Apaçık
Hukuk Devletinde Derebeylik
Erol Toy
" Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir, " değil mi ?
Anayasası böyle söylüyor.
Kimliğinde TC yazan herkes bunu yaşam biçimi haline getirmeye koşulu. Getirmiyorsa, ya-salar yakasına yapışır, değil mi ?
İyi öyleyse.
Şimdi gelelim Anayasa'nın anasını belleyen kadıya. Fırından yeni çıkmış örnek, bir !..
TBMM gerekçesi ne olursa olsun, uyum içinde Anayasa'yı iyileştiriyor.
Değişikliğin bir maddesine göre polis, yargı kararı olmaksızın kimlik bile soramayacaktır.
Bu da iyi mi ?
Değişiklik Cumhurbaşkanınca onaylandığı gün, İstanbul Emniyet Müdürü sayın Hasan Özde-mir, polislerle bir toplantı düzenlemiştir.
Bir gün önce polis vurursa komiser olaca-ğını sanan zavallılar iki polisimizi görev başında öldürmüş... Birini ağır yaralamıştır.
Sayın müdürün yüreği de en azından bizim kadar yanmaktadır. Hem teröristlere... Hem nefs-i müdafaa halindeyken tek kurşun atmayan polisine öfkelenmekte de haklıdır.
Ama ne kadar yüreği yanık... Ne kadar öf-keli olursa olsun, bir hukuk devletinin en büyük kentinin emniyet müdürü hiçbir yargı kararına dayanmayan... Hukuk devletiyse delilsiz kanıtsız dayanması da mümkün olmayan ; " Bundan sonra silâh elde... Mermiler namluda görev yapacak... En ufak harekette ateş edeceksiniz. " diyebilir mi?
Hadi o doğrudan fırının ağzındaki insandır.
Ve o insan, gencecik evlâtlarını yitirmişse, içi kan ağlar... İntikam duygusuyla dolup taşar.
Ama o Emniyet Müdürü'dür.
Demokratik hukuk devletinin yurttaşıyla kavuştuğu en uç noktanın âmiri... Yâni hak ve adaletin toplumsal güven içinde eşit paylaşımını sağlayan en etkin görevlidir.
Genç polislerinin pek çoğunun uzun süren alçak yoğunluklu bir içsavaştan çıkıp geldiğini... En küçük kıpırtıya ateş etme eğilimini herkesten iyi bilir. En küçük kıpırtıda ateş edilecek yurttaş özürlü.. Kaygılı.. Telâşlı.. Ya da eksiğini büyütüp paniğe kapılan biriyse ?
Adaletin ilkelerinden sayılan bir masumun haksız yere ceza görmesindense, bin caninin elini kolunu sallayarak gezmesi yeğdir savı ne olacak ?
İçişleri Bakanı bunu anımsatmaz... Yardım-cıları ya da Başbakan yasal sınıra çekmez.. Yargıç Cumhurbaşkanı bir şeyler yapmaz mı ?
Demokrasi denilen Anka Kuşu, sadece top-lumsal gökyüzünün bulutları üstünde oynan bir oyun mu ? Yoksa her yurttaşın yasalar önünde eşit olmaya koşulduğu bir altyapı kurumu mu ?
Eğer devlet görevlileri yasalar önünde eşit yurttaş sayılmıyorsa, nedir ?
Ayrıcalıklı, imtiyazlı bir sınıfın üyesi dere-beyleri mi ?
Öyleyse yandık.
Bize pek çok Köroğlu gerekiyor.
Çünkü yasama dünyanın en iyi yasalarını çıkarabilir. Yargının her kararı, adalet tarihinin ör-nekleri arasına girebilir. Onları toplum içinde uy-gulamak yükümündeki güvenlik gücüyle âmirleri savsıyor.. Aksatıyor... Eksiltiyor... Ya da daha fe-cisi tam tersini uyguluyorsa, Anayasanız istediği kadar haykırsın... Yurttaşınız dilediğince cerbezeli olsun hiçbir işe yaramaz.
İnanmıyor musunuz ?
Öyleyse sabrınızı kutlarım.
Alın örneklerden ikincisini.
Anayasanın 27. Maddesi ;
" Herkes, bilim ve sanatı serbestçe öğrenme ve öğretme, yayma ve bu alanlarda her türlü araş-tırma hakkına sahiptir. " Der.
64. madde daha da ileri gider ;
"Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı ko-rur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, de-ğerlendirilmesi, desteklemesi için gereken tedbir-leri alır, " hükmüyle devlet görevlilerini bağlar.
Çünkü 11. madde çok açık ve kesindir.
" Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını. İdare makamlarını ve diğer ku-ruluş ve kişileri bağlayan temel hükümlerdir. "
Tamam mı ?
Ankara Güneş Tiyatrosu, Ahmet Arif'in Terketmedi Sevdan Beni başlıklı enfes şiirini oyunlaştırıp turneye çıkmış. Ve Bitlis, Hakkâri, Kars ve Van valilileri, oyunu yasaklamış.
Hemen bütün sanat erbabı olayı kınıyor.
Çünkü sayın valilerimiz potansiyel suç diye görseler de yuva çocukları bile, tiyatro yapıtının sanat ürünü olduğunu biliyor.
Üstelik aynı valiler, daha önce yasakladık-ları bir oyun için bölgelerini kapsayan Van Bölge İdare Mahkemesi... Ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bütün görevlilerini bağlayan Danıştay... 10. Daire-si'nin 18.11.2000 tarih, 1997/5340 Esas... 2000/ 5536 karar sayılı hükmüyle hiçbir idari birimin... İller ve Polis Vazife ve Selahiyet yasası da içinde, hiçbir yasa, özür ve gerekçeyle oyun yasaklıyama-yacağı hükmünü görmüşlerdir.
Çünkü Polis Vazife ve Selâhiyet Yasası, bir sanat yapıtını umuma açık yerlerle, taşıt araçların-da sergilemek için sanatçılara, 48 saat önceden bildirimde bulunmak, izin almak falan değil, sade-ce bildirimde bulunmakla yükümlemiştir.
Ama başta Cumhurbaşkanı, demokratik hu-kuk devletine bağlı kalma yemini etmiş herkes... Başbakan... Yardımcıları... Bakanlar ve milletve-killeri... Yâni görev ve yetkileri atadıkları tarafın-dan gasbedilenler bu derebeyliklerine seyirci.
Devletin başındakiler seyredince genelev vitrini... Ya da özel hayatın yatak odasına dönmüş medyanın... Manken bacağında kıl saymak veya patronlarının kayıkçı kavgasından vakit bulup in-san hakları.. Demokrasi.. Eşitlik.. Hak.. Hukuk.. Fikir, sanat, bilim ve özgürlük konularına eğil-mesini beklemek abesle iştigaldir.
Öyleyse iş canı yananla, kültürel ve sanatsal gelişmesi engellenen bilinçli yurttaşlara kalıyor.
Anayasa ve yasalara aldırmayanları kına-manın alkışlamakla eşdeğer olduğunu sadece bu iki olay bile kanıtlamaya yeter.
Kim ne yanlış yaparsa yapsın.
Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Yasalara karşı suç işleyen derebeyi de olsa.. Müdür, vali, bakan, başbakan, Cumhurbaşkanı da, yurttaş bilinci önünde sorumluluktan kurtulamaz.
Kınamak.. Küsmek.. Bir billdiriyle geçiştir-mek yerine, hukuk devleti yurttaşı gibi davranma-ya ne dersiniz ?
Yani zarar gören ve görebilecek durumda sayan her yurttaş.. Tiyatrocu.. Bileti yanan seyirci. Sivil toplum örgütleri, yasa dışı davrandıkları yar-gı kararıyla kesinleşmiş görevliler hakkında taz-minat davaları açsa... Derebeyleri dalkılıç savaşa mı girer ? Pılıyı pırtıyı toplayıp firar mı eder ?
Hakkını söke söke almak... Verilmesini beklemekten daha iyi değil mi ?
|