ATEİST Mİ
VURUN BOYNUNU
Alev
ATEŞ
Bütün uluslar kendilerini benzersiz bulmak için yüzlerce gerekçe
bulabilirler. Bütün uluslar bu gerekçelerini yan yana koyarak
inceleseler hepsinin bir birinin aynı olduğunu görürler ve gene de
kendilerinin eşsiz olduğunu iddia ederler. Efsanelerin, masalların bile
aynı olduğunu keşfedince derin üzüntülere kapılan ve ulusal kimliklerine
bu yolla zarar verildiğini ileri süren şapsal bir savunma mekanizmanın
ardında basit bir şovenizm yatmaz. Daha derin daha katmerli bir
faşizmdir bu dürtünün adı. Çeşitli sosyolojik açıklamaların katmerleri
arasında bir gerçeklik olarak meşrulaştırılan bu düşüncelerin büyük
toplumsal tehlike potansiyeli taşıdığı açıktır. Gene de bu düşünce
üzerinden “kurtuluş” ideolojilerinin dünyayı nasıl kana boğduğu bilinir
.
Bir ulusun gerçek ihtiyacının ne olduğunun tespiti ve bu ihtiyaçların
nasıl giderileceğinin adı da politikadır. Peki bir ulusun gerçekten
ihtiyaçlarının ne olduğunun ölçütü nedir ? Bunu belirleyen bakışın da
adı ideolojidir.
Bizim bilimsel anlayışımızın temelinde ; Ekonomi , felsefe ve tarihsel
çözümler yatar . Dinler dekendi ideolojilerinin temeline kutsal
metinlerini yerleştirirler . İki yaklaşımında temelinde güçsüz olanın
kendine ideolojik bir liman bularak güçlüye karşı iktidarını oluşturmak
için mücadele yolunu araması gerçeği vardır .
Hıristiyanlığın katıksız iktidar arzusu yıllar süren savaşlarla
sonuçlanmış ve ya anglo-sakson sekülarizmi ile ya da eski kıtanın
laisizmi ile çözülmüştür . Ancak , sosyalizmin bir biçiminin çöküşü ,
beceriksizliği , hödüklüğü ne derseniz deyin (çünkü şu an konu dışı)
tedavülden çekilmesi ile “İdeolojiler” çöktü gerekçesiyle yoksulluğun
sığınağı olarak İslamiyet öne çıkmıştır .
Yoksulluğun dünya üzerinden silinmesi için dini öğretilerin hiçbir
kurtarıcı özelliği olamayacağı bilindiği halde kitleler bu kozu da
oynayacaklardır . Dünya Kapitalist sistemi bu oyunu da çok kanlı hale
getirecektir elbette .
Bizim bu kurtuluş ideolojisi oluştururken tuttuğumuz yol önce toplumsal
/ tarihi yapının bilimsel olarak analizine dayanır. Bilimsel
çözümlemelerle elde edilen sonuçların içine insanın bütünselleşmiş
ediminin konulması ile oluşan ideoloji de doğru olduğuna inandığımız
yolu çizer. Bunun böyle olmadığı şu ana kadar tüm çabalara karşın
önerilememiştir çünkü bulunamamıştır. Zaten bizim yolumuzda yaşaya
geldiğimiz tüm sapmaların da bu sistemin dışına çıkılarak dayandığımız
bilimsel düşüncenin inanç sistemleri gibi kunt hale getirilmesinden
kaynaklanmıştır. Benim bazı yazılarım da söylediğim “insanın kendi
kirliliği ideolojinin kirliliği değildir” dediğim ama ne yazık ki sonucu
böyle tezahür ettirilen ideolojik kirlilik böylesi bir entelektüel
sapmanın sonucudur.
Bazı dostlarımın son birkaç yıldır entelektüellere fazla yüklenmemden
dertli olduklarını biliyorum. Ne var ki zaten benim onları onların beni
de ilgilendirdiği yok doğrusu. Hepimiz bildiğimizi söyleyip gidiyoruz.
Benim tespitlerim doğrudan “kendiliğinden bir işçi hareketinin, ülkenin
aydın çevrenin verdiği mücadele ile birleşmesi” ile oluşacak bir
ideolojinin yerine bir yolunu bulup ya da bulduğunu sanıp yeni kuramları
dayatmaları ve bunları gerçekleştirecek sermayeyi de bir biçimde
edinebilmelerine karşı oluşmaktadır.
“Her marksistin
kalbinde insana inanç yatar; bu inanç olmasaydı tüm devrimci eylem
anlamsız olurdu”
diyor Mandel. Sanırım benim doğrultumu belirleyen birkaç özlü
sözden birisi de bu. Bazı solcularımız dehşetli bir mekanizmi marksist
öğretinin doğal mecrası olarak içten kabullenmeleri ne denli yaman bir
‘çağdışılık’ yaratıyorsa, bu mekanizmden kaçınıyoruz, değişmeyen tek
kural değişimin kendisidir diyen doğruyu kendine dayanak yapan himayeci
bir demokratlığı tek hedef olarak belirleyip ideolojinin iktidar
hedefinin yerine ikame etmeye çalışmak denli ürpertici. Demokrasinin
sonsuz bir kuralsızlıklar ortamı olarak kabul edilmesi gerekir.
İnsanoğlu böylesi bir özgürlük içine doğar çünkü henüz bir bilinci
yoktur. Bilinç konulacak sınırları ve kuralları saptamanın tek ölçütüdür
. . Konulacak kurallarla sınırlar çizebilecek güce sahip olmanın adı da
iktidardır. İktidarı ele geçirmek için çizilecek yolu ideolojiler mümkün
kılar. Bu nedenle de demokrasi bir nihai hedef olarak öne sürülemez. O
nedenle globalizmin bütünsel bir demokrasi anlayışı olmaz, o nedenle
bizim yaşımızdakilerin bildiği ve şimdilerde adı değişmesine karşın aynı
olan Yahya Han demokrasileri ölçüt değildir. Sosyal devletin
parçalanması demek olan “şirket-pazar” özgürlüğü için konulacak bırakın
yapsınlar bırakın geçsinler kuralsızlığı ne kadar demokrasi değilse,
“son devlet için” kanını feda etmenin aç bırakılmanın örtüsü olarak
kabul edildiği militarist güçlere dayanan kışla demokrasisi de hedef ve
çıkış yolu değildir.
Çünkü bu iki anlayış da insana rağmen yönetim anlayışlarını
doğurmaktadır.
.................................................
Her ideolojinin sınırları çektiği bir çizgi vardır. En iyi biz
sosyalistler biliriz ki bu sınırlar çoğu kez iktidarların sınırlarının
ihlali demek olduğundan satır araları ile iletilmeye çalışılır
kitlelere.
Bu nedenle demokratik rejimlerin her türünde “satır aralarını” okumak
zorunludur, bu satır aralarında kendi iktidarımızın nasıl olacağının da
ip uçları gizlidir. Çünkü her demokrasinin kendini koruma refleksi
olduğunu biliriz. Elbette bizim değiştirmek istediğimiz ölçütler onların
ölçütleri dışındadır. Birbiriyle amaçlarımız doğrultusunda anlaşmak
olanağı yoktur. İlk paragrafta söylediğim anlamı ile yüz yıllardır
“kavram” olarak üzerinde anlaşma sağlanamayan bir “milliyetçilik”
sözcüğü üzerinden de demokrasiyi korumayı “devleti korumakla”
özdeşleştirenler olduğu gibi, ne idüğu belirsiz, zaman zaman aptal,
zaman zaman çok sağduyulu kabul ettiğimiz “halk” üzerinden
yapılandırılmaya çalışılanlar da aslında tek gerçeği inkara dayanmıyor
mu?
Sadece “insanın kendini gerçekleştirmesi” olanaklarının sağlanması demek
olan sosyalist demokrasinin yolunu açacak bir demokrasi üzerinde anlaşma
olabilir mi? Bizim “insan” parantezinde altını çizmeye çalıştığımız
‘varlığa’ bir faşistten daha fazla kim düşman olabilir ? O kişinin
ateist olduğunu bilen bir ‘demokrat Müslüman’ .
Yol arkadaşı edindiğiniz “köylü mütefekkir” den daha anlamlı sözler
edemeyen dini liderin “ateistlerin boynunun vurulabileceğini” satır
arasını okumaya bile gerek bırakmayacak açıklıkta söylemesi de sizin
demokrasi anlayışınızın ayaklarını yere bastırmıyorsa, hala daha kendi
düşüncesine uymadığı için bir “solcuları” statükocu / gericilikle
suçlayıp, hoca efendilerin müridleri ile demokrasi gerçekleştireceğini
sanıyorsanız, bizim için de; böyle sol entelektüelin çekiverin
kuyruğunu gitsin demekten öteye yol kalır mı?
Son iki not :
Başbakan T. Erdoğan ; “faizin hayatın bir gerçeği olduğunu ve bir
zamanlar kaldırmak istemekle büyük hata yaptıklarını “ söyledi ve ;
“Hayatlarında bir tek gün parayı yönetmemiş olanlar bunu anlayamazlar”
diye de ekledi . Hocasına karşı yaptı bu konuşmayı.
Başbakan T. Erdoğan bizim solcularda sık sık gördüğümüz, değişerek
ilerleyen Müslüman liderlerdendir.Ancak T.Erdoğan 50 sinden sonra Kuran-
Kerim hükümlerinin de hayatın gerçekleri karşısından hükümsüz kaldığını
söylemiş oluyor.Ki bu bir değişim değil “ Franz Kafka’ nınGregor Samsa’
sının dönüşmesi” gibi bir şeydir.Gene de işin bu değişim tarafından çok
Erdoğan’ın öğrenmesi gereken son bir şey var.Ustalar da bunu senelerce
önce yazmışlar.”Kimse parayı yönetemez.Para insanları yönetir.”demişler.Pazar
ekonomisi dediğiniz ve uygulamakla övündüğünüz sistem işte bu para
köleliğinin ekonomi kitaplarındaki adıdır.İşin bilimsel gerçeği budur.
Aslında yukarıdaki yazıda da bunun adını koymaya çalışmıştım . Toplumsal
taşlar artık hızla yerli yerine oturmakta ve İslami dini söylem de aynen
Hıristiyanlık gibi kurtarıcı görünümünü kanlı biçimde terke
zorlanmaktadır .
Diyalektik denilen hınzır hükmünü icra ediyor Tayyip’ in haberi yok .
(Hoş bizim de yok ya ! )O bir Molier kahramanı gibi.
T. Erdoğan dünyayı etkileyen 100 adamın arasındaymış : Hani Timur
yendiği savaştan sonra esir aldığı Beyazıt’ a bakmış , bakmış da “Bu
dünya senin gibi bir körle benim gibi bir topala kalmışsa vay bu
dünyanın haline demiş ya , bu meşhur sözü anımsadım .Bu dünyayı
Bush ‘ la Tayip ‘e bıraktı ya bu insanlık…