YÖK YASASINI İADE
GEREKÇESİ
CUMHURBAŞKANI
Ahmet Necdet SEZER
Söz konusu Yasa'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na
gönderilme gerekçeleri aşağıda sunulmaktadır:
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
İLGİ: 13.05.2004 günlü, A.01.0.GNS.0.10.00.02-5562-18845 sayılı
yazınız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca 13.05.2004 gününde kabul
edilen 5171 sayılı "Yükseköğretim Kanunu ve Yüksek Öğretim Personel
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" incelenmiştir:
1- İncelenen Yasa'nın, 1. maddesiyle değiştirilen 2547 sayılı
Yükseköğretim Yasası'nın 6. maddesinde,
"Yükseköğretim Kurulu; tüm yükseköğretimi düzenleyen, yükseköğretim
kurumlarının kendi aralarında ve Milli Eğitim Bakanlığı ve diğer ilgili
kuruluşlarla olan ilişkilerinde koordinasyonu sağlayan, yükseköğretim
kurumlarının faaliyetlerine yön veren, bu Kanunla kendisine verilen
görev ve yetkiler çerçevesinde, özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip
yükseköğretim üst kuruluşudur.
Yükseköğretim Kuruluna; Yükseköğretim Denetleme Kurulu, Öğrenci Seçme ve
Yerleştirme Merkezi ile gerekli planlama, araştırma, geliştirme,
değerlendirme, bütçe, yatırım ve koordinasyon faaliyetleriyle ilgili
birimler bağlıdır.
Yükseköğretim Kurulu,
a) Cumhurbaşkanınca rektörlük veya öğretim üyeliğinde başarılı
hizmet yapmış ya da yapmakta olan profesörlere öncelik verilmek
suretiyle doğrudan seçilen beş,
b) Bakanlar Kurulunca seçilen beş,
c) Üniversitelerarası Kurulca profesörler arasından seçilen beş,
d) Genelkurmay Başkanlığınca seçilen bir,
Üyeden oluşur. (b), (c) ve (d) bentlerine göre seçilenlerin üyelikleri
Cumhurbaşkanının onayı ile kesinleşir. Bu bentlerde belirtilenlerin
seçimleri bir ay içinde, Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmayanların
yerine yeni adayların seçimleri ise iki hafta içinde yapılmadığı
takdirde, Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır.
(b), (c) ve (d) bentlerinde belirtilen üyelerin seçimleri, ilgili makam
ya da kurumun kontenjanındaki üyenin üyelik süresinin bitimi tarihinden
bir ay önce, süresinden önce boşalma olması halinde ise en geç bir ay
içinde tamamlanır ve seçilen üyeler onay için Cumhurbaşkanına sunulur.
İlk toplantısını en yaşlı üyenin başkanlığında yapan Kurul, üyeleri
arasından bir başkan seçer. Başkan, Kurul üyeleri arasından bir başkan
vekili seçer. Diğer başkan vekili Kurul üyeleri arasından, Kurul
tarafından seçilir. Başkan ve Kurul üyelerinin görev süresi dört yıldır.
Kurulun başkan ve üyeleri daimi statüde görev yapar.
Başkan, Kurulun ita amiridir ve Kurulu temsil eder. Başkan, bulunmadığı
durumlarda, kendisine vekalet etmek üzere başkan vekillerinden birini
görevlendirir. Başkan, Kurula karşı sorumlu olup Kurul kararlarının
uygulanmasını sağlar.
Kurul, üyelerinin en az üçte ikisinin katılımıyla toplanır ve
katılanların salt çoğunluğuyla karar alır. Milli Eğitim Bakanı
Yükseköğretim Kurulu toplantılarına katılabilir ve katıldığı
toplantılara başkanlık eder. Yükseköğretim Kurulu, üyelerinin salt
çoğunluğunun isteğiyle olağanüstü toplanabilir.
Üyeler, Yükseköğretim Kurulu Başkanı tarafından verilecek istisnai
görevler dışında hiçbir kamu kuruluşu veya özel kuruluşta ücretli ya da
ücretsiz çalışamaz. Bir yıl içerisinde yıllık izin, hastalık ve mazeret
izinleri hariç bir ay hizmete devam etmeyen üyeler görevinden ayrılmış
sayılır.
Kurul Başkan ve üyelerinin ücretleri, birinci derecenin son
kademesindeki profesörlerden rektörlüğe atananlara ödenen aylık (ek
gösterge dahil), taban aylığı, makam tazminatı, temsil tazminatı ve
üniversite ödeneği ile idari görev ödeneği toplamının brüt tutarının iki
katını geçmemek üzere Bakanlar Kurulunca tespit edilir. Kurul üyelerine
(özel veya kamu kurumlarınca telif hakları kapsamında ödenenler hariç)
ayrıca herhangi bir ücret ödenmez. Kurulda görev alan kamu personelinin
her türlü özlük hakları saklı kalır ve kurumlarından aylıksız izinli
sayılır.
Kurul, çalışmalarında verimlilik sağlamak amacıyla kendi içinde
komisyonlar oluşturabilir.
Yükseköğretim Kurulunun çalışma usul ve esasları Yükseköğretim Kurulunca
çıkarılan yönetmelikle düzenlenir."
denilerek, Yükseköğretim Kurulu'nun oluşumu yeniden düzenlenmektedir.
a- Maddenin üçüncü fıkrasının (b) bendinde, Yükseköğretim
Kurulu'nun beş üyesinin Bakanlar Kurulu'nca seçileceği belirtilmiş;
ancak, bu beş üyenin hangi nitelikleri taşıyacağına ilişkin herhangi bir
kurala yer verilmemiştir.
Böylece, Bakanlar Kurulu, Yükseköğretim Kurulu'na üye seçme konusunda
mutlak bir takdir yetkisiyle donatılmıştır.
Oysa, Anayasa'nın 131. maddesinin ikinci fıkrasında,
"Yükseköğretim Kurulu, üniversiteler ve Bakanlar Kurulunca seçilen ve
sayıları, nitelikleri, seçilme usulleri kanunla belirlenen adaylar
arasından rektörlük ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış
profesörlere öncelik vermek sureti ile Cumhurbaşkanınca atanan üyeler ve
Cumhurbaşkanınca doğrudan doğruya seçilen üyelerden kurulur."
denilerek, Bakanlar Kurulu'nca, Yükseköğretim Kurulu'na seçilecek
adayların rektörlük ve öğretim üyeliğinde başarılı hizmet yapmış
profesörler arasından olması öncelikli nitelik olarak belirtilmiş, diğer
niteliklerin yasayla düzenlenmesi öngörülmüştür.
Nitekim, yürürlükteki düzenlemede, kendisine, üst düzeydeki devlet
görevlileri ya da emeklileri arasından Yükseköğretim Kurulu'na üye seçme
yetkisi tanınan Bakanlar Kurulu'nun bu yetkisi, seçeceği kişilerin
mesleklerinde "temayüz etmiş" olmaları koşuluna bağlanmış; ayrıca,
yargıç ve savcı sınıfından olanların seçiminde ise, Bakanlığın ve
kendilerinin "muvafakatlarının" alınması zorunlu kılınmıştır.
İncelenen Yasa'da, Bakanlar Kurulu'nca Yükseköğretim Kurulu'na seçilecek
üye adayları için hiçbir nitelik öngörülmemiş olması Anayasa'nın 131.
maddesiyle bağdaşmamaktadır.
Öte yandan, akademik yaşamı planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek,
yükseköğretim kurumlarındaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma
etkinliklerini yönlendirmek gibi önemli görevleri bulunan Yükseköğretim
Kurulu'na seçilecek kişilerde kimi niteliklerin bulunması ve bunların
yasa ile belirlenmesi zorunludur.
Yükseköğretim Kurulu üyesi olmak için hiçbir nitelik aranmayan ve
dolayısıyla görevin gerektirdiği asgari nitelikleri taşımayan, hatta
kamu görevlisi bile olmayan kişilerin politik yaklaşımlarla bu göreve
atanmalarının olanaklı kılınmasının sakıncaları açıktır.
Bu nedenle, Yükseköğretim Kurulu üyeliğine, Bakanlar Kurulu'nca
yapılacak üye seçiminde herhangi bir ölçütün getirilmemiş olmasında
"kamu yararı"da bulunmamaktadır.
b- Maddenin üçüncü fıkrasının (d) bendinde, Yükseköğretim Kurulu'na
Genelkurmay Başkanlığı'nca da bir üye seçilmesi öngörülmüştür.
Anayasa'nın 131. maddesinin ikinci fıkrasında 07.05.2004 günlü, 5170
sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle, Yükseköğretim Kurulu'na
Genelkurmay Başkanlığı'nca üye seçilmesine ilişkin kural Anayasa'dan
çıkarılmıştır. Söz konusu değişiklik 22.05.2004 günlü, 25469 sayılı
Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Anayasa'nın 131. maddesinin yürürlükteki kuralına göre, Yükseköğretim
Kurulu'na, ancak Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu ve üniversitelerce üye
seçilmesi olanaklıdır.
Bu durumda, incelenen Yasa'nın, 2547 sayılı Yasa'nın 6. maddesini
değiştiren 1. maddesiyle, Yükseköğretim Kurulu'nun oluşumunda
Genelkurmay Başkanlığı'nca da bir üye seçileceğinin öngörülmüş olması,
Anayasa'nın, yasaların Anayasa'ya aykırı olamayacağına ilişkin 11.
maddesine açık aykırılık oluşturmaktadır.
2- İncelenen Yasa'nın,
- 5. maddesiyle değiştirilen 2547 sayılı Yasa'nın 45. maddesinin
(a) bendinde,
"a.Yükseköğretim kurumlarına, Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezinin
yapacağı sınavla girilir. Bu sınava temel teşkil etmek üzere, Milli
Eğitim Bakanlığı genel ortaöğretim ve mesleki-teknik ortaöğretim
kurumlarının program/alan/ kol/bölümlerini; sözel, eşit ağırlık ve
sayısal olmak üzere üç grupta toplar. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı da
yükseköğretim programlarını; sözel, eşit ağırlık ve sayısal olmak üzere
üç puan türünde gruplandırır ve hangi ortaöğretim
program/alan/kol/bölümünün hangi yükseköğretim programına karşılık
geldiğini bu suretle ilişkilendirir. Adayların ortaöğretimdeki
başarıları; Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından
geliştirilecek bir yöntemle ortaöğretim başarı puanı olarak hesaplanır
ve bu puan yükseköğretim kurumlarına girişteki Öğrenci Seçme Sınavı
puanlarına eklenir. Herhangi bir genel veya mesleki-teknik ortaöğretim
kurumu mezunu, Öğrenci Seçme Sınavında ortaöğretimdeki kendi
program/alan/kol/bölümünü tercih ederse, hesaplanacak olan ortaöğretim
başarı puanı (0.80) katsayısı ile çarpılır. Ortaöğretimdeki
program/alan/kol/bölümü sözel olan öğrenciler eşit ağırlığa dayalı bir
yükseköğretim programını tercih ederse ortaöğretim başarı puanı (0.60)
katsayısı ile, sayısala dayalı bir yükseköğretim programını tercih
ederse (0.45) katsayısı ile çarpılır. Ortaöğretimdeki
program/alan/kol/bölümü eşit ağırlık olan öğrenciler sözel ağırlığa
dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse ortaöğretim başarı
puanı (0.45) katsayısı ile, sayısala dayalı bir yükseköğretim programını
tercih ederse (0.60) katsayısı ile çarpılır. Ortaöğretimdeki
program/alan/kol/bölümü sayısal olan öğrenciler eşit ağırlığa dayalı bir
yükseköğretim programını tercih ederse ortaöğretim başarı puanı (0.60)
katsayısı ile, sözele dayalı bir yükseköğretim programını tercih ederse
(0.45) katsayısı ile çarpılır. Dil sınavı ve puan türü ile bu adayların
yerleştirilmesine ilişkin esaslar ise Yükseköğretim Kurulu tarafından
belirlenir.
Sınav soruları, yükseköğretime girişteki puan türleri dikkate alınmak
suretiyle genel ortaöğretimin tüm müfredatı gözetilerek hazırlanır.
Yükseköğretim kurumlarına giriş ile ilgili diğer usul ve esaslar, Milli
Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim Kurulunca birlikte çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir."
- 7. maddesiyle 2547 sayılı Yasa'ya eklenen geçici 53. maddesinde
de,
"2004 Öğrenci Seçme Sınavına mahsus olmak üzere kılavuzda alanları
bakımından ortak olarak belirtilen yükseköğretim programlarına girişte
ortaöğretim başarı puanı (0.80) katsayısı ile çarpılır.
2004 yılında birinci fıkradaki haktan yararlananlar ile 2003-2004
öğretim yılında aynı şartları taşıyan Lise II. Sınıfta olan öğrenciler,
2005 yılında girecekleri Öğrenci Seçme Sınavında aynı haktan
yararlanırlar."
denilmektedir.
A- 2547 sayılı Yasa'nın 45. maddesinin (a) bendinde incelenen
Yasa'nın 5. maddesiyle yapılan düzenleme ile, yükseköğretime girişte
uygulanan sistemin değiştirilmesi öngörülmekte, aynı Yasa'ya incelenen
Yasa'nın 7. maddesiyle eklenen geçici 53. maddede de, 2004 ve 2005
yıllarında yapılacak uygulamaya ilişkin düzenleme getirilmektedir.
a- 2547 sayılı Yasa'nın "Yükseköğretime giriş" başlığını taşıyan
45. maddesinin (a) bendinin yürürlükteki metnine göre, öğrenciler
yükseköğretim kurumlarına, ilkeleri Yükseköğretim Kurulu'nca belirlenen
sınavla girebilmektedirler.
1999 yılına kadar iki aşamalı olarak uygulanan giriş sınavları, her iki
aşama sınavlarının sonuçları ile elde edilen başarı arasında sıkı bir
bağ bulunduğunun belirlenmesi üzerine ve Yükseköğretim Kurulu kararıyla
tek aşamalı duruma getirilmiştir. Yine aynı kararla, sözel, sayısal ve
eşit ağırlıklı ortaöğretim başarı puanlarının hesaplanmasında farklı
katsayı uygulamasına geçilmiştir.
Sınav sonuçlarının değerlendirilmesinde, adayların ortaöğretimdeki
başarıları dikkate alınmakta; Yükseköğretim Kurulu'nun uygun göreceği
ilkeler çerçevesinde hesaplanacak ortaöğretim başarı puanı, ek puan
olarak giriş sınav puanına eklenmektedir.
Ortaöğretim başarı puanının hesaplanmasında, ortaöğretimdeki alanlarla
ilgili yükseköğretim programlarına yerleştirme yapılırken daha yüksek
katsayı uygulanmaktadır.
Ayrıca, mesleki ve teknik ortaöğretimi özendirmek için bir mesleğe
yönelik program uygulayan liseleri bitirenlere, aynı alandaki
yükseköğrenimi seçmeleri durumunda ek puan uygulaması getirilmiştir.
Puanların hesaplanmasında uygulanan katsayıları ve "aynı alan"daki
yükseköğrenim programlarını saptama yetkisi Yükseköğretim Kurulu'nundur.
İncelenen Yasa'nın 5. maddesiyle, Yükseköğretim Kurulu'nun,
- Ortaöğretim başarı puanının hesaplama yöntemini belirleme
yetkisi kaldırılarak katsayılara yasa metninde yer verilmekte,
- Ortaöğretim kurumu ile "aynı alan" içinde sayılacak
yükseköğretim programlarını belirleme yetkisi kaldırılarak, bu yetki,
Milli Eğitim Bakanlığı'nın ortaöğretim kurumlarını sınıflandırma
konusunda yapacağı saptama ile "bağlı yetki"ye dönüştürülmektedir.
Çünkü, daha önce yalnızca ortaöğretim kurumlarının
program/alan/kol/bölümlerini belirleme yetkisine sahip olan Milli Eğitim
Bakanlığı'na, yapılan düzenleme ile, yükseköğretimdeki gruplandırmaya
esas olacak biçimde, bu program/alan/kol/bölümlerin sözel, sayısal ya da
eşit ağırlıklı alanlardan hangisine gireceğini belirleme yetkisi de
verilmektedir.
Oysa, "sözel", "sayısal" ve "eşit ağırlıklı" gibi terimler, herhangi bir
ortaöğretim kurumunun alan/bölüm/kol/programını nitelendirmeyip,
yükseköğretime giriş sınavında adayın bilgi ve yeteneğini tam ve doğru
ölçmek için kullanılan araçların adıdır.
İncelenen Yasa'yla getirilen düzenlemede, tersi olması gerekirken,
yükseköğretim ortaöğretime göre biçimlendirilmeye ve yönlendirilmeye
çalışılmaktadır.
Bunun nedeninin de, mesleki - teknik ortaöğretim kurumlarını, bu
bağlamda özellikle imam hatip liselerini bitirenlerin kendi alanları
dışında bir yükseköğretim programına girmek istemeleri durumunda, aynı
gruptaki genel liselerle eşit katsayıdan yararlandırılmalarının
sağlanması olduğu açıktır.
Böylece, gençlerin imam-hatip liselerine yönlenmelerinin özendirilmesi
amaçlanmaktadır.
b- Ülkemizde eğitim ve istihdamla ilgili sorunların büyümesinin
nedeni, mesleki-teknik ortaöğretim yerine, yalnızca yükseköğretime
hazırlayan genel ortaöğretime ağırlık verilmesidir.
Çağdaş ülkelerde, ortaöğretim içindeki mesleki-teknik ortaöğretim
kurumlarının oranı % 65, liselerin oranı ise % 35 iken, ülkemizde bunun
tam tersi geçerlidir.
Oysa, mesleki-teknik eğitim sanayi ve ticaret sektörünün can damarıdır.
Gelişmiş birçok ülkede yüzde ellilerin üzerinde payı olan meslek
yüksekokullarının ülkemizde yükseköğretim içindeki payı, alınan
önlemlere karşın çok düşüktür. Bu kadar düşük mesleki-teknik eğitim oran
ve sayıları ile Türk sanayisinin gelişmesinin güç olduğu, gelişmiş
ülkelerin sanayileri ile rekabet edilmesinin tek yolunun sayıca ve
nitelikçe üstün ara işgücünün yetiştirilmesinden geçtiği tartışmasız
kabul edilmesi gereken bir gerçektir.
Bu nedenle, alınacak önlemlerle mesleki-teknik öğretimin her yönden
niteliğinin artırılması ve mezunlarına istihdam olanaklarının
yaratılması, böylece öğrencilerin bu okulları tercih etmeleri ve
alanlarında yükseköğrenim yapmaları konusunda özendirilmeleri
gerekirken, bu tür liseleri bitirenlerin kendi alanları dışındaki
yükseköğretim kurumlarına yönlendirilmeleri, ülke kaynaklarının israf
edilmesi, yükseköğretim kurumlarının verimsizliğe ve başarısızlığa
itilmesi gibi kamu yararıyla bağdaştırılamayacak sonuçlar yaratacak
niteliktedir.
Türk eğitim sisteminde mesleki-teknik öğretimin geri planda bırakılması,
bu okullardaki eğitim-öğretimin kalitesini de olumsuz yönde
etkilemektedir.
Genel ortaöğretim kurumlarıyla karşılaştırıldığında, mesleki-teknik
eğitim veren ortaöğretim kurumlarında edebiyat, tarih, coğrafya,
matematik, biyoloji, fizik, kimya, felsefe gibi temel kültür derslerinin
yeterli düzeyde verilmediği görülmektedir.
Ortaöğretimde yeterli temel eğitimi alamayan öğrencilerin kendi alanları
dışındaki yükseköğretim programlarına girmeleri akademik öğretimde
nitelik yitimine yol açmaktadır.
Ayrıca, katsayının eşitlenmesi, hiçbir mesleki öğrenimi bulunmayan ve
tek çıkış yolu yükseköğretim görmek olan genel ortaöğretim kurumunu
bitiren gençler yönünden de haksızlık yaratmaktadır.
Öte yandan, mesleki-teknik ortaöğretim, genel ortaöğretime oranla çok
daha pahalı bir eğitimdir. Her bir meslek lisesi öğrencisi için, genel
lise öğrencisine oranla yaklaşık altı kat daha fazla kaynak
kullanılmaktadır.
Sanayi sektörüne ara eleman sağlanması amacıyla oluşturulan
mesleki-teknik liseleri bitirenlerin, bu amaca yönlendirilmeyip
üniversiteye girmelerinin özendirilmesi, kaynak israfı ve üniversite
öğretim kalitesinin düşmesinden başka bir sonuç yaratmamaktadır.
Bu nedenle, yapılan düzenlemede, her yasanın genel amacı olması gereken
"kamu yararı"na uygunluk bulunmamaktadır.
c- Mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarını bitirenlerin farklı
katsayı uygulaması sonucu haksızlığa uğradıkları savı gerçeği
yansıtmamaktadır.
Çünkü, bir kez, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenler, kendi
alanlarında bir yükseköğretim programını tercih ettiklerinde büyük
avantaja sahiptir.
İkinci olarak, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenlerin, kendi alanları
dışındaki yükseköğretim programlarında okumaları kesinlikle
engellenmemiştir. Başarılı öğrencilerin alandışı yükseköğretim
programlarını kazanmaları ve bu programlarda öğretim görmeleri
olanaklıdır. Nitekim, uygulamada bunun pek çok örneği görülmektedir.
Üçüncü olarak, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenler, sınavda başarısız
olmaları ve istemeleri durumunda, bitirdikleri programın devamı
niteliğinde ya da buna en yakın meslek yüksekokullarına ya da
Açıköğretim Fakültesi önlisans programlarına sınavsız
yerleştirilebilmektedir.
Dördüncü olarak, sınavsız geçişle meslek yüksekokuluna yerleşen
öğrencilerin, bu okulları bitirdikten sonra dikey geçiş sınavı ile yine
aynı alanda lisans programlarında okuma olanakları bulunmaktadır.
Beşinci olarak, mesleki-teknik ortaöğretimi bitirenlerin, hiçbir
yükseköğretim programında okuyamasalar bile, kendilerine ortaöğretim
kurumlarının kazandırdığı mesleklerinde çalışma olanakları vardır.
Altıncı olarak, eşit katsayı uygulaması, asıl adaletsizliği, imam hatip
lisesini bitirenlerle diğer mesleki-teknik liseleri bitirenler arasında
yaratmaktadır. Ortaöğretimde görülen derslerin program ve yoğunluğu
arasındaki fark, sınavlarda mesleki-teknik lise mezunları yönünden
haksızlığa neden olmaktadır.
Son olarak, Yükseköğretim Kurulu'nun, 1999 yılından başlayarak
yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçme ve yerleştirmede uygulanacak
esasların belirlenmesine, bir başka anlatımla farklı katsayı
uygulanmasına ilişkin 30.07.1998 günlü,98.8.90 sayılı kararının,
haksızlık ve eşitsizlik yarattığı gerekçesiyle iptali istemiyle açılan
davaların tümü Danıştay Sekizinci Dairesi'nce reddedilmiş; bu kararlar,
yapılan temyiz incelemesi sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Genel
Kurulu'nca onanmıştır.
Yukarıda açıklanan gerekçeler, farklı katsayı uygulamasının haksızlığa
neden olmadığını, tam tersine adaletli bir düzen kurduğunu
göstermektedir.
Üstelik, incelenen Yasa'nın gerekçesinde yer verilen, farklı katsayı
uygulaması ve alanları dışındaki yükseköğretim programlarına
katılmalarının zorlaştırılması nedeniyle meslek okullarına ilginin
azaldığı yolundaki sav da gerçeği yansıtmamaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre, yıllar itibariyle mesleki-teknik
liseler ile imam hatip liselerindeki öğrenci sayıları aşağıdaki gibidir.
Öğretim Yılı Meselek Liseleri İmam-Hatip Liseleri
1998-1999 - 192.786
1999-2000 - 134.224
2000-2001 902.715 95.718
2001-2002 947.358 77.389
2002-2003 981.224 71.100
Yukarıdaki veriler incelendiğinde açıkça görüleceği gibi, farklı katsayı
uygulaması nedeniyle mesleki-teknik ortaöğretim kurumlarının öğrenci
sayıları, azalmamış, tersine artmıştır. Azalma yalnızca imam-hatip
liselerinde olmuştur.
İncelenen Yasa'nın gerçek amacı da, imam-hatip lisesini bitirenlerin
alanları dışındaki yükseköğretim programlarına girişlerini
kolaylaştırmak ve imam-hatip liselerini yeniden çekici duruma getirerek
bu okulların öğrenci sayısını daha da artırmaktır. Oysa, bu okullarda
bugün bile gereksinimden çok fazla sayıda öğrenci bulunduğu bilinen bir
gerçektir.
Milli Eğitim Bakanlığı verileri 2003 yılı itibariyle Türkiye'de 536 imam
hatip lisesinin bulunduğunu, bu liselerde 105 bin öğrencinin okuduğunu
göstermektedir. Yıllık imam-hatip gereksinmesinin 5 bin olmasına
karşılık, bu liseleri bitirenlerin sayısı 25 bini bulmaktadır. Yapılan
araştırmalardan, 2003 yılı itibariyle imam hatip lisesini bitirenlerin
sayısının 511 bini aştığı anlaşılmaktadır.
Bu sayılar, eğitim düzeninde yaratılan çarpıklığı ve ülke
kaynaklarındaki önemli israfı, başka bir yoruma gerek bırakmayacak
biçimde ortaya koymaktadır.
d-İncelenen Yasa'nın katsayıları belirleyen 5. maddesinin
gerekçesinde,
"Anayasanın 130. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki yükseköğretime
girişin kanunla düzenlenmesine dair amir hüküm gereğince, yükseköğretime
giriş yeniden düzenlenmiştir.
Bu düzenleme ile yükseköğretime girişte görülen birtakım eşitsizliklerin
giderilmesi ve haksız uygulamaların önlenmesi amaçlanmış, genel lise ve
mesleki ve teknik lise mezunları ile fen ve Anadolu liseleri arasındaki
farklı katsayı uygulamalarının giderilmesi amaçlanmıştır."
denilmektedir.
Oysa, Anayasa'nın 130. maddesinin dokuzuncu fıkrasındaki "yükseköğretime
giriş" anlatımı, yetkili organı belirlemeye değil, hangi koşulları
taşıyan öğrencilerin yükseköğretime girebileceğinin yasayla
belirlenmesine yönelik bir anlatımdır. Yükseköğretime giriş ilkelerinin
belirlenmesi bir ortaöğretim etkinliği değildir. Okutacağı öğrencinin
bilgi düzeyini, yeteneklerini çeşitli yöntemlerle saptayarak en uygun
öğrenim birimine yerleştirmek Anayasa ile Yükseköğretim Kurulu'na
verilmiş bir yetki ve görevdir.
Öte yandan, ülkenin öğrenim çağındaki gençlerinin bilgi ve yeteneklerine
göre ve ülke gereksinimleri de gözönünde tutularak uygun alanlara
yönlendirilmeleri, ülkenin geleceği ve gelecekteki ekonomik, kültürel,
sosyal gelişmesini çok yakından ilgilendirdiği, bu gelişme ve kalkınmayı
derinden etkileyeceği için iktidarların siyasal tercih ve
değerlendirmelerine bırakılmayacak kadar önemlidir.
Anayasa'nın 130. maddesi uyarınca, üniversiteye giriş esasları ve
koşullarını belirleme yetkisinin yükseköğretim organlarının bilimsel
değerlendirmelerine bırakılması gerekmektedir.
Başka bir anlatımla, Anayasa'nın 130. maddesine göre, üniversiteye
girişin yasayla düzenlenecek olması, yasakoyucunun, Anayasa'nın 130. ve
131. maddelerindeki diğer kuralları ve bu konuda yükseköğretim
organlarının yetkilendirildiğini gözardı ederek dilediğince düzenleme
yapabileceği, bu yetkiyi başka organlara bırakabileceği anlamına
gelmemektedir.
Nitekim, Anayasa'nın 131. maddesinde, "yükseköğretim kurumlarının
öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek" görev ve yetkisi
Yükseköğretim Kurulu'na verilmiştir.
Bu bağlamda, hangi ortaöğretim programlarını bitirenlerin
yükseköğretimin hangi programlarına, hangi ölçütler kullanılarak
girebileceği, Yükseköğretim Kurulu'na tanınan bir yetkidir. Ölçütlerden
biri olan ortaöğretim başarı puanı uygulamasıyla, adayların
ortaöğretimdeki öğretimleri sırasında okudukları derslerden olanaklar
ölçüsünde yararlanarak iyi not almaları özendirilirken, aynı zamanda,
ortaöğretimdeki ders programının gereği gibi kavranması ve bilgi
birikiminin sağlanmasıyla adayların yükseköğretimdeki öğrenimlerinin
kolaylaştırılması, böylece öğretimin kalitesinin artırılması
amaçlanmaktadır.
Bu nedenlerle, incelenen Yasa'nın 5. maddesinin, Anayasa'nın 130 ve 131.
maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır.
e- İmam-hatip lisesini bitirenlerin kendi alanları dışındaki
yükseköğretim programlarında okuyabilmelerine olanak sağlayan
düzenlemenin Anayasa'daki laiklik ilkesi yönünden de incelenmesi
gerekmektedir.
Anayasa'nın 130. maddesinde, üniversitelerin kuruluş amacının, çağdaş
eğitim ve öğretim esaslarına dayanan bir düzen içinde ulusun ve ülkenin
gereksinimine uygun insan yetiştirmek olduğu belirtilmiştir.
Anayasa'nın 42. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkralarında ise, eğitim
ve öğretimin, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve
eğitim esaslarına göre, Devlet'in gözetim ve denetimi altında
yapılacağı, bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim kurumları açılamayacağı
belirtilerek, laiklik ilkesine uygun eğitim ve öğretim öngörülmüş,
eğitim ve öğretim özgürlüğünün Anayasa'ya sadakat borcunu ortadan
kaldırmayacağı vurgulanmıştır. 42. maddenin amacı, kapsamlı ve nitelikli
öğretim programlarıyla toplumu çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmaktır.
Devlet'in eğitim ve öğretimdeki gözetim ve denetim görevi, laiklik
ilkesine aykırı etkinlik ve öğretim yapılmasına izin verilmemesi
görevini de kapsamaktadır. Eğitim ve öğretimde böylesine önemli yer
tutan laiklik ilkesinin anayasal içeriğinin irdelenmesinde yarar
bulunmaktadır.
aa- Anayasa'nın 1. maddesinde, Türkiye Devleti'nin bir Cumhuriyet
olduğu belirtilmiş; 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin, başlangıçta
yer verilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk
devleti olduğu vurgulanmış; 4. maddesinde de, 1 ve 2. maddelerdeki
"Cumhuriyet"in ve "Cumhuriyet'in nitelikleri"nin değiştirilemeyeceği,
değiştirilmesinin önerilemeyeceği belirtilmiştir.
Böylece, Türkiye Cumhuriyeti'nin niteliklerinden olan laiklik, anayasal
içeriğiyle güvence altına alınmıştır.
Anayasa'nın 176. maddesine göre, başlangıç bölümü, Anayasa metnine
dahildir. Anayasa'nın dayandığı temel görüş ve ilkeleri içeren başlangıç
bölümü, maddelerin amacını ve yönünü belirten bir kaynaktır. Madde
gerekçesinde de, başlangıç bölümünün Anayasa'nın diğer kuralları ile
eşdeğer olduğu vurgulanmıştır.
Anayasa'nın başlangıç bölümünde,
- Yüce Türk Devleti'nin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu
Anayasa'nın, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda anlaşılması,
sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp
uygulanması gerektiği,
- Hiçbir etkinliğin Atatürk ilke ve devrimleri karşısında koruma
göremeyeceği,
- Laiklik ilkesi gereği kutsal din duygularının Devlet işlerine
ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı,
belirtilmiştir. Böylece, Cumhuriyet'in niteliklerinin en önemlisi ve
diğer niteliklerin temeli olan laiklik, Anayasa'ya yön veren ilkeler
arasındaki yerini almış ve anayasal tanımını bulmuştur.
Bu tanıma göre laiklik, dinin, sosyal, siyasal ve hukuksal bir güç ve
düzenleyici olmasını önleyen temel ilkedir. Bu işlevine uygun olarak
Anayasa'nın 24. maddesinde de,
- Devlet'in sosyal, ekonomik, siyasal ve hukuksal temel düzeninin
kısmen de olsa din kurallarına dayandırılamayacağı,
- Dinin ya da din duygularının yahut dince kutsal sayılan
şeylerin, siyasal ya da kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla
kötüye kullanılamayacağı,
açık biçimde kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerin laik
Cumhuriyet'in gereklerine uygun olarak yasayla sınırlanabileceği; 14.
maddesinde de, Anayasa'da yer verilen hak ve özgürlüklerin laik
Cumhuriyet'i ortadan kaldırmayı amaçlayan etkinlikler biçiminde
kullanılamayacağı belirtilmiştir.
Böylece, temel hak ve özgürlüklerin laik Cumhuriyet'i zedeleyecek
biçimde kötüye kullanılması önlenmiş, gerekirse laik Cumhuriyet'i
korumak için temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması kabul
edilmiştir.
bb- Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş felsefesi, coğrafi yönden
tekil devlet yapısını, yönetsel yönden laik, demokratik, sosyal, hukuk
devletini, siyasal yönden tam bağımsızlık ilkesini, ekonomik, sosyal,
kültürel ve sanatsal yönden de çağdaş bir Türkiye'yi hedeflemektedir.
Atatürk devriminin amacı, aydınlanma çağını yakalamak ve Türk toplumunu
çağdaşlaştırmaktır. Bu amaç, Anayasa'nın başlangıcında "çağdaş uygarlık
düzeyine ulaşmak", 174. maddesinde de, "çağdaş uygarlık düzeyini aşmak"
biçiminde anlatımını bulmuştur.
Devrimin temeli, amacına bağlı olarak laiklik ilkesidir. Laiklik ilkesi,
Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturan tüm değerlerin temel taşıdır.
Anayasa'da benimsenen laiklik ilkesinin, yukarıda belirtilen amaç
bağlamında değerlendirilmesi ve yorumlanması zorunludur.
Anayasa Mahkemesi'nin çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi,
laiklik, ülkelerin içinde bulunduğu tarihsel, siyasal, toplumsal
koşullara ve her dinin bünyesinin gerektirdiği isterlere bağlı olarak
ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir.
Bu farklılığa bağlı olarak her ülkenin laiklik anlayışı o ülkenin
Anayasa'sına yansımıştır. Türkiye için özellik taşıyan laiklik de
Anayasa'da benimsenen ve korunan içerikte bir ilkedir.
Laiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullardan ve her dinin
özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullar ile özellikler arasındaki uyum
ya da uyumsuzlukların laiklik anlayışına yansıyarak değişik nitelikleri
ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. Dini ve din anlayışı tümüyle
farklı ülkelerde laiklik uygulamasının, aynı anlam ve düzeyde
benimsenmesi beklenemez.
Anayasa Mahkemesi'nin 1961 ve 1982 Anayasaları dönemlerinde verdiği
çeşitli kararlarında, laikliğin hukuksal, sosyal, siyasal tanımları ve
ulusal değeri geniş biçimde ele alınıp, özenle korunması gereken bir
ilke olduğu vurgulanmıştır. Bu kararlara göre laiklik ilkesi şu öğeleri
içermektedir:
- Din, Devlet işlerinde egemen olamaz.
- Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölümündeki
yerinde, sınırsız özgürlük tanınarak anayasal güvenceye alınmıştır.
- Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı
etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına, kamu
düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sınırlamalar
konulabilir; dinin kötüye kullanılması ve sömürülmesi yasaklanabilir.
- Devlete, kamu düzeninin koruyucusu sıfatıyla, dinsel hak ve
özgürlükler üzerinde denetim yetkisi tanınmıştır.
Bu tanım, devlete, dinsel hak ve özgürlükler üzerinde denetim yetkisi
tanırken, devrimlerin, dinin toplumsal görevlerden sıyrılıp, vicdanlara
bırakılması doğrultusundaki amacına koşut bir anlam içermektedir.
Buna göre, Atatürk devrimlerinin hareket noktasında laiklik ilkesi
yatmakta ve devrimlerin temel taşını bu ilke oluşturmaktadır. Laiklikten
verilecek en küçük ödün, Atatürk devrimlerini yörüngesinden saptırarak,
yok olması sonucunu doğurabilecektir.
Laiklik, ortaçağ dogmatizmini yıkarak aklın öncülüğü, bilimin aydınlığı
ile gelişen özgürlük ve demokrasi anlayışının, uluslaşmanın,
bağımsızlığın, ulusal egemenliğin ve insanlık idealinin temeli olan bir
uygar yaşam biçimidir.
Anayasa, bireyin inanç alanında kaldığı sürece din ve inanç olgusuna
sınırsız bir özgürlük tanımakta, buna karşın toplumsal yaşamı
etkilediğinde, açığa vurulduğunda kamu düzenini koruma amacıyla bu
özgürlük sınırlanabilmektedir. Bu bağlamda, devlet, dinin kötüye
kullanılmasını ve sömürülmesini önleyecek önlemleri alacaktır.
Genel olarak laikliğin din işleri ile dünya işlerinin ayrılması anlamına
geldiği söylenmektedir. Bu, laikliğin dar ve klasik tanımıdır. Bununla
anlatılmak istenen, yalnızca devlet içinde din ve dünya işleriyle ilgili
otoritelerin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda sosyal yaşamın,
eğitimin, aile, ekonomi ve hukuk alanlarının din kurallarından
arındırılarak, zamana, yaşamın gereklerine göre saptanmasıdır.
Laiklik ilkesi, din ve mezhep ayrılıklarını bireyin özel yaşam alanına
sokarak siyaset dışında tutmayı amaçlamıştır. Böylece, din
siyasallaşmaktan kurtarılmış, yönetim aracı olmaktan çıkarılmış, gerçek
saygın ve kutsal yerinde tutularak, bireylerin vicdanına bırakılmıştır.
Laiklik, Türkiye Cumhuriyeti'nde "ümmet"ten "ulus"a geçmenin itici gücü
olmuştur; kişileri ve toplum kesimlerini birbirine güvenle bağlayan,
uluslaşmayı, ulusal birliği ve ulusal dayanışmayı sağlayan ve
güçlendiren içeriktedir.
Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi gücünü laiklikten almakta,
demokrasi herşeyden önce laikliğe dayanmaktadır. Çünkü, demokrasinin iki
önemli öğesi olan özgürlük ve eşitlik, ancak dinsel zorlamaların
olmadığı laik toplumlarda gerçekleşebilmektedir.
Laiklik, tüm özgürlüklerin, bu bağlamda din ve inanç özgürlüğünün de
güvencesidir. Çünkü, yalnız laik düzende insanlar inanıp inanmamakta,
din seçiminde ya da dinsel uygulamalarda özgürdürler.
cc-Anayasa'nın 174. maddesinde, Türk toplumunu çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini
koruma amacı güden devrim yasaları tek tek sayılarak anayasal güvenceye
alınmıştır.
Bu yasalar, maddede de belirtildiği gibi laiklik ilkesiyle doğrudan
ilgili bulunmakta, Cumhuriyetimizin laik niteliğini somutlaştırmakta ve
ona içerik kazandırmaktadır. Bu nedenle, Anayasa'nın 174. maddesi,
başlangıcı ile 2. ve 24. maddelerinden ayrı düşünülemez ve onları
tamamlayıcı niteliktedir.
Ayrıca, 174. maddede yer verilen ve Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında
yeni rejimi oluşturmak amacıyla çıkarılan yasaların "inkılap yasaları"
olarak anılmaları, bu yasaların Türk Devrimi ve Atatürk ilkelerinin
gerçekleşme aracı olduğunu göstermektedir.
Bundan da anlaşılmaktadır ki, laiklik, tüm anayasal kurallara egemen bir
ilkedir.
Anayasa koyucu, Atatürk devrimlerinin temel felsefesinin önemini, devrim
yasalarını 174. maddesi ile korumaya alarak vurgulamak istemiştir.
Gerçekten, 1982 Anayasası'nın "İnkılap kanunlarının korunması" başlıklı
174. maddesinin gerekçesinde,
"Atatürk inkılaplarının Atatürk'ün amaç olarak gösterdiği Batı uygarlık
düzeyine varıştaki önemleri tartışılmayacak kadar açıktır. Türk Milleti
bu inkılapların bilincine varmış ve onlarla ilgili değerlendirmelerini
etrafında toplandığı fikirler nüvesine katmıştır.
Ancak zaman zaman Atatürk inkılaplarının anlamını kavrayamayanların
belirdikleri görüldüğünden inkılapları Anayasanın himayesine alan 1961
Anayasasındaki hükmün yeni Anayasada korunması yerinde görülmüştür."
denilerek, devrimlerin Anayasa'nın korunmasına alındığı belirtilmiştir.
dd- Ülkemizde laik öğretime geçiş, Anayasa'nın 174. maddesiyle
korumaya alınan 03 Mart 1924 günlü, 430 sayılı Öğretim Birliği Yasası
ile gerçekleştirilmiştir. Bu Yasa ile,
- Türkiye'deki tüm okullar, Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlanmış,
- Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ile vakıflarca yönetilen medreseler
ve dini eğitim veren okullar kapatılmış,
- Diyanet uzmanları yetiştirmek üzere ilahiyat fakültesi, imam ve
hatip gibi din hizmetlerini yürüteceklerin yetiştirilmesi amacıyla
okullar açılması için Milli Eğitim Bakanlığı'na görev ve yetki
verilmiştir.
Öğretim birliği ilkesinin amacı, akla ve bilime dayalı programlarla
çağdaş uygarlık hedefine yönlendirilmiş yurttaşlar yaratmaktır.
İkili öğretim, yani bir yanda akla ve bilime öte yanda dinsel öğretiye
dayalı öğretim toplumda ikiliğe yol açacak kaos ve karmaşa yaratacaktır.
Bunun çağdaşlaşma hedefine ve ulusal birliğe zararı açıktır.
Öğretim Birliği Yasası'nın gerekçesinde,
"Bir devletin genel eğitim ve kültür politikasında ulusun düşünce ve
duygu bütünlüğünü sağlamak için öğrenim birliği en doğru, en bilimsel ve
her yerde yararı ve olumluluğu görülmüş bir ilkedir. 1839 Gülhane
Fermanı'ndan sonra açılan Kutlu Düzenleme (Tanzimat-ı Hayriye) döneminde
öğrenim birliğine başlanmak istenmişse de, bunda başarılı olunamamış ve
tam tersine bu alanda bir ikilik yaratılmıştır. Bu ikilik eğitim ve
öğretim açısından birçok olumsuz sonuç yaratmıştır. Bir ulus bireyleri,
ancak bir eğitim görebilir. Bir ülkede iki türlü eğitim, iki türlü insan
yetiştirir. Bu ise duygu, düşünce ve dayanışma birliği amaçlarını
tümüyle yok eder. Yasa önerimizin kabulü durumunda, Türkiye
Cumhuriyeti'ndeki her çeşit eğitim-öğretim kurumlarının bağlanacakları
tek yer Eğitim Bakanlığı olacaktır. Cumhuriyetin kültür politikasından
ve kültürümüzü duygu ve düşünce birliği içinde ilerletmekte görevli olan
Eğitim Bakanlığı, müspet ve bütünleşmiş bir eğitim politikası
uygulayacaktır."
denilerek, öğretim birliği ilkesinin önemi vurgulanmış ve temeli
atılmıştır. Öğretim birliği ilkesi, laik eğitimin vazgeçilmez koşulu
olarak laiklik ilkesinin önemli alanlarından birini oluşturmaktadır.
Öğretim Birliği Yasası'nda, imam hatip yetiştirecek okulların
kurulmasının öngörülmesinin amacı, din kültürünü bilimsel ortamda
edinmiş, aydın, toplumu batıl inançtan kurtarabilecek din adamları
yetiştirmektir.
Bu amaç, imam hatip liselerinin imamlık, hatiplik ve Kuran kursu
öğreticiliği gibi alanlardaki dini hizmetleri yerine getirmek amacıyla,
öğrencileri bu mesleğe hazırlayıcı programlar çerçevesinde eğitim ve
öğretim verilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
ee-1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası'nın 32. maddesinde,
öğretim birliği ilkesine uygun olarak imam hatip liseleri, imamlık,
hatiplik ve Kuran kursu öğreticiliği gibi dini hizmetlerin yerine
getirilmesi ile görevli elemanları yetiştirmek üzere, Milli Eğitim
Bakanlığı'nca açılan, ortaöğretim sistemi içindeki öğretim kurumları
olarak tanımlanmıştır.
Madde gerekçesinde,
"İmam-hatip okulları, imamlık ve hatiplik gibi din hizmetlerinin ifası
ile görevli kimseleri yetiştirmek üzere açılan okullardır. 3 Mart 1340
tarihli ve 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu, amaçları dolayısıyla din
öğretimine mecburi dersler arasında geniş ölçüde yer ve önem verilen bu
okulların, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, Ôayrı mektepler' olarak
açılmasını amirdir.
Tevhidi Tedrisat Kanunu, Türkiye Cumhuriyetinin laiklik niteliğini
koruma amacını güden bir konu olarak, Anayasanın 153. maddesinde (1961
Anayasası) yer almış bulunmaktadır.
Bu defa 31. madde (32. madde olarak yasalaştı), Tevhidi Tedrisat
Kanununun ilgili maddesi hükmünü yerine getirmek, imam-hatip okullarının
milli eğitim sistemi içindeki yerini açıklamak ve sekiz yıllık temel
eğitime dayalı ve meslek icabı yalnız erkek öğrencilere mahsus ayrı
meslek okulları olduğunu belirtmek amacıyla getirilmiştir. İmam-hatip
okullarını bitirenler, bugün olduğu gibi, kendi alanlarında
yükseköğrenime geçebileceklerdir."
denilmektedir.
Gerekçeden de açıkça anlaşılabileceği gibi, bu okullar, yalnızca din
adamı yetiştirilmesi için erkek öğrencilerin öğretim görmeleri ve
bunların da ortaöğretim sonrasında kendi alanlarında yükseköğrenime
devam edebilmeleri amacıyla kurulmuştur.
Yapılan incelemeler, sonraki düzenleme ve uygulamalarla imam hatip
liselerinin amacından saptırıldığını göstermektedir. Geçen zaman içinde
imam hatip liseleri, genel liselere alternatif öğretim kurumları
durumuna getirilmiş, ikili eğitim-öğretim sistemi yaratılarak eğitim
birliğine ve laiklik ilkesine aykırı düşecek önemli uygulamalar
yapılmıştır.
İmam hatip liseleri ülkenin din adamı gereksinimini karşılamak amacıyla
kurulduklarına göre, bu liselerin hem okul hem öğrenci sayısı olarak
ülke gereksiniminin gerektirdiği düzeyde tutulması öğretim birliği ve
laiklik ilkelerine uygun düşecektir.
ff-Türk milli eğitiminin genel amacı, Türk Ulusu'nun tüm
bireylerini, Atatürk ilke ve devrimlerine ve Anayasa'da anlatımını bulan
Atatürk Milliyetçiliği'ne bağlı, Anayasa'nın başlangıcında belirtilen
temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti
olan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve
bunları yaşamında uygulayan yurttaşlar olarak yetiştirmektir.
Yasakoyucu, kişiler yönünden hak, devlet yönünden ödev olan öğrenim ve
öğretim hakkını düzenlerken, toplumun gereksinim duyduğu insan gücünün
yetiştirilmesi, böylece, toplumsal, ekonomik ve kültürel kalkınmanın
sağlanması gibi hususları gözetmek zorundadır.
Türkiye'de laikliğin, siyasal, toplumsal ve ekonomik gelişmelere ve bu
gelişmelere öncülük edecek eğitim seferberliğine dayalı olarak
yerleştirilmesi öngörülmüştür.
Eğitimin siyasal ve toplumsal bilinçlenme ile bu bilinçlenmeye öncülük
yapabilmesi için öğretim birliği ilkesine bağlı kalınması zorunludur.
Tersi durumda, öğretim birliği ilkesi uyarınca kapatılan okulların
yerine yenileri açılmış olacaktır.
Bunun dışına çıkılarak, imam hatip liselerinin genel lise statüsüne
yükseltilmesi ya da bu liseleri bitirenlerin genel liseleri bitirenler
gibi yükseköğretim hakkından yararlanmasının sağlanması, eğitimin
laikleşmesini amaçlayan öğretim birliği ilkesiyle, laiklik ilkesiyle,
demokratik, laik, eşitlikçi, adil, işlevsel ve bilimsel temellere dayalı
eğitim anlayışıyla, kısaca Anayasa'nın Atatürk ilke ve devrimlerini
temel alan ruhuyla bağdaşmamaktadır.
B- 2547 sayılı Yasa'nın 45. maddesinin incelenen Yasa'nın 5. maddesiyle
değiştirilen (a) fıkrasının son bendinde, yükseköğretim kurumlarına
girişle ilgili diğer usul ve esasların, Milli Eğitim Bakanlığı ile
Yükseköğretim Kurulu'nca birlikte çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği
kurala bağlanmıştır.
Anayasa'nın 131. maddesinde, yükseköğretim kurumlarının öğretimini
planlamak, düzenlemek, yönetmek ve denetlemek amacı ile Yükseköğretim
Kurulu kurulacağı belirtilmiştir.
Bu kuraldaki Yükseköğretim Kurulu'nun kuruluş amacının öğeleri, aynı
zamanda Kurul'un görev ve yetki alanını da belirlemektedir. Buna göre,
yükseköğretimin planlanması, düzenlenmesi, yönetilmesi ve denetlenmesi
yetkisi Yükseköğretim Kurulu'na verilmiştir. Bu yetki, yükseköğretim
alanının düzenlenmesine ilişkin yönetsel düzenleyici işlemleri de
kapsamaktadır.
Oysa, incelenen Yasa'nın yukarıda belirtilen kuralında, yükseköğretim
kurumlarına girişle ilgili diğer usul ve esasların bir yönetmelikle
düzenlenmesi ve bu yönetmeliğin Milli Eğitim Bakanlığı ile Yükseköğretim
Kurulu'nca birlikte çıkarılması öngörülmektedir.
Böylece, yükseköğretim alanında yapılacak bir yönetmelikte Yükseköğretim
Kurulu yanında Milli Eğitim Bakanlığı da eşdüzeyde yetkili kılınmaktadır
ki, bu durum Anayasa'nın 131. maddesi ile bağdaşmamaktadır.
3- İncelenen Yasa'nın 6. maddesiyle 2547 sayılı Yasa'ya eklenen
"Özel statülü Devlet üniversitelerine atama" başlıklı ek 30. maddede,
"İkili uluslararası anlaşmalarla kurulan özel statülü Devlet
üniversitelerinin mütevelli heyet başkan ve üyeleri ile denetleme kurulu
üyeleri Milli Eğitim Bakanlığının önerisi üzerine müşterek kararname ile
atanır."
denilmektedir.
Uluslararası sözleşmelerle kurulan ve mezunları Türkiye Cumhuriyeti
üniversitelerini bitirenlerle aynı haklara sahip olan iki özel statülü
Devlet üniversitesi bulunmaktadır. Bunlar; Kazakistan'daki Hoca Ahmet
Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi ile Kırgızistan'daki
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi'dir.
Her iki üniversiteye ilişkin uluslararası sözleşmeler ve bunların
ayrılmaz parçası olan tüzükler, yöntemine uygun olarak yürürlüğe
konulmuş uluslararası hukuk metinleridir.
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Tüzüğü'nün 4. maddesinde,
Mütevelli Heyeti'nin, Üniversite'nin genel yönetimini sağlamak amacıyla
ortak işletme-ortak yönetim ilkesinden hareketle, iki ülkenin atayacağı
sekiz kişiden oluşacağı; Heyet Başkanı ve üç üyenin Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti'nce ortak kararname ile atanacağı; ortak kararnamelerin Türkiye
Cumhuriyeti Yükseköğretim Yürütme Kurulu'nun önerisi üzerine Türkiye
Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı'nca hazırlanacağı belirtilmiştir.
Aynı Tüzük'ün 6. maddesinde de, Denetleme Kurulu üyelerinin taraf
hükümetlerce Mütevelli Heyet atama yöntemi ile belirleneceği kurala
bağlanmıştır.
İncelenen Yasa'nın 6. maddesiyle 2547 sayılı Yasa'ya eklenen ek 30.
maddede, ikili uluslararası sözleşmelerle kurulan özel statülü Devlet
üniversitesinin Mütevelli Heyet Başkan ve üyeleri ile Denetleme Kurulu
üyelerinin atama yönteminin değiştirilmesi öngörülmektedir.
Yapılan düzenlemede, Yükseköğretim Kurulu aradan çıkarılarak, Mütevelli
Heyet Başkan ve üyeleri ile Denetleme Kurulu üyelerinin Milli Eğitim
Bakanlığı'nın önerisi üzerine ortak kararname ile atanmaları kurala
bağlanmaktadır.
Bu durumda, uluslararası sözleşme eki tüzük ile incelenen Yasa'nın 6.
maddesiyle getirilen ek 30. madde kuralları çelişmektedir.
Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasında, yöntemine göre yürürlüğe
konulan uluslararası sözleşmelerin yasa hükmünde olduğu belirtilmiştir.
Adıgeçen üniversitelere ilişkin ikili uluslararası sözleşmeler yöntemine
uygun olarak yürürlüğe konulmuş uluslararası metinlerdir. Uluslararası
sözleşmelerin eki olan tüzükler ise, hiç kuşku yok ki bu alanı
düzenleyen özel hukuksal işlemlerdir.
Yasa kurallarının çatışması durumunda "sonraki tarihli yasa" ilkesi
uygulanabilir ise de, devletlerarası ilişkilerde geçerli olan "ahde
vefa" ilkesi uyarınca bunun doğru olmayacağı açıktır.
Ayrıca, Anayasa'nın 131. maddesinde, yükseköğretimi planlama, düzenleme,
yönetme ve denetleme görev ve yetkisi Yükseköğretim Kurulu'na
verildiğine göre, ikili uluslararası sözleşmelerle de kurulmuş olsa, bir
yükseköğretim kurumunun mütevelli heyet başkan ve üyeleri ile denetleme
kurulu üyelerinin atanmasında Yükseköğretim Kurulu'nun devreden
çıkarılması uygun görülmemektedir.
4- İncelenen Yasa'nın 7. maddesiyle 2547 sayılı Yasa'ya eklenen
geçici 50. maddede,
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte; Yükseköğretim Genel Kurulu ve
Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyelerinin görevleri sona erer,
ancak bu kişiler yeni Yükseköğretim Kurulu Başkan ve üyeleri göreve
başlayıncaya kadar görevlerine devam eder. Görevi bu şekilde sona eren
Yürütme Kurulu Başkan ve üyeleri yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski
kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile
diğer mali haklarını almaya devam eder. Bunların atandıkları yeni
kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatlar ile diğer
mali hakları toplamının net tutarının, önceki kadrolarına bağlı olarak
en son ayda almakta oldukları aylık, ek gösterge, her türlü zam ve
tazminatları ile diğer mali hakları toplamının net tutarından az olması
halinde, aradaki fark giderilinceye kadar atandıkları kadrolarda
kaldıkları sürece herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat
olarak ödenir. Ancak bu madde uyarınca yapılacak ödemenin süresi, bu
maddeye göre görevi sona erenlerin Yükseköğretim Genel Kurulu ve
Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyeliğinde tamamlayamadıkları
süreleri aşamaz."
denilmektedir.
Görüldüğü gibi, 2547 sayılı Yasa'ya eklenen geçici 50. madde ile,
Yasa'nın, yürürlüğe girdiği günde Yükseköğretim Genel Kurulu ve
Yükseköğretim Yürütme Kurulu Başkan ve üyelerinin görevleri sona
erdirilmekte; ancak, bu kişilerin, yeni Yükseköğretim Kurulu Başkan ve
üyeleri göreve başlayıncaya kadar görevlerini sürdürmeleri
öngörülmektedir.
a- Anayasa'nın 131. maddesinin birinci fıkrasına göre,
Yükseköğretim Kurulu, tüm yükseköğretimi düzenleyen ve yükseköğretim
kurumlarının etkinliklerine yön veren, 2547 sayılı Yasa kuralı uyarınca,
özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip bir anayasal kuruluştur.
Yükseköğretim Kurulu'nun anayasal kuruluş olarak örgütlenmesi, anayasa
koyucunun özerklik ve kamu tüzelkişiliği ile donattığı yükseköğretim
kurumlarına verdiği önemin sonucudur.
Özerklik, belirli sınırlar içinde serbestçe karar alıp, bu kararları
uygulayabilmeyi; bir başka deyişle, verilen görev alanı içinde kalmak
koşuluyla, diğer yönetsel birimlerin ve siyasal otoritenin karışması
olmadan, işleyişine ilişkin kuralları kendisinin düzenleyebilmesini
gerektirir.
Bu niteliği ile özerklik, bu tür kuruluşlarda görev yapan kamu
görevlilerinin, karar alma süreçlerinde herhangi bir baskı, telkin ya da
tavsiye ile etki altına alınmalarını engelleyerek, yansız görev
yapabilmelerini sağlamakta ve görevden alınma kaygısı taşımadan
görevlerini yürütebilecekleri bir hukuksal güven ortamı yaratmaktadır.
Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyet'in temel nitelikleri arasında
sayılan hukuk devleti, "insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyan
adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu sürdürmekle kendini yükümlü
sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet"tir.
Hukuk devleti ilkesi, "hukuk güvenliği"nin ve "adalet"in sağlanmasına
yönelik hukuk anlayışını yansıtmaktadır.
"Adalet" ve "hukuk güvenliği" kavramları ile "istikrar" ve "özerklik"
arasında sıkı bir bağ bulunmaktadır. Adalet ve hukuk güvenliği, çağdaş
kamu yönetimi anlayışında, istikrar olgusunun temel taşlarını
oluşturmaktadır.
Hukuk güvenliği, kamu görevlileri yönünden önemli bir güvencedir. Bir
anayasal kurumun seçilip atanmış üyeleri sözkonusu olduğunda bu güvence
daha da önem kazanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, tüm kamu görevlileri
için, somut neden olmadan keyfi biçimde işlem yapılmasına engel
oluşturmaktadır.
İncelenen Yasa ile 2547 sayılı Yasa'ya eklenen geçici 50. madde,
Yükseköğretim Genel Kurulu ile Yükseköğretim Yürütme Kurulu'nun Başkan
ve üyelerinin, bu Yasa'nın yürürlüğe girdiği günde, görevlerinin sona
ereceği kuralını getirmektedir. Madde gerekçesinde ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi'ndeki görüşmelerde bu düzenlemenin hangi gereksinimden
kaynaklandığı açıklanmamış, gerekçesi somut biçimde ortaya
konulmamıştır.
Anayasa'nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Ulusu adına Türkiye
Büyük Millet Meclisi'ne ilişkin olduğu belirtilmiştir. Ancak, yasama
organı, yasama etkinliklerinde hukukun evrensel kurallarıyla ve anayasal
kurallarla bağlıdır.
Bir anayasal organda, kamu hizmeti sürerken bu hizmeti yürütenlerin
görevlerine, hiçbir haklı neden olmadan son verilmesi hukuk devleti
ilkesine aykırılık oluşturmaktadır.
b- Hukukun bilinen genel ilkesi uyarınca yasalar, genel, nesnel
ve soyut olmak zorundadırlar.
Yasaların genelliği ilkesi, özel, güncel ve geçici bir durumu
gözetmeyen, belli kişi ya da kişileri hedef almayan, kamu yararına
olarak geleceği düzenleyen, soyut ve nesnel hukuk kurallarının
getirilmesini zorunlu kılmaktadır.
İktidar gücünü elinde bulunduranların keyfi ve kişisel kararlarına
karşı, yasanın genelliği en etkili koruyucudur. Kişilerin keyfiliğe
karşı korunması, ancak önceden düşünülüp oluşturulmuş genel nitelikte
yasalarla olanaklıdır.
Kişilerin hukuksal statüsünün güvencesi olarak öngörülen genellik öğesi,
bu özelliğiyle "hukuk güvenliği" kapsamında "hukuk devleti"nin temelini
oluşturmaktadır.
Hukukun ana ilkelerine dayanmayan, devletin amacı ve varlık nedeniyle
bağdaşmayan ve yalnızca Parlamento'daki çoğunluğun sağladığı oy gücüyle
çıkarılan yasalar toplum vicdanında olumsuz etkiler yaratmaktadır. Bu
tür yasalar hukukun üstünlüğünü temsil etmemekte ve hukuk devleti işlemi
niteliğinde kabul edilmemektedir.
İncelenen Yasa'daki, mevcut üyelerin statüsüne son veren, bir başka
deyişle belli kişileri hedef alan düzenleme, yasaların genelliği
ilkesiyle de bağdaşmamakta ve bu yönden de hukuk devleti ilkesine
aykırılık oluşturmaktadır.
Yayımlanması yukarıda açıklanan gerekçelerle uygun görülmeyen 5171
sayılı "Yükseköğretim Kanunu ve Yüksek Öğretim Personel Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun", 1, 5, 6 ve 7. maddelerinin Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nce bir kez daha görüşülmesi için, Anayasa'nın
değişik 89 ve 104. maddeleri uyarınca ilişikte geri gönderilmiştir.