|
|
Yayın
Yönetmeni'nden
Avrupa
Birliği'ne Türkiye'nin üye olup olmama tartışmaları şiddetlenerek
sürüyor. AB yanlıları, karşı düşüncede olanları tek bir
kefeye koyarak, AB'ye üye olunmazsa Türkiye'nin bütün sınırlarının
kapanıp tek başına bir ülke olacağını ileri sürüyorlar,
"AB olmazsa nereye gireceğiz Şanghay Beşlisi'ne mi?"
diye soruyorlar. Bunlara
güzel bir isim takılmış: "Brüksel Lahanaları"
diyorlar. Ben evvel eski "Ayran budalaları" diyorum.
Bunların içinde kimler yok ki. Sermayenin eski kalemşörlerinden
1980 öncesi devrimcilerine kadar uzanan karmaşık bir koro. Bu
muhteremlere AB'ye karşı olanları aynı torbaya koymadan herkesin
söylediğini dikkatle okumalarını öneririz. İkincisi ve asıl
önemlisi Türkiye AB'ye girmezse illa bir yere dahil olmak zorunda
değildir. Ayrıca o çok aşağılamaya çalıştıkları Şanghay
Beşlisi'ni de dikkatle öğrenmeye çalışsınlar. Bu
ayran budalalarının büyük çoğunluğunun yaşı yeter. 70'li yıllarda
ABD Türkiye'ye silah ambargosu uygulamıştı. Bu ambargodan şimdi
AB dışında kalmaktan korkanlar gibi korkanlar olmuştu.
Oysa bu ambargo birdenbire Türkiye'de yaşayan mühendislerin, işçilerin
yeteneklerini ortaya çıkardığı gibi Türkiye'nin teknik bilgi
donanımı bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasında olduğunu
ortaya çıkartmıştı. Daha önce ABD ile yapılan ikili anlaşmalar
gereği gaz ocağı başlığı üreten Kırıkkale fabrikaları
yeniden silah üretmiş, tamiri yapılamaz ya da sadece ABD'de yapılır
diye iddia edilen tanklar ve uçaklar, Türkiye'de tamir edilmeye başlanmıştır.
ABD, uyguladığı silah ambargosunun Türkiye'ye değil, kendisine
zarar verdiğini aradan on yıl geçtikten sonra anlamış ve Türkiye'yi
askeri araç ve gereç bakımından kendine yeniden bağımlı kılmak
için ambargoyu kaldırmıştı. Ezcümle,
Avrupa Birliği'ne girmezsek batmayız. Bu bir. İkincisi asıl
zurnanın zırt dediği yer; Avrupa Birliği'ni Türkiye'ye Kopenhag
kriterleri diye yutturuyorlar. Oysa, AB herşeyden evvel
kapitalist üretim tarzını kural olarak kabul etmeyi dayatıyor.
Yani AB'de özgürlüklerin sınırı belli. Herhangi bir ülkenin
AB'ye üye olması için öncelikle üretim biçiminin kapitalist
olması şart.
Küreselleşme demek, dünyanın en zengin 7 kapitalist ülkelerinin sömürü saldırıları demektir. Bu G 7 ler denilen ülkelerin beşi AB'yi oluşturan ülkelerdir, yani Kapitalizmin küresel saldırısı demek olan Küreselleşme, salt ABD'nin değil, aynı zamanda onun ortağı olan AB'nin de marifetidir. Çünkü uluslarötesi şirketler G 7 ler de toplanmışlardır.
IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar da G-7 lerin emrinde onların çıkarlarının yaygınlaştırılması ve sağlamlaştıran, yatırım mekanizmalarıdır, yani Türkiye ye dayatılan ve Ecevit Hükümetiyle hızlı TBMM'nin 15 gün de 15 yasa; 9 günde 9 yasa hesabıyla çıkartılan Tütün, şeker, enerji,endüstri bölgeleri, tahkim vb. yasaları demektir. Yani yer altı ve yerüstü kaynaklarımızı emmebasma tulumba gibi uluslarüstü şirketlere pompalamaktır.AB asıl budur.Cilalı Kopenag kriterleri değildir. O kriterleri de 11 Eylülden hemen sonra ne hale geldiklerini de izlemek gerekir.
AB borazanlığı yaparken bunları düşünmek gerek.
İmdi,
kendine komünist, sosyalist, devrimci adını takmış ve hatta bir
zamanlar bu uğurda mücadele etmiş kişiler düşüncelerini
reddettiklerini, en iyi yaşam biçiminin kapitalizm olduğunu kabul
ettiklerini ilan ettikten sonra, AB'ye girelim şarkısını söyleme
hakları vardır. Elbette karşısındakilere saldırma hakkı da
vardır. Ama, hem sosyalist olduğunu iddia edecek, hem de AB
borazanlığı yapacak: Bu olmaz! Bunun adı, en hafif deyimiyle 'riya'dır. Küreselleşmenin
yıllardır radyo, televizyon, gazete, konferans, reklam gibi araçları
kullanarak, oya işler gibi işlediği sınıf çelişkisini
perdeleyerek, onun yerine cinsiyet, din, etnik çelişkileri koymaya
çalışması, maalesef Türkiye'de de başarılı olmuş, Kürt - Türk,
Alevi - Sünni, Hıristiyan - Müslüman, Kadın - Erkek ayrımları
gıdıklanarak sorun yapılmıştır. Öyle ki bugün yoksul Kürt
yurttaşlarımız ya da yoksul Müslümanlarımız AB'ye girersek
baskılardan kurtulup özgürleşeceğiz zannetmektedirler. Bu yanılgının
baş sorumlusu da medyanın şurasında burasında çöreklenmiş,
çoğu eski devrimci okur yazarlardır. Eskiden "toplumsal
ilerleme" sloganı peşinde koşmuş olanlar da şimdi AB'ye
girerek Türkiye'deki kapitalizmi geliştirmeyi ve ondan sonra ancak
sosyalizme geçelebileceğini rahatlıkla yazıp söyleyebilmektedirler. Önemli
bir çoğunluk da büyük bir iyi niyetle, küreselleşmenin, aslında
iyi bir şey olduğunu, sömürüyü azaltıp yoksullara daha iyi hayat şartları sağlamaya
olanak verebileceğini söylüyorlar. Biraz
tarih bilen kişi kapitalizmin reforme edilemeyeceğini bilir. İşçi sınıfının ve
yoksulların kapitalist üretim tarzı içerisinde çalışma ve ücret koşullarını
iyileştirmek için bir çoğu kanlı sınıf mücadeleleri vererek yeni kazanımlar elde ettikleri doğrudur.
.
Ama kazanımların kalıcılığının veya geri alınabilirliğinin işçi sınıfının
direnme azmiyle ve mücadelesiyle sınırlı olduğu, özellikle
1980'ler Avrupası'nda ortaya çıkmış ve işçi sınıfının göreceli
olarak kazandığı iyileştirmeler birer birer elden gitmiştir. Yani
türkünün dediği gibi "Ya dışındasındır çemberin/ Ya da içinde yer alacaksın.". Biz
1963'te Ortak Pazar'a Türkiye girerse kapitalizme entegre
olur diyerek Ortak Pazarı reddeden bir gelenekten geliyoruz.
Yoksul insanlarımızı şu veya bu yöntemle kapitalizme entegre
edecek her türlü gözboyamacılığa karşıyız. Din, dil, ırk,cins
ayrımlarını aşarak tüm emekçilerin elele
verip kapitalizme ve emperyalizme karşı sosyalizm mücadelesini kazanmaları gerekiyor.
|
|
|