Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 

29 YAP-İŞLET DEVRET PROJESİ ve ENERJİ POLİTİKALARI 

Gazi İPEK


Genel olarak enerji politikaları çağımızın ve 21.y.y.ın en temel sorunlarından birisini teşkil etmektedir. Dünyada ki fosil yakıtlı birincil enerji kaynaklarının gözle görülür biçimde giderek azalması mevcut tespit edilebilen rezervler itibari ile petrolün 41 yıl, doğal gazın 63 yıl, kömür ve linyitin ise yaklaşık 200 yıllık süre içinde tüketilebilir olması, enerji politikalarını tüm dünya ulusları ve uluslararası kuruluşlar tarafından en çok kafa yorulan konu ve politikaların en önemli unsuru haline getirmiştir. Son OPEC krizinde ABD'nin kendi stoklarından 840 milyon varillik bir stok kullanımı bile kabul etmemesi veya başka bir dille ABD'nin kendi kaynaklarını kullanmak üzere diğer ülkelerde ki kaynaklar yönelmesi, bu konuda ülkelerin kaynaklarıyla tüketimi arasında doğru planlama yapmalarını zorunlu kılmaktadır. Sürekli ve kaliteli enerji temininin birinci unsuru planlama, ikinci unsuru ise enerji güvenliğidir. Günümüzde bütün ülkeler enerji politikası yaparken, kısa-orta-uzun vadeli hedefleri belirlerken enerji politikalarını öncelikle ortaya koymaktadırlar. Üçüncü unsur ise, enerji yoğunluğu kavramıdır, yani; üretimdeki ve tüketimdeki verimlilik. Günümüzde kişi başına elektrik enerjisi tüketimi çağdaşlığın bir ölçütü olarak kabul edilirken, keza bu doğrudur ancak belki de daha da önemlisi birim enerji ile elde edilen üründür.

Türkiye'de var olan elektrik enerjisi sürecinin son 20 yılını incelediğinde ilk göze çarpan olgu, 1980'lerden sonra başlayan özelleştirme politikalarının iflas etmesidir. Maalesef son 20 yılda yaşananlardan çıkarılması gereken sonuç bu parçalanmış ve dağılmış sektör yapılanmasının tekrar merkezi yapıya dönüştürülmesi gerekirken, ters sonuç çıkarılarak daha da parçalanmış yapı oluşturmaktadır. (*) 

Enerji Bakanı Zeki Çakan ve Devlet Bakanı Kemal Derviş'in geçtiğimiz günlerde yaptıkları açıklamalar, bu uygulamaların giderek artacağı; gerek santralların gerekse dağıtım şebekelerinin mülkiyetinin tamamen uluslar arası tekellere devredileceğini göstermektedir. Bu açıklamaların ortaya çıkardığı diğer vahim yön ise, ülkemiz açısından bu denli stratejik bir hizmetin hakkında kararı tamamen yabancı güç odaklarının vermesidir. Şöyle ki;

24 Ekim 2001 Çarşamba günü Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Zeki Çakan ile Devlet Bakanı Kemal Derviş, 29 yap-işlet-devret (YİD) projesi, santrallerin işletme hakları ile enerji dağıtım işletme hakları devirleri konusunda yeni kararları açıkladılar. 

Aynı zamanda 31 Ekim'e kadar teslim alınması beklenen dağıtım şirketlerinin İşletme Hakkı Devirleri konusunda Hazine garantisi verilmeyeceğini açıklayan bakanlar, bu işletmelerin 31 Ekim tarihine kadar teslim alınmaması halinde sözleşmelerin iptal edileceğini ve Mülkiyet Devri'ne gideceklerini belirttiler. 

Bu kararların içeriğinin en dikkat çeken yanı, her iki yaklaşımın çerçevesinin de uluslar arası finans kuruluşları tarafından çizilmiş olmasıdır. Bilindiği gibi, YİD projelerine Hazine garantisi verilmesi ve dağıtım şirketlerinin devri yerine mülkiyet satışına gidilmesi daha önce Dünya Bankası ve proje ortağı finans kuruluşları tarafından talep edilmişti. Daha önce ortak bir bildiri ile Ankara'yı ve Hazine'yi uyaran Temmuz ayında da Hazine ve ilgili kurumları ziyaret eden finans kuruluşları son olarak da Enerji Bakanlığı ve Hazine'ye bir mektup gönderdiler. Bu mektupta imzası olan BİRLEŞİK DEVLETLER İHRACAT-İTHALAT BANKASI, NEDERLANDSCHE CREDİETVERZEKERİING MAATSCHAPPIJ NV, OESTERREICHISCHE KONTROLBANK AKTIENGESELLSSCHAFT, HERMES KREDITVERSIC-HERUNGS-AG, ULUSLAR ARASI İŞBİRLİĞİ JAPON BANKASI, NİPPON İHRACAK VE YATIRIM SİGORTASI, OVERSEAS PRIVATE INVESTMENT CORPORATION gibi kuruşlar, Hükümeti, TEAŞ hesaplarının haczedilmesinden enerji teminini durdurmaya kadar bir dizi önlem almakla tehdit etmişlerdi. Devlet Kurumları Ortak Mektubu olarak adlandırılan mektubun amacı, YİD enerji proje şirketlerinin kredi ödeme konularını sonuçlandırmak olduğu belirtilmiş ve bakanlığın eylem planı ile programını öncelikli olarak görmek istediklerini belirtmişlerdi. 

Bakanların YİD konusundaki Hazine garantileri yurtdışından alınan kredilerin geri dönüş süresinin 4 yılı geçmeyeceğinin garanti edilmesi uluslar arası finans çevrelerinin bu girişim ve tehditleri karşısında açık bir boyun eğişten başka bir anlam taşımamaktadır.

Yine İşletme hakkı Devir konusunda daha önce birçok defa görüş belirten Dünya Bankası, eğer bu devirlere Hazine tarafından garanti verilmeyecekse, uluslar arası finans kuruluşlarının kredi desteğinde bulunmayacağını, bu durumda risk altına giren kurumların mülkiyet devrini talep ettikleri açıklamıştı. Bugün İşletme Hakkı Devirleri konusunda alınan kararlar, Dünya Bankası'nın talep ettiği çerçeveye tamamen uygun görünmektedir. 

Bu satışların gerçekleşmesi sonucunda, kamu yararı gözetilerek merkezi bir planlamayla sürdürülmesi gereken elektrik enerjisi hizmeti tamamen uluslar arası sermaye kuruluşlarının özel kar hırslarına terkedilmesi, ulusal stratejik kaynakların ederlerinin çok altında fiyatlarla satılması, tüketicilerin kat be kat fiyatla elektrik enerjisi almaları vs. gibi birçok kritik tehlikenin ortaya çıkacağı açıktır. 

Devirlerden vazgeçiliyormuş gibi yapılarak bütün dağıtım hizmetlerinin mülkiyetinin satılması, enerji santrallarının Hazine garantisiyle yabancı tekellerin inisiyatifine bırakılması ve bunlara bir de alım garantisinin verilmesi, yıllardır enerji alanına yatırım yapmayan, her tarafı su, rüzgar ve diğer enerji kaynaklarıyla çevrili ülkemizi enerji konusunda tamamen dışa bağımlı politikalar yürüten siyasi iktidarlarının ilerde asla omuzlayamayacakları ağır bir sorumluluktur. 

Yeni düzenlemelerle dağıtım bölgeleri ve mevcut termik birkaç sene içinde mülkiyet devirleri gerçekleştirilecektir. Dolayısıyla bugüne kadar ki özel sektör üretim kuruluşlarının TEAŞ'a satış maliyetlerinin 8,7 cent olduğu göz önüne alınırsa bu kuruluşların satış maliyetleri hızla yükselecek en azından elektrik maliyetlerinde 2-3 kat artış kaydedilecektir. Bu ülkemizin kalkınması açısından önemli yere sahip olan sanayi politikalarını ve uluslararası rekabeti olumsuz etkileyecek, sermaye birikimi ve teknoloji olarak yetersiz olan sanayiimizin olumsuz etkilenmesine yol açacaktır.

Yine bütün bu olumsuzlukları denetlemek üzere kurulan Elektrik Piyasası Kurumu ve Kurulu'nun yedi üyesi de Bakanlar Kurulu tarafından belirleneceği için özerk ve bağımsız bur denetim sağlanamayacaktır. Ayrıca aynı üyelere ikinci beş yıl içinde tekrar seçilme imkanı getirilerek, ikinci defa seçilebilmek için üyelerin siyasiler karşısında bağımsızlığını korumaları mümkün görünmemektedir. Odamız 6235 sayılı TMMOB yasası ile kurulmuş ve meslek alanımızın düzenlenmesinde görevli kılınmıştır. Bizim kurumun bile dışlandığı bu kurulda üniversitelerin, yerel yönetim temsilcilerinin, ilgili kamu kuruluşu yetkililerinin yer alacağı özerk bir kurum yaratılmalı ve kurulda görev alacak kişilerin ikinci bir defa seçilme imkanı olmamalıdır ve kurul üyeleri kendi örgütlerinin ilgili kurumlarından seçilerek gelmeli, Bakanlar Kurulu bu seçimin dışında kalmalıdır. Enerji Bakanlığı'nın ise kendi atayacağı üyesi dışındaki diğer üyeler üzerinde söz hakkı olmamalıdır.

Biz yıllardır söylediğimiz ve açıkladığımız politikaların ne kadar doğru olduğunu son Beyaz Enerji Operasyonunda açıkça gördük. Gidilen bu yanlış yoldan geri dönülmelidir. Gerçekten ucuz, kaliteli, sürekli ve çevreye uyumlu politikalar öneriliyorsa, bunun yöntemi enerji sektörünün merkezi planlama ile kamusal niteliği esas olan özerk bir kamu yönetimi ile sağlanmalı, ulusal kaynaklara dayalı ve yeni yenilebilir kaynaklara öncelik veren enerji güvenliğini dikkate alan bir enerji politikası üzerinde geleceğini planlamak zorundadır.


Gazi İPEK
EMO İSTANBUL ŞUBE BAŞKANI



(*) Türkiye elektrikle tanıştığı 1900'lü yıllardan Cumhuriyetin kurulmasına dek ayrıcalıklı şirketler eliyle yürüttüğü enerji politikalarından, Cumhuriyet sonrası bu kurumları millileştirerek ancak kurtulabilmiştir. 1939'dan 1970'e kadar da dağınık; İller Bankası, DSİ, Etibank, Belediyeler, E.İ.E.İ. ve benzeri kurumlar ile yürüttüğü planlama, üretim ve iletim yapısını tek merkezli hale getirmiş TEK kurularak merkezi bir yapıya kavuşmuştur. Ancak 1970'li yıllardaki petrol krizi özellikle gelişmiş ülkeleri krize sürüklemiş ve bu kriz sonuçlarının bizim gibi ülkelere aktarılması politikası Türkiye'de 12 Eylül askeri darbesi ile sonuçlanmış ve bu dönemden sonra da ülkenin 70 yılda kat ettiği yol tekrar tersine çevrilmiştir. 

Özal döneminin ilk önemli kanunları arasında sayılan 3096 sayılı yasayla elektrik üretiminde, dağıtımında tekel niteliği kırılmış TEK önce TEAŞ ve TEDAŞ olarak ikiye ayrılmış daha sonrada TEDAŞ 29 dağıtım bölgesine, TEAŞ ise üçe bölünmüştür. Bu dönem içerisinde çıkarılan Yap-İşlet-Devret ve Yap-İşlet modelleri apayrı bir dağınıklık kaynağı olmuştur. 

Bu dönemde özelleştirme bahanesi ile dağıtım hatlarına yatırım yapılmamış hatta engellenmiştir. Termik santrallerdeki işletme müdürlerinin bakım-onarım ve acil durumda müdahale için gerekli teçhizat alım yetkileri daraltılarak, verimliliklerinin düşmesine yol açılmıştır. Bunlar göstermektedir ki; 2000 yılında yaşanan enerji krizi 20 yıldır izlenen bu politikaların iflasıdır. Ancak bu Enerji Piyasası Kanunu ile bu yanlış politikalar yasal çerçeveye oturtulmuş ve yeni yaratılan lisans türleri ile Üretim Lisansı, İletim Lisansı, Dağıtım Lisansı üzerine Toptan Satış, Perakende Satış, Perakende satış hizmeti veren kuruluşlar ilave edilerek ayrıca ciddi maliyeti olacağı anlaşılan Elektrik Piyasası Kurulu da ilave edildiğinde maliyetlerin nedenli pahalı hale geleceği açıkça görülmektedir. 

 
sayfa başına dön