.

.

. AKLI EVVELLER, 
AKLI SONRALAR...

Halil NEBİLER

  Yeni dünya düzeninin bizim medyaya armağan ettiği birtakım aklı
evveller, yeni dünya düzeninin ve onun has evladı tekelleşmiş medya
mantığının karıştırdığı kafalarını koltuk altlarına koyup, dönüp dönüp
diplerine düşüyorlar. Birbirlerini buluyorlar, kendileri çalıp kendileri
oynuyorlar ve global bir köy olarak gördükleri dünyayı kendileri ve
kendileri gibilerinden ibaret sanıp mutlu oluyorlar.
   Öncelikle yeni dünya düzeninin çok temel unsurları üzerinde duralım.
Yeni dünya düzeni, varolan sömürü sisteminin “hır-gürsüz korunabilmesi” için
ne kadar demokrasi gerekiyorsa, o kadar lık bir demokrasiye ve buna yetecek
kadar adil bir hukuk düzenine dayanıyor. Tekelleştirilen medyanın çarpıttığı
gerçekliklere dayanan bir verili yaşam biçimi, cemaatlere-etnik gruplara
dayalı bir toplumsal işleyiş, dünyanın önemli bölgelerinde sürekli kılınan
etnik ve dinsel küçük çaplı çatışmalar, finans sermayesinin dizginlerinin
koparılması (bunun için yüksek teknolojiye dayalı iletişim sistemi), yeni
dünya düzeninin sahiplerinin son derece etkin örgütlü yapıları dışında her
alanda sürekli kaos…
    Bu temel unsurlara dayanan yeni dünya düzeninin temel hukuk
kurumlarından birisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’dir. Bunun uluslar
arası politikadaki karşılığı Birleşmiş Milletler’dir. Hukuku, Paris Şartı ve
Maastricht Anlaşması’na dayanır ki, işte bu hukuk, sömürü düzeninin hır gür
çıkmadan korunabilmesine dayanır. Hukuk, “hak”ın çoğuludur.
Kapitalist-Emperyalist sistemde hak güçlünündür ve kanun güçlünün
tarafındadır. (Tarihin en barışçıl protestolarından biri, G-8’lere karşı
eylemdi ve egemenler tarafından nasıl terorize edildiği ortadadır.)
Medya, bu sistemin belki de en rezil kurumudur. Tekelleştirilmiştir ve
temel olarak televizyon rejisine dayanır. Gerçekleri, 37, 51 ya da 101 ekran
kadrajına ne kadar sığarsa o kadar sığdıracaktır ama gerçekleştiği gibi
değil, reji odasındakilerin düzenlediği gibi sunacaktır. Laila’ya sokulmayan
medya starı bir biçimde bu kadrajın içine girecektir ama Laila’nın
kapısında, gecenin üçünde fotoğraf çekmek için bekleyen 150 milyon lira
maaşlı muhabirin durumu kadraj isterse 202 ekran olsun, dışında kalacaktır.
Bunun da temel bir mantığı vardır: ”Ben zenginleri severim”
Medya zenginlerin medyasıdır. Zenginleri sevecektir. Sosyete diye toplam
100-150 kişinin yaşamı, spor dendiğinde starlaştırılmış 20-25 futbolcu, bir
o kadar kulüp yöneticisi, birkaç simsar, ekonomi dediğinizde 50-60 borsacı,
v.s. girecektir ekranların kadrajına.
    Ekrana kim girerse girsin, ekranın temel mantığı hız ve ilginçlik olacaktır
ve bu durumda ayrıntı ve asıl olan aradan çıkacaktır. Hem zenginleri sevdiği
hem de asıl ve ayrıntı olanı kaçırdığı için, medya mantığı akını bokuna,
sapı samana, şekeri tuza karıştıracaktır. Hem ideolojisi, hem teknolojisi
gereği bu böyledir.

Xxx xxx xxx

    Şimdi Türkiye’de birtakım medyacıların durumuna bakalım. Tekelleşme
döneminde televizyonlara geçen, buraların kokusundan rahatsız olmayan,
varlıklarını gazeteciliğe değil medyacılığa armağan edenler, birbirlerini
her yerde ve aynı mantıkta bulabiliyorlar. Örneğin, Habertürk adlı haber
portalı.
    Cumhuriyet kökenli Amerikan hayranı Ufuk Güldemir yönetimindeki bu site,
daha once Güldemir’in yönettiği televizyonlardaki mantıkla yayın yapıyor.
Çığırtkan “azzzz sonraaaa”lar, Habertürk’te yanıp sönen flaş yazı halinde
“azzz sonraaaa” olmuş. Haber sitesi, yazıyla canlı yayın yapıyor ve saire.
Tam cıvık televizyon mantığı. Buraya kadar sorun yok da, aynı mantıkla
siyasal- ekonomik yorumlar falan da yapıyor bu site.
Yorumculardan biri ise Deniz Arman…
    Arman, Güldemir ekolünden. O’nun gibi televizyonculuk yapmış. (Hayır geçmiş
olarak onun gibi değil, mantık olarak onun gibi)
2 Ağustos günü yorumu, yeni dünya düzeni ve onun has evladı tekelleşmiş
televizyonculuk mantığının beyinleri nasıl sildiğine akıllara seza bir örnek
olabilecek bir yorumu yayınlandı. Diyor ki Deniz (Babası muhterem bir
gazeteciydi, oğlunun adını kim bilir ne düşünerek Deniz koydu) Arman:
“TÜRKİYE'Yİ, DAHA DOĞRUSU TÜRK AYDINLARINI HAYATLARININ EN BÜYÜK SINAVI   BEKLİYOR...SINAV, AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ'NDE YAPILACAK VE SORULARI,
REFAH'IN KAPATILMASINA HAK VEREN YARGIÇLAR SORACAK. BU TARİHİ SINAVIN BAŞLIĞINDA İSE ÜÇ HARFLİK KOCA BİR KELİME YER LACAK:APO!!!
AİHM'NİN REFAH'LA İLGİLİ TARİHİ KARARINI ALKIŞLAYAN ÇEVRELER, ÇOK YAKINDA GÖRÜLMEYE BAŞLANACAK ''APO DAVASI''NI TEDİRGİNLİKLE BEKLİYOR. BAKIN NEDEN:
AİHM, APO'NUN İTİRAZINI REDDEDİP, O'NUN ''TERÖRİST'' KİMLİĞİNİ KABUL EDERSE, PKK'LILAR DIŞINDA HİÇKİMSE İÇİN EN UFAK BİR SORUN YOK.AMA...
AMA TERSİ OLURSA, YANİ AİHM, APO'NUN ARZULADIĞI YÖNDE BİR KARAR ALIRSA, ''REFAH KARARI''NDAN DOLAYI AİHM'İ ALKIŞLAYAN ELLER, HAVADA ÖYLECE KALAKALACAK.
ÇÜNKÜ, APO'NUN LEHİNDE VERİLECEK BİR KARARI, 1985'DEN BERİ BİNLERCE ŞEHİT   VEREN BU HALKA ANLATAMAZSINIZ. ZATEN SİZ ANLATMAYA ÇALIŞSANIZ DA ONLAR
DİNLEMEZ. VE DİNLEMEYECEKLERİ GİBİ, AİHM'İ ''DÜŞMAN'' KABUL EDER. İŞTE O ANDAN İTİBAREN DE, ''DÜŞMAN''IN BÜTÜN KARARLARI MEŞRUİYETİNİ KAYBEDER VE BU ANLAMDA ''REFAH'' DA HALKIN GÖZÜNDE TEMİZE ÇIKAR.
İŞTE TÜRKİYENİN LAİK VE AYDIN KESİMİNİ BEKLEYEN EN BÜYÜK SINAV BU...
YA, AİHM'İN REFAH KARARINA BÖYLESİNE TEZAHÜRAT YAPMAKTAN GERİ DURUP, OLAYI BİRAZ DAHA SAKİN DEĞERLENDİRECEKLER, YA DA , MEVCUT TAVIRLARINI AYNEN  SÜRDÜRÜP, YARIN APO'YLA İLGİLİ TERS BİR KARARDA, ŞİMDİKİ HEYECANLARIYLA BUNU HALKA ANLATMAYA ÇALIŞACAKLAR!
TABİ DİNLEYEN OLURSA...”
   Adam anlatıyormuş: “Ve hazreti İsa, Dicle nehrini kılıcıyla yarıp,
koyunlarını karşıya geçirdi”
     Ulan, demiş arkadaşı, ben senin neyini düzelteyim. Bir kere hazreti İsa
değil, hazreti Musa. Dicle nehrini değil, Kızıldeniz’i. Kılıcıyla değil,
asasıyla. Koyunlarını değil halkını karşıya geçirdi.
Ama yeni dünya düzeninin tekelleşmiş televizyon mantığıyla düşünürseniz işte
böyle olur. Neden?
   Birincisi Deniz Arman, “aydınlar” derken kimi kastediyor, bilmemiz gerekli.
Bildiğimiz anlamda aydınları kastetmiyor çünkü bildiğimiz anlamda aydınlar
kırk katır mı kırk satır mı oyununa gelmez. Şeriat konusunda da ordu
konusunda da tavrı bellidir. Karanlığa karşı savaşırlar ve hiçbir şey onları
1908-1923 çizgisinin gerisine götüremez. Onlar, dinsel faşizme karşı
savaşırken kim hangi niyetle kendileri gibi davranıyor, hesaba katarlar ama
çok da büyütmezler. Çünkü onların nihai hedefleri burjuva demokrasisine
dayalı bir kapitalist system değil sosyalist sistemdir. Onu kurmanın bir
parçası da dinsel faşizme karşı savaşmaktır. İkincisi, bizim aydınlarımız,
dinsel-etnik temele değil sınıf temeline dayalı siyaset yaparlar ve etnik
kökene dayalı bir savaşımın kimlere hizmet edebileceğini hesaplarlar.
     Yaşadığımız koşullarda böyle bir kavganın yeni dünya düzeninin yararına
olacağını bilirler ama kültürel ve insani haklar konusunda sonuna kadar
mücadele ederler. Yanlarında veya karşılarında kim, neden, nasıl olursa
olsun. Çünkü onların hedefi bir Kürt, bir Çerkes, bir Laz devleti değil,
sosyalist bir toplum oluşturmaktır. Herkesin içinde barınacağı, mutlu
olabileceği, sınıfsız, sömürüsüz bir dünya.
    Aydınlar, AİHM kararlarının ne anlama geldiğini, hangi kararın ne koşullarda
ve ne amaçla verildiğini, bunu kimin alkışladığını, kimin onaylamadığını
anlarlar.
Onlar için Refah Partisi’nin toplumsal karşılığı APO ve PKK değildir.
Onlar bir şey yaparken soyut bir halk kavramıyla uğraşıp “halka
anlatamazsınız” safsatasını önemsemezler. Örgütlü halkı önemserler. Halk
örgütlü değilse, örgütlenmeyi önemserler. (Halka anlatamazsınız, diyor Deniz
Arman. Türkiye’de kim halka bir şey anlatma derdinde, onun bile farkında
değil. O binlerce halk çocuğu ölürken halka bir şey anlatan oldu mu? Bir
gecede cebindeki paranın yarısını çalanlar halka bir şey anlattı mı? Bunlar
olurken siz ne anlattınız? Cebinden parasının çalınmasının onun yararına
olduğunu borsa verilerine, makro ekonomik verilere dayanıp anlatmaya
çalışanlar sizler değil miydiniz?)
    Siz neyin ne olduğunu once kendinize anlatın. Bunun için de fazla geç
kalmayın, yoksa dinleyecek ne halk bulacaksınız karşınızda, ne ordu…
Komutanların emperyalist tarifi sizinkilerle tutmuyor da!..


.