Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

8 Mart  

Alev ATEŞ                                                                          

 

Yer:  1. Büyük Millet Meclisi

Tarih:  19.7. 1338  (1922)

 

“Efendiler...Geçen sene bu vakitler (1921 a.a.) Küre belini aşağıya iniyordum ve o gün İnebolu’ya yetişecektim (...) 40 - 50 merkeple gelen kadın kafilesi gördüm. Arkalarında cephane sandığı olarak yukarı doğru geliyorlardı. -Kış idi. Kanunsaninin üçü-beşi idi.- Doğrusunu söylemek lazım gelirse, affi alinize mağruren arz edeyim hıristiyan zannetmistim   Fakat yanımdan geçip gittiklerinde hıristiyan olmadıklarını anladım (Altını ben çizdim). O kafile geçip gitti. İkinci bir kafileye beş dakika sonra tesadüf ettim. O kafilenin başında 8 - 10 yaşında bir çocuk gidiyordu. İsmin nedir dedim ?  Dedi, ismim Yasar. Bu götürdüğünüz nedir dedim ? Cephane dedi. Nereye götürüyorsunuz dedim ? Ne bileyim dedi. Büyük Millet Meclisi emir vermiş biz bunları taşıyoruz dedi. ... Efendiler rica ederim dinleyiniz, müteessir oldum... Dedim ki Büyük Millet Meclisinin böyle bir emri yoktur fakat bu çocuğa ne söyleyeyim ? Bunu söylerken aşağıdan bir kafile  daha çıktı. Yanında bir jandarma bir asker daha çıktı. (o da mi yaya sesleri) o da yaya... Jandarmayı çağırdım oğlum neden bu kadınlara cephane taşıttırıyorsunuz sebep nedir hikmet nedir ? Efendim bilmem ben. Ben muhafızım bana ne soruyorsun   Şu geride bir adam vardır, muhtar, ona sorabilirsin. ...Efendiler gördüğüm kadınları şöyle gördüm. Yalınayak, çırılçıplak, bazılarının çocukları kucağında, kana tere batmış. Vallahilazim, billahilkerim böyledir...çocukları kucaklarında olduğu halde yukarı çıkıyorlardı. Müteessir oldum, arabadan aşağıya indim, başladım ağlamaya. Muhtarı çağırdım dedim ki ; bu kadınları nereye götürüyorlar, sebep nedir, bu kadınlar niçin gidiyorlar ? Dedi ki; efendi ben bileyim Türkiye Büyük Millet Meclisi böyle emir vermiş, kadınlar İnebolu’dan cephane çekiyorlar. Çünkü İnebolu’ya cephane dolmuş bunun acele gitmesi lazımmış, götürüyoruz. Ağa sizin hayvanlarınız yok mu ? Hayır yok, hayvanlarımız öldü. Niçin ? Cephane taşıya,  taşıya... (....) Gittim İnebolu’ya. Çolakzade Nuri Bey var orada. Onun mağazasına gittim. Onu dedim ki; Nuri Bey bu kadınlar buradan niçin cephane taşıyorlar, acaba sizin bundan malumatınız var mı? Mebuslarınıza yazdınız mı ? Dedi vallahi halen yazmadık, fakat yazmak teşebbüsünde idik. Müteessir oldum kaymakamı çağırttım. Geldi. Kaymakam bey bu kadınları bu cephaneyi taşımaya kim icbar ediyor, kim gönderiyor ? Altı saatlik yere gönderiyorsunuz. Ha; kaymakama sormadan dediler ki bunu askeriye yapıyor, müteessir oldum. (...) kalktım gittim telgrafhaneye; menzil müfettişi Osman Bey’e  (...) sordum dedim ki; böyle bir vakanın şahidi oldum, pek müteessir oldum, eğer siz yapıyorsanız neden Büyük Millet Meclisi namına diyorsunuz? Osman Bey bu kadınların babaları şehit, kardeşleri şehit, evlatları şehit (...) Onlara dedik ki; git biz senin karına, evladına,çoluk çocuğuna bakarız ekmek de veririz. Fakat böyle yapmadık, çıkarttık sokaklara yalınayak, başı açık, karnı aç perişan halde cephaneyi de verdik sırtına gönderdik dedim. (...)

 

Konuşmasının devamında uzun ,  uzun durumun vahametini anlatan                  Mustafa Durak Bey,  karısının kızının “çırılçıplak”  sırtında mermi taşıdığını öğrenen askerlerin cepheden kaçacağını kendisinin eli uzun olan devletin yakalayıp divani harbe verse bile askerlerin namusları için cepheden kaçtıklarını söyleyince hiçbir mahkemenin buna cevap veremeyeceğini anlatır, şöyle devam eder.

 

 

(...) bu askeri söyletseniz...o asker de beyefendi çok rica ederim; anamı gönderdin, karımı gönderdin, emmimi gönderdin kimini öldürttün, kimini yaralattın, kimini topal ettin. Bir tek karım, çocuğum kaldı. Bunların da arkasına cephane vermişsin, kış günü çırılçıplak...Hem namusum berbat oluyor, hem canim gidiyor ben kaçmayayım da ne yapayım ? (...)

 

Bürokratların, askerlerin, milletvekillerinin eşlerine karılarına cephane taşıtmayan asker  ve sivil yöneticilerin,  köylü kadınlara yük taşıtmasının da ayrıca  büyük haksızlık olduğunu vurgulayan M.Durak Bey emri veren kaymakamla da görüşmesini şöyle anlatır Mecliste.

 

...(Kaymakam) itiraz etti. Hayır itiraz değil itiraf etti. Dedi ki cephane biraz çok gelmişti; cephaneyi buradan kaldırmak icap ediyordu. Vali beyden telefonla rica ettim. O da bu suretle münasip gördü. Jandarmaları çikarttım, gittiler bu yakın köyleri  gezdiler. Vakıa bunlarda hayvan kalmamış, şimdiye kadar cephane taşıya ,  taşıya merkepleri kalmamış. Erkekleri de yok ey ne yapalım ? Bu kadınlara taşıttırmak icap etti. Birkaç köye taksim ettik, bu cephaneyi bu dağın arkasına taşımaya mecburdurlar. Allah belanı versin, Allah seni kahretsin, yerin dibine bat. Buyurun efendiler cenaze namazına.

 

NURI BEY (Bolu) - Ayağının altına alıp ezmedin mi ?

 

MUSTAFA DURAK BEY (Devamla) - Ne yapayım, gitti orada bir delilik etti derler. .......

 

Bu konuşmadan öğrendiğimiz üzere;  Durak’ in milletvekili olduğu Erzurum’a dikilen Nene Hatun heykelleri salt bir söylencedir, Kemalistler kadınlara yaptıkları zulmü böylece meşrulaştırmak istemektedirler (mi ?).  

 

Böyle düşünenler o günden bu yana mecliste hep çoğunluk oldular.

 

ll.

Gene aynı kaynaklardan kadınların bir başka boyuttaki görünümünü de öğreniyoruz.  THİF yöneticilerinin İstiklal Mahkemelerinde yargılanması için yapılan oturumda ; “...Şeyh Servet Efendi bizi hanesine davet etti...Oradan bize delalet verilerek ...Ziynetullah Efendinin hanesine gittik...orada üç-dört tane kadin, yok Rahime Yoldaş, Fatma  Yoldaş, Halime Yoldaş...biz bunlarin  karşisinda tuhaf bir  vaziyet aldık.... bize bu kadınlar da olduğu halde bir cemiyetten bahsettiler... (Sivas mebusu Memduh, TBMM Tutanakları)” denilerek, kadınların TKP (THİF) içinde oldukça örgütlü olduğundan söz edilmektedir. Aynı konunun tartışıldığı bir sonraki oturumda da başka bir mebus “girdiği toplantıda, çıplak kadınların kendilerini örgütlemeye çalıştığını, kendileri ile toplantılar yaparak kendilerini örgütlemeye”  çalıştığını Meclisin üyelerine şikayet ederek anlatır.  Elbette çıplak dediği, normal giyimli yani çarşaf örtmeyen kadınlardır.

 

Bu yıllarda (1920)  l. Doğu Halkları Kurultayında konuşan Naciye hanımın, “haklarda tam eşitlik, evlilikte eşitlik, çok evliliğin kaldırılması, eğitimde eşitlik, idari ve yasama işlerinde çekincesizce kabul görmek, köy ve kentlerde kadın örgütlenmesinin olanaklarını sağlamak”  gibi  konularda  köklü taleplerde bulunmaktadır. (Akt. E.Akal, Tüstav Yy. Kızıl Feministler) 

Dünyaya bu açıdan bakanlar kurtuluş savaşı içinde kadınların aktif yer  almasından gurur duymaktadırlar.

 

Böyle düşünenler  girebildikleri her meclisten bir biçimde tasfiye edildiler.  

 

lll. 

Bu küçücük parçaları aktarmamın nedeni, kadınların toplumsal yerlerine ve tarihi bağlamları ile miheng taşı sayılabilecek mücadele yıllarında dinci ve sol kesimin bakışını iyi bir biçimde gösterdiğinden dolayıdır. Koruyucu ve kollayıcı erkek rolünü kutsal kitaplarla edinmiş müslümanların (müslüman kadının içselleştirdiği;  kollanan ve korunan formatı ile erkeğin içselleştirdiği koruyan ve kollayan formatı aynı zamanda bir iktidar talepçisi olan ideolojinin güzergahında yer alır, kutsal kitap buyruğu olup değiştirilemez)  demokrasi uğruna bu yapılarını parçalayacaklarına inanmak olanaksızdır. 

 

“Türklerin, Çerkezlerin ve İran dağlılarının Müslüman olmayı kabul etmeleri  ile çok büyük yaralar  alan  İslamiyet ideolojisi  (  Prof.Seyyit Kutub - İslamda sosyal Adalet) Cumhuriyet rejiminin getirdiği laiklik ilkesi ile  aldığı en son ve en derin yarayı  kadın türbanları ile sarmak yolunda önemli adımlar attıklarına inanmamdır.

 

Yargılanması yasak olan şey değiştirilemez. İnanç sistemleri değiştirilemez. Ancak aynen Hıristiyanlığın tarihinde olduğu gibi  siyasi arenadan  ibadethanelerine kesin dönüş yapmaları sağlanabilir. Bazı ittifakları cazip ve zorunlu göstermeye çalışmamızın nedeni ise bizlerin bu işi tek başımıza becerecek donanımdan (her alanda olduğu gibi) yoksun olduğumuzdan bu işi gerekirse silah zoruyla yapacak olan güçlere biat etmemizi bilmemizdendir. [Bu da  elbette TİP’in sözünü ettiği sınıfsal ittifakların ötesinde anlamlar taşır. Çünkü ittifaklar bir güç meselesidir ve o dönem TİP çok güçlüdür. O kadar ki gündemi o belirler. (TİP İncelemesi, Cumhuriyet Gaz. Şubat 2004 ) ]

 

Bu yazıdaki çaresiz ifade sırça köşke girmiş filler gibi, demokrasiyi kıra döke demokrasi getirdiği iddiasındaki güçlerin yanında olmamız gerektiği gibi anlam taşıyorsa da öyle değil. Tümüyle sosyalistlerin kişilik bunalımının kendi kimliklerini bir kenara itmek zorunda kalan kaçak göçmen  devrimci psikozundan kurtulamamış olmamızdandır. Ya entelektüel sığlığımızı “enternasyonal düşünme” kisvesi ile bezeyip diğer ülkelerin başarılı entelektüellerinin ardına  sığınıyoruz {ki bizim grubun kötücül anlamda kullandığı ‘Tanzimat aydını’ böyle bir nitelemedir yoksa batı düşmanlığı için kullanıldığı biçimi değildir}  ya güçsüzlüğümüz saklamak için güçlü sınıflardan sahte müttefiklerin ardına sığınmanın teorilerini üretiyoruz, ya da tümden vazgeçip kimliğimizi sahte kimliklerle değiştiriyoruz.

 

‘8 Mart’  için yazı yazmaya kalkışınca ‘kadın sorunsalı’ hakkında ki zaafım açıkça ortaya çıktı ve konuyu daha iyi bildiğimi varsaydığım yerlere getirdim.

Farkındayım.

 

YAYIN YÖNETMENİN NOTU :

Alev Ateş , “Resmi Tarih” üzerinde çalışma yapmaktadır . Bir çok belge yanında TBMM gizli tutanaklarını da incelemektedir . Yukarıdaki alıntılar ünlü 1. Meclis tutanaklarındandır. Hani demokrasi anlayışı göklere çıkartılan meclis . Adı geçen Erzurum Milletvekili de Meclisin “Muhalif” kanadından olup pek ünlü bir muhafazakardır . Öyle ki Kazım Karabekir Paşadan Komünist olarak söz eder .

Mustafa Durak beyin cephane taşıyan kadınlardan “Çırılçıplak” diye söz etmesi kadınların çarşafsız olmalarındandır . Ta birinci Meclisten beri var olan  bu muhalefet ülkemizde zaman , zaman iktidar da olmuştur , şimdi olduğu gibi…

Bu not yazarın izniyle konulmuştur .

 

sayfa başına dön