.

 
...
...
Yararlı Linkler
E- Posta
Başvuru Kaynakları
Katkı 
Sunanlar
Arşiv

 

                                  Ana Sayfa                                          

.........

SİYASİ İSLAM VE BİZ

Alev ATEŞ

Televizyon ekranları birbirleri ile tartışan, birbirlerini yerden yere vuran 
islam düşünürlerinden geçilmiyor. Tartıştıranlardan biri de meşhur kilisenin 
meşhur kambur zangocuna benzer birisi. O da, arada bir isterik çığlıklarla 
"yaşasın Atatürk, yaşasın laiklik" diye araya girerek "reyting" kazanıyor. 
Son yılların gözdesi S.Havkings kıyamet habercisi mi değil mi ? Bu büyük 
bilim adamı "karadelik"lerden sonra "buzulların eridiğini, ozon tabakasının 
delindiğini" de keşfederek, kutsal kitaplarda kendine biçilen rolü mü 
oynuyor. Vs...Vs...
Modernite ile kilisesine geri döndürülen, kapitalizmin cismani/dünyevi 
işlerliğine, payandalık yapan hıristiyanlık; iktidar perspektifinden 
arındırıldıktan sonra bile hep, devrimini yapan burjuvazinin, devriminin 
askeri olarak kullandığı yoksul kitlelerin (başta proletarya) sığınma 
alanları olabiliyor. Ama örneğin, Katolik Kilisesi, Katolik Polonya'da 
rejimin yıkılmasını kendi iktidarını kurmak için değil Kapitalist ekonomi 
politiğin egemenliği için istiyor. Üretim biçimindeki değişiklikler yıllar 
içinde hükmünü icra edemeyince (nedeni konu dışı) üst yapı kurumu tüm alt 
yapıyı bir karşı devrim için tetikleyiveriyor ve başarıyor. Yarım yamalak da 
olsa iktidarı alma olunda attığı son adımlar, Bismarck tarafından yerle bir 
edilen, hıristiyanlık, burjuvazi ile anlaşmasını, "dinin kişisel olduğu ve 
siyasi örgütlenmelerin bu yapıyı kendilerine esas almaması" ilkesi üzerinde 
yaparak bu tarihi aşamayı tamamlıyor. Tam burada da komünistler için sorun 
başlıyor. Elbette ne Marks ne Engels için tartışılan şey "Din" olgusu değil. 
Bu konuda kesin tavırlarını çoktan koymuş ve teorik olarak en sağlam 
temeller üzerinde kuramlarını inşa etmişlerdir. Ancak sorun biraz da 
pratikten kaynaklanmaktadır. Duhring, programında, Bismark'çı yönelimleri, 
yani, "partilerin dinin kişiselliğini kabül etmelerini ve siyasi yapıların 
bundan bağımsızlığını" onaylarken, Engels, partilerin değil "devletin" bakış 
açısının bağımsız olması gerektiğini ve devletin, kişisel bir iş olan dine 
karışmaması gerektiğini (kullanmaması) söylemektedir. Yoksa sosyal-demokrat 
partiler din karşısında ve kendi içinde en yalın şekilde kararını vermiş ve 
hesaplaşmasını yapmıştır. Daha sonra Lenin'in enine boyuna tartışarak 
çözümlediği bu sorunun önemi bu gün yepyeni bir perspektifle bizim ve (şu 
veya bu şekilde) iktidarda bulunanların karşısına Siyasi İslam tarafından 
çıkarılmaktadır. Engels'in ve giderek Lenin'in teorik / pratik söylem ve 
çözümlemeleri adeta aynen kullanılıyor. (Bazen Siyasi İslam 
entellektüellerinin Marksist literatürü bizden iyi bildikleri kuşkusuna 
kapılıyorum) Devlet Din karşısında bağımsız olmalı, hiç karışmamalı ve kişi 
kendini, hayatını istediği gibi yaşamalı. Temel argümanlar bunlar. 
Marksistler bunu değişen alt yapının tüm üstyapı kurumları gibi dini 
kavrayışları da tarihi bir süreçle ortadan kaldıracağı inancıyla bir taktik 
sorun olarak analiz ederken, aynı taktik hedefleri islamın kullanması, 
açıktır ki, ortada söylemekten hep kaçındıkları "iktidar" arzusu ve 
emelinden kaynaklanmaktadır.
Peki iktidarı almak konusunda kararlı oldukları bilindiği halde, bunun 
gerçekleşmesi yolunda atacakları adımları, kuracakları ittifakları da 
elbette kendileri seçecek ve gerçekleştirmeye çalışacaklardır. Bizim 
açımızdan ise müslümanlarla yapılan her ittifak sonunda hüsranla 
sonuçlanmıştır. Bu zorunlu bir diyalektik gidiştir. Burjuvazi en füçlü 
olduğu anda dini her türlü olguyu kullanarak kendine payanda yaptığı dini 
sistemleri, iktidara talip oldukları anda ezmektedir. Bu gücü vardır. 
İktidarı kendi elinden almak isteyen her türlü girişime karşı, ittifaklarını 
kendi oluşturur, kendi bozar. İslami görüş, "bir gece de aç kalan 
zanaatkarı, aynı gece yokluktan orospu olan ev kadınını" kendi iyeliği 
altında tutarak, sorunu ahlaki boyutları ile ele alırmışcasına göstererek 
kapitalizmin ihyasına çalıştığı sürece müttefiktir. Ama islamiyet ezilenler 
sorunun, bir ahlak sorunu olmaktan çıkarıp, "büyük şeytanların" işi ilan 
ederek kendi iktidarını temellendirmeye başlarsa tepesine bomba yağdırarak, 
o'nu camiye geri döndürmek zorunludur. Komünizmi kapitalist ekonomi 
politiği tümüyle değiştirecek sınıfsal bir tehlike olarak gördüğü zaman 
oluşturduğu "yeşil kuşak", sırası geldiğinde atılacak bir paçavradır. 
İslamın ise buna karşı yapacak bir şeyi yoktur. Nedenleri üzerinde ayrıca 
belki durulur ama sonuç olarak geridir, gericidir. Çünkü hiçbir sınıfsal özü 
ve temeli yoktur. Siyasi İslamın gericiliği "tüm insanları" aynı anda mutlu 
etmek ütopyasına dayanır. Böyle bir ütopya bizim hiç de yabancımız olmayan 
bir ütopyadır. Ama içi bilimsel esaslarla doldurulmuş bir tarih 
çözümlemesidir, bizim ütopyamızın beslendiği kaynak. Müslümanları siyasi 
olan olmayan değil diyerek ikiye ayırmak da yanlış aslında (Benim yaptığım 
gibi) Siyasi olmayan bir islam olmaz. İktidarı istemeyen bir islamın, 
kendini varedebilmesi olanağı yoktur. İktidarı alan bir islamın ise 
kapitalizm dışında uygulayabileceği bir ekonomik sistemi yoktur. Yani islam 
için iktidar bir üretim biçimini değiştirerek ezilen insanların efendiliğini 
sağlamak yolunda bir perspektif ortaya koyamaz. Kapitalizm, büyük şeytandır. 
Komünizm, "kiliseye hapsedilmiş ruhla birlikte serbest kalan bedenin 
şeytanla zinası sonucu ortaya çıkan bir zakkumdur."
İran'da eline zakkumu (TUDEH 'i) alarak şeytanı yenen ve zakkumu vahşice 
parçalayan islam, Afganistan'da şeytanla işbirliği yaparak zakkumu ayaklar 
altına alırken, TBMM 'de 163 kaldırıldıktan sonra 141-142 için tüm insanlara 
feyk atan kıvraklıktaki bir Türkiye Müslümanlığını da doğru ele almak ve 
yakınlıklar 'teessüs' etmemiz zorunludur.
Ne demiş Imam-ı a'zam; "ömrümde bir defa güldüm, ona da pişmanım."

İ

N

A

D

I

N

A