Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 

 AB…DTÖ…TARIM

Abdullah AYSU

 

Gelişmekte olan ülkelerin çoğu tarım dış alımcısıdır. Bu durum, sonuçta doğal koşullar ile azgelişmişliğin kısır döngüsünü kıramadıklarının yanında gelişmiş ülkelerin uyguladığı ekonomi politikalar da önemli bir etkendir. Şöyle ki; gelişmiş ülkeler kısa süreler için ürünlerini geri bıraktırılan ülkelere satarken ihracata sübvansiyon uygulayarak, destekleyerek, ürünlerin fiyatını düşük tutarlar. Geri bıraktırılmış olan ülkeler ise, kendi tarımsal üretim potansiyellerini geliştirmek yerine “nasılsa ucuz alıyoruz” diye geliştirmezler ve ihmal ederler. Kendi iç dinamiklerini geliştirmezler ve kontrollerinde dış dinamiklere güvenerek hareket ederler. Başka bir deyişle başta Kuzey Afrika ülkeleri olmak üzere birçok geri bıraktırılmış ülke kendi iç üretim fiyatlarından çok daha düşük fiyatlarla gerçekleştirdikleri dışalımın kısa dönemli büyüsüne kapılarak, kendi tarımsal kapasitelerini ihmal etmişlerdir. Bu da gelişmekte olan ülkelerin tarımı için yıkım olmuştur.

Türkiye’de de 1980’ den bu yana tarım ve hayvancılık alanında benzer sinsi bir oyun oynanıyor. Kırsal kesimde yaşayan ve çalışan milyonlarca insanın yaşam ve geçim koşullarını iyice berbat edecek bir yapı değişikliğine gidiliyor. Milyonlarca çiftçi için çöküntü yaratacak adımlar atılıyor.

            Tarım ve hayvancılık alanında varolan çarpıklıklara, yanlışlara  ve eşitsizliklere yenileri ekleniyor. Türkiye’yi uluslar arası tarım ve gıda şirketlerinin çiftliğine dönüştürecek, köylerden kentlere yoksulluk akıtacak, kent çeperlerinde kent-kır karışımı yaşama insanları mahkum edecek, politik kararlar birbiri ardına alınıyor. IMF ve Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ile AB’nin dayatmalarını hükümetlerin uygulaması, tarım ve hayvancılık kesimini dünyanın acımasız piyasa ekonomisi karşısında korumasız  bırakıyor.

            IMF reçeteleri ile Türkiye’yi tarımını desteklemekten vazgeçiren emperyalist ülkelerin kendileri, tarımlarına verdikleri büyük destek ile bitkisel, hayvansal üretim veriminde rekorlara ulaşıyorlar. Bunlar ürün fazlalarına pazar arıyorlar. Türkiye’yi silolarında buğday taşan, et buzulları yükselen, ülkelerinin engelsiz pazarı haline getirecek; buna karşılık küçük ve orta üreticiyi, tarım emekçisini daha da yoksullaştıracak kararlar alınıyor.

            Türkiye’de kırsal kesimde yaşayanlar halen nüfusun yüzde 35’ini, toplam işgücünün ise yüzde 43’ünü oluşturuyor. Üstelik bu, geliri düşük bir kesim. Bu nüfusun sadece ekonomik nedenlerle değil, sosyal bakımdan ve tüketicilerin ucuza tüketmesi adına desteklenmesi gerekiyor.

            O nedenle tarım ve hayvancılık sektörünün desteklenmesi politikaları, sosyal hedefleri kadar tüketicilerin desteklemesi anlamına da geliyor. “Tarım destekleme fiyatları nedeniyle battık. Çiftçiye havadan para ödeniyor” lafları ile çokuluslu sermayenin sözcülüğünü yapanlar; Türkiye’nin toprak ve insan yapısını, ekonomik durumunu göz önünde  bulundurmuyorlar.

Bu koşullarda IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, AB dayatmalarını hükümet eliyle uygulamaya koymaları  kırsal kesim için son derece ağır sonuçlar doğuruyor, doğurmaya devam edecektir.    

            Şimdi, uluslararası finans kuruluşları, örgütler ve AB’nin Türkiye tarım ve hayvancılığına etkilerini inceleyelim:

  Avrupa Birliği Ve Türkiye Tarımı

 

Almanya, İtalya, Belçika, Hollanda ve Luxemburg’un 1 Ocak 1958 tarihinde, imzalamasından sonra yürürlüğe giren Roma Anlaşması ile  AET(Avrupa Ekonomik Topluluğu) ya da bugünkü adıyla AB (Avrupa Birliği) kurulmuştur.

Topluluğun amacı mal, hizmet, sermaye ve işgücünün serbestçe dolaşabileceği geniş bir ortak pazarı oluşturmaktır.

Topluluğa, 1973 yılında; İngiltere, İrlanda ve Danimarka  1981 yılında; Yunanistan,  1986 yılında; İspanya ve Portekiz, 1995 yılında; Avusturya, İsveç ve Finlandiya katılmıştır.

AB, “Tek Avrupa Senedi”ni 1987’de, “Maastricht Anlaşması” nı 1992’de, imzaladı. Bu imzalarla AB, küreselleşen dünya koşullarına uyum konusunda önemli adımlarını da  atmış oldular.

 

Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası (Otp)

 

Avrupa Birliği’nin  kurumsal sisteminin en önemli politikalarından biri Ortak Tarım Politikası’dır. Ortak Pazar mal, hizmet, sermaye ve insanların serbest dolaşımını sağlama amaçlı, OTP ise bu genelin içinde yani; Topluluğun farklı parçalarını bir arada tutan siyasi ve ekonomik birleştiriciliğin bir parçası olmuştur.

Avrupa Komisyonu, OTP’nın oluşturulması için hazırlanan teklifleri  30 Haziran 1960’da görüşmeye başlar. Söz konusu teklifler 6 ay süren yoğun görüşmelerden sonra OTP’nın oluşturulması konusunda ilk karar alınır.

Topluluğun tartışmalar sırası ve sonrasında tüketim ihtiyaçlarındaki durumu şöyledir: Topluluk halkın toplam tüketim ihtiyaçlarının 1962 yılı itibarıyla sadece yüzde 80’inini karşılayabiliyordu. Yani, yüzde 20 açığı vardı. Alınan kararlar, yürütülen çalışmalar ve harcanan çabalarla günümüzde yüzde 120’sini kendisi üretir duruma gelmiştir. Yani bu sürenin özet bilançosuna baktığımızda; yüzde 20 olan açığını kapatmış, yüzde 20 de artıya geçmiştir.

Üretimi artırma politikaları; çevre, su, toprak, doğanın korunması, toprak kullanımı, ürünlerin kalitesi ve hayvanların refahı açısından bir dizi yeni sorunu da ne yazık ki beraberinde getirmiştir. Başka bir anlatımla, bu üretim artışına çevre,su, toprak, doğanın korunması, ürün kalitesi, hayvanların refahını düşünmeden zarar vererek ulaşılmıştır. Marks’ın dediği gibi; “Kapitalizm sadece işçilerin emeğinden çalmaz, topraktan da hırsızlama yapar .” tespiti burada acımasızca uygulanmıştır. Kapitalizm, çevreden, topraktan, sudan, doğadan, ürün kalitesinden, hayvanların refahından –kar için- hep çalmıştır. 

Geçmiş dönemdeki Birlik politikalarının amacı, üretimin arttırılması ve yiyecek açısından olduğu kadar enerji ve doğal kaynaklar açısından da dışarıya olan bağımlılığın azaltılması şeklinde bir hat izlemiştir. Bu hedeflere de iç pazarda fiyatları yüksek belirleyerek, gümrük koruması getirerek ve Birlik tercihi gibi ek mekanizmalar da uygulayarak ulaşmıştır.

Ortak Tarım Politikası’nın ilk dönemlerinde fiyatların yüksek belirlenmesi, tarım sektörünün genel olarak modernleştirilmesinde etkili bir yönü olmuştur. Bu politikanın sonucu olarak da Birlik, ilk yıllarına oranla 2-3 kat daha fazla ürünü çok daha az sayıda insanla üretir duruma gelmiştir.

Roma Antlaşması’nın 39. maddesi ile belirlenen Ortak Tarım Politikası’nın hedefleri ise şöyledir:

  • Verimliliğin arttırılması,
  • Toplulukta tarım kesiminde yaşayanlar için adil yaşama standardının sağlanması,
  • Pazarın istikrarının sağlanması,
  • Yiyecek sunumunun teminat altına alınması,
  • Tüketicilere makul fiyatlarla yiyecek sunulması gibi konular olarak belirlenmiştir.

 

Yeni Ortak Tarım Politikası

 

1992 yılına gelindiğinde Avrupa Birliği Tarım Bakanları Konseyi, önceki dönemlerde uygulanan politikalardan  vazgeçmiş, resmi olarak tarihindeki en radikal Ortak Tarım Politikası’nı kabul etmiştir. “Reform” niteliğindeki bu değişiklik, arz ve talebin dengelenmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir.

Yeni politikalar gereği;

  • Tarlaların bir kısmı üretimden çekilmiş,
  • Süt kotaları sürdürülmüş,
  • Sığır eti üretimi engellenmiş,
  • Üretim için çevreye verilen zarardan dönülmüş, çevreye daha çok önem verilerek topraklar daha akılcı bir şekilde kullanılmaya başlanmış,
  • Fiyatlar düşürülmüştür.

Alınan bu önlemlerden özellikle büyük çiftçilerin- tarım şirketlerinin- zarar görmemesi için de doğrudan destek ödemeleri yapılmıştır. Üretim maliyetlerinin bu şekilde yönlendirilmiş, ürün kalitesini yükseltmek için teşvikler vermiştir.

Uygulanan Ortak Tarım Politikası ile ilk zamanlar alınan önlemlerle tüketilenden çok üretilmiş ve bunun maliyeti, sorunlara neden olmuş, eleştirilere hedef olmuştur. Bu sorunlara  AB’de yaşlı nüfusun giderek artması nedeniyle Topluluk yaşayanlarının düşük kalori ihtiyacı, yeni ve farklı ürünlere-şişmanlatmayan, organik  vs- talebin artması gibi yeni üretim tarzlarına yönelmeye itmiş, bu doğrultuda arayışları da ayrıca başlatmıştır.

Reform sonrasında da ürün fazlalığındaki artış sürmüş, talep artmamış hatta azalmış, fazla ürünlerin depolama maliyetinin yüksekliği sorun yaratmış. Birlik çözümü ihracata yönelmekte bulmuş.

Bu da ticaret savaşlarının başlamasına neden olmuş, dünya pazarlarında  yapay düşük fiyatlar ve spekülasyonlara hız katmış, dünyanın önde gelen ihracatçıları olan; gelişmiş ülkeler ve çok uluslu tarım ve gıda şirketleri arasında çatışmalar başlatmıştır.

 

AB Tarım Bütçesi

Ortak Tarım Politikası (OTP) Birlik üyesi devletlerin tamamını kapsayan ortak bir politikadır. Yukarıda da belirtildiği gibi Roma Anlaşması, tarım politikalarının desteklenmesi politikalarını benimsemiş bu politikanın gereği olarak da  ortak bir kaynak yaratılmıştır.

Avrupa Tarım İzleme ve Teminat Fonu (EAGGF), ilk ortaya çıkmasından beri, Topluluk bütçesindeki en büyük fonu oluşturmuştur. EAGGF, sadece 1995’te toplam AB bütçesinin %48 ini kullanmıştır.

 

Pazarda Ortak Düzenleme

 

Ortak Pazarda, her tarım ürünü için farklı bir düzenleme vardır. Ortak pazarın düzenlenmesi, pazara bağlı olarak tarımsal ürünlerin yüzde 60’ından fazlası için fiyatlara garanti sağlar.

Ortak düzenleme fiyat garantisinin yanında, düşük fiyatlı ithal malları olan tahıl, pirinç, şeker, süt ve süt ürünleri, sığır ve dana eti gibi ürünlere de karşı koruma sağlar. Pazardaki ortak düzenleme ile tahıl, zeytin, yağ ve una fiyat desteği ve doğrudan yardım, yumurta ve kümes hayvanlarına ithalat koruması ve ihracat desteği, bazı meyve ve sebzelere ithalat koruması, yağlı tohumlar, pamuk ve kenevire doğrudan destek verilmektedir.

Katılım Ortak Belgesi’ne göre Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerine baktığımızda AB’nin aday ülkelerin uyum koşulları gereği, Türkiye’nin IMF ve Dünya Bankası aracılığıyla sürdürülen Program’a devamını koşul olarak istemektedir. AB gösterdiği bu koşulla Türkiye tarımı her geçen gün biraz daha AB ile ABD arasında sıkışmakta, kendisi olma ve kendisini geliştirmekten hızla uzaklaş(tırıl)maktadır.

Türkiye’ye böyle dayatma getiren, AB’nin son politikalarına baktığımızda aday ülkeler için de farklı yeni politikaları gündeme getirdiği görülmektedir. Şöyle ki; AB, kendi köylüsü- tarım üreticisi için ödediği ürün fiyat- DGD toplamını, 2004 sonunda  Birliğe aday olacak ülkeler için uygulamaya isteksizdir. Bu uygulama da Avrupa Birliği’nin  kendi içerisinde zenginler ve yoksul ülkeler olarak bölümleneceğinin işaretlerini vermektedir. Avrupa Birliği’ne aday ülkeler bu gerçekliği gören bir yerden tutumlarını belirlemeleri gerekecektir. Bu tutuma karşı çıkmak için Prag’da 4 Aralık 2002 günü büyük bir miting düzenleyen ve AB köylü örgütlerinin desteğini arayan “Visegrad dörtlüsü” (Macar-Çek-Polonya-Slovakya) köylüler için  Avrupa’nın tarım- köylü örgütlerinden gelen yanıt şöyledir: Bu oran, sizin için oldukça adil bir gelir düzeyini yansıtmaktadır, bir an önce kabul etmeniz yararınıza olacaktır!” şeklinde olmuştur. Sanırım bu yanıt,  emeğin karşılığının alınmasını AB’ye bağlayanlar için hoş bir yanıt olmamıştır.      

 

Avrupa Birliği, Gümrük Birliği Ve Türkiye Tarımı

 

            Bilindiği üzere 1 Ocak 1996 tarihinde AB Gümrük Birliği (GB) yürürlüğe girdi. Gümrük Birliği, AB’nin dört özgürlükler olarak ifade ettiği “ paranın, malların, hizmetlerin ve işgücünün serbest dolaşımı”nın  yaratılması yönünde atılan adımların ilki olarak değerlendirilebilir. AB’nin üzerine oturduğu Roma Antlaşması da aslında  GB üzerine kurulmuştur. GB, üye ülkelerin aralarındaki ticarette her türlü gümrük vergilerini, ithal kısıtlamalarını ve bütün diğer engellerin kaldırılmasını sağlamak ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulamak için oluşturulan bir birliktir.

            AB üyeliğinin bir çok olumlu yönü olduğu anlatılıyor. Ancak AB ve GB birbirinden ayrı tartışılamaz, ikisi de aynı amaca hizmet eden ayrı duraklardır. Hedef, yeni liberalizmin hakim olduğu bir “Birleşik Avrupa” yaratmaktadır. Ancak bu Birleşik Avrupa kendi içinde kategorilere ayrılmak zorundadır. Örneğin,  ekonomik farklılıklardan dolayı herkes Para Birliği’ne üye olacak mı tartışılabiliyor. Yine, tarım üretiminin yoğun olduğu ülkeler ya yardımlardan eşit şekilde yararlanamayacak ya da AB’nin yardım koşulları değiştirilecektir. Kısacası AB bile kendi içinde zenginler ve fakirler  diye iki guruba ayrılma gibi bir eğilim taşımaktadır.

            Gümrük Birliğine üyeliğimizin kabulü ile sadece tam üyeliğin getirdiği bir takım yükümlülükler altına girmiş olduk. Yani, Türkiye AB’nin dış politikaları hakkında görüşlerini söyleyebilir, ancak karar mekanizmasında yer alamaz.

            Peki AB ülkelerinin çiftçileri bütün bu olup bitenlere ne diyorlar. AB Ortak Tarım Politikası Reformu’nu nasıl görüyorlar. DTÖ talepleri ve ABD’deki uygulanan tarım politikaları ile aynı gördükleri AB Reformuna alternatifleri nelerdir, ona bakalım.

 Haftaya devam edecek  

 



 

 
sayfa başına dön