Ayanla
Bayan
Seçmen her yerde seçmen.
Kamuoyu araştırma
kuruluşları her yerde aynı.
Son örnek
Fransa’dan.
Sol kimlik ve kişilik
bunalımında amibe döndü.
Bölündükçe bölündü.
Sol seçmen bölünme
karşısında sandıktan koptu.
Kamuoyu araştırmaları
o kopuşun üstüne bal kaymak sürdü.
Yoklamalara göre
Chirac birinci, Jospin ikinciydi.
Ve nasılsa seçim
iki turluydu.
Kendi deyimleriyle hırsız
Chirac’la beceriksiz Jospin’e birinci turda ders vermek... İkisinin
de istenmediğini göstermek gerekirdi.
Katılım son 50 yılın
en düşük düzeyinde gerçekleşti.
Seçmen ülke ve
Cumhuriyet’in aslî sahibi olduğunu unutmuş... Yönetenlere iyi
bir ders vermenin hazzına dalmıştı.
Bir taşla kaç kuş
vuracak... Hem yönetenlere hoşnutsuzluğunu duyurmuş... Hem
kimlik ve kişilik kavgasını kızıştırarak seçeneksiz olmadığını
kanıtlamış olacak... İkinci tura yeniden kapısına gelen
adaylarla kıran kırana pazarlık edecekti.
Katılmayan huzur ve
güven içinde tatile gitti.
Katılan öfke ve
ihtirasla oyları dağıttı.
Ve 21 Nisan Pazar akşamı
20.oo’de oylar sayıldığında vehbinin kerrakesi ortaya çıktı.
Chirac beklendiği
gibi yüzde 19 oyla birinci olmuştu.
Ama Jospin solun yüzde
36’lık oy havuzundan ancak 16’sını alabildiğinden tabelâdan
düşmüş. İkinciliğe kamuoyu araştırmalarına göre üçüncülüğü
bile beklenmeyen aşırı sağcı Le Pen, kuruluvermişti.
Fransa’da kıyamet
koptu.
Allah ya da sistemin
güvencesinden seçimler iki turlu.
Ve 5 Mayıs Pazar günü
son tur var.
Fransızlar ayıldılar.
Görünen o ki,
birinci turda seçmenin yüzde 81’inin istemediği Chirac, ikinci
turda aynı yüzde 81’in oyuyla Cumhurbaşkanı olacak.
Bilmeyiz iki turlu
seçimi savunmak mı ?
Tek turlu seçimde
akılları başa toplamak mı daha iyidir ?
Bir
Merd-i Kıpti Daha
İtiraf yasası çapul
burjuvazisine yaradı.
Şecaat arzetmekte sıraya
girdiler.
Geçen hafta Cem
Boyner beyefendi kahramanlık taslamıştı.
Sakıp Ağam geri
kalır mı ?
“O da bir şey mi
?
En bir merdi
benim,” diye kürsüye fırladı.
Mubarek Zati
Sungur’dan da, Hudini’den de büyük illüzyonist!.
Bir avucuna 200
milyar dolar borç koydu. Bütün dikkatleri o savursan savrulmaz...
Saysan sayılmaz... Yesen yenilmez yığına çekti.
Bütün kıptîlerin
salyası akarken o elini yumdu.
Hükümetin ikinci büyük
ortağı Başbakan yardımcısıyla küçük ortağından bazı
bakanlar da içinde, Lütfi Kırdar Salonunu dolduran işadamlarının
gözlerinin içine baka baka öteki elini açtı ;
“Üçün biri var
be !.. “
Diye kuzu postuna bürünmüş
kurt gibi meledi.
Ne var ki, küçük
ortağın Devlet Bakanlarından yazar, besteci, maliyeci Yılmaz
Karakoyunlu, ağadan sonra kürsüye çıkıp ;
“ O üçün
birinde Sabancı Holding var... TOBB var... Kamu kuruluşları
var... İçinizden pek çokları var. “
Deyiverince illüzyon
bozuldu.
Ama Sakıp Ağam, üstâd
!..
Onda daha ne
numaralar var !..
Anında suçüstü
yakalanan acemi vurguncu gibi, masumiyet postuna bürünüp Robin
Hood’luğa soyunuverdi.
Meğer oncağızım
itirafı 200 milyar dolar borcu deve edenler için değil... “
Fukaralar adına, “ yapmışmış !..
Ey borcun altına
yatmış fukara !..
Besbelli Sakıp Ağamla
onu ayakta alkışlayanlar “ üçün birini “ kaldırmış, adına
ağlaşarak seni bir daha kanırtmaya hazırlanıyor.
Sen neylemektesin ?
Ağaya nutuk hazırlayan
çağdaş Proudhon’lar benzeri “Sefaletin Felsefesi“ni mi ?
Yoksa aklını başına devşirerek Marx’ın “Felsefenin
Sefaleti”ni mi okumaktasın ?
Düşün ve bir
defada yanıtla.
Veliaht
Emekli Cumhurbaşkanı
Demirel, bu işi iyi biliyor.
Zaten bir zamanlar sıfatı
“ bir bilen,” değil miydi ?
Hem iyi biliyor, hem
iyi yapıyor.
Cân-ı gönülden
alkışımız üstüne olsun.
Olsun da, şu
bilinen ve yapılan iş nedir mi buyurdunuz ?
Anlaşıldı !..
Siz, Cumhuriyeti
saltanat, göz oyacağı veliaht atamayı işten saymıyorsunuz.
Oysa sayın Demirel’in ömrü bununla geçti.
Son 35 yılı yaşayan
belleğini tazelesin.
Yaşamayan ya
okusun, ya yaşayandan öğrensin.
Yasaklı dönemi
hariç o 35 yılda 7 genel seçimden geçti.
Bir tek kez, yüzde
50’nin üstünde oy aldı.
Gerisi yüzde
46’yla 1987 baskın seçimleri sayılmazsa yüzde 28 arasında
gelip gidiyor.
Ama Sezar’ın hakkı
Sezar’a !..
Cumhuriyet’in oy
almayı bilen 5 büyüğünden biri olduğu kesin.
Sayalım da, tereddüt
doğmasın.
Kongrelerle ilk
Meclis’i sayarsanız Gazi Mustafa Kemal birinci.
Sanırız bugün
bile oyu yüzde 80’in üstünde.
Zaten o zaman da yüzde
15 karşısındaydı.
Herkes Menderes sanır
ama, ikincisi Bayar’dır.
O 1950’de yüzde
54 oy aldı.
Menderes 1957’de yüzde
47.
Sonra yüzde 50’yi
geçen bir tek Demirel var.
Ecevit’le Erbekan
hiçbir seçimde yüzde 50’yi geçemediler. Ama biri CHP’nin
oylarını yüzde 28’den 44’e... Öteki kişisel oylarını
Refah Parti’sinde yüzde 21’e çıkarmayı bildi.
Bahçeli’yi de bu
hesaba koyanlar olabilir.
Ama yüzde 8,5’tan
yüzde 20’ye çıkan gücün onun stratejisine mi, tepkiye mi
dayandığı önümüzdeki seçimde belli olacak.
Yüzde 20’nin 1
puan üstü, Bahçeli’yi da oy almayı bilenlerin arasına katar.
Değilse Demirel 5’in biri.
Ve geleneksel
korporatif demokrasimizde seçilen ömür boyu postta oturduğundan
olsa gerek... Cumhuriyetle saltanatı sürekli birbirine karıştıran
da Demirel.
Üstelik her dem
etkin.
Ve bu etkisini tıpkı
bir hükümdar gibi ; “Verdimse ben verdim... Yaptımsa ben yaptım...”
Sorumsuzluğuna vardırmakta.
Ve daha da ilginci,
önce Erbakan’ı TOBB genel sekreterliğine... Sonra Turgut Özal’ı
DPT müsteşarlığına... Daha sonra Tansu Çiller'i ekonomiden
sorumlu devlet bakanlığına getirerek veliaht atayan odur.
Ve hepsinden hem
kendini, hem toplumu pişman eden de o.
Ne var ki, huylu
huyundan vazgeçmiyor.
Daha önce de çimdiklemiştik.
Boş durmaktan sıkıldı.
Cumhurbaşkanlığından
büyük, peygamberlik var ya !..
Her makam sırasıyla
!..
Şimdi sırada
Mehmet Ali Bayar var !..
Hele o da bir
tutsun, Olimpos ne kadarcık yer.
Bakalım o ne zaman,
biz ne zaman pişman olacağız ?
TÜSİAD’la
Siyaset
TÜSİAD başkanı
Tuncay Özilhan beyfendi, buyurmuşlar ki ;
“Bundan sonra
siyasetle daha yakından ilgileneceğiz. “
Taşrada kuraldır.
İşsiz ya da iyi
yapamayan okumuş, siyasete soyunur.
Taşra şimdi işini
iyi yapanlarla dolu.
Bakın her yıl bir
önceden... Her ay bir öncekinden artık ihracat kalemlerine...
Doğru görüyorsunuz.
Neredeyse tamamı taşra
üretimine dayalı.
Bakın her yıl bir
öncekine... Her ay bir öncekine göre azalan ithalât
kalemlerine...
O gördüğünüz de
doğru.
Neredeyse tamamı İstanbul
zadegânının defterine kayıtlı.
Bu paradoksun şifresini
bir çözün.
Ya da gelin birlikte
çözelim.
Taşra üretim...
Yeniden üretim açmazını çözmüş.
Üretiyor, satıyor.
Kazandığı için,
okumuşuna yaşam düzeyine uygun iş sağlıyor.
İşini iyi yaptığı
için de devlet kapısında kör dilenci değil.
Daha açığı
hazineyi yolmak yerine daha çok, daha iyi, daha ucuz üretimle dünya
pazarlarında etkin olmaya uğraşıyor.
Yâni işi tıkırında
olduğundan siyasete ilgisi azaldı.
Siyasal ortamdaki kösnülüğün
bir nedeni 12 Eylül’se, biri de bu.
Bu olduğu için de,
iş tersine döndü.
Eskiden işsiz ya da
işini iyi yapamayan taşra okumuşu hazine sülüğü gibi
politikaya soyunur... İstanbul beyleriyse “ticaretle siyaset bağdaşmaz...
Biz her partiye aynı mesafedeyiz,” fetvalarıyla yeri göğü
inletir... Arada bir ilânlarla filân da hükümet düşürürlerdi.
Demek ki işler
tersine döndü.
Döndü ya,
hazinenin dibi delik.
200 milyar doları
beylere aktarmış. Elinde üçün biri kalmış !..
İşsizlik ya da işini
iyi yapamamak zor zenaat.
Kişi sonunda üçün
birine bile razı.
Ne diyelim ?
Aman ilgilensinler
!..
Hatta ilgi yetmez.
Nasılsa işlerini yüze
göze bulaştırmışlar.
Bizzat girsinler.
Hazır Demirel
veliahtı da kollarını açmış, onları bekliyor.
Yeni işlerinde iştahları
artar, oyları da yeterse helâl-i hoş olsun.
Köküne kadar
yesinler.
|