|
|
Mayınlar öldürmesin!...
Abdullah AYSU
Mayınların acımasız sonuçları, soğuk veya sıcak savaşı alabildiğine yaşayan Türkiyeliler de gördüler.
Türkiye'de Hatay'dan Silopi'ye uzanan 820 kilometrelik sınır boyu 1950'li yıllarda tamamen mayınlandı. PKK'nin silahlı savaşa son vermesi, Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşme sürecine girmesi, mayınların kaldırılmasını, mayın tarlalarının tarım alanı olarak kullanılmasını gündeme getirdi.
Bu son derece güzel ve doğru bir karar. Geç kalınmış bir karar da olsa alkışlamalıyız. Çünkü; Türkiye-Suriye sınır bölgesinde mayınlar nedeniyle atıl olan ve tarıma açılabilecek 3.5 milyon dönüm büyüklüğündeki arazi tarıma açılabilirse 30 bin aile bu topraklardan geçimini sağlayabilecek. Türkiye'ye yıllık 3.5 katrilyon liralık katkı yapacak. Kıbrıs yüzölçümünün iki katı olan bu alanın bu güne kadar atıl kalmasının sonucunda yaklaşık 200 katrilyonluk liralık ekonomik kayba neden olmuştur. Arkasında ölüler, kolu bacağı kopmuş yığınla sakatlar bırakmıştır.
Tamda küresel dayatmalar ile Türkiye tarımının yok edildiği bir dönemde gündeme gelmiş olması ayrı bir güzel. En önemlisi de 3.5 milyon dekar olan mayınlı topraklarda 1950'li yıllardan bu yana kimyasal gübre, zirai ilaç hiç kullanılmamış olması. Bu bakir toprak kirli değil. Organik tarım yapmaya son derece uygundur.
IMF ve dünya Bankası'nın yaptırımları ile köyden kente göç ettirilen köylüler ve kentliler için yaşanılmaz kılınan şehirleri kurtarmak için de önemli bir fırsat. Çünkü; köyden göç eden memnun değil, şehirdekiler gelen köylülerden memnun değil.
Kente göç etmek durumunda kalan köylülerin ortak memnuniyetsizlikleri şöyle;
Her şey kir pas içerisinde...
Tüketici konumuna düştük. 1993 yılında köyümüzü terk etmek zorunda kaldık. Biz köyümüzde ziraatla uğraşıyorduk. Üretici konumundaydık şimdi ise tüketici konumuna düştük...
Yetiştirdiğimiz ürünleri devlet ofislerine veriyorduk, devlet de bundan kar ediyordu. Kente göçmek zorunda kaldık. Şehirde bir gün çalışıyoruz bir ay boş kalıyoruz. Şehirde bizim yaşadığımız yerlerde zaten okul yok. Çocuklarımız kışın kar çamur içerisinde yüz metrelerce yürüyerek okula gidiyorlar. Yol yok kömürümüzü, erzaklarımızı sırtımızla taşıyoruz. Su yok, kanalizasyon suları dışarıda akıyor. Her şey kir pas içerisinde...
Köyden kente göçen köylülerin sözleri bunlar... Türkiye kırsal alanına yönelik uygulanan politikaların gerçek yaşam fotoğrafları...Üretimden alıkonulan çiftçilerin dramı bu...
Kırsal alana yönelik uygulanan politikaların yanında ek olarak köylerinden baskılar sonucu ayrılmak zorunda kalanların şehirde yaşadıkları :
Buna yaşam deniyorsa, yaşıyoruz...
Köyde iken yaşantımız çok güzeldi. Tarlalarımız vardı pirinç, mercimek, buğday ekiyorduk, bostanlarımız vardı. Tarımla uğraşıyorduk. Hem kendi ihtiyaçlarımızı karşılıyor hem de satarak geçimimiz sağlıyorduk.
Şehirde günü birlik ancak ekmek paramızı çıkartabiliyoruz. Buna yaşamak deniyorsa yaşıyoruz. Tekrar köyümüze geri dönmek istiyoruz. Ancak geri dönüş imkanları halen sağlanmış değil. Geri döndüğümüzde geçmişte olduğu gibi korucuların baskıları, göz altıların, baskıların olmasını istemiyoruz. Köyümde olsaydım sohbet edeceğim insanlar olurdu. Babamın, annemin büyüklerimin mezarları orda kaldı. Her bayramda mezarlarını ziyaret ederdik. Onlarla ayrı yaşamak istemiyoruz...
Yani, köylerine dönmekte istekliler. IMF ve Dünya Bankası yaptırımlarının öncesinde köylerinde şimdikinden mutluydular. Hükümetler acaba yanlışın neresinden dönersek kardır, diyebilecekler mi yoksa IMF ve Dünya Bankası ne der diye onlara mı danışacaklar ?
Zaten, şehirli de köylüde dayatılan yaşadığı yaşamdan da yaşadığı yerden de memnun değil.
Kente yaşayanlarda her gün soyulma, çantasının çalınması bu nedenle ölmesi gibi korkuları çok sık yaşar oldu. Köylülerin kente gelmesi, şehirlerinde gelenlere iş ve aş sağlayamaması huzursuz bir ortamın oluşmasına neden oldu.
İşte fırsat! Doğru kullanılırsa tabi.
Çok fazla dolaştırdım lafı. Demem odur ki, ülke olarak siyah beyaz televizyon kullanmadan renkli televizyon kullanabilirdik. Bildiğiniz gibi, Türkiye televizyon kullanmaya başladığında ilk televizyonlar siyah beyazdı. Bize siyah beyaz televizyonu satan gelişmiş ülkeler kendileri renkli televizyon kullanmaya başlamışlardı. Biz direk renkli televizyonu Türkiye'ye getirmek yerine gelişmiş ülkelerin terk etmeye hazırlandıkları geri teknoloji ile ürettikleri bize dayatılan siyah beyaz televizyonları aldık.
Gelişmiş ülkeler organik tarım yöntemleri ile üretim yapmaya başladı. Organik tarım ürünlerini tüketmek için de ciddi çalışmalar yürütmekte. Bizim gibi ülkelere de kimyasal gübre, zirai ilaç, hormon ve genetik tohumla üretimi salık verip yönlendirmektedirler.
Doğru olan; bu kadar temiz toprağın tarıma açılacağı alanın direk organik tarıma göre dizaynın yapılması; o yörelerdeki büyük toprak ağalarına, koruculara toprakların dağıtılmaması topraksız ve az topraklı köylülere dağıtılmalıdır. Ayrıca toprak sahibi kılınan topraksızların bağımsız örgütlenmelerini sağlayacak düzenlemelere gidilmesi, yine üreticilerin söz ve karar sahibi kılınacağı bu demokratik örgütleri aracılığıyla devlet tarafından teknoloji, kredi , eğitim verilmeli ve sübvanse edilmelidir.
Bu tarz bir uygulama; televizyon olayında yaşadıklarımızı yaşatmayacaktır. Renkli televizyon teknolojisi kullanma olanağı var iken kullanmayı, siyah beyaz televizyon teknolojisini güzel ve yararlı olmadığından ret edebilmeyi, kökü dışarıdaki dayatma politikaları değil ülkemiz yararına olabilecek tarımsal politikaları kullanma cesaretini göstermeyi sağlayacaktır.
Mayın tarlaların,tarıma açılması; organik tarım teknolojisi ile üretime geçmede örnek, ilerinin üretim tarzını bugünden kullanmakta öncü, bağımsız tarım politikasını belirleyip uygulamakta başlangıç, yaraların sarılmasında barışa katkısı olabilecek bir fırsattır.
|
|
|