in kavgası da Ortadoğuda’ki bu doğal
şeker pazarını NBŞ pazarına dönüştürebilmek. Yoksa, kendi ülkesinde %2
olan NBŞ kotasını Türkiye’de önce %10’dan %15’e çıkartmanın sonra da
%50’lere çıkartma mücadelesine girmenin ardındaki gerçek başka ne
olabilir.
NBŞ kotasının artırılması olayından doğrudan fayda sağlayacak bir
tarafta ABD’dir. Transgenik tohum kullanmak suretiyle diğer tohumlara
göre iki kat daha fazla verim alabilen ABD dünya mısır üretiminin
%38’ini gerçekleştirmektedir. Türkiye’deki NBŞ üretimi tamamıyla iç
piyasaya yönelik olarak gerçekleşmektedir. Bu nedenle de kotanın
artırılması durumunda ABD’den ithal edilecek mısır Türkiye’nin iç
piyasasında tüketileceğinden ABD’nin mısır stoklarının eritilmesine
yardım edecektir.
Ülkemizde satılan NBŞ fiyatları dünya fiyatlarının üzerinde olduğundan
sektördeki firmalar üretimlerini dışarıya satmak yerine iç piyasaya daha
fazla sokabilmek amacıyla NBŞ kotasının artırılması için sürekli
mücadele vermektedirler. Zaten kendi piyasalarını %2 gibi kesin
sınırlarla koruyan ülkelere NBŞ satabilmekte mümkün değildir. Ülkemiz bu
yönüyle de yabancı sermaye açısından tam bir cennet olmuştur. Ancak bu
fayda Türkiye’nin aleyhine gelişmektedir.
Gelişmiş toplumlarda NBŞ’lerin insan sağlığına olumlu ya da olumsuz
etkileri şiddetle tartışılırken ülkemizde tıpkı zirai mücadele
ilaçlarında ve genetik yapısı değiştirilmiş (transgenik) ürünlerde
olduğu gibi gündeme dahi gelmemekte ve de getirilmemektedir.
Dünya piyasalarında çok daha ucuz fiyatla satılırken neden daha yüksek
fiyatla şeker pancarından şeker üretip halkımızı kazıklayalım ve de
devlete yük bindirip zarar ettirelim konusu da gündemdeki farklı bir
yanılgıdır.
AB
ülkeleri içerisinde Almanya ile birlikte en çok şeker pancarından şeker
üreten Fransa’yı örnek vermek gerekirse; Fransa 2.5 milyon ton şeker
tüketimine karşın yaklaşık 4.5 milyon ton pancar şekeri üretmektedir. 2
milyon ton şeker üretim fazlası olan Fransa asla üretimini
kısmamaktadır. Bunun yerine tonunu 600 dolara ürettiği şekeri 250-300
dolardan dünya piyasalarına vermektedir. Şekerin perakende satış
fiyatının 1 dolar civarında olduğu Fransa, şeker pancarından şeker
üretmeyip tamamıyla dünya piyasalarından ucuz şeker alsa halkına
kilogramı 35-40 cente şeker verebilecekken bu yolu tercih etmemekte,
dışarıya verdiği ucuz fiyatın açığını kapatabilmek için de iç
piyasasındaki şekere bu fiyatı eklemektedir. Neden? Çünkü Fransa, şeker
pancarı tarımının çiftçisine ve ülke sağladığı faydaları çok iyi
bildiğinden üretibildiği kadar üretme yolunu seçmektedir.
Türkiye şeker üretimi açısından kendine yetebilen bir ülkedir. Kurulu
şeker fabrikalarımızın kapasitesi 2.5 milyon ton civarında, şeker
tüketimimiz ise 1.8-2.0 milyon ton düzeylerindedir. Şeker fabrikalarımız
tam kapasite çalışabilse yaklaşık 600 bin ton şeker fazlası oluşacaktır.
Ülkemizde de şekerin tonu tıpkı Fransa’da olduğu gibi 600 dolara
üretilmektedir. Bu 600 bin tonluk şeker fazlası 300 dolardan dünya
piyasalarına verilse 180 milyon dolarlık bir açık oluşacaktır. İç
piyasadaki şekerin perakende satış fiyatına yaklaşık 9 centlik bir ilave
yapılmak suretiyle devlete hiçbir yük bindirmeden tıpkı Fransa’da olduğu
gibi bu açık kolaylıkla halledilebilir. Ayrıca dış piyasaya verilen
şekerden elde edilecek 180 milyon dolar da yine halkın hizmetine
harcanacaktır.
Şeker pancarı tarımının faydalarını aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:
Şeker pancarı tarımı ile yaklaşık 500 bin çiftçi ailesi uğraşmaktadır.
Hane halkı düzeyinde bu sayı yaklaşık 2.5 milyon kişiye karşılık
gelmektedir.
Kırsal kesimde ayçiçeği tarımına göre 4.4 kat, buğday tarımına göre 18
kat daha fazla istihdam oluşturur.
Şeker fabrikalarında yaklaşık 30 bin kişi çalışmaktadır.
Şeker pancarı tarımı, sağladığı yüksek istihdam ile köyden kente göçün
hızını kesmektedir.
Şeker pancarı çiftçisi devlete hiç yük olmadan 170 bin hektar kıraç
tarım arazisini tamamıyla kendi yatırımı ile sulu tarıma kazandırmıştır.
Devletin bu kazancının parasal karşılığı 340 milyon dolardır.
Şeker pancarı üretimi için ton başına yapılan harcama buğdaydan 3.7 kat,
ayçiçeğinden 7 kat daha düşüktür. Buna karşın birim alanda buğdaydan 3.3
kat, ayçiçeğinden 2 kat daha fazla katma değer yaratmaktadır.
Şeker pancarı tarımı buğdaydan 1.5 kat, ayçiçeğinden 1.9 kat daha fazla
makine kullanımına olanak sağlar.
Şeker pancarının baş, yaprak, posa ve melası ucuz hayvan yemi olarak
kullanılmaktadır.
Şeker pancarının fabrikada işlenmesi sonucu elde edilen melas, maya
sanayiinin ana hammaddesidir. Melastan üretilen maya 80 ülkeye ihraç
edilerek döviz girdisi sağlamaktadır.
1
dekar şeker pancarı, taşımacılık sektörüne 5.7 ton yük sağlar.
Türkşeker, 2000 yılında taşımacılık sektörüne 15 milyon ton yük
sağlayarak 57 trilyon TL ödeme yapmıştır.
Şeker pancarı, kendinden sonra ekilen üründe verim artışı sağlar.
1
dekar şeker pancarının fotosentez sonucu havaya verdiği oksijen ormandan
3 kat daha fazladır ve 6 kişinin 1 yıllık ihtiyacını karşılayabilecek
düzeydedir.
Şeker pancarı tarımının faydalarını ana hatları ile toparlarsak;
çiftçimize makineli tarımı ve sulu tarımı öğretmiştir, yarattığı
istihdamla köyden kente göçün önündeki en büyük engeldir, taşımacılık
sektörüne ve hayvancılık sektörüne büyük katkı sağlamaktadır. Şeker
pancarı tarımı Cumhuriyet’le birlikte Türkiye’ye girmiştir. Türkiye’nin
şeker üretmediği dönemlerde bu stratejik öneme sahip ürünü kat kat daha
pahalıya ithal ettiği unutulmaması gereken önemli bir konudur.
Yukarıda izah edildiği üzere şeker pancarı tarımının faydalarını çok iyi
bilen Fransa, Türkiye’de yapılanın tam tersine, daha ucuz olan NBŞ
üretimi yerine bu ürüne %0.42 gibi katı bir kota uygulamakta ve şeker
pancarı tarımını teşvik etmektedir.
NBŞ üretimi ile şeker pancarından şeker üretimi birbirlerini ters yönde
etkilemektedir. Başka bir deyişle, birinin artması diğerinin azalması
anlamına gelmektedir. Ne yazık ki NBŞ kotalarında yaşanan bu artışlar
şeker pancarı ekim alanlarını daraltmakta, pancar çiftçisini, şeker
fabrikalarını ve oralarda çalışanları olumsuz etkilemektedir. Bunun
sonucu köyden kente göç olacaktır.
IMF ile 1999 yılında yapılan stand-by anlaşmasıyla tarımsal KİT’lerin
ekonomiye yüklerinin azaltılması amacıyla özelleştirilmeleri taahhüt
altına alınmıştır. Ülkemizde 27’si devlete 3’ü özel sektöre ait olmak
üzere toplam 30 şeker fabrikası bulunmaktadır. Özelleştirme Yüksek
Kurulu’nun 20.12.2000 tarih ve 2000/92 sayılı Kararı ile devlete ait
olan şeker fabrikalarının özelleştirme kapsamına alındığı
belirtilmiştir. Çalışanlarının ücretleri ile şeker pancarı taban fiyatı
ve perakende şeker satış fiyatı hükümet tarafından belirlenen şeker
sanayiini, başarısız olduğu için özelleştirme kapsamına alıp satacağız
demek komiklikten öte bir şey değildir; hükümetlerimizin aslında kendi
başarısızlıklarını kabullenmesi olarak değerlendirilmelidir.
Günümüz dünyasında endüstriyel üretimi düşük, ekonomik ve mali
örgütlenmesi yetersiz Türkiye gibi ülkelerin özellikle yabancı sermaye
yatırımlarından vergi toplaması mümkün değildir. Bu nedenle bizim gibi
ülkelerde devletin ekonomik gücünü büyük oranda KİT’ler
oluşturmaktadır.
KİT yatırımlarının artırılması ve bu yatırımların verimli bir işleyiş
içinde geliştirilmesi Türkiye’nin kalkınabilmesi için tek şanstır.
Dünyada devletin belirleyiciliği ve desteği olmadan kalkınabilmiş tek
bir ülke yoktur!
Türkiye’de izlenen yol tamamıyla yanlıştır!
KAYNAKÇA
Aydoğan, Metin,
Türkiye’yi Bekleyen
Tehlikeler Bitmeyen Oyun, Kum Saati Yayınları, İstanbul, 2002
Günaydın, Gökhan,
Türkiye Şeker Sektörü Analizi, KİGEM-TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası
Yayını, Ankara, 2001
Kıymaz, Taylan,
Dünyada ve Türkiye’de Şekerin Geleceği, Tarım ve Mühendislik, Sayı:
64-65, Ankara, 2003
Suiçmez, B. Remzi,
Parti Program ve Bildirgelerinde Yer Alan AB Üyeliği ve Tarımla İlgili
Belirlemelere İlişkin Kimi Değerlendirmeler, TMMOB ZMO AB
Genişleme Sürecinde Türkiye Sempozyum Kitabı, Ankara, 2003
Tortopoğlu,
A. İsmet, Kamu Şeker
Fabrikaları Özelleştirilmeli Mi, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Yayını,
Ankara, 2002
Türkiye MAI ve
Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu, Tarım Bir Kültürdür Tekelleştirilemez, İstanbul,
2001
TMMOB ZMO’nun
12.09.2003, 22.09.2003 ve 01.10.2003 Tarihli Basın Açıklamaları
|