Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


Hukuk Devleti

Erol Toy 

Yıl : 1922.

Yer : Lozan.

Konu : Dünya barışı.

Taraflar : Bir yanda İngiltere, Fransa, İtalya, Sırp-Hırvat-Slovenya, Yunanistan, Japonya ve elbette ABD... Diğer yanda Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti.

Türkiye Dışişleri Bakanı ve başdelege İsmet Paşa (İnönü,) hiçbir istem, hiçbir neden yokken ayağa kalkar ve ; " Türkiye'nin bir hukuk devleti olacağına ilişkin, " bir belgeyi okuduktan sonra, antlaşma metnine konulmasını ister.

Karşı taraf delegeleri şaşkınlık içindedir.

Oturum başkanı, İngiltere Dışişleri Bakanı ve başdelegesi lord Curzon kendini toplar toplamaz ayağa fırlar ;

" General, " der.

" Biz burada uluslararası bir antlaşma yapıyoruz. Sizin ne devleti kuracağınız bizi ilgilendirmez. İster din devleti kurun, ister sınıf ya da zümre devleti. Yeter ki, antlaşmaya uyun. "

Ama İsmet Paşa diretir.

Uluslararası hukukun bütün savlarına karşın, yenenin istencini yenilenlere dayatır. Ve bildirgesini, Türkiye'nin tek yanlı açıklaması olarak antlaşmanın eki haline getirtir.

O zamandan beri, ister 1924 Anayasa'sına bakın, ister 1982 Anayasasına, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Ve hukuk devletinde de, yasa dışı her eylem ve işlem eninde sonunda cezalandırılır.

Ne var ki, yasalar nice âdil olursa olsun insanın bulunduğu her yerde haksızlık, yolsuzluk, zorbalık ve hırsızlık da vardır. Hammurabi yasaları 4 bin yıldır hırsızın elini kesiyor.

Düne dek Taliban Afganistan'ı... Bugün Suud Arabistan'ı kesmeyi sürdürdüğüne göre, ceza insanın hırsını engellemiyor.

Yâni ben, herkesten akıllı, becerikli ve güçlüyüm.. Öyleyse başkalarının zararına da olsa, her istediğimi yapmak hakkım, inancına kapılanların, her zaman, her yerde bulunması doğal.

Elbette devletin en ilkelinde bile böylelerinin yakasına yapışmak da doğal. Çünkü devlet, çıkar çelişkilerini uzlaştırma zorunluluğundan doğmuştur.

Bunun için de, devlet var... Hele bir de hukuk devletiyse, yurttaşlarına zarar veren her türlü yasa dışı eylem ve işlemi, önlemek, önleyemediyse cezalandırmak zorundadır.

Hukuk devletinin kuvvetler ayrılığı ilkesinin kaynağı budur.

Çünkü haksızlığı, önlemekle yükümlü olanlar yapabilir.

Örneğin düşmanı yok etmekle yükümlü bir asker... Kendi özelinde, kendi yurttaşlarının bir bölümünü düşman sayabilir. Saymayanların emir ve komutasındayken, gerçek düşmanlara karşı kahramanlık destanları da yazar.

Ama ya kendi yükselir, özel düşüncesini uygulayacak yere gelir... Ya kendisi gibi düşünenlerin emrine girerse, yasalara göre belki de birkaç ay, yıl cezaevine girecek yurttaşlarını gözünü kırpmadan öldürür.

Böyleleri bir süre yılgınlıkların üstüne taht kurar.

Orada ömür sonuna kadar oturabilirlerse yurttaşlarının da, hukuk devletinin de canına okurlar.

Ama hukuk devletinin gereği ya emekli olur... Ya ona bile kalmadan bir ipucuyla yargının eline geçerlerse, yaptıklarının hesabını verirler.

Elbette infaz yolu kısa, hukuk yoluysa uzundur.

Canı yanan da, yandığını sanan da hemen diyet ister. Tıpkı kendince düşman saydığını hemen yokeden gibi.

Oysa bir hukuk devletinde, hukukun üstünlüğünü haksız ve yolsuz kadar mazlum ve mağdur da içine sindirmelidir.

Herkesin bildiğini neden mi yineledim ?

Galiba Susurluk kazası karanlık dönemlere yakılan ilk mumdu. Bir zamanların efsane kahramanı Korkut Eken'in cezaevine girişiyse, asıl aydınlığın şafağı.

Nerden mi çıkarıyorum ?

Mezarlıkta ıslık çalan muhteşem koronun cayırtısı sizin kulaklarınızı zonklatmıyor mu ? 

 


 
sayfa başına dön