.

.

Ana Sayfa

Arşiv Katkıda Bulunanlar Yararlı Linkler ..
.

Bitkisi, İnsanı, 
Hayvanı Aç Türkiye 

Şükran Soner


1960'lı yılların,demokrasiye açılım sürecinde, bu ülkede insan önem kazanmıştı. Üniversitelerimiz henüz döner sermayelerle tümden sermayeye teslim olmamış, insanı odak alan araştırmalar yapıyorlardı.
Ekonomi, sadece borsalar, finans akışı, bankalar, sermayenin çıkarları olarak algılanmıyor, insan üzerindeki sonuçları, gelir dağılımı ile de gündeme gelebiliyordu.Türkiye sanayileşmeye çalışıyor, yine de tarım ülkesi olmanın gerekleri gözardı edilmemeye çalışılıyor, bu doğal kaynağın avantajlarını kullanmanın arayışları gündeme geliyordu. 

Üniversitelerimizde yapılmış birçok araştırmayı, verileri bir araya getirerek uzun bir inceleme çalışması yapmıştım. 1970 'te Cumhuriyet'te yayınlanan uzun yazı dizisinin ortak başlığı``Bitkisi, İnsanı, Hayvanı aç Türkiye''idi.
O tarihlerde elbette kelime anlamında açlıktan ölen insanımız yoktu. 
Ama o tarihlerde bile çok bozuk olan gelir dağılımı, kültür yetersizliği
nedeniyle insanlarımızın büyük çoğunluğu sağlıklı beslenemiyorlardı.

Üniversitelerimizde yapılmış birkaç ayrı araştırmanın ortak sonucu, yetersiz beslenen Ankara, İstanbul gecekondu bölgelerinde hatta besicilik yapan köylerimizde çocuklarımızın gelişmelerinde büyük sorunlar olduğu idi. Yeterli süt, et, alınamıyor aylara gramla düşen et, birkaç bardakla ölçülen süt nedeniyle bu bölgelerimizdeki çocukların zeka gelişmelerinde çok ciddi gerilemeler yaşanıyordu. Dahası boy, kafatası, kemik gelişmeleri  de dünya ortalamalarının ciddi gerisinde kalıyordu.

Bu durmu ırksal özelliğe bağlama şansı hiç yoktu çünkü aynı araştırmalar içinde; kentlerin zengin mahallelerinde yapılan ölçümler, örneğin Nişanta,  Ankara merkez'de büyüyen çocuklarımızın boy ve kafatası, kemik gelişmelerinin ABD Boston standartları ile eşdeğer olduğunu ortaya koyuyordu.

Sadece insanımız değil hayvanımız da yetersiz besleniyordu.
Dünyada havyan varlığında sıralamada ikinci ülke iken, hayvanlarımızın et,  süt verimlerinde dünya ortalamalarının çok alıtnda kalıyorduk. Beslenme yetersizdi. Meralar gereksinimi karşılayamıyor, besicilik çok yetersiz ve pahalıya geliyordu. Bitkimiz de açtı. İlkel tarım koşulları, yetersiz sulama, hele de dünya ortalamalarının çok gerisinde kalan gübreleme, tarım teknikleri ile dekar başına buğday, şeker,, her tür tarım ürünü verimi, gelişmiş ülekelerin çok çokgerisindeydi.

Özeti tarım ülkesi Türkiye'de alarm zilleri çalıyordu. Heyvan
varlığı, tarımın geleceği, sonuç olarak insanımızın beslenmesi çok ciddi tehdit  altındaydı. O zamanlar beslenme, tarım, havyancılık uzmanlarının, meslek  örgütlerinin, araştırma sonuçlarının ortaya çıkardığı gerçekler, uyarılar kulak arkası edildi.

Şimdi kimseler insanımızın gelir dağılımı üzerinde, 
çocuklarımızın beslenmesine; yönelik araştırmalar yapmak eğiliminde değil. Üniversitelerimizde günümüz gelişmelerine ilişkin sosyal  boyutlu araştırmaları bulamıyoruz. Sosyal içerikli araştırmalar `out'' Bu nedenle gecekondulardan koşulları çok daha ağır olan, birçok kat yoksullaşmanın yaşandığı varoşlardaki çocuklarımızın beslenme yetersizliği nedeniyle uğradıkları zeka kaybı, kafatası, boy, kemik geriliği hakkında bilimsel araştırma sonuçları yok. Sadece eskilere bakarak çok daha kötü olduğunu varsayabiliyoruz.

O tarihlerde bile havyancılık yapılan köylerimiz de dahil çocuklarımıza bayramdanbayrama et yedirilen çok yetersiz süt içirilen ülkemizde katlanan yoksullukla ortaya çıkan tabloyu tahmin etmek olanaksız değil. Yakın günlerde Diyarbakır'da, Batman'da sıcak göçün varoşlarının kadınları arasında durumu gözlemleme  olanağını edinmiştim. Zamanında hayvancılık yapmış dağ köylerinden göç etmiş bu insanlar, ortalama 5-10 çocuklu, işsiz, güçsüz, eti sütü unutun, çocuklarını çorbayla, ekmekle doğru dürüst doyuramıyacak konumlara düşmüşlerdi.

Zaten de insanı gözeten araştırmalar yapılmasa da kimi istatistikler ortada. Türkiye yoksullaşma, tarımı yok sayan politikalar, bir de Güneydoğudaki savaş süreci ile hayvan varlığını da çok büyük çapta yitirdi. Doğal meralar da kullanılamadı, besicilik yüksek yem fiyatları, yanlış politikalar sonucu tümden çöktü. Göreceli en ucuz, pazarı olan tavukçulkta bile dramatik şirket çöküşleri, açlıktan hayvan ölümleri olgusu ile karşı karşıyayız. 

Türkiye tüketimi, kişibaşına et, süt kullanımı, dağılım da iyice çarpılarak iyice gerilediği halde, et,peynir, hatta toz süt ithal eder konumda. Otarihlerde verimi düşük olsa da Türkiye tüketiminin çok üstünde buğday, şeker ;tarım ürünleri üretiyordu. Türkiye'nin ihracat ve stok sorunları vardı.Buğdayımızı toprak altında depolarken çürütüyor, çayı denize döküyor,şekerimizin kalitesini bozuyorduk. Depo maliyetleri, saklama, fazlayı ihraç etme gibi sorunlarımız vardı. Şimdi tarım ürünlerini ithal eden ülke olduk. 

Tarım ülkesi Türkiye, tarım ürünleri için, halıkını yetersiz besleyebilmek, en ilkelboyutu ile sağlıklı beslemeden uzak, karnını doyurabilmek için, tarım ürünleri ithaline döviz bulmak zorunda. Ve ne acıdır, ne ayıptır ki, ``tabanfiyatları ile ekonomiye zarar veriliyor, bütçe deliği büyütülüyor'' gerekçesi ile, son krizinüzerine alınan önlemlerin başında şeker, tütün tekellerinin kaldırılması, özelleştirmeler, taban fiyatlarının kaldırılması... gibi IMF, Dünya Bankası dayatmaları tartışmasız, uygulandı. İstenen yasalar peş peşeMeclisten geçirildi.

Taban fiyatları ile tarımın sağlıklı desteklenememesi gerçeği başka, en 
gelişmiş ülkelerin bize ``tarımı desteklemeyi bırakın''ı dayatırlarken, kendilerinin çok ciddi, elbette verimli destekliyor olmaları çok başka. En zengin, en başarılı sanayileşmiş ülkeler, ABD, AB ülkeleri, kendi ülkelerinin insanlarını doyurmanın,sağlıklı beslemenin çok ötesinde, stratejik ürünler olarak tarım ürünleri ihraç eden ülkeler listelerinin en üstündeler. Bize üretim fazlalarını satarlarken, tarım ülkesi, doğal kaynağı, potansiyeli olan Türkiye'nin, tarım ürünü, insanınıdoyurmak için dahi, dövize bağımlı kılınmasını dayatan politikaların dehşetini elbette tartışma gündemine getirecek değiller.

Sorun bu ülkenin, bu ülkede yaşayan insanların, bizim sorunumuz. ``Devlet çiftçilik mi yapacak? Hayvan mı sağacak, kasaplık mı yapacak?..''diye diye, Özal'da simgeleşen, İMF, Dünya Bankası reçeteli, ekonomi kurtarıcı(!) kampanyalarda yaşadığımız acı deneyimlerden de ders almadık. Özelleştirme adı altında çoğu kapatılanüretme, tarım çiftlikleri ile, kaliteli damızlık, tohum, örnek tarım ve besicilik olaylarının ;yok edilmesine bağlı tarım ve hayvancılığımız iyice çökertildi. Yem, gübre politikaları yaşam damarları kurutuldu. Et kombinaları ile üreticinin ürününün değerlendirilmesi, tüketicinin ucuza ete kavuşması, süt fabrikalarının özelleştirilmesi ile de, köylünün sütünü satabilme, ucuza süt üretim kapıları kapanınca işler büsbütün çıkmaza girdi.

Taban fiyatları ile üretici desteklemesinden vazgeçilirken, çay, tütün tekelleri kaldırılıp, ekim alanları daraltılırken, üstüne üstük ABD tütün tekeli ve tütün üretimine kapı açılırken, tarım üreticisini ayakta tutacak anlamlı, alternatif politikalar gündeme gelmiyor.

Üstüne üstük kriz, yüzbinleri birden işsiz bırakmış. Varoşlar değil sadece merkezler bile işsizle dolmuş. Köylerden bir en büyük
göç dalgası için peşpeşe kararlar alıyorsunuz. Bu nasıl ``gaflet, delalet, ihanet'' içinde olmaktır böyle? 

.