|
|
İsrail, Arafat'ı Mandela yapıyor
İsrail
baskı yaparak bir kahraman yaratıyor ve uluslararası vicdanlarda
yeni bir Mandela doğuyor. Arafat adaletin sembolü oluyor İsrailliler,
Arapların hakkını gaspettiğini düşünmüyor. 'Bize ait toprağa
iki bin yıl sonra geldik, Tanrı bize bu toprağı geri verdi'
diyorlar. Filistin-İsrail sorununu ancak uluslararası hukuka saygılı
bir irade çözebilir. Böyle bir irade olabilecek ABD, bu hukuka
saygı göstermiyor.
NEDEN?
Ahmet Davutoğlu
Ortadoğu yeniden savaşın eşiğine geldi. Birinci Dünya Savaşı'ndan
sonra bu bölgede yapay sınırların çizilip yapay ülkelerin
yaratılması zaten uzun sürecek çekişmelerin tohumlarını
buraya atmıştı. Ülke liderlerinin paraları silahlara harcayıp
halklarını fakir bırakmaları bu bölgede sorunları giderek
derinleştirmişti. Bir de bunlara bütün Araplarla kavgalı İsrail
devletinin kurulması eklenince, dünyanın bir türlü barışa
kavuşamayan coğrafyası Ortadoğu, ucu kaybolmuş bir sorun yumağına
dönüştü. Bugün israil'in Filistin'i işgal etmesiyle bölge
yeniden bir kaosun eşiğine geldi. Her gün insanlar ölüyor, karşılıklı
nefret büyüyor. Ortadoğu üzerine yaptığı analizlerle bilinen
Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı
Profesör Ahmet Davutoğlu ile Ortadoğu'daki sorunların
nedenlerini, İsrail-Filistin meselesini, bu sorunun çözümünün
mümkün olup olmadığını, tarafların neler istediğini, Türkiye'nin
tutumunu, Amerika'nın tavrını ve bütün bunların sonuçlarını
konuştuk.
Ortadoğu savaş alanına döndü. Bu savaş kaçınılmaz mıydıyoksa
iki tarafın liderlerinin ya da bir liderin hatasından mı patlak
verdi?
Savaş kaçınılmazdı. İki taraf da bir gerilim süreciyle bu
savaşa sürüklendi. Özellikle İsrail barış sürecini durdurma
ve gerilimi artırma yönünde bir irade kullandı.
İsraillilerle Filistinliler arasındaki en büyük anlaşmazlık
ne? Hangi noktada takılıyor barış?
En büyük anlaşmazlık konusu Kudüs. Kudüs sorunu çözülmedikçe
İsrail-Filistin sorunu çözülmez. İsrail'le Filistin arasında
beş temel sorun var. Bir, Kudüs'ün nihai statüsünün ne olacağı.
İki, kendi içinde bütünlüğü olan entegre bir Filistin
devletinin doğuşu meselesi. Üç, Filistinli mülteciler sorunu. Dört,
Yahudi yerleşimciler meselesi. Beş, ekonomik kaynakların ortak
kullanımı. Eğer Birleşmiş Milletler'in kararı geçerliliğini
sürdürseydi ve bu kararı referans alan 1993 Oslo barış süreci
devam etseydi, İsrail 1967'de işgal ettiği bölgelerden çekilecekti.
Bu, İsrail'in Doğu Kudüs'ten de çekilmesi demekti. Böylece 1999
yılı itibarıyla bir Filistin devleti kurulacaktı ve Kudüs'ün
nihai satüsü konuşulacaktı.
Ama israil 1999'ta bu nihai noktaya gelindiğinde, Oslo barış sürecini
durdurdu. Filistin bölgesinde Yahudi yerleşim merkezleri kurmayı
sürdürdü. Kudüs'ün etrafını Yahudi yerleşimleriyle çevirdi.
Böylece entegre Filistin devletinin kurulması zorlaştı.
Filistin-İsrail anlaşmazlığını çözmek imkânsız mı?
Filistinlilerle İsraillilerin kendi başlarına sorunu çözmeleri
mümkün değil. Bu sorunu çözmek için uluslararası hukuk
normlarına saygılı bir uluslararası irade lazım. Ne var ki
uluslararası irade olabilecek Amerika şu anda uluslararası hukuka
saygı göstermiyor. İsrail, 11 Eylül'ün yarattığı terörizmle
mücadele havasından yararlanıyor. 11 Eylül yaşanmasaydı, İsrail
barış masasına dönmek zorunda kalacaktı. Çünkü Amerika,
Filistin devletini tanıması konusunda İsrail'e baskı yapıyordu.
Şaron'u da kendisine çok muhatap almıyordu. Ama 11 Eylül'den
sonra Amerika Şaron'un politikalarına yeşil ışık yaktı. 11
Eylül atmosferi İsrail-Filistin savaşını tırmandırdı.
İsrail Filistin'le arasındaki sorunun nasıl çözümlenmesini
istiyor?
Kudüs'ün İsrail devletinin ebedi başşehri olmasını istiyor.
Bu noktada verebileceği taviz, Müslümanlarla Hıristiyanların Doğu
Kudüs'te ibadet etmelerine serbestlik tanımak.
Filistinliler nasıl bir çözüm öneriyor?
Filistin, İsrail'in 1967 işgalinden önceki sınırlarına çekilmesini,
tarihi Doğu Kudüs'ü Filistin egemenliğine terk etmesini istiyor.
Filistin'in verebileceği taviz, tarihi Kudüs'ün Yahudilerce
kutsal olan kısmında İsrail egemenliğinin devam etmesi. Mültecilere
gelince, İsrail Filistinli mültecilerin Doğu Kudüs'e geri dönmesini
kabul etmiyor. Dönmeleri halinde İsrail'in Yahudi karakterinin
bozulacağını düşünüyor. Mülteciler ancak Batı Şeria'ya dönebilir
diyor. Ayrıca İsrail, kurulacak Filistin devletinin İsrail'in güvenliğini
tehdit etmeyecek, İsrail'e bağımlı, askersiz bir devlet olmasını
istiyor. Bunun için de Yahudi yerleşimcilerin Filistin bölgesinden
çıkmasını istemiyor. Çünkü Yahudi yerleşim bölgeleri orada
kaldıkça, vatandaşının güvenliğini gerekçe göstererek İsrail
her an Filistin'i işgal edebilir. Filistinliler ise tam bağımsız
bir devlet kurmak istiyor. Ekonomik kaynakların ortak kullanımında
İsrail bugünkü durumun devamını istiyor. Bugün İsrail,
Filistin'e ait Batı Şeria'daki su kaynaklarının yüzde 80'inini
kullanıyor.
Filistin lideri Arafat, Clinton'ın ABD Başkanlığı döneminde
o zamanki İsrail Başbakanı Barak'la Camp David'de buluşmuştu.
Oradaki önerileri Barak kabul etti ama Arafat reddetti. Niye
reddetti?
Camp David'de Arafat'a çok iyi bir proje sunuldu sanılıyor. Öyle
değil. İsrail, daha önce bu sorunla ilgili Birleşmiş Milletler
kararları yokmuş, Oslo barış süreci sanki yaşanmamış gibi
pazarlığı sıfırdan başlatmak istedi. İsrail bunu hep yapıyor.
Önce barış sürecini durduruyor ve problemli alanlarda avantaj
elde etmek için zaman kazanıyor. Sonra tekrar bir barış süreci
başlatıyor. Camp David'de de böyle oldu. İsrail yepyeni
tekliflerle geldi. Bunlar entegre Filistin devletinin kurulmasını
sağlayacak teklifler değildi. Filistin'e Doğu Kudüs'te sadece
bir ofis açma hakkını tanıyordu. Kudüs'ü de kendi ebedi başşehri
ilan ediyordu. Filistin devletinin askersiz olmasını öngörüyordu
ve mültecilerin kendi topraklarına dönme hakkını kabul
etmiyordu. Yani Filistinlilerin 1949'daki BM kararından bu yana
uluslararası hukuk alanında elde ettiği bütün hakları ortadan
kaldırıyordu. Üstelik Kudüs ne Müslümanların, ne Filistin'in
ne de Arafat'ın tek başına taviz vermeye yetkili olduğu bir
sorun değildir.
Kudüs sorununu çözmekte kim yetkili peki?
Şu anda bir muhatap yok ama Arafat, Müslüman dünya, Araplar ve
Filistinliler adına böyle bir tavizi veremez. Kudüs Müslümanların,
Yahudilerin ve Hıristiyanların ortak problem alanıdır. Zaten
Amerika da Kudüs'te bir egemenlik paylaşımına gidilmesini öngörüyordu.
Mescid-i Haram'ın üstünde Filistin egemenliğini, altında Ağlama
Duvarı'nda ise Yahudi egemenliğini öngörüyordu. Burada Arafat'ın
yapacağı şey, uluslararası hukukun gereğini söylemektir.
Uluslarası hukuk da bugüne kadar Filistin'den yana kararlar almıştır.
Zaten Camp David'deki tekliflere Arafat dışındaki bir başka
Filistin lideri de evet diyemezdi.
Beyrut'ta yapılan son Arap zirvesinde de Arap ülkeleri İsrail'e
bir barış önerisinde bulundu. İsrail 1967 öncesi sınırlarına
çekilecek, bütün Arap ülkeleri de onun varlığını kabul
edecekti. Böylece Araplar yıllarca varlığını reddettikleri İsrail'i
tanıyacaklardı. Ama İsrail bu barış önerisine tanklarını
Filistin'e sokarak cevap verdi. İsrail barış önerisine niye böyle
savaşla cevap vermeyi tercih etti?
Çünkü barış sürecine kaldığı yerden devam etmek istemiyor.
Zaman kazanmak istiyor.
İsrail 1967 öncesi sınırlarına niye çekilmek istemiyor?
1967 öncesi sınırlara çekilmek demek, İsrail'in tarihi hak
talep ettiği Kudüs ve Batı Şeria'dan geri çekilmesi demek. İsrail
teolojik bir devlettir. Teolojik argümanın temelinde de bu
toprakların seçilmiş bir toplum olan İsraillilere tanrı tarafından
vaat edildiği inancı vardır. İngilizler İsraillilere bir ara
Uganda'da devlet kurmalarını teklif etmişlerdi. Niye Afrika'daki
boş alanlara gitmediler de buraya geldiler? İsrailliler, Arapların
hakkını gaspettiklerini düşünmüyor. Bizim olan bir toprağa
iki bin yıl sonra geldik. Tanrı bize bu toprağı geri verdi
diyorlar. Bunun tanrısal iradeyle gerçekleştiğine inanıyorlar.
Radikal dinciler, İsrail bu topraklardan çekilirse, seçilmiş
millet, vaat edilmiş topraklar argümanının ve İsrail devletinin
kuruluş felsefesinin yok olacağını düşünüyorlar.
İsrail ordusu, Ramallah'taki karargâhında Yaser Arafat'ı kuşattı.
Şu anda onların elinde rehine durumunda. Ama biz garip bir olayla
karşılaştık. Bundan üç ay önce Filistin'in özgür devlet başkanı
Arafat siyasi ölüme çok yaklaşmış bir liderdi. Filistinli
gruplara söz geçiremiyordu. Otoritesi yok olmuş gibiydi. Ama bugün
kuşatma altında Filistin'in tek lideri, en büyük kahramanı ve dünya
siyasetinin bir numaralı figürü oldu. Nasıl oldu da kötü
duruma düşmek Arafat'a siyaseten bu kadar yaradı?
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, yerel ölçekte yaşanan bir
adaletsizlik veya baskı bir anda küreselleşebiliyor. Yerel bir
direnişçi küresel bir kahraman haline gelebiliyor. Arafat da,
uluslararası vicdanın ortaya çıkmasıyla birlikte gittikçe
Mandela benzeri bir imaj oluyor. Barış yanlılarının kahramanı
haline geliyor. Dünyada kim uluslararası düzenin işleyişinden
memnun değilse, bu düzenin karşısında duran mağdur aktöre yakınlık
hissediyor. Şu anda Arafat mağdur. İsrail baskı yaparak bir
kahraman yaratıyor. Arafat adaletin sembolü oluyor. Neredeyse bir
Mandela doğuyor. Odasında güçsüz ama imaj olarak güçleniyor.
Arafat eğer öldürülmez veya sürülmezse, orada kaldıkça güçlenecek.
Arafat'ın Filistin halkının iç organizasyonu konusundaki hataları
bile artık unutuldu. Arafat bir şeyi kurarken belki o kadar başarılı
değil ama, bir baskı karşısında güçlü bir direnişçi. Oysa
İsrail dize getirilmiş bir Arafat ister karşısında.
Sizce Arafat dize gelir mi?
Zannetmiyorum. İsrail'e yakın bir lider çıkartılsa ve onunla
anlaşma yapılsa bu İsrail için optimum sonuç olur. Ama böyle
bir Filistinliyi bugüne kadar bulamadılar. Çünkü muhatabın
sadece İsrail'in ve Amerika'nın nezdinde değil, Filistin halkı
nezdinde de kredibilitesinin olması lazım. Arafat dışında şu
anda böyle bir lider yok. Çıkması da zor. Eğer Arafat öldürülürse
ki, bu İsrail için çok kötü olur, Filistinli örgütler daha da
kenetlenir, bu durumda Arafat'tan sonra çıkabilecek bir lider
Arafat'ın bulunduğu yerden geri adım atamaz. Halk nezdinde bir
kahramandan sonra o tavizi veremez.
Şaron güvenli bir ülke sözü vererek işbaşına geldi. Ama
İsrail devleti tarihinin en güvensiz dönemini yaşıyor. İsrail
halkı her an bir yerlerde öldürülme, bir canlı bombayla
birlikte patlama tehditlerine ne kadar dayanabilir?
Güvenliği adil bir barışla değil de şiddet ve güç üzerinden
kurmaya çalıştığınızda güvenliği yok ediyorsunuz. Şiddet
karşı şiddeti getiriyor. İsrail tarihinin en güvensiz dönemini
yaşıyor. Bu politika uzun süremez. Eskiden on Filistinli karşılığında
bir İsrailli ölürken, bugün dört İsrailli ölüyor.
Arafat'ı gözden çıkaran Amerika başka Arap liderlerle görüşmek
üzere bölgeye dışişlerini bakanını gönderiyor şimdi.
Amerika ilk başta barışa bile o kadar istekli görünmüyordu.
Amerika Filistinlilerin ezilmesini mi istiyor?
Amerika Filistin'in bileğinin bükülmesini ve gelişmelerin
olgunlaşmasını bekliyor. ABD, barış şartlarının olgunlaşması
için Bosna'da üç sene katliama göz yumdu. Filistin tarafının
bileği öyle bükülecek ki, barış süreci bu noktada başlatılacak
ve Camp David'deki şartlardan belki de çok daha zor şartlarda bir
barış Filistin'e dikte ettirilmeye çalışılacak. Ama şu da
var, İsrail uluslararası meşruiyetini kaybediyor. Dünyada herkes
İsrail'e tepki gösteriyor. Amerika ve İsrail terör kavramını
kullanarak istedikleri yöntemi meşru kılmaya çalışıyorlar.
Savaş hukukuna bağlı kalmıyorlar.
Bir de Türkiye'nin durumu var. Tam savaşın en kızgın anında
İsrail'le büyük bir tank anlaşması imzaladık. Sanırım bu
anlaşmayla Arapları kaybettik. Niye Türk devleti bu kadar kritik
bir anda böyle bir anlaşma imzaladı?
Özellikle askeri alanda Türkiye-Amerika ilişkileri İsrail üzerinden
gerçekleşiyor. Ama bu üçgen bizi Ortadoğu'da yalnızlaştırır.
Diyelim ki tank anlaşması çok gerekliydi. Ama zamanlaması çok
yanlış oldu. Bazı şeyler kısa dönemde çok ciddi bir çıkar
sağlasa da uzun dönemde sizi öyle bir çıkmaza sokar ki, tank işi
de böyle. Dünya, televizyondan İsrail tanklarının Filistin'e
girdiğini görüyor. Arapların zihninde bu tanklar Türk tanklarıyla
özdeşleşebilir. İsrail'in savaşmasında Türkiye'nin payı oldu
diye bir kanaat yerleşir. Cezayir'de 50'lerde yaptığımız hatanın,
bize o toplumlar nezdinde neler kaybettirdiğini unutmamalıyız.
Peki Filistin ve İsrail barış istiyorlar mı yoksa her iki
tarafın lideri de barıştan hoşlanmıyor mu?
İkisi de barışa çok yakın isimler değil. Biri asker, diğeri
direnişçi. İkisi de kendi istedikleri şartlarda barış olsun
istiyor. Uzlaşma bu açıdan çok güç.
Savaşmak barışmaktan daha mı kolay Ortadoğu'da?
Ortadoğu'da değil, bütün dünyada öyle. İnsanoğlu'nun tabiatında
var bu. Geçen beş yüzyılda bütün büyük savaşlar Avrupa'da
oldu. Batı barışı seviyor, Ortadoğu hakları kanı seviyor yanılmasını
bırakmak lazım. Avrupalılar savaşlardan yorgun düştüler.
Ortadoğu henüz savaşmaktan yorulmadı mı?
Evet, o denilebilir. Ama savaşın şartlarına bakılmalı. Eğer
Ortadoğu'da barış olmuyorsa, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra
devredilen mirasa bakmak lazım. Ortadoğu'da hangi sınırın tabii
bir yanı var ki. Osmanlı'da entegre olmuş bölgeler birbirinden
suni ayırımlarla koparılmış. Irak'la Kuveyt niye savaşıyor?
Kuveyt diye bir devlet tarihte hiç olmadı. İngilizler oradaki
petrolü kendilerine bağlı kılmak için orada ayrı bir şeyhlik
kurdular. Ya ürdün'le Suriye arasındaki ihtilaf. Şam ile Amman
iki komşu şehir. Eskişehir ile Bursa gibi. Tarih boyunca
birbirlerinden hiç ayrılmamışlar. Peki Türkiye ile Suriye niye
ihtilaflı? Halep ve Gaziantep Asurlular döneminde bile bu kadar
kopuk değildi. Ortadoğu'da bunlar yetmiyormuş gibi bir de dışarıdan
İsrail devletini kuruyorsunuz. Bu ülkelerin birbirlerine olan düşmanlıklarını
onlara silah satmak için körüklüyorsunuz. Sonra da burada niye
problem çıkıyor diye soruyorsunuz. Evet Arapların, Ortadoğuluların
ekonomik ve siyasi becereksizlikleri var ama bunlar savaşmak için
neden değil.
Ortadoğu'da sınırlar yeniden çizilemeyeceğine göre bu çatışmalar,
savaşlar hiç bitmeyecek mi?
Çatışmalar ancak ulus-devlet üstü entegrasyonlarla çözülecek.
Bu bölgede ekonomik entegrasyonlar gerekli. Suriye ile Türkiye
arasında ekonomik ilişkilerin geliştirilmesiyle savaş ihtimali
minimize olur. Çünkü Antep'le Halep birbirinden alışveriş
yaparken, halkları asker gönderip niye savaşsın. Ya da Diyarbakır
ile Bağdat arasında TIR'lar gelip giderken, Türkiye Kuzey
Irak'taki bir oluşumdan niye korksun. Türkiye Irak sınırında da
yapaylıklar var. Böyle bir sınır tarihte yok. Kuzey güney savaşı
yaşayan ABD'nin de ancak ekonomik entegrasyonla bütün haline
geldiğini hatırlayalım
|
|
|