.

 
...
...
Yararlı Linkler
E- Posta
Başvuru Kaynakları
Katkı 
Sunanlar
Arşiv

 

Sayı: 15                                      Ana Sayfa                                           16 Ekim 2001

.........

"İSLAMİ TERÖR" VARDIR 

Alev ATES

İslam mollaları kendi aralarında kimin en gerçek müslüman olduğunu ilk günlerinden beri tartışa gelirler. "Din" olgusuna toplumsal organizasyonlarda veya çözülmelerde sosyolojik olgular olarak yaklaşan benim  gibiler için bu tartışmalar da bu bağlam da değerlendirilir. Ancak  değerlendirme derken tüm dini esasları ve yapılanmaları "pozitivist /  rasyonalist" açıklamalar üzerine oturtma gayreti değil söylemek istediğim. Kısaca bir inançlar dizgesini ; "halk pisti, beş vakit abdest aldırarak peygamber temiz olmalarını sağladı" veya "her yer çöl kızılı, sarısı idi, onun için yeşil renge bu coğrafyaya renk katmak için kutsiyet atfedildi" , 
"kurban keserek fakir fukaranın karnını doyuran bir sosyal sistem kuruldu" gibi abuk sabukluklar haline getiren laisizmin "islamiyetle hesaplaşmada" hiçbir işe yaramayacağını düşünüyorum.

İslamiyetin en korktuğu şey "entellektüelizm". Zira modernitenin ürünü olan entüllektüelizm (isterseniz siz aydınlanma deyin) Hristiyanlığı yeniden kilisesine sokmuştur. Bunu yaparkende hiçbir zaman "din" olgusunun folklorik öge olarak ele alınamayacağını ve bu kerteye indirgenemeyeceğini de öğrenmiştir. Önemli tek kazanımın, Hıristıyanlığın içinde de başlarda şiddetle var olan "iktidar" isteğini, onun dokusundan çıkartmak olduğunu 
oldukça kanlı bir süreçle görmüş ve öğrenmiş ve sonuçta başarmıştır. Bu uzun 
mücadelelerin sonucunda Din, gerçekten de ekonomi politiğin elinde "afyon" 
niteliği ile yaşaya gelmiştir.

İslamiyetin (özlellikle müslümanların demiyorum) kendi modernitesini kurmak ve aydınlanmasını yaratmak niyetindeki Kemalist-laisizmle hesaplaşmasını bu bağlamda ele alınca, İslamın Hıristiyanlıktan daha dirençli olacağını söylemek gerekir. Zira İslamın doğuşu siyasaldır, dünyevidir. Yani salt öte dünyayı değil bu dünyayı da tasarlar, düzenler. İşte bu işlevi nedeniyle,  laiklerin pek sevdiği "ruhban sınıfı" (itiraz hakkımız saklı) yoktur ama 
daha da şiddetli olarak iktidarı elinde tutan "siyasetçiler sınıfı" vardır. Bu, ruhbanların dönüşümü olarak değil doğrudan siyasetçi olarak ortaya çıkmıştır. Öteki dünya düzenlemesi doğrudan bu dünya düzenini yürütebilmesi içindir. İktidarı kendi elinde tutabilmesi içindir. Yani müslümanlar iktidarı ellerinde tutabilmek için kurallar (sünnet) koymuşlardı ve bu 
kurallar inancın vazgeçilmezleri olmuştu. Kurallardan vazgeçilmesi veya değişebilir olduklarını kabullenmek, iktidarın paylaşılması ve giderek yitirilmesi demektir. Değişmezlik inançı, inanç değişmezliği yaratır. İşte aşılmaması gereken nokta budur. Eğer bu noktayı aşarsanız artık iktidarda olan "İslam" değildir. İslamın iktidarı almak istemesindeki "dini" esasları 
da silip atamazsınız. İslami partilerin, "batıda Hıristıyan Demokrat" partiler var bizim de "İslami Demokratik" partilerimiz olsun söylemi takiyye falan değil doğrudan islami söylem dışına düşmektir. Kapitalizmin daha ticaret burjuvazisinin sanayii burjuvazisine dönüşmesi aşamasında etkisizleştirdiği ve yedeğine aldığı din olgusu İslamiyet ile kesinlikle 
uzlaşmaz. Yürürlükte bulunan rejimlerle uzlaşmak muşrikliktir. Komünizm, kapitalizm gibi dünyevi sistemler birer dindir. "Çünkü insan hayatını denetleyen, yönlendiren, sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlaki alanları şekillendiren kuralları yani şeriatları vardır. Bu sistemleri vaz'edenler Allah'a başkaldıran ilahlar, bunlara uyanlar ise müşriklerdir... bir insan 
ya muvahhittir, ya da müşrik. Bu hayati gerçek, bu temel vakıa, idare-i maslahat, muvazaa, uzlaşmacılık, seçmecilik kabul edemez." Elbette durum böyle olunca "sistemler" kendi içlerinden değiştirilemez. Çeşitli aşamalardan sonra "savaşmak" zorunludur. Müslümanların kendi aralarındaki çelişkiler belki politikacı olarak, en azından yürüdüğümüz yoldaki 
müttefitklerimizin sınıfsal karakterini tanıtmak için bizi ilgilendirir ama bunların varolması sadece bizim kendi yolumuzu çizmemize yarar. Yoksa müslümanların kendi aralarındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıklarda ve hatta kavgada taraf tutmak diye bir şey söz konusu değildir. İslamı kendi isteklerine göre yorumlayabilirler ve iktidar kavgasında verecekleri mücadeleyi istedikleri gibi yürütebilirler. Tebliğ aşaması mı, tevhid aşaması mı sorunu kendi staratejik taktiklerini ve yöntemlerini belirleyen "Sünnet" e olan uygunluk tartışması, iktidara yönelimlerinde ki ve iktidarı alma yolunda ki çelişkilerinin doğurduğu ikilemlerdir. Hiçbir şekilde "iktidar" persepektifini yani insanların yaşamasının dünyevi düzenlenmesini, 
sistemlerle uzlaşarak çözümlemek islamiyetin işi değildir ve olamaz. 

İslamiyetin kendisinin vazgeçilmez olgusu, varlık nedeni iktidardır. İktidara giden yolda muşriklerle savaşmak da zorunludur. Bunlarla uzlaşarak toplum kendi sistemi içinde değiştirilemez. İşte burada "İslamda terör yoktur", "İslami terör" olamaz söylemi devreye girer. Oysa gerçekte her iktidar mücadelesi zorlu bir savaşı gerektirir. Savaşın nasıl ve nerede 
verileceğini yalnızca mücadeleyi veren saptar elbette. Yapılan işin savaş mı, terör mü olduğuna, baktığınız noktadan ama yalnızca kendi adınıza karar verebilirsiniz. Kimse ikinci dünya savaşında Berlin' in bombalanmasına terör diye bakmaz ama binlerce sivil de ölmüştür bu bombalamada. Çünkü yapılan "muşriklere" karşı verilen bir savaştı. Bu savaşta suçsuz insanlar da ölebilirdi. Savaşın kendisini terör olarak kabul etmediğiniz sürece neyin 
terör neyin olmadığına doğru karar veremezsiniz. Eğer iktidar istiyor ve bunun "SAVAŞI" nı verdiğinize inanıyorsanız "TERÖR" bu oyunun vazgeçilmez parçasıdır. Terör, İslamın verdiği iktidar kavgasın da, İslam ideolojsine zarar mı veriyor yarar mı getiriyor tartışması, bu ön kabulle bir anlam kazanır. Sosyalistler ve demokratlar ittifaklarını kurarken ve yol 
arkadaşlarını seçerken buna son derece dikkat etmek zorundadır. Çünkü Türkiye'nin demokrat müslümanları bile "şavaşın cinnet hali değildir, şiddet hiç değildir, ancak, mutlak anlamda kötülüğü kesinleşmiş şerrin ve zulümün ortadan kaldırılması , insanlığın huzuru ve selameti için yok edilmesi , yeryüzünden silinmesi halidir ve bu da bir ZARURETTİR." 
anlayışını temel almaktadır. Günümüzde bu savaşın sürdüğüne TALİBAN karar 
veriyor. Kapitalist emperyalizm ise reel komünizmi çökertmek için kullandığı 
ve her zaman yedeğinde bulundurduğu islamın artık ehlileştirilmesi kanısındadır. İslamiyet ise iktidar için sistem dışına çıkmak gerektiğini bunun da ancak savaşla olacağını görmüştür.

Siz irtica da deseniz, gerici, kaba yobaz da deseniz İslamın bir dünyevi düzeni vardır. Bunu gerçekleştirecek iktidarı istemektedir. İnsanın hem kapitalizmi savunması (ya da kömünizmi vs) hem de müslümanca yaşaması olanağı yoktur. Esas olan sünnettir. Yani müslümanların gerçekten nasıl yaşayacağını SABİTLEMİŞ kurallar dizgesi belirler. Ve Taliban bunu 
uygulamaktadır. Bütün dünyada da bunun uygulanmasını istemektedir. En gerçek 
ve öz müslüman Talibandır. İslami Cihad'tır, Hizbullah'tır. Yoksa İslamı da Hıristiyanlık gibi modernitenin kuyruğuna takarak düzenin ehlileşmiş, folklörleşmiş stepnesi durumuna sokmak isteyenler değildir. İslamiyet camilerin dışına taşmak, yeni Endülüsler yaratmak zorundadır. Bu idealler elinden alındığı ve islamiyet "İktidar" perspektifinden yoksun bırakıldığı 
zaman yok olması en azından zayıflaması eşyanın tabiatı gereğidir. Bu nedenle savaşmak zorundadır ve savaş terör dediğimiz mücadele biçimini de 
içerir.

Bu nedenle İslami terör vardır, olmak zorundadır.
Bizim (sosyalistlerin) ne yapacağını ise daha sonraya bırakalım.

İ

N

A

D

I

N

A