Avrupa Birliği'ne Hayır
Uğur CANKOÇAK
Alev Ateş arkadaşımız İNADINA'nın
on üçüncü sayısında Aydın Engin'in Cumhuriyet Gazetesindeki
yazısını çok önemsediğini belirterek yayın yönetmenimizin bu
yazıyı yayınlamasını istiyorum diyor ve arkasından da bu
konuda tartışma açılmasını öneriyordu. Alev Ateş aslında
Avrupa Birliği konusunda tartışmayı benim başlatmamı
istiyordu. O günden bu güne çok yoğun işlerim olduğu için
tartışmayı başlatmakta geciktim.
Önce, Aydın Engin'in yazısını özetleyelim:
"İster Avrupa Birliğinin
zoruyla, ister gönüllü, ister demokrasi aşkına ister dostlar alışverişte
görsünler hesabına... hiç önemli değil. Önemli olan
Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı anayasa değişikliği paketi
mecliste görüşülüyor. İlk tur bitti. Salı günü ikinci tur
oylamalara geçilecek. (....) Pakette 32. sırada yer alan madde
milletvekillerinin sadece 221'inden evet oyu aldı. Yani anayasanın
öngördüğü 330 oy barajının yanına bile yaklaşmadı. İkinci
turda da aynı sonuç alınırsa bu madde reddedilmiş olacak. nedir
bu madde? Çok yalın: Türkiye'nin imza koyduğu uluslararası sözleşmelerle
ulusal hukuk çelişirse uluslararası sözleşmeler mi geçerli
olsun, ulusal yasalar mı? (...)
Peki siz ne diyorsunuz? Külahınızı
önünüze koyup kararınızı verin dediğim işte tam bu. (...)
Bunun yarını bu günden belli:
Avrupa Birleşik Devletleri. Federatif mi olur, Konfederasyon mu yeğlenir
bilemem. Ama gidiş Avrupa Birleşik Devletleri'nedir. Almanya,
Fransa, İtalya, Lüksemburg, Portekiz vb. gibi eyaletlerden oluşan
yeni bir devletedir. Önümüze külahlarımızı koyup vereceğimiz
karar da bu yeni devlete karşı Türkiye'nin tutumudur. Başka bir
deyişle Türkiye'nin yarını. (...)
Ne dersiniz? Evet mi hayır mı"?
Alev Ateş'in sözünü ettiği Aydın
Engin'in yazısının özeti bu. Ama Aydın Engin hızını alamayıp
ertesi gün de aynı konu üzerinde duruyor. Onu da özetleyelim:
"Yarın TBMM Anayasa değişikliği
paketini bir kez daha ele alacak. 2. turda da aynı eğilim
benimsenirse Türkiye ulusal egemenliği bir üst yapıda A.B.'de
eritmeyi, daha doğru bir deyişle egemenliği bölüşmeyi reddetmiş
olacak.
Bu bir tercih. Savunanların köklü
nedenleri, sağlam tanıtları (argümanları) var.
Ama tersi eğilimi savunanların da köklü
nedenleri, sağlam tanıtları var.
Herkesin demek elbette abartılı
olur. Ama eli kalem tutan, düşünen, okuyan, yazan, okuduğunu
anlayan, politikayı bir takım tatsız adamların mesleği olarak
değil, ülke yönetiminde yurttaşın söz sahibi olması diye
kavrayanların bu tercih çatalında yönlerini seçmeleri gerek.
(...)
Türkiye 40 yılı aşkın bir süredir
önüne AB üyeliğini koydu. Hükümetler değişti, iktidarlar değişti,
ama bu hedefi yadsıyan çıkmadı. (....)
Salt tartışmaya katkısı olsun
diye bir de bu yandan bakmaya ne dersinizden ibaret bir soru:
Avrupa ve A.B deyince ne anlıyoruz.
İçinde ya da dışında kalmak gibi tercihlerin eşiğinde A.B.'ni
doğru ve derinlemesine tanımlamak gerekmiyor mu?
Uluslarüstüleşmiş Avrupa sanayi
tekellerinin, finans imparatorluklarının güzlerini birleştirip
yeni bir ekonomik odak yaratıp ABD ve Pasifik'deki ekonomik güce
karşı rekabet edebileceği koşullarının yaratıldığı
sermayenin Avrupası var.
Bir de milyonlarca emekçinin, aydının
omuzdaşlaşıp yaratmak istediği emeğin Avrupası.
Ulusal egemenliği AB ile bölüşüp
bölüşmemeyi tartışmadan önce içinde ya da dışında yer
alacağımız Avrupa'nın hangi Avrupa olduğu sorusunu yanıtlamamız
daha akılcı gibi geliyor bana." diyor Aydın Engin.
Yazımın başlığını okudunuz.
ben Türkiye'nin AB'ne üye olmasına karşıyım, hem de öyle
girelim ama, girmeyelim ama falan diye kıvırtmadan karşıyım.
Gelelim Alev'in pek önemli bulduğu
Aydın Engin'in yazısına:
"İster AB'nin zoruyla (...) hiç
önemli değil. Önemli olan Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı
anayasa değişikliği paketi mecliste görüşülüyor"
Aydın Engin'in önemli bulmadığı
AB'nin zoruyla anayasanın bazı maddelerini meclisin değiştirmeye
kalkmasını ben çok önemli buluyorum. Daha da ötesi
reddediyorum. İhtiyaçtan değil de zorla anayasa değiştirmek hiç
önemli değilse Kenan Evren fukarasının suçu neydi?...
"Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı
anayasa değişikliği:" mi acaba?
1921 Anayasasını değiştiren TBMM
değil miydi? 1924 Anayasasını değiştiren Kurucu Meclis değil
miydi?
Nedir bu telaş? Bu heyecan?
"Zor"'u kabullenmek, tarihi unutmak.
Bunun perde arkasında sanırım Aydın
Engin ve onun gibi düşünenlerin birden demokrasiyi keşfetmiş
olmaları yatıyor.
Bir zamanlar Sosyalizm ve
Demokrasi madalyonun iki yüzü gibidir birbirinden ayrılamaz.
Demokrasi olmadan sosyalizm, sosyalizm olmadan demokrasi olmaz
diyenlere koro halinde oportünist, revizyonist diye haykıranlar,şimdi
kabesiz kalınca birden demokrat oldular. Varsa demokrasi, yoksa
demokrasi. nasıl gelirse gelsin ister zorla, ister el yardımıyla,
nasıl olursa olsun demokrasi olsun... Tüm okuduklarını
bildiklerini unutarak...
Demokrasi gelsin diye girmek
istedikleri AB'nin Avrupa Demokrasisi nedir? En yalın tarifi
burjuva demokrasisi değil mi? Sınıflı toplumlarda demokrasiyi
egemen sınıfların sınırladığını ne çabuk unuttular.
Demokrasi tarihinde tüm demokratik
kazanımların işçi sınıfı ve yandaşı emekçi sınıf ve
tabakaların uzun ve çok kanlı mücadelelerle elde edildiğini,
burjuva demokrasisi denilen demokrasinin aslında emekçilerin
zoruyla burjuvazinin kabul ettiğini, bir yaşam biçimi olduğunu
ne çabuk unuttular. Sınıflı toplumlarda sermaye sınıfıyla işçi
sınıfı ve yandaşları arasında kavganın süregeldiğini, emekçilerin
demokrasinin sınırlarını genişletmek, sermayenin ise
demokrasinin sınırlarını daraltmak şeklinde ortaya çıkan bu
savaşı nasıl da unuttular.
İkinci paylaşım savaşından sonra
Avrupa işçi hareketlerini Sovyetler Birliğini desteklemek şekline
dönüştürüp, onu geleneksel mücadele yöntemlerinden uzaklaştıranlar,
geçen yıllar içinde sermaye sınıfının burjuva demokrasisinin
sınırlarını daraltıp emeğin kazanımlarını birer birer
elinden alındığını nasıl da görmezden geliyorlar.
Şimdi Türkiye'de kimi eski
sosyalistler, devrimciler üzerlerindeki örgütsel baskının
kalkmasıyla demokrasi aşığı oldular.
Üstelik bu demokrasi talebi işçiler
emekçiler için değil sanki, baksanıza Aydın Engin ne diyor:
"Herkesin demek elbette abartılı olur. Ama eli kalem tutan,
okuyan, yazan, okuduğunu anlayan, politikayı bir takım tatsız
adamların mesleği olarak değil, ülke yönetiminde yurttaşın söz
sahibi olması diye kavrayanların bu tercih çatalında yönlerini
seçmeleri gerek".
Aydın Engin nasıl da kendini tarif
ediyor. Gerisi mi, işçiler mi, köylüler mi, emekçiler mi boş
ver yahu...
Bir de pek fiyakalı bir laf var: Emeğin
Avrupası.
Hani bir şarkı vardır. "Hayal
içinde akıp geçti ömrü derbederim" diye, nedense birden
onu hatırladım bu süslü laf karşısında. Aydın Engin, gel eğri
oturup doğru konuşalım, sen ki 14 yıl Almanya'da, senin
deyiminle sürgünde, yaşamışsın, Almanca bilirsin, şimdi de sık
sık Almanya'ya gidip geliyorsun; söyle bana emeğin Avrupası ne
yapıyor.
Sermayenin Avrupası'nın da katıldığı
rezil bir savaş başladı. Emeğin Avrupası'nda sendikalar genel
greve mi gitti? Partiler sokakları mı doldurdu?
Türkiye kırk yıldan fazla bir
zamandır AB üyeliğini önüne hedef olarak koydu, bu hedeften de
hiç şaşmadı diyor A. Engin. Doğru. Doğru da hangi Türkiye
koydu bu hedefi? Sermayenin Türkiyesi mi, emeğin Türkiyesi mi?
1960'lı yıllarda Türkiye İşçi
Partisi, sendikalar, sonra da DİSK AB üyeliğine karşı çıkmıştı
hatırlıyor musun. TBMM'de TİP Avrupa Gümrük Birliğine girmenin
Türkiye'nin alyhine olacağını uzun uzun anlatmıştı. Zabıtlarda
var. Ayrıca Türkiye'nin Avruba Gümrük Birliği'ne girmesiyle uğradığı
zararlar konusunda onlarca bilimsel makale, inceleme biraz aranırsa
bulunur. dahası Türkiyenin A B'ne girdiği taktirde ekonomisinin
geçireceği büyük sarsıntı konusunda da bilimsel makaleler,
incelemeler (hem de sektörel bazda ayrı ayrı) bulmak olanaklı.
AB'ye üye olunduğu taktirde tarım üreticilerinin ellerinin böğürlerinde
kalacağını, buna karşın Avurpa tarım stoklarının Türkiye
pazarında tüketileceği ve Türkiye'nin beslenme konusunda dışa
bağımlı olacağından tutun da imalat sektöründe, hizmet sektöründe,
turizm sektöründe Türkiye'deki küçük işletmelerin ortadan
kalkacağını ve bunun sonucunda açığa çıkacak olan işsizler
ordusunun durumu konusunda da yüzlerce bilimsel araştırma
bulabilirsiniz.
Avrupa'nın uluslarüstü
sermayesinin ABD ile Pasifik sermayesiyle rekabet odağı oluşturması
ise bana pek tuhaf geldi. G8'ler diye bir şeyi her halde A.
Engin'de duymuştur. G8'lerin (Rusyayı Avrupadan saymazsak) en az dördü
avrupalı, diğerleri ise ABD, Kanada ve Japonya değil mi.
Küreselleşme diye bir şey yok mu?
Uluslarüstü Avrupa sermayesi ne demek, Alman - ABD, Fransız -ABD,
İngiliz - ABD, Alman - Japon vb. değil mi. Bu ortaklıkların sayısı
ve gücü karşısında ayrıca bir de AB sermayesi mi var? Varsa
bile esamesi okunur mu?
Gelelim el yardımıyla yani AB'ye
girerek Türkiye'ye demokrasinin gelip gelmeyeceği konusuna. Onu da
haftaya konuşalım yazı çok uzun oldu çünkü.
|