"İSLAMİ TERÖR" VARDIR
Alev ATES
İslam mollaları kendi aralarında kimin en gerçek müslüman olduğunu ilk
günlerinden beri tartışa gelirler. "Din" olgusuna toplumsal organizasyonlarda veya çözülmelerde sosyolojik olgular olarak yaklaşan benim
gibiler için bu tartışmalar da bu bağlam da değerlendirilir. Ancak
değerlendirme derken tüm dini esasları ve yapılanmaları "pozitivist /
rasyonalist" açıklamalar üzerine oturtma gayreti değil söylemek istediğim.
Kısaca bir inançlar dizgesini ; "halk pisti, beş vakit abdest aldırarak
peygamber temiz olmalarını sağladı" veya "her yer çöl kızılı, sarısı idi,
onun için yeşil renge bu coğrafyaya renk katmak için kutsiyet atfedildi" ,
"kurban keserek fakir fukaranın karnını doyuran bir sosyal sistem kuruldu"
gibi abuk sabukluklar haline getiren laisizmin "islamiyetle hesaplaşmada"
hiçbir işe yaramayacağını düşünüyorum.
İslamiyetin en korktuğu şey "entellektüelizm". Zira modernitenin ürünü olan
entüllektüelizm (isterseniz siz aydınlanma deyin) Hristiyanlığı yeniden
kilisesine sokmuştur. Bunu yaparkende hiçbir zaman "din" olgusunun
folklorik öge olarak ele alınamayacağını ve bu kerteye indirgenemeyeceğini
de öğrenmiştir. Önemli tek kazanımın, Hıristıyanlığın içinde de başlarda
şiddetle var olan "iktidar" isteğini, onun dokusundan çıkartmak olduğunu
oldukça kanlı bir süreçle görmüş ve öğrenmiş ve sonuçta başarmıştır. Bu uzun
mücadelelerin sonucunda Din, gerçekten de ekonomi politiğin elinde "afyon"
niteliği ile yaşaya gelmiştir.
İslamiyetin (özlellikle müslümanların demiyorum) kendi modernitesini kurmak
ve aydınlanmasını yaratmak niyetindeki Kemalist-laisizmle hesaplaşmasını bu
bağlamda ele alınca, İslamın Hıristiyanlıktan daha dirençli olacağını
söylemek gerekir. Zira İslamın doğuşu siyasaldır, dünyevidir. Yani salt öte
dünyayı değil bu dünyayı da tasarlar, düzenler. İşte bu işlevi nedeniyle,
laiklerin pek sevdiği "ruhban sınıfı" (itiraz hakkımız saklı) yoktur ama
daha da şiddetli olarak iktidarı elinde tutan "siyasetçiler sınıfı" vardır.
Bu, ruhbanların dönüşümü olarak değil doğrudan siyasetçi olarak ortaya
çıkmıştır. Öteki dünya düzenlemesi doğrudan bu dünya düzenini yürütebilmesi
içindir. İktidarı kendi elinde tutabilmesi içindir. Yani müslümanlar
iktidarı ellerinde tutabilmek için kurallar (sünnet) koymuşlardı ve bu
kurallar inancın vazgeçilmezleri olmuştu. Kurallardan vazgeçilmesi veya
değişebilir olduklarını kabullenmek, iktidarın paylaşılması ve giderek
yitirilmesi demektir. Değişmezlik inançı, inanç değişmezliği yaratır. İşte
aşılmaması gereken nokta budur. Eğer bu noktayı aşarsanız artık iktidarda
olan "İslam" değildir. İslamın iktidarı almak istemesindeki "dini" esasları
da silip atamazsınız. İslami partilerin, "batıda Hıristıyan Demokrat"
partiler var bizim de "İslami Demokratik" partilerimiz olsun söylemi takiyye
falan değil doğrudan islami söylem dışına düşmektir. Kapitalizmin daha
ticaret burjuvazisinin sanayii burjuvazisine dönüşmesi aşamasında
etkisizleştirdiği ve yedeğine aldığı din olgusu İslamiyet ile kesinlikle
uzlaşmaz. Yürürlükte bulunan rejimlerle uzlaşmak muşrikliktir. Komünizm,
kapitalizm gibi dünyevi sistemler birer dindir. "Çünkü insan hayatını
denetleyen, yönlendiren, sosyal, siyasal, ekonomik ve ahlaki alanları
şekillendiren kuralları yani şeriatları vardır. Bu sistemleri vaz'edenler
Allah'a başkaldıran ilahlar, bunlara uyanlar ise müşriklerdir... bir insan
ya muvahhittir, ya da müşrik. Bu hayati gerçek, bu temel vakıa, idare-i
maslahat, muvazaa, uzlaşmacılık, seçmecilik kabul edemez." Elbette durum
böyle olunca "sistemler" kendi içlerinden değiştirilemez. Çeşitli
aşamalardan sonra "savaşmak" zorunludur. Müslümanların kendi aralarındaki
çelişkiler belki politikacı olarak, en azından yürüdüğümüz yoldaki
müttefitklerimizin sınıfsal karakterini tanıtmak için bizi ilgilendirir ama
bunların varolması sadece bizim kendi yolumuzu çizmemize yarar. Yoksa
müslümanların kendi aralarındaki anlaşmazlık ve uyuşmazlıklarda ve hatta
kavgada taraf tutmak diye bir şey söz konusu değildir. İslamı kendi
isteklerine göre yorumlayabilirler ve iktidar kavgasında verecekleri
mücadeleyi istedikleri gibi yürütebilirler. Tebliğ aşaması mı, tevhid
aşaması mı sorunu kendi staratejik taktiklerini ve yöntemlerini belirleyen
"Sünnet" e olan uygunluk tartışması, iktidara yönelimlerinde ki ve iktidarı
alma yolunda ki çelişkilerinin doğurduğu ikilemlerdir. Hiçbir şekilde
"iktidar" persepektifini yani insanların yaşamasının dünyevi düzenlenmesini,
sistemlerle uzlaşarak çözümlemek islamiyetin işi değildir ve olamaz.
İslamiyetin kendisinin vazgeçilmez olgusu, varlık nedeni iktidardır.
İktidara giden yolda muşriklerle savaşmak da zorunludur. Bunlarla uzlaşarak
toplum kendi sistemi içinde değiştirilemez. İşte burada "İslamda terör
yoktur", "İslami terör" olamaz söylemi devreye girer. Oysa gerçekte her
iktidar mücadelesi zorlu bir savaşı gerektirir. Savaşın nasıl ve nerede
verileceğini yalnızca mücadeleyi veren saptar elbette. Yapılan işin savaş
mı, terör mü olduğuna, baktığınız noktadan ama yalnızca kendi adınıza karar
verebilirsiniz. Kimse ikinci dünya savaşında Berlin' in bombalanmasına
terör diye bakmaz ama binlerce sivil de ölmüştür bu bombalamada. Çünkü
yapılan "muşriklere" karşı verilen bir savaştı. Bu savaşta suçsuz insanlar
da ölebilirdi. Savaşın kendisini terör olarak kabul etmediğiniz sürece neyin
terör neyin olmadığına doğru karar veremezsiniz. Eğer iktidar istiyor ve
bunun "SAVAŞI" nı verdiğinize inanıyorsanız "TERÖR" bu oyunun vazgeçilmez
parçasıdır. Terör, İslamın verdiği iktidar kavgasın da, İslam ideolojsine
zarar mı veriyor yarar mı getiriyor tartışması, bu ön kabulle bir anlam
kazanır. Sosyalistler ve demokratlar ittifaklarını kurarken ve yol
arkadaşlarını seçerken buna son derece dikkat etmek zorundadır. Çünkü
Türkiye'nin demokrat müslümanları bile "şavaşın cinnet hali değildir,
şiddet hiç değildir, ancak, mutlak anlamda kötülüğü kesinleşmiş şerrin ve
zulümün ortadan kaldırılması , insanlığın huzuru ve selameti için yok
edilmesi , yeryüzünden silinmesi halidir ve bu da bir ZARURETTİR."
anlayışını temel almaktadır. Günümüzde bu savaşın sürdüğüne TALİBAN karar
veriyor. Kapitalist emperyalizm ise reel komünizmi çökertmek için kullandığı
ve her zaman yedeğinde bulundurduğu islamın artık ehlileştirilmesi
kanısındadır. İslamiyet ise iktidar için sistem dışına çıkmak gerektiğini
bunun da ancak savaşla olacağını görmüştür.
Siz irtica da deseniz, gerici, kaba yobaz da deseniz İslamın bir dünyevi
düzeni vardır. Bunu gerçekleştirecek iktidarı istemektedir. İnsanın hem
kapitalizmi savunması (ya da kömünizmi vs) hem de müslümanca yaşaması
olanağı yoktur. Esas olan sünnettir. Yani müslümanların gerçekten nasıl
yaşayacağını SABİTLEMİŞ kurallar dizgesi belirler. Ve Taliban bunu
uygulamaktadır. Bütün dünyada da bunun uygulanmasını istemektedir. En gerçek
ve öz müslüman Talibandır. İslami Cihad'tır, Hizbullah'tır. Yoksa İslamı da
Hıristiyanlık gibi modernitenin kuyruğuna takarak düzenin ehlileşmiş,
folklörleşmiş stepnesi durumuna sokmak isteyenler değildir. İslamiyet
camilerin dışına taşmak, yeni Endülüsler yaratmak zorundadır. Bu idealler
elinden alındığı ve islamiyet "İktidar" perspektifinden yoksun bırakıldığı
zaman yok olması en azından zayıflaması eşyanın tabiatı gereğidir. Bu
nedenle savaşmak zorundadır ve savaş terör dediğimiz mücadele biçimini de
içerir.
Bu nedenle İslami terör vardır, olmak zorundadır.
Bizim (sosyalistlerin) ne yapacağını ise daha sonraya bırakalım.
|