Avrupa Birliği'ne Hayır (2)
Uğur CANKOÇAK
Geçen hafta, Alev Ateş'in önerisiyle Avrupa
Birliği'ne Türkiye'nin girmesi konusunu irdelemeye başlamıştım.
Bu hafta kaldığım yerden görüşlerimi aktarmaya çalışacağım.
Sınıflı toplumlarda demokrasi, emekçi sınıf
ve tabakaların mücadelesi sonucunda egemenlere kabul ettirdikleri
haklar toplamıdır diye tanımlanabilir. Burjuva demokrasisinin özü
budur.
İşçi sınıfı ve yandaşlarının tarihin
akışı doğrultusunda verdikleri mücadele sonunda demokratik
kazanımlar artmış, mücadelenin zayıfladığı ya ada tarihin akışına
ters düşen aceleci hareketlerin olduğu dönemlerde acımasızca
bastırılarak önceden alınmış olanaklar yitirilmiştir.
Demokrasi mücadelesinin nihai hedefi sınıfsız
topluma yani sosyalizme ulaşmaktır. Başka bir söyleyişle
kapitalizmin yıkılmasıdır. Bu somut hedeften uzaklaşıldığı
oranda egemenlerin ideolojik saldırılarının, beyin yıkamalarının
etkisi altına girer, bocalarsınız.
Avrupa Birliği fikri 1951 yılında Avrupa Kömür-Çelik
Birliği olarak ortaya atıldığında bunun kapitalist
emperyalizmin güçlenme hareketi olduğunu, bu birlik gerçekleştiği
taktirde emeğe (ve doğal olarak demokrasiye) saldırıların
artacağını öngörüp ona göre mücadele stratejisi saptanmayınca,
aydın Engin'in deyimiyle "... uluslarüstüleşmiş
Avrupa sanayi tekellerinin, finans imparatorluklarının güçlerini
birleştirip yeni bir ekonomik odak..." haline geldiğini görüverirsiniz.
Emeğin avrupası soğuk savaş propagandaları,
S. Birliğindeki sosyalizmin adına uygulanan rejimin ürkünçlüğü
ve refah devletinden pay kapma sevdası gibi nedenlerle sınıfsız
toplum hedefinden sapınca bugün karşısında küreselleşme adı
altında kapitalizmin en acımasız saldırısını buldu.
Türkiye, 12 Eylül 1963'de Ortak Pazar'la,
Ankara'da "ortaklık" anlaşması imzalayarak AB macerasını
başlatmıştır., Bu tarihten tam dört ay önce, yani 12 mayıs
1963'de Türkiye İşçi Partisi Gaziantep'te genel yönetim
kurulunu toplamıştır. Toplantı Genel Başkan M. Ali Aybar'ın açış
konuşmasıyla başlamış, Aybar konuşmasının önemli bölümünü
"Ortak Pazar" konusuna ayırmıştır:
...Ortak
Pazar'ın Türkiye için teşkil ettiği azıl büyük tehlike
bizi
kapitalist sistem içinde kalmaya zorlamasından ve böylece hep bağlı
bir toplum olarak yaşar durumda bırakmasından doğacaktır. Gerçekten
de Ortak Pazar'a girdiğimiz taktirde, ulusal kalkınma ve
ilerlememizin zararına olarak bugünkü hakim sınıflarımız daha
da güçleneceklerdir. Böylece emekten yana ve emekçilerin kendi
elleriyle yürütüp denetledikleri planlı bir devletçilik
sistemine ve emekten yana devletçi sektörün ağır bastığı bir
karma ekonomiye geçiş imkanları çok daha zorlaşacaktır...
Nihat
SARGIN: TİP'li Yıllar Cilt 1 s. 168
Aybar, Ortak Pazar'ın Türkiye'yi
kapitalist sistem içinde kalmaya zorlayacağını tehlike olarak görüyor.
Ortak Pazar'ın gerçek amacı da bu değil mi. Şimdi günümüzde
Türkiye'ye AB tarafından dayatılan Anayasa değiyikliklerini
"insan hakları vs." cilasını kazıdınız mı altından
Türkiye'yi kapitalist sistem içinde tutmak amacı çıkmıyor mu.
Gelelim AB'nin demokrasi anlayışına...
AB propagandacılarının "Sınırsız ifade özgürlüğü"
olduğunu söyledikleri AB'de, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi"ni
dikkatle okuyunca hemen her maddesinin bir de ikinci fıkrası olduğunu,
burada da devletlerin özgürlüklere ne zaman ve nasıl kısıtlama
getireceklerini yazılı olarak görürsünüz. hani şu meşhur
matbuat hürdür ama kanun dairesinde mantığı...
Çok ünlü ve adeta tapınılan
son merci AHİM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) de "dostane
çözüm" diye bir truva atı maddesi var ki demeyin gitsin.
Her ne kadar hazırlanmış gerekçesinde istimlakler gibi bireyle
devlet arasında çıkacak davalarda bireyin maddi zararını karşılamak
için konduğu yazılıysa da tüm işkence davalarında (örneğin
Lice köylülerine bok yedirilmesi davası" devletin bireye
üç beş kuruş tazminat vererek devletin aklanmasını sağlamak
şeklinde uygulanmaktadır.
AHİM'in "örgütlenme özgürlüğü"
konusunda Türkiye'den gelen başvurulara nasıl günün politik rüzgarlarına
uyarak kararlar verdiği de kısa bir incelemede ortaya çıkar.
AHİM, adalet dağıtan bir
mahkeme olmak yerine Türkiye'ye Avrupalıların dayatmalarına
gerekçe olacak kararlar vermeye dikkat etmiştir.
AB'deki demokrasinin işleyişini
görmek için organlarının yetkililerine ve aralarındaki ilişkilere
bakmak gerekir.
Avrupa Birliği'nin kurumsal yapısı
(Asli Kurumlar)
Birliğin organları, birliğin
temel yapısını meydana getiren Konseyi, Komisyon, Avrupa
Parlamentosu, Adalet Divanı, Ekonomik ve Sosyal Komitenin yanısıra,
Sayıştay ve Avrupa Yatırım Bankası gibi yardımcı kurumlardan
oluşmaktadır.
Bakanlar Konseyi:
Birliğin yasama ve kara alma sürecinde
en önemli rolü üstlenen konsey, üye ülkelerin Dışişleri
Bakanlarından oluşmakla birlikte, ele alınacak konuya göre diğer
ilgili bakanlıklarla da oluşturulabilmektedir.
AB Konseyi parlamenter
demokrasilerde var olan parlamentonun yetkilerine eşdeğer
yetkilere sahiptir. Dolayısıyla topluluğun karar alma ve yasama
organıdır. Konsey, karar alam sürecinde Avrupa Toplulukları
Komisyonu tarafından hazırlanan tasarıları ele alır ve yasalaşmasını
sağlar. Bu süreç içinde Avrupa Parlamentosu değişiklik önerisinde
bulunabilir, ancak kesin karar Konsey'e aittir. Sonuç itibariyle
Konsey, toplumu şekillendiren, yöneten ve dış politikasını
belirleyen organıdır.
(....)
Avrupa Birliği Komisyonu
Üye devletler hükümetlerince
karşılıklı ortak anlaşmayla 4 yıl süre için atanan bağımsız,
20 komiserden oluşmaktadır. Komiserlerin üye ülkelere göre dağılımı:
Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya ve İspanya ikişer üye; İrlanda,
Belçika, Hollanda, Luksemburg, İsveç, Finlandiya, Avusturya,
Danimarka, Yunanistan ve Portekiz birer üye. Komisyon Başkanı
Konsey tarafından komiserler arasında iki yıllık bir süre için
atanmaktadır.
Komisyon Topluluk politikalarının
tasarlayıcısı, yürütücüsü ve koordinatörüdür.
Komisyon yürütme organıdır.
Roma Antlaşmasından kaynaklanan yürütme yetkilerinin yanı sıra,
ortak politikaların oluşturulması ve yürütülmesi görevini de
üstlendiğinden bu yetkilerinde bir artış olmuştur. Topluluğu
hukuken temsil eder. Topluluk fonlarının idaresi görevi de
komisyona aittir.
Avrupa Birliği Parlamentosu
Avrupa Birliğine son katılımlarla
parlamentonun sayısı 626 olmuştur.
Avrupa Parlamentosunun
Yetkileri:
1. Topluluk mevzuatının oluşturulmasındaki
yasama sürecine katılma yetkisi:
Avrupa Parlamentosunun yasamaya ilişkin yetkileri görüş
bildirmekle sınırlı olup bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
2. Bütçeye İlişkin
Yetkiler:
AB bütçesi ancak Konsey ile parlamentonun işbirliği halinde
kesinleştirilebilmektedir.
3. Komisyon ve Konseyi
Denetleme Yetkisi:
Parlamento, Konsey ve
Komisyonu denetleme yetkisini bu organlara yönelttiği yazılı ve
sözlü sorular ile genel görüşme talepleri yoluyla yerine
getirmektedir. parlamento ayrıca komisyonun yıllık raporlarını
görüşmekte, AB bütçesinin bazı harcama kalemlerinde tadilat
yapabilmekte, 3/2 çoğunlukla komisyonu görevden alabilmektedir.
1991'deki Maastricht Anlaşması parlamentonun yasama yetkisini
ortak karar alma prosedürü ile daha da arttırmıştır. Eğer
parlamento konseyin ortak tutumunu ikinci görüşmede değiştirmeye
veya reddetmeye karar verirse parlamento ve konsey bir anlaşmaya
varabilmek üzere uzlaşma komitesinde bir araya gelirler. Uzlaşmaya
varılmadıkça öneri benimsenmez.
Görüldüğü gibi AB'ne üye ülkelerin
yurttaşlarının doğudtan seçtiği 626 sandelyeli bkir Avrupa
Parlamentosu var, var ama yetkileri son derece kısıtlı. Asıl yönetim
BAKANLAR KONSEYİ'nde. Bakanlar Konseyi'de üye ülkelerin Dışişleri
Bakanlarından oluşuyor. Konseyin Yardımcı organları da var.
Onlar da seçimle gelmiyor, yüksek rütbeli bürokratlardan oluşuyor.
Türkçesi, demokrasinin olmazsa
olmaz koşulu olan yasama erkinin, kadın erkek tüm yurttaşların
oylarıyla (gizli oy açık sayım ilkesiyle) yapılan genel seçimlerle
oluşması ilkesi ne yazık ki AB'de yok.
AB'nin işleyiş tarzı meşrutiyet
yönetimine benziyor. Tepedeki kral ya da hükümdar yerine elit bürokratlardan
oluşan bir son merci var, bir de onun altında danışma meclisi
gibi bir parlamento var.
Türkiye meşrutiyet dönemini geçeli
neredeyse 100 yıl oldu...
Doğrusu ben böyle yönetilen
bir ülkede yaşamak istemem. Çünkü Burjuva Demokrasisinin en önemli
kazanımlarından biri genel seçimler sonucu oluşan parlamentoda
tarafların görüşlerini hiç bir kısıtlamaya uğramadan ifade
edebilmeleridir. Parlamentoya gelen yasa tasarıları hakkında tüm
parlamenterlerin maddeler üzerinde görüşlerini özgürce
belirtip, gerekirse engellemeye gitmesiyle demokrasi mücadelesi
verilebileceğini, emekçi sınıf ve tabakaların haklarının
savunulacağını ve burjuva demokrasisinin sınırlarının emekçiler
lehine ancak bu yöntemlerle genişletilebileceğini biliyorum.
Avrupa Birliği'nin demokratik
(!) işleyişi daha bitmedi. Şöyle ki, AP iç tüzüğünde FEST-TREÇ
yöntemiyle görüşmeler yapılacağı yazılıdır. bu yönteme göre
yasa teklifinin maddeleri üzerinde görüşme olmaz, ancak tümü
üzerinde görüşülür, oylama da yasanın tümü hakkında olur.
A.P.'na getirilen bunca önlem yetmiyor olmalı ki son karar mercii
parlamento değil Bakanlar Konseyi'dir.
Türkiye'yi böyle bir devletin
eyaleti olarak düşünmek en azından Abdülhamit dönemini tekrar
yaşamak demektir.
Türkiye yüzlerce yıllık
birikime sahip bir ülkedir. O birikim, örneğin 1961 Anayasasını
ortaya çıkartmıştır. AB'nin işleyişiyle 1961 Anayasasını
karşılaştırdığımızda burjuva demokrasisi kazanımları açısından
Türkiye'nin fersah fersah üstün olduğu ortaya çıkar.
Kapitalist sistem burjuva
demokrasisinden çoktan vazgeçti. Saldırılarını her geçen gün
arttırarak sermayenin diktatörlüğünü adeta ilan etti. Göstermelik
parlamentolar, göstermelik siyasi partiler, göstermelik sivil
toplum örgütleri ile birlikte sürekli bir ekonomik baskı ve
ideolojik saldırılarla toplumları adeta felç etti.
Yapılacak şey tüm kötülüklerin
anasının kapitalist sistem olduğunu bilerek, tüm sorunlar gibi
demokrasi sorununun da çözümüne emek sermaye çelişkisi açısından
bakmaktır.
Kendimize, kendi insanımıza ve
bilime güvenerek, kendi ülkemize sahip çıkmak en doğru yoldur.
"El"den medet ummadan...
NOT:
Geçen haftaki yazıya olumlu
olumsuz tepkiler aldım. Olumsuz tepkilerden biri kavgacı üslubumu
beğenmiyor. Bu eleştiri bana nedense bir zamanların
"Toplumsal Uzlaşma" sloganını hatırlattı. Saldırma
hakkı sadece kapitalizmde midir. Biz emekçiler bu saldırılar karşısında
Toplumsal Uzlaşma yolları mı arayacağız.
Bence kavga esastır.
|