Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

ATEİST Mİ

VURUN BOYNUNU

 Alev ATEŞ  

Bütün uluslar kendilerini benzersiz  bulmak için yüzlerce gerekçe bulabilirler. Bütün uluslar bu gerekçelerini yan yana koyarak inceleseler hepsinin bir birinin aynı olduğunu görürler ve gene de kendilerinin eşsiz olduğunu iddia ederler. Efsanelerin, masalların bile aynı olduğunu keşfedince derin üzüntülere kapılan ve ulusal kimliklerine bu yolla zarar verildiğini ileri süren şapsal bir savunma mekanizmanın ardında basit bir şovenizm yatmaz. Daha derin daha katmerli bir faşizmdir bu dürtünün adı. Çeşitli sosyolojik açıklamaların katmerleri arasında bir gerçeklik olarak meşrulaştırılan bu düşüncelerin büyük toplumsal tehlike potansiyeli taşıdığı açıktır. Gene de bu düşünce üzerinden “kurtuluş” ideolojilerinin dünyayı nasıl kana boğduğu bilinir .

 

Bir ulusun gerçek ihtiyacının ne olduğunun  tespiti ve bu ihtiyaçların nasıl giderileceğinin adı da politikadır. Peki bir ulusun gerçekten ihtiyaçlarının ne olduğunun ölçütü nedir ? Bunu belirleyen bakışın da adı  ideolojidir.

Bizim bilimsel anlayışımızın temelinde ; Ekonomi , felsefe ve tarihsel çözümler yatar . Dinler dekendi ideolojilerinin temeline kutsal metinlerini yerleştirirler . İki yaklaşımında temelinde güçsüz olanın kendine ideolojik bir liman bularak güçlüye karşı iktidarını oluşturmak için mücadele yolunu araması gerçeği vardır .

Hıristiyanlığın katıksız iktidar arzusu yıllar süren savaşlarla sonuçlanmış ve ya anglo-sakson sekülarizmi ile ya da eski kıtanın laisizmi ile çözülmüştür . Ancak , sosyalizmin bir biçiminin çöküşü , beceriksizliği , hödüklüğü ne derseniz deyin (çünkü şu an konu dışı) tedavülden çekilmesi ile “İdeolojiler” çöktü gerekçesiyle yoksulluğun sığınağı olarak İslamiyet öne çıkmıştır .

Yoksulluğun dünya üzerinden silinmesi için dini öğretilerin hiçbir kurtarıcı özelliği olamayacağı bilindiği halde kitleler bu kozu da oynayacaklardır . Dünya Kapitalist sistemi bu oyunu da çok kanlı hale getirecektir elbette .

 

Bizim bu kurtuluş ideolojisi oluştururken tuttuğumuz yol önce toplumsal / tarihi yapının bilimsel olarak analizine dayanır. Bilimsel çözümlemelerle elde edilen sonuçların içine insanın bütünselleşmiş ediminin konulması ile oluşan ideoloji de doğru olduğuna inandığımız  yolu çizer. Bunun böyle olmadığı şu ana kadar tüm çabalara karşın önerilememiştir çünkü  bulunamamıştır. Zaten bizim yolumuzda yaşaya geldiğimiz tüm sapmaların da bu sistemin dışına çıkılarak dayandığımız bilimsel düşüncenin inanç sistemleri gibi kunt hale getirilmesinden kaynaklanmıştır. Benim bazı yazılarım da söylediğim “insanın kendi kirliliği ideolojinin kirliliği değildir” dediğim ama ne yazık ki sonucu böyle tezahür ettirilen ideolojik kirlilik böylesi bir entelektüel   sapmanın sonucudur.  

 

Bazı dostlarımın son birkaç yıldır entelektüellere fazla yüklenmemden dertli olduklarını biliyorum. Ne var ki zaten benim onları onların beni de ilgilendirdiği yok doğrusu. Hepimiz bildiğimizi söyleyip gidiyoruz. Benim tespitlerim doğrudan “kendiliğinden bir işçi hareketinin, ülkenin aydın çevrenin verdiği mücadele ile birleşmesi”  ile oluşacak bir ideolojinin yerine bir yolunu bulup ya da bulduğunu sanıp yeni kuramları dayatmaları ve bunları gerçekleştirecek sermayeyi de bir biçimde edinebilmelerine karşı oluşmaktadır.

 

“Her marksistin kalbinde insana inanç yatar; bu inanç olmasaydı tüm devrimci eylem anlamsız olurdu” diyor Mandel. Sanırım benim doğrultumu belirleyen birkaç özlü sözden birisi de bu. Bazı solcularımız  dehşetli bir mekanizmi marksist öğretinin doğal mecrası olarak içten kabullenmeleri  ne denli yaman bir ‘çağdışılık’  yaratıyorsa, bu mekanizmden kaçınıyoruz, değişmeyen tek kural değişimin kendisidir diyen doğruyu kendine dayanak yapan himayeci bir demokratlığı tek hedef olarak belirleyip ideolojinin iktidar hedefinin yerine ikame etmeye çalışmak denli ürpertici. Demokrasinin sonsuz bir kuralsızlıklar ortamı olarak kabul edilmesi gerekir. İnsanoğlu böylesi bir özgürlük içine doğar çünkü henüz bir bilinci yoktur. Bilinç konulacak sınırları ve kuralları saptamanın tek ölçütüdür . . Konulacak kurallarla sınırlar çizebilecek güce sahip olmanın adı da iktidardır. İktidarı ele geçirmek için çizilecek yolu ideolojiler mümkün kılar. Bu nedenle de demokrasi bir nihai hedef  olarak öne sürülemez. O nedenle globalizmin bütünsel bir demokrasi anlayışı olmaz, o nedenle bizim yaşımızdakilerin bildiği ve şimdilerde adı değişmesine karşın aynı olan Yahya Han demokrasileri ölçüt değildir. Sosyal devletin parçalanması demek olan “şirket-pazar” özgürlüğü için konulacak bırakın yapsınlar bırakın geçsinler kuralsızlığı ne kadar demokrasi değilse,  “son devlet için” kanını feda etmenin aç bırakılmanın örtüsü olarak kabul edildiği militarist güçlere dayanan kışla demokrasisi de hedef ve çıkış yolu değildir. 

Çünkü bu iki anlayış da insana rağmen yönetim anlayışlarını doğurmaktadır.

.................................................

 

Her ideolojinin sınırları çektiği bir çizgi vardır. En iyi biz sosyalistler biliriz ki bu sınırlar çoğu kez iktidarların sınırlarının ihlali demek olduğundan satır araları ile iletilmeye çalışılır kitlelere.

 

Bu nedenle demokratik rejimlerin her türünde “satır aralarını” okumak zorunludur, bu satır aralarında kendi iktidarımızın nasıl olacağının da ip uçları gizlidir. Çünkü her demokrasinin kendini koruma refleksi olduğunu biliriz. Elbette bizim değiştirmek istediğimiz ölçütler onların ölçütleri dışındadır. Birbiriyle amaçlarımız doğrultusunda anlaşmak olanağı yoktur. İlk paragrafta söylediğim anlamı ile yüz yıllardır “kavram” olarak üzerinde anlaşma sağlanamayan bir “milliyetçilik” sözcüğü  üzerinden de demokrasiyi korumayı “devleti korumakla” özdeşleştirenler olduğu gibi, ne idüğu belirsiz, zaman zaman aptal, zaman zaman çok sağduyulu kabul ettiğimiz “halk” üzerinden yapılandırılmaya çalışılanlar da aslında tek gerçeği inkara dayanmıyor mu? 

 

Sadece “insanın kendini gerçekleştirmesi” olanaklarının sağlanması demek olan sosyalist demokrasinin yolunu açacak bir demokrasi üzerinde anlaşma olabilir mi? Bizim “insan” parantezinde altını çizmeye çalıştığımız ‘varlığa’  bir faşistten daha fazla kim düşman olabilir ? O kişinin ateist olduğunu bilen bir ‘demokrat Müslüman’ .  

 

 Yol arkadaşı edindiğiniz “köylü mütefekkir” den daha anlamlı sözler edemeyen dini liderin “ateistlerin boynunun vurulabileceğini”  satır arasını  okumaya bile gerek bırakmayacak açıklıkta söylemesi de sizin demokrasi anlayışınızın ayaklarını yere bastırmıyorsa, hala daha kendi düşüncesine uymadığı için bir “solcuları”  statükocu / gericilikle suçlayıp, hoca efendilerin müridleri ile demokrasi gerçekleştireceğini sanıyorsanız,   bizim için de;  böyle sol entelektüelin çekiverin kuyruğunu gitsin demekten öteye yol kalır mı?

 

Son iki not :

 

Başbakan T. Erdoğan ; “faizin hayatın bir gerçeği olduğunu ve bir zamanlar kaldırmak istemekle büyük hata yaptıklarını “ söyledi ve ; “Hayatlarında bir tek gün parayı yönetmemiş olanlar bunu anlayamazlar” diye de ekledi . Hocasına karşı yaptı bu konuşmayı.

Başbakan T. Erdoğan bizim solcularda sık sık gördüğümüz, değişerek ilerleyen Müslüman liderlerdendir.Ancak T.Erdoğan 50 sinden sonra Kuran- Kerim hükümlerinin de hayatın gerçekleri karşısından hükümsüz kaldığını söylemiş oluyor.Ki bu bir değişim değil “ Franz Kafka’ nınGregor Samsa’  sının dönüşmesi” gibi bir şeydir.Gene de işin bu değişim tarafından çok Erdoğan’ın öğrenmesi gereken son bir şey var.Ustalar da bunu senelerce önce yazmışlar.”Kimse parayı yönetemez.Para insanları yönetir.”demişler.Pazar ekonomisi dediğiniz ve uygulamakla övündüğünüz sistem işte bu para köleliğinin ekonomi kitaplarındaki adıdır.İşin bilimsel gerçeği budur.

 

Aslında yukarıdaki yazıda da bunun adını koymaya çalışmıştım . Toplumsal taşlar artık hızla yerli yerine oturmakta ve İslami dini söylem de aynen Hıristiyanlık gibi kurtarıcı görünümünü kanlı biçimde terke zorlanmaktadır .

 

Diyalektik denilen hınzır hükmünü icra ediyor Tayyip’ in haberi yok . (Hoş bizim de yok ya ! )O bir Molier kahramanı gibi.

 

T. Erdoğan dünyayı etkileyen 100 adamın arasındaymış : Hani Timur yendiği savaştan sonra esir aldığı Beyazıt’ a bakmış , bakmış da “Bu dünya senin gibi bir körle  benim gibi bir topala kalmışsa vay bu dünyanın haline  demiş ya , bu meşhur sözü anımsadım .Bu dünyayı Bush ‘ la Tayip ‘e bıraktı ya bu insanlık…

 

     

sayfa başına dön