Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 


Yayın Yönetmeni'nden

Avrupa Birliği'ne Türkiye'nin üye olup olmama tartışmaları şiddetlenerek sürüyor. AB yanlıları, karşı düşüncede olanları tek bir kefeye koyarak, AB'ye üye olunmazsa Türkiye'nin bütün sınırlarının kapanıp tek başına bir ülke olacağını ileri sürüyorlar, "AB olmazsa nereye gireceğiz Şanghay Beşlisi'ne mi?" diye soruyorlar.

Bunlara güzel bir isim takılmış: "Brüksel Lahanaları" diyorlar. Ben evvel eski "Ayran budalaları" diyorum.  Bunların içinde kimler yok ki. Sermayenin eski kalemşörlerinden 1980 öncesi devrimcilerine kadar uzanan karmaşık bir koro. Bu muhteremlere AB'ye karşı olanları aynı torbaya koymadan herkesin söylediğini dikkatle okumalarını öneririz. İkincisi ve asıl önemlisi Türkiye AB'ye girmezse illa bir yere dahil olmak zorunda değildir. Ayrıca o çok aşağılamaya çalıştıkları Şanghay Beşlisi'ni de dikkatle öğrenmeye çalışsınlar.

Bu ayran budalalarının büyük çoğunluğunun yaşı yeter. 70'li yıllarda ABD Türkiye'ye silah ambargosu uygulamıştı. Bu ambargodan şimdi AB dışında kalmaktan  korkanlar gibi korkanlar olmuştu. Oysa bu ambargo birdenbire Türkiye'de yaşayan mühendislerin, işçilerin yeteneklerini ortaya çıkardığı gibi Türkiye'nin teknik bilgi donanımı bakımından dünyanın sayılı ülkeleri arasında olduğunu ortaya çıkartmıştı. Daha önce ABD ile yapılan ikili anlaşmalar gereği gaz ocağı başlığı üreten Kırıkkale fabrikaları yeniden silah üretmiş, tamiri yapılamaz ya da sadece ABD'de yapılır diye iddia edilen tanklar ve uçaklar, Türkiye'de tamir edilmeye başlanmıştır. ABD, uyguladığı silah ambargosunun Türkiye'ye değil, kendisine zarar verdiğini aradan on yıl geçtikten sonra anlamış ve Türkiye'yi askeri araç ve gereç bakımından kendine yeniden bağımlı kılmak için ambargoyu kaldırmıştı.

Ezcümle, Avrupa Birliği'ne girmezsek batmayız. Bu bir. İkincisi asıl zurnanın zırt dediği yer; Avrupa Birliği'ni Türkiye'ye Kopenhag kriterleri diye yutturuyorlar. Oysa,  AB herşeyden evvel kapitalist üretim tarzını kural olarak kabul etmeyi dayatıyor. Yani AB'de özgürlüklerin sınırı belli. Herhangi bir ülkenin AB'ye üye olması için öncelikle üretim biçiminin kapitalist olması şart. 

Küreselleşme demek, dünyanın en zengin 7 kapitalist ülkelerinin sömürü saldırıları demektir. Bu G 7 ler denilen ülkelerin beşi AB'yi oluşturan ülkelerdir, yani Kapitalizmin küresel saldırısı demek olan Küreselleşme, salt ABD'nin değil, aynı zamanda onun ortağı olan AB'nin de marifetidir. Çünkü uluslarötesi şirketler G 7 ler de toplanmışlardır.

IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlar da G-7 lerin emrinde onların çıkarlarının yaygınlaştırılması ve sağlamlaştıran, yatırım mekanizmalarıdır, yani Türkiye ye dayatılan ve Ecevit Hükümetiyle hızlı TBMM'nin 15 gün de 15 yasa; 9 günde 9 yasa hesabıyla çıkartılan Tütün, şeker, enerji,endüstri bölgeleri, tahkim vb. yasaları demektir. Yani yer altı ve yerüstü kaynaklarımızı emmebasma tulumba gibi uluslarüstü şirketlere pompalamaktır.AB asıl budur.Cilalı Kopenag kriterleri değildir. O kriterleri de 11 Eylülden hemen sonra ne hale geldiklerini de izlemek gerekir.

AB borazanlığı yaparken bunları düşünmek gerek.

İmdi, kendine komünist, sosyalist, devrimci adını takmış ve hatta bir zamanlar bu uğurda mücadele etmiş kişiler düşüncelerini reddettiklerini, en iyi yaşam biçiminin kapitalizm olduğunu kabul ettiklerini ilan ettikten sonra, AB'ye girelim şarkısını söyleme hakları vardır. Elbette karşısındakilere saldırma hakkı da vardır. Ama, hem sosyalist olduğunu iddia edecek, hem de AB borazanlığı yapacak: Bu olmaz! Bunun adı, en hafif deyimiyle 'riya'dır.

Küreselleşmenin yıllardır radyo, televizyon, gazete, konferans, reklam gibi araçları kullanarak, oya işler gibi işlediği sınıf çelişkisini perdeleyerek, onun yerine cinsiyet, din, etnik çelişkileri koymaya çalışması, maalesef Türkiye'de de başarılı olmuş, Kürt - Türk, Alevi - Sünni, Hıristiyan - Müslüman, Kadın - Erkek ayrımları gıdıklanarak sorun yapılmıştır. Öyle ki bugün yoksul Kürt yurttaşlarımız ya da yoksul Müslümanlarımız AB'ye girersek baskılardan kurtulup özgürleşeceğiz zannetmektedirler. Bu yanılgının baş sorumlusu da medyanın şurasında burasında çöreklenmiş, çoğu eski devrimci okur yazarlardır.  Eskiden "toplumsal ilerleme" sloganı peşinde koşmuş olanlar da şimdi AB'ye girerek Türkiye'deki kapitalizmi geliştirmeyi ve ondan sonra ancak sosyalizme geçelebileceğini rahatlıkla yazıp söyleyebilmektedirler.

Önemli bir çoğunluk da büyük bir iyi niyetle, küreselleşmenin, aslında iyi bir şey olduğunu, sömürüyü azaltıp yoksullara daha iyi hayat şartları sağlamaya olanak verebileceğini söylüyorlar. Biraz tarih bilen kişi kapitalizmin reforme edilemeyeceğini bilir. İşçi sınıfının ve yoksulların kapitalist üretim tarzı içerisinde çalışma ve ücret koşullarını iyileştirmek için bir çoğu kanlı sınıf mücadeleleri vererek yeni kazanımlar elde ettikleri doğrudur. .  Ama kazanımların kalıcılığının veya geri alınabilirliğinin işçi sınıfının direnme azmiyle  ve mücadelesiyle sınırlı olduğu, özellikle 1980'ler Avrupası'nda ortaya çıkmış ve işçi sınıfının göreceli olarak kazandığı iyileştirmeler birer birer elden gitmiştir. Yani türkünün dediği gibi "Ya dışındasındır çemberin/ Ya da içinde yer alacaksın.".

Biz 1963'te  Ortak Pazar'a Türkiye girerse kapitalizme entegre olur diyerek Ortak Pazarı reddeden bir gelenekten geliyoruz.  Yoksul insanlarımızı şu veya bu yöntemle kapitalizme entegre edecek her türlü gözboyamacılığa karşıyız. Din, dil, ırk,cins ayrımlarını aşarak tüm emekçilerin elele verip kapitalizme ve emperyalizme karşı sosyalizm mücadelesini kazanmaları gerekiyor.

 

 

 .. 

 
sayfa başına dön