Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


ÇİMDİK

Aaaa !.. 

Meğer, “herşeyin anası ihtiyaçtır,“ diyen İbn-i Haldun’la, bunu, “herşey gereksinimden doğar,“ diye çeviren Marx ne kadar haklıymış.

Kırk yıldır Cumhuriyet’i veba... İlhan Selçuk’u mikrop saydığı için okuyacaklarına, yok etmeye çalışan MHP’lilerle... Onları câniler güruhu bilip tanıyacağına selâm vermeyi suç sayan İlhan Selçuk... Gazete koşullarının dayatmasıyla bir araya gelmişler.

Dakikalarla sınırlanan görüşme başlar başlamaz, İlhan Selçuk’u okumadan düşman MHP’lilerin ;

Aaa !.. İlhan Selçuk en az bizim kadar milliyetçiymiş.

Kırk yıldır tanımadan ilgisiz İlhan Selçuk’un ;

- Aaa !.. MHP’liler en az benim kadar yurtsevermiş...

Şaşkınlıkları içinde bütün zaman sınırlarını aşmış.

Saatleri katlayarak, iki tarafı da sevinçlere... Bu dil ayrılığından yararlanarak sevgili Türkiye’nin son kırk yılını acılara boğan bütün yarasaları korkulara, kaygılara, kederlere, şaşkınlıklara garketmişler.

- Aaa !.. Bunlar Kuvvay-ı Milli ekseninde buluşabilirlermiş.

Gördünüz mü olanları ?

Şu Kuvvay-ı Milliye, ne büyülü bir deyim.

Daha sözü edilir edilmez, bütün cadılar da periler de üşüşmekte.

Kırk yıldır ilmik ilmik örülen... Kırk yıldır taka tukasından, laka lukasına toplumun bilincine örtülmeye uğraşılan teslimiyet ağı... Sağın kırk yıllık vurucu gücüyle, solun kırk yıllık yazıcı eli birbirine... Yahut da onun sihirli değneğine dokunduğu an paramparça.

Ve herkes aynı şaşkınlıkta.

- Aaa !.. Meğer milliyetçilikle, yurtseverlik aynı anlamdaymış.

Ne denir ?

Şaşma sırası bizde ?

- Aaa !.. Biz bunu ancak 40 yılda anlayabilirmişiz.

 

Ekselansları

 

Ekselânsları, ya hizmet süresini... Ya yaş sınırını doldurmuş. Tören şölen Dışişleri Bakanlığından büyükelçi sıfatıyla emekli olmuş. Olur olmaz da kurulmuş bir gazete köşesine... Pek çok ekran aynasına.

Öyle güzel ahkâm kesiyor ki, yeme de yanında yat.

Kıbrıs ve Ege sorunları mı ?

- Kötü müzakere edildi.

Avrupa topluluğuyla ilişkiler mi ?

- Kötü müzakere edildi.

Gümrük Birliği mi ?

- Kötü müzakere edildi.

NATO Konsepti mi ?

- Kötü müzakere edildi.

ABD ile stratejik ortaklık mı ?

- Kötü müzakere edildi.

Birleşmiş Milletlerle ilişkiler mi ?

- Kötü müzakere edildi.

Rusya’yla ortaklık anlaşması mı ?

- Kötü müzakere edildi.

İyi de pek sayın ekselânsları !..

O müzakereleri eden, çimdikçiyle fındıkçı mıydı ?

Yoksa o merkezlerdeki, Türkiye Cumhuriyeti’nin sefir-i kebîrî.. Dışişleri Bakanlığının bilmem nesi olarak zât-ı devletleri mi ?

Neden iyi müzakere etmediniz ?

- Deli miyim ? Kötü politikacılar öyle istedi. Boş bulunup itiraz etsem ya merkeze alırlar... Ya kokteyller kolejlerden, kültürel etkinlik, kişisel tutkulardan yoksun bir merkeze sürüverirler... Çoluk çocuk perişan olurduk. Sustum, yutkundum, katlandım. Nasıl emredildiyse öyle yaptım. Ama artık emekliyim. Aydın, dürüst, erdem sahibi bir yurttaş olarak doğruyu söylemek ödevim ?

Ya !.. Demek öyle ?

- Ne sandın ?

Anlaşmalar imzalandı, iş işten geçti.

- Olsun !.. Büyükelçi olarak yapamadığım ödevi, yurttaş olarak yapayım da, gerisini gerisi düşünsün.

 

İhracat Rekoru

 

Bu Türkiye ekonomisi bir âlem.

Bir yanda kepenkler kapanıyor... İşsizlik hiç durmadan artıyor. Yoksulluk sınırını yükselttikçe yükseltiyor. Yoksunluk gün günden yoğunlaşıyor. Kış gününde taze fasulyenin kilosu 10 milyon. Fakir fukara nasıl alıp da yesin ? Açlık kol geziyor.

Ötede tarihi boyunca görmediği bir rekoru alkışlıyor.

Hani şu ekonomik krizin en yoğununu yaşadığı 2001 yılında 31 milyar dolar, resmi ihracat yapmış.

Bu rakam 1973 yılında 1 milyar 317 milyondu.

On yılda 4 milyar 400 milyon artarak, 1982’de 5 milyar 746 milyon dolara ulaşmıştı.

Oysa aynı 4 milyarlık artışı.. Hem de ekonomik krizin en yoğun yılında sağlayarak krizsiz 2000’in 27 milyar 774 milyon dolarını, 31 milyar 186 milyon dolara çıkarmıştır.

Onca ağır koşula karşın bu resmi rakamlar gösteriyor ki, çapul ve kumarı çok iyi bilen Türkiye insanı, sanayi ve ticareti de öğrendi.

Resmi ihracatını son 30 yılında, 30 kat katlayabildi.

Üstelik bunu 2000’in 54 milyar 502 milyon dolarlık ithalâtını, 40 milyar 506 milyon dolara gerileterek. Yâni 14 milyar dolarlık lüks tüketim malı girdisini önleyerek becerdi.

Buna bir de 10 milyar dolar turizm gelirini... Kimilerine göre çok daha fazla ama 10 milyar dolarlık sınır ticaretini... Bir o kadar da kara para dolaşımını eklerseniz, hem dışticaret fazlasının gizini... Hem de Türkiye’nin bir türlü neden batmadığını anlarsınız.

Elbette ağıt bağımlılığında kendinden geçmek yerine, gerçeğin ardında soluk soluğa koşmak istiyorsanız.

 

 

Emin Çölaşan ve Mütareke Basını

 

Emin Çölaşan, 2 Mart Cumartesi Hürriyet’indeki köşesinde, Kuvvay-ı Milliye karşıtı Mütareke basınından örnekler veriyor... Yazısını; “Yıl 2002. Aradan 80 yıl geçmiş. Mütareke basının günü-müzdeki temsilcileri geçmişten hiç ders almıyorlar. Utanmıyorlar. Aynen devam ediyorlar. “ Diye bitiriyordu.

Anlaşılan Emin Çölaşan da, son zamanların modasına uymuş.

Holdinginin gazetelerini ya hiç okumuyor... Ya sevdiği, saydığı birkaç köşeye bakmakla yetiniyor.

Yoksa erdemli bir gazeteci olarak gereğini çoktan yapardı.

 

 

Oktay Ekşi’ye Yakıştı mı ?

 

Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi’nin Türkiye insanına güvenini salt fikriyle değil... Mesudiye’deki zikriyle de kanıtladığını... Ulusal değerlere sahip çıkmadaki coşkusunu.. Sıradan bir yazıda bile kılı kırk yarma sorumluluğunu... Her sözcüğü üç kez tartıp beş kez ölçmeden yazmama titizliğini bilen 50 yıllık okurları, 2 Mart’taki başyazısında ;

“ Ya AB’ye kendimiz tarafından verilen “ Kısa vadede (19 Mart 2002’ye kadar ) şu şu yasaları çıkartacağız, şunları tamamlayacağız “ şeklindeki sözümüzü tutacağız, yahut da uygar dünyanın taşrasında kendi yağıyla kavrulmaya çalışan, yoksulluğa mahkûm, geri kalmış bir Ortadoğu ülkesi olmaya katlanacağız, “ı nasıl okudular acaba ?

Hak vererek mi ?

Avrupalı gelip adam etmezse bizim olacağımız yok, gerçeğine sonunda o da ulaştı diye mi ?

Cukka kof hayaline o da kapıldı diye mi ?

Yoksa verdiğimiz sözü tutmak iyi de, Ulusal kalkınmayı bundan en azından Pazar yitirme kaybına uğrayacak başkalarından bekleme kolaycılığı, ona hiç yakışmadı diye mi ?

 

Çimdik Tahlil

Veyahut

Korkut Eken’le Yakup Cemil

 

Siz Yakup Cemil’i bilir misiniz ?

İttihat ve Terakki’nin ünlü silâhşoru Yakup Cemil’i ?

O geçen yüzyılın başında Harbiyeden, Balkan Komitalarıyla çarpışa çarpışa yetişmiş.. Gözü kara... İyi taktisyen... İyi nişancı olarak çıkmış pırıl pırıl bir subaydı.

Trablusgarpte İtalyan’ların korkulu rüyası oldu.

Her genç kahraman gibi İttihat ve Terakki’ye girdi.

Teşkilât-ı Mahsusa (Özel Örgüt)ya alındı.

Militanı olduğu partiyi iktidara taşımak adına kendi bakanını, Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı vurdu.

Sonra ne mi oldu ?

Faili meçhul pek çok cinayetin faili.

İttihat Terakki’yle, Genel Merkez muhaliflerinin karabasanı.

Hapisteki idamlıklardan oluşturduğu özel birliklerin komutanı. Kafkasya kıyımlarının acımasız sorumlusu.

Ve elbette pek çok zorba özentisinin ağzının suyunu akıtan bir kudret ve kahramanlık timsali.

Daha sonra mı ?

1916’da Savunmanın başında Merkez üçlüsünden Enver yerine Mustafa Kemal olsa, İmparatorluğun yazgısının değişeceğine inandı.

Ve usta, acımasız, kahraman ama basit bir militan olduğundan baklayı ağzından çıkardı.

Çıkarır çıkarmaz da, yargılandı ve Harbiye Nezaretinin Bekir Ağa koğuşunda işi bitirildi.

Korkut Eken’le ilgisi ne mi ?

Biz sayalım, siz çarpıp bölün.

Korkut Eken daha Harbiye’de gerilla taktiklerinde yeteneğini kanıtlamış bir genç subaydı.

Amerika’ya kontgerilla eğitimine gönderildi.

Üstün başarıyla dönerek, Genelkurmay Özel Harp Dairesi’ne atandı. Kontrgerillayı kurup eğitti. Komutasını üstlendi.

Barış Harekâtı öncesi Kıbrıs mücahitlerine destek verdi.

Birliğiyle Harekâta katıldı.

Üstün Hizmet ve başarı madalyaları aldı. Rütbesi yükseltildi.

Yarbayken, MİT içindeki çekişmenin kokusu ortalığa yayıldı. Ordudan ayrıldı. MİT’e geçti. Çekişmenin taraflarından Hiram Abas gurubu tasfiye edildikten sonra işsiz kalmak üzereydi.

PKK olayları yükselmeye başladı.

1991 seçimlerinin galibi Demirel, o karmaşayı düzeltmek yerine Özal’ın ölümüyle boşalan Çankaya’ya yerleşmeyi yeğledi.

İktidarı emeksiz ele geçiren Çiller’lerle, 1990 Körfez Savaşına katılıp katılmama anlaşmazlığında Necip Torumtay’ın istifası üzerine Genelkurmayı emeklilik beklerken üstlenen ünlü tak-şak paşa Doğan Güreş’in yakınlaşması, yeni bir güç odağı oluşturdu.

Ve bu yeni odak PKK’yı sivil güçlerle bitirerek iktidarını pekiştirmekte uzlaşınca, Korkut Eken’e iş çıktı.

Emniyet Genel Nüdürlüğü’ne Mehmet Ağar atandı.

Kurulacak Özel Harekât Timi’nin başına Korkut Eken getirildi.

Kurdu. Eğitti. Yakup Cemil’in yöntemiyle genişletip yönetti.

Gerçekten kısa zamanda, mevzii başarılar sağladılar.

Ama hukuk dışı girişimlerle vatan kurtarmaya kalkışanların Osmanlı İmparatorluğu batmış... En küçük girişimini, en ince hukuk kuralına bağlamayı dayattığı Lozan Antlaşması’na yazdıran Türkiye Cumhuriyeti, darbeleri bile ona uydurmayı becerdiğinden ayaktaydı.

Faili meçhullerle kayıplar halkın sabrını zorlarken, koalisyon ortağı SHP, CHP ile birleşmiş... Çiller’lerin tak-şak paşanın süresini bir kez daha uzatma hayalleri dayanaksız kalmış.. 1994 Ağustos’unda, Genelkurmay Başkanlığını İsmail Hakkı Karadayı almıştır.

Direksiyon değişince, başta tak-şak paşa ve Mehmet Ağar, Özel Tim kodamanları Çiller’in eteğine sarılır. İktidar yitirilir. Ama kapak Meclis’e atılmış... Dokunulmazlık zırhına bürünülmüştür.

PKK ivmesini artırır.

Değişen direksiyon, halkın homurtusuyla birleşince, askerin müdahelesi kaçınılmaz olur. Geri hizmete çekilen silâhşorlar serseri mayına dönüşür. Susurluk kazası, bu sırada patlar.

Yumağındaki düğümleri dışa karşı korunsa da içte çözülür.

Leşi öldüren sürükleyecektir.

Korkut Eken ve ekibi sorumluluğu üstlenmek zorunda kalır.

Yargılanır. Hüküm giyer. Cezaevine girer.

Osmanlı Meşrutiyetiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin farkı budur.

O çizmeyi aştığı an silâhşoru Yakup Cemil’i öldürür. Bu Korkut Eken’i cezanın en hafifine hükmederek tutuklar.

İşte Çimdiğin tahlili de bu kadar olur !..


 
sayfa başına dön