"Batılılaşma'nın, 'Gerçek'
Anlamı!..
Attila İLHAN
Mark (Apter) uyarmıştı:"...
gözlerine uzun bakma sakın, adamı efsunluyor!. Oysa Çıtra
Roy'un -asıl adı başka- asıl bakılacak yeri, zaman zaman,
kadife yeşiline çalan,bal sarısı, iri gözleri;: derinliğine
daldın mı, sanki esrarengiz bir yıldızlı maytabın, pırıltılarını
seçiyorsun!
Çıtra Roy, Hindu, besbelli yüksek
bir kastın mensubu: Ailesi, Hindistan alt/kıt'ası
majestelerinin imparatorluğu sayılırken; ya yüksek yönetim katında
görevliydi ya da komprador bir iş adamı. Fransızca'yı sökmeye
uğraştığımız, Alliance Française'e İngiltere'den
geldi; orada sanat tarihi okuyormuş, ille Fransızca'yı da sökecek:
olmazsa olmaz! O, hayatım boyunca, sohbet edebildiğim iki
Hintliden birisi. Öteki İzmir gazeteciliğinde, demokrat İzmir'i
ziyarete gelmiş, bir Hindistan Büyükelçisi idi ki, Çıtra
Roy'dan zevahirde farklı, esasta aynı kumaşlar!
Demek istediğim şu: Çıtra Roy'un
herhangi bir İngiliz kızından hiç bir farkı yok; kılığı kıyafeti,
süsü püsü, alışkanlıkları ve tercihleri aynı: Şiir yazdığını
Mark'tan öğrenmiş, sözü oraya getirip İngiliz şiirinin
büyük isimlerini ardı ardına sıralıyor, bilmediği yok! Buna
mukabil soydaşı Tavore'u önemsemedi; zaten Gandhi ve
Nehru'ya da burun kıvırıyordu, Londra Hindistan da uyguladığı
eğitim ve öğretimi, adab-ı muhaşereti, zevk yelpazesi ve
itiyatlarıyla, ne yapmış yapmış; Çıtra Roy'da adından ve gözlerinden
başka, Hindu hiç bir şey bırakmamıştı; halkını Handiyse
maymun sürüsü gibi görüyor.
Yıllarca sonra İzmir'de karşıma
çıkan büyükelçinin İngilizcesi, tam tersine zayıf; Fransızcayı
sular seller gibi konuşuyor; sohbetimiz de o yüzdten uzamadımı?
O da Hindu ama, giyim kuşam tarzından eğitim ve öğretimine,
edebiyat merakından içki ve sofra zevklerine kadar herşeyiyle
sanki bir Fransız! Nasıl mı olur, o halde siz sömürgelik döneminde
Hindistan'ın galiba doğu kıyısında Pondiçherry
adında bir yörenin, Fransız yönetiminde kaldığını
bilmiyorsunuz: Oradaki Hindular, Senegal'daki ya da Tunus'daki
yerliler gibi tam bir Fransiz eğitimi alıyor, öyle yetişiyorlardı.
Bu bakımdan ahbaplık ettiğim büyükelçi, OETF'in
Hindistan'da yaptığı Pondiçherry belgeselinde seyrettiğim o
mutsuz savcının hık demiş, adeta burnundan düşmüştü.
Fransa'ya Az, Türkiye'ye Fazla mı?
Meraklısı onu Hangi Batı'dan
hatırlayacaktır; daha sonra TRT/2'deki zaman yolculuklarında
sözünü etmiştim: Derli toplu hatta kerli ferli bir zat; işi gücü
yerinde, nasiyesi temiz! Çıtra Roy ne kadar, ilk bakışta
bir İngiliz kızını andırıyorsa; o da Paris'teki herhangi bir Dupont
Kahvesi'nde yanınızdaki masada oturup şarabını yudumlarken Figaro
Gazetesini gözden geçirecek, Fransız bir savcıdan ayrılamaz
ama; tragedyası bu benzerliğin altında yatıyor. Mikrofona diyor
ki:
"... sömürge düzeni sürseydi,
belki olmazdı bu; çünkü Fransız kültürü ve yaşama tarzı başattı;
ben onun ürünüyüm, öyle yaşayıp gidecektik ama, sürmedi: Bağımsızlık
biz Pontiçherry aydınlarına çifte bir yabancılaşma getiriyor:
Hitli olmamız lazım, Fransız gibiyiz; zaten onlar da o kadar İngiliz
ki, bizi nasıl Hindulaştıracaklar?
Önce pek çarpmıyor belki, oysa
adamın tragedyası hem ağır, hem çok boyutlu, beşeri yanı var,
toplumsal yanı var, ekonomik yanı var; galiba 'kültürsüzleşme'
olayındaki vahşetin ve hınzırlığın olanca dehşetiyle ilk
olarak o belgeseli izlerken karşılaşmıştım; ne diyordu Pondiçherry
Savcısı:
"... Halkımla benim aramdaki
aidiyet bağı koptu; elimde olmaksızın onları hor gördüğümü
saptıyor bundan utanıyorum; üzerindeki baskı o mertebeye vardı
ki bir ara asıl ait olduğumu sandığım yere gidip, orada yaşamaya
karar verdim; uyguladım da bu kararı, ne yazık ki Fransa'da ulaştığım
sonuç, yalnızlığımı ve yabancılaşmamı yoğunlaştırmaktan
başka işe yaramadı; çünkü ben kendimi Fransız sayıyor, halkıma
yabancılaşıyordum ama; Fransız beni kendinden saymıyordu ki,
onun gözünde ben Fransızlığa özenen kötü bir Hindu idim;
bunu kibarca da olsa, bütün davranışlarıyla yüzüme
vuruyorlardı..."
Türkiye hiç bir zaman tam sömürge
olmadı ama, Tanzimat sonrasının Osmanlı aydınlarını; milli
şef kültür çağının Cumhuriyet aydınlarını; 1950 sonrasının
demokrasi aydınlarını; Pondiçherry savcısının o kadar yakındığı
yabancılaşma'ya -daha doğru bir deyişle - kültürsüzleşmeye
sevk ettiği söylenemez mi? Zira içlerinden birisi, Fransa'da
yaşamakla Türkiye'de yaşamak arasında tercih yapamadığını
anlatırken bana, durumun ne kadar aynı olduğunu şu söyledikleri
açıkça kanıtlamıştı:
"... olmuyor yahu! Ne yapacağımı
şaşırdım. Türkiye'ye fazla geliyorum, Fransaya az! En ağır dıramı
biz yaşamaktayız!"
Farkında görünmüyordu ya
'komprador alafrangalığı'nın bunun getirdiği sözde seçkinliğin',
gerçekte 'Emperyalizm'in korkunç operasyonu 'kültürsüzleştirme'
demek olduğunu söylüyordu.
İki Temel Irkçı Düşünce..
Sıra geldi, bu operasyonun nasıl
yapıldığını, incelemeye! Meraklısı bilir, yıllardır bahis açıldıkça
J.M. Albertini'nin, o son derece aydınlatıcı kitabından
hlep aynı alıntıyı yaparım; daha önce görmediyseniz, Batı'lı
bir aydın, Batılılaşma'nın aslında ne anlama geldiğini
nasıl itiraf ediyor göreceksiniz, belki şaşacaksınız da!
"...(Batı'lı) sömürücü
yerli halkın metropoliten sömürgeci halka benzemesi amacıyla,
eski anlayış ve kuruluşlara yeni bir biçim vermeye çalışır;
ama, yerlileri aşağı düzeyde tutarak tam bir benzerlikten
kesinlikle kaçınır..."
"... bu politika iki temel
"ırkçı" düşünce üzerine kurulmuştur; bu düşüncelere
göre, hiç bir insan için bir Avrupalıya benzemekten daha güzel
bir şey olamayacağından ötürü Afrika Asya ve Latin Amerika
halkına, "Batı Uygarlığı" aktarılmalıdır; ve hiç
bir uygarlık, Avrupa uygarlığından üstün değildir. Bu arada,
"yerli"nin aşağılık bir varlık olduğuna ve hiç bir
zaman düzelemeyeceğine inanılmaktadır..."
"...ekonomik ve politik
egemenliğin ötesinde "sömürgecilik" üçüncü dünya
halkının kişiliğini, derinliğini hedef alan genmiş bir beyin yıkama
kalkışımı olmaktadır. Sömürgeleşmiş ülke sömürgeciyi
taklit etmesi gerektiğine inandırılmak istenmektedir.(...) sömürge
halkının sanatı, felsefesi ve dini yok sayılmakta, giderek bu
halkın kişiliği yok edilmektedir...."
(buraya dikkat!) "... Bağımsızlık,
elde edildiği zaman bile özellikle kültür alanında, sömürgecinin
taklit edilmesi süregelir..." ('Az gelişmişliğin
mekanizması', s:141/142, May Yayınları, 1974).
Bence, bir kere daha, düşünmelisiniz!
Cumhuriyet Gazetesi 24 Ekim 2001
|