|
|
KÜRESELLEŞME
VE DEVLETİN İŞLEVİ-1
Mustafa SÜTLAŞ
İnsan
kalabalıklarının bir toplum oluşturabilmelerinin yolu bir "düzen"in
oluşumunu gerekli kılıyor. Düzen ise bir erk aracıyla mümkün. Ona
"devlet" deniyor. Marksist literatür devleti "egemen
sınıfların tahakküm aracı" diye tanımlıyor ve egemenlerin "en
üst düzeydeki politik organizasyonu" olarak nitelendiriyor.
Kapitalist devlet onu oluşturan sınıfların "Feodal düzen"
karşısında uzlaşmasıyla şekillendi. Zemin"ulusal birlik",
ilkeler ise "Özgürlük, Adalet ve Eşitlik"ti.En kaba anlamıyla
söylersek hepsi "kapital"in büyümesi ve daha çok "kâr
etmesi" noktasında uzlaşmıştı.
Sonra günün birinde üzerinde uzlaşmaya varılan bu oyun bozuldu.
Gelinen noktanın adına "küreselleşme" denildi. Tarihin bu
evresinde "Ulus devlet"in maddi temelleri sarsılmaya başladı. Diğer
yandan kârın büyümesinin önünde de çok sayıda engel ortaya çıkmaya
başladı.
İnsanın yarattığı "para" giderek her şeyi yiyen, tüketen ve
böylelikle büyüyen bir "canavar"a dönüştü. O da tüm "Canavar"lar
gibi kendi sonunu kendisi yaratacak şekilde bir gidiş gösteriyor.
Günümüzün gerçekliği bu. Bugün "devlet"in yerini ulus üstü şirketler
ve onların birlikleri almış durumda.
Artık kârın sürekliliğinin garanti edilmesinde işe yarayan
"Tahakküm araçları" arasında devletten çok daha farklı başka
olanaklar var. Dahası devlet "küresel egemen"ler açısından kimi
noktada kârın önündeki engellerden birisi haline gelmiş durumda.
Onun günümüzde iki işlevi öne çıkıyor: İlki kârın büyümesini
engelleyen yerel ölçekteki "küçük" engelleri ortadan
kaldırmak. İkinci işlevi ise "toplumun isyan" etmesini
engellemek. Bunu devlete yüklenen "sosyal" görevlerle
sağlıyor. Eğer bu işlevleri başka aygıtlara yükleyebilirsek
"devletin ortadan kalkabileceğini" düşünüyorlar.
İlk işlevi "uluslar arası-üstü anlaşmalar, bildirgeler ve
kurumlar" aracılığıyla sağlamaya başladılar. GATT başta olmak
üzere tüm anlaşmalar bunu sağlıyor.İkinci işlevi ise STK adı verilen
ulusal ve ulusal üstü örgütlenmeler üstlenmeler üstlenmiş durumda,
UNDP bunların en üst düzey örnekleri arasında.
Ülkede bugün "daha iyi, daha güzel ve daha doğru" diye
üzerinde uzlaşmaya varılan her şeyin aslında bu iki işlevi yerine
getirmeye yönelik olduğunun görülmesi gerekiyor. Bu aygıtların
herkesin işine yarayan yanlarını öne çıkarıp, egemenlerin işine
yarayanlarını uygulamak da "ince politika" örnekleri arasında
sayılıyor.
Dikkatle irdelenirse görülecektir ki; İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nden başlayıp Uluslararası Ceza Mahkeme'lerine
kadar gelen süreç aslında sermayenin kârlılığını garanti altına alan
anlaşmaların da yaşamımızın bir gerçekliği olması süreciydi.
Solcular, demokratlar bu süreçte hep "insan hakları"
alanındaki gelişmelere baktılar ve bu sürecin destekçisi oldular,
olduk. Bu sürecin diğer unsurları "para"nın peşinde olunmadığı için
pek üzerinde durulmadı, dikkati çekmedi. Genel politik söylem olarak
sermayeye karşıtlığı ifade ederken kullanılan unsurlar olarak kaldı.
Ne zaman ki bunlar doğrudan yaşama olanağını ortadan kaldırır hale
geldi, ancak o zaman itirazlara yol açtı. Son dönemdeki "küresel"
itiraz örnekleri yine de yaygın bir karşı çıkışın gerekçesi
olamadılar.
Ama bugün her şey çok daha net ve somut. İnsan haklarını en çok
ihlâl eden güçler bu mahkemeleri reddederken, ticaret anlaşmalarını
bir zorunluluk olarak savunuyor ve gerekirse korumak için insan
haklarını bile ortadan kaldırabileceğini söylüyorlar.
Aynı gerçekliğin ikinci noktada yani "sosyal" alanda da
olduğunu çok iyi görmek gerekiyor. Açlık yoksulluk başta olmak üzere
her türlü eşitsizliğin görünür sonuçlarını "onun için fark etti"
diyerek bir nebze gözlerden ırak tutmaya çalışan her türlü STK -namı
diğer NGO- faaliyeti, aslında bunların olmamasını bir "hak" olarak
gören anlayışın inkârından başka bir anlam taşımıyor.
"Hak" olanı, iane ve yardımla "kısmen" sağlamaya çalışmak,
"eşitsizliği" kabul etmek, dahası bir anlamda onu savunmak
demek. Onun için devlet bu işlevlerini bu tür örgütlere devretme
konusunda çok gönüllü. Onun için bu anlamda pek çok işbirlikleri
gerçekleşiyor. AB ile fon temelinde uygulamaya konulan projelerin
çoğunda devlet bu tür STK'larla işbirliği halinde. O nedenle
STK'ların daha çok proje üretmesi, daha çok fon kullanması
öneriliyor, özendiriliyor.
Tam bu noktada bir ayrım yapılıyor: "İyi ve kötü" STK'lar.
Ama unutulmamalı ki kimi STK'ları iyi, makbul, kimilerini de
"kötü, kökü dışarıda" saymak ve tartışmayı buradan kurgulamak
çok anlamlı değil. İşin aslı yapılanların doğru değerlendirilmesi:
STK'ların faaliyetleri eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ve hak
ihlâllerini meşrulaştırıyor mu yoksa nihai hedefi bunları ortadan
kaldırmak mı? İşte burası zurnanın "zırt" dediği nokta. Ne
yazık ki kimse burayı tartışmıyor, tıpkı " uluslar arası ceza
mahkemesi" nin işlevini, etkisini, yarar ve zararını ve sonucunu
tartışmadığı gibi
|
|
|