Batağa Sürüklenmemek Emekçilerin
Ellerindedir
Levent TÜZEL
ABD, 11 Eylül saldırısından sonra terörle mücadele bahanesiyle, bir savaş koalisyonu oluşturarak Afganistan'ı bombalamaya başladı. 'Dünya İmparatorluğu'na soyunan ABD, "küresel adalet ve özgürlük" söylemleriyle bu savaş harekâtına 'sonsuz özgürlük' adını verdi. Sözde adalet peşindeki ABD, aslında kendi yayılmacılığı için sonsuz özgürlük istiyordu. Aradan geçen zaman içinde dertlerinin Bin Ladin ya da Taliban olmadığı anlaşılmış, bütün dünyada "teröre" savaş açtıklarını, cephenin Afganistan'la sınırlı olmadığını, uzun sürecek bir savaş halinin kabullenilmesini açıklamışlardır.
ABD bu savaş koalisyonunu oluştururken BM, NATO gibi güçleri harekete geçirmiş, başta İngiltere, Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleri, Rusya gibi devletler de, 'aman biz de olalım' diye sıraya girmiş ve savaş cephesine katılmışlardır.
Çok açık ki bu Afganistan saldırısıyla birlikte dünyada ve bölgede yeni bir paylaşım başlatılmıştır ve Yeni Dünya Düzeni
(YDD) güçlerinin yeni pozisyonlar edinmeleriyle silahların öncülüğünde bir "hizaya sokma" operasyonunun yürütülmesi söz konusudur.
Geçmişteki örneklerinde olduğu gibi emperyalizm bir kez daha refah ve uygarlık taşıma iddiasıyla bir haklı zemin yaratma peşindedir ve sermaye medyası aşağılık bir propaganda ile bunun ortamını hazırlamaktadır. ABD ve İngiltere başta olmak üzere Afganistan'a saldıran blok, yeni bir gericilik dalgası eşliğinde demokratik hak ve özgürlüklere saldırılara başlamış ve buna güvenlik kılıfını geçirmiştir. Bunun yanında, kendi ülkelerinin emekçilerinin tepkisini bastırmanın bir yolu olarak biyolojik silah, terör saldırıları vb. söylemleri yayarak aynı zamanda psikolojik bir harekâtı sürdürerek cephe gerisini oluşturmaktadır.
Dünya halklarının baş belası ABD ve yanındaki güçler, yaşadıkları bunalımı bölge hakimiyetleri ve savaş getirileriyle çözme planlarına herkesin boyun eğmesini dayatıyor. 'Ya savaşa destek olacaksın ya da terörden yanasın, başka tercihin yok' demeye getiriyorlar. Ancak 11 Eylül'den ve Afganistan operasyonundan bu yana dünyanın her yerinden savaş ve ABD karşıtı, antiemperyalist gösteriler bu saldırgan yayılmacılığa onay verilmediğini göstermektedir.
İŞBİRLİKÇİ BAĞIMLI BİR POLİTİKA
Bu süre içerisinde Türkiye'nin aldığı tutum, egemen güçlerin ve hükümet çevrelerinin ne kadar ulusal çıkarlara ters, onursuz ve işbirlikçi bağımlı bir politika izlendiğini ve ülkeye ihanette nasıl ileri noktalara ulaşıldığını göstermiştir. "Dost ve müttefik" ABD çıkarları ülke çıkarları yerine konmuş ve İncirlik Üssü'nün kullandırılması yetmemiş, hükümet Meclis'ten yurtdışına yani savaşa asker gönderme ve yabancı asker güçlerini ülkede barındırma konusunda yetki almıştır. İkiyüzlü ve utangaçça, 'savaş koalisyonunun asker talebi şimdilik yoktur' diyenler, Türkiye'nin bu paylaşımda daha atak davranıp yerini alması gerekir diyen her boydan savaş goygoycusu çevrelerle birlikte cepheye sürmeye hazırlanmaktadır. İşbirlikçi, uşak takımı sermaye medyası temsilcileri, Türkiye'yi bu çatışmanın ortasında önemli bir mevkide göstererek, "uluslararası borsada" değerinin yükselmesiyle "fırsatları" değerlendirmeye çağırmakta ve bütün bir ülkeyi bu yağma pazarına sürmeyi önermektedir. İnsanlıktan nasibini almamış bu kapitalizm hizmetkârlarının Türkiye'nin ciddi sorunlarını bu savaş ortamında kendi tarzlarında "çözme"ye dönük akıl hocalığı, çürümenin başka bir boyutu olsa gerek.
Kriz nedeniyle kısıtlanacağı söylenen savunma harcamalarının yeniden önünün açılması, hemen hava savunma sistemi ve füze rampaları ihalesinden dem vurulması, Afganistan'da halka yağdırılan füzelerin uluslararası borsada yükselişe geçen tahvilleri, Türkiye'nin dünyanın 5. büyüklükte silah alıcısı ülke olduğu gerçeği, ülkeyi savaş arabasına koşanların çözümünün nasıl bir şey olacağına işarettir. Keza savaş karşıtı gösterilerin peş peşe yasaklanması ve işten atmaların yeniden hız kazanması bu savaş ortamının egemenlerce nasıl değerlendireleceğine işaret etmektedir. Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de halkın %90'lık ezici bir çoğunluğu savaş istememektedir. Ve yine ABD çıkarları için evlatlarının cepheye sürülmesine karşı çıkmaktadırlar. Ancak şimdiye kadar olduğu gibi, bütün ekonomik siyasi kararları dış güçler ve çıkar çevrelerinin dayatmalarıyla alan hükümet, şimdi de halka rağmen savaş yanlısı bir politika izleyerek kendi bunalımlarını aşma hesapları yapmaktadır. Hükümet bu ABD ve savaş yanlısı politikalarında İslamcı partiler de dahil olmak üzere tüm burjuva düzen partilerinden destek bulmaktadır.
YAĞMACI PİYASA GELİŞİYOR
Türkiye ekonomisi IMF ve DB dayatmalarıyla tam bir çöküntü içindedir ve savaş cephesinde yer alınması bu süreci hızlandırıp derinleştirecektir. Güçlü ekonomi dedikleri programın bir avuç ve en iri banka ve borsacı sermaye takımını güçlendirdiği, yağmacı piyasayı geliştirip yoksullaşma ve işsizliği artırdığı görülmüştür. Borç diye alınanların bu çıkar çevrelerine aktarıldığı, kaybeden ve ekmeği küçülenin yine emekçiler olduğu, her geçen gün artarak acı bir şekilde yaşanıyor ve görülüyor. Ücretlerin ve maaşların erimesi karşısında dolar, faiz, enflasyon ve borçlar yükselişe geçmiştir. İşsizlik katlanarak büyümekte, çalışabilen kesimse çalışma koşulları açısından her gün yeni bir dayatmayla karşılaşmaktadır. IMF ve patron takımı ise yine kendileri için yeni ayrıcalıklar ve talepleri hükümete dayatmakta, ilişkileri ekonomik ve siyasi şantaj tarzında sürdürmektedir. Vergiler, zamlar, kısıtlamalar yetmemekte, halktan yeni fedakârlıklar istenmektedir. İşsizliğe karşı fon girişimi bu hesapların bir örneğidir. Şimdi emperyalist merkezler savaş ortamında yeni pazarlık koşullarıyla çıkmaktadır. 2002 Bütçesi bu çerçevede hazırlanmakta; borç geri ödemelerinin güvencesi gözetilerek kamu açıklarının giderilmesi devletin küçülmesinde aranmaktadır. Bugünlerde devlet personel kısıtlaması, memur ikramiyelerinin ödenemeyeceği söylemleri, IMF programının hızlandırılması, dolayısıyla yıkımın hızlanması anlamındadır.
İktidar güçlerinin izlediği burjuva siyaseti tam bir çözülme, çürüme ve tıkanmayı yaşamaktadır. Hükümetin bakanları birer birer yolsuzluk iddialarının arkasından istifa etmektedir. Halkın güvenini tüketip, kendilerine tanınan krediyi iki paralık edenler fırsat bulduklarında nasıl insanlık dışına çıktıklarını bir kez daha çarpıcı şekilde gösterdiler. Anayasa değişikliklerinde "dokunulmazlıklarına" dokunmayıp, maaşlarını 4.5 milyara çıkarma basiretini gösterdiler ve sonrasında gördükleri tepkiler üzere bundan vazgeçtiler. ABD ve AB savunuculuğunda, sermaye sözcülüğünde birbirinden farklı olmayanların bugün seçim ortamının gözükmesiyle beraber transfer sahneleri de hayli iğrenç ve çarpıcı olmaktadır. Birbirlerine soyguncu, hırsız diyenler aynı çatı altında buluşabilmektedir. Bütün bu soysuzluk manzaraları altında halkın karşısına çıkmaya cesaret edemeyenler gittikleri üniversitelerde de protesto edilmektedir.
Sermaye güçlerinin ve onun eski, yeni politikacılarının Türkiyeye sunduğu "çözümün" ne olduğu iyice anlaşılmıştır; dışa bağımlı politikalarla yabancı sermayenin kurtarıcı gibi görülerek her türlü imtiyazla donatılıp ülkenin yağmalanması ve bu yağmada bir avuç çıkarcının servetlerini büyütmesi karşılığında halkın yoksullaşması ve sefaletinin büyümesi. Manzara ve yaşadıklarımız budur. Her dönem "kurtarıcı" olarak halkın karşısına çıkanlar, ülkeyi batağa sürüklemiş, halka rağmen halkın çıkarlarına ters bir biçimde ülke yönetmeye kalkmışlardır. Artık bu politikacı tipinin halkın desteğini alması düşünülemez. Halkın hiçbir aşamasında yer almadığı, müdahil olmadığı, işin başında ve örgütlü bir şekilde hakları için ileri atılmadığı bir "çözümün" bir aldatma ve düzen savunuculuğuyla eş anlamlı olduğu artık görülmelidir.
Ülkeyi ve halkı böylesine sefil ve onursuz bir yola doğru sürekleyenlerin ve arkasındaki güçlerin de kimler olduğu görülmeli, bunlardan kurtulunmadıkça ülkenin sorunlarının çözülüp düzlüğe çıkmasının da mümkün olmadığı görülmelidir. Kriz ve savaş bir madalyonun iki yüzü gibi... Krizi yaratıp servetlerini büyüterek halkın tepesinde dolaşanlarla ülkeyi ABD ve emperyalizmin çıkarları için savaşa sürükleyen ve her gün bu kötülüklerin, belaların başı ABD'ye bağlılıklarını sunanlar aynı güçlerdir.
İNSANLIK SUÇUNA ORTAK OLMAYACAĞIZ
İşsizlik, açlık ve yoksullaşmanın sorumluları, aynı zamanda eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve barış isteyen Türkiye emekçilerinin karşısına yasaklar ve baskılarla çıkanlardır. Dolayısıyla bugün savaşa karşı tüm güçlerin aynı zamanda bağımsız, demokratik bir Türkiye için ileri atılması, böyle bir ülkeyi yeniden var etmek üzere güçlerini harekete geçirmesi, ülkeye ve geleceğimize sahip çıkması, tek gerçek çözüm ve çıkış yolu olarak görülmelidir. Bunu yapacak olanın da yağmacı, çıkar çevrelerinin temsilciliğini yapan,"dost" ABD çıkarları için komşularıyla çatışmaya hazır şimdiki iktidar ve onun yolunu izleyecekler olmadığını biliyoruz. Türkiye'nin kaderini belirleyecek, yeni macera ve bataklara sürüklenmesini önleyecek güç, başta işçi sınıfımız olmak üzere Türk, Kürt her milliyetten emekçiler, emek ve demokrasi güçleridir. Şimdi bizim karşı çıkmamıza rağmen evlatlarımızı ve ülkeyi savaşa sürükleyemeyeceklerini, emperyalist yayılmacılığa ve insanlık suçuna ortak olmayacağımızı, her yerde; işte, evde, okulda, örgütlenerek haykırmak; iş, ekmek ve özgürlük için, emekçilerin iktidarını kurmak için politika yapmak, kürsüler oluşturmak ve ileri atılmak durumundayız. Bu en meşru ve insani hakkımız ve aynı zamanda görevimizdir. Başkaca çıkış ve çözüm yoktur.
|