I- GİRİŞ
Acaba Türkiye'de İnternet ortamındaki yayınlar
bakımından karşılaşılan hukuki sorunlar nelerdir? Bir başka
deyişle İnternet yayınları hakkındaki yasal çalışmalar
nedir?
Sorunun yanıtını bir yıl öncesine dönerek
vermek gerekiyor. Yaklaşık bir yıl önce İzmir Barosu ve Dokuz
Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi tarafından ortaklaşa düzenlenen
"Uluslararası İnternet Hukuku Sempozyumu" 21-22 Mayıs
2001 tarihinde toplandı. Sempozyumun amacı; İnternet ile bağlantılı
olarak ortaya çıkabilecek hukuki sorunların neler olduğunu
saptamak ve çözüm üretmekti. Ceza Hukuku Sonuç Bildirgesine göre;
İnternet yoluyla işlenen suçlar bakımından suç
failinin/faillerinin saptanması halinde dava açılabilmektedir.
İşlenen suç bakımından "sorumluları" saptamaya çalışmak
gerekir. Bu konuda hukuki düzenleme yapılmalıdır. Ceza Usul hükümleri
bakımından mahkemelerin yetkisi ve kanıtların saptanması bakımından
uluslar arası hukuki çalışmalara gereksinim vardır. Tüm hukuki
düzenlemeler temel insan hak ve özgürlükleri dikkate alınarak,
özel yaşam ile kişisel bilgi ve verilerin korunması esası gözetilerek
ve ifade özgürlüğü korunarak yapılmalı, suç sınırları
genişletilmemelidir.
II- İNTERNET'DE YAPILAN YAYINLARDAN KİMLERİN
SORUMLU OLACAĞI KONUSUNDA YASAL DÜZENLEME EKSİKTİR
NASIL BİR CEZAİ SORUMLULUK SİSTEMİ
KURULMALIDIR ?
Uygulamada yasal düzenleme olmaması
nedeniyle çekilen sıkıntılar şunlardır:
Kim hakkında, hangi mevzuata göre soruşturma
açılacaktır?
Suç yeri neresidir?
Suç ne zaman işlenmiş sayılacaktır?
Dava ve ceza zamanaşımı nedir?
Şikayet süresi bakımından hangi hükümler
ve hangi mevzuat uygulanacaktır?
İlk yapılması gereken genel hükümlerin bu
tür bir sorun hakkındaki kurallarını belirlemektir. Sorumluluk
sisteminin oluşturulmasındaki genel durumu saptamak gerekir.
Anayasanın 38. maddesine göre "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte
bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz;
kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan
cezadan daha ağır bir ceza verilemez."
İnternet bir "yayın" aracıdır.
Kitle iletişiminde çok önemli bir adımdır. Ancak, gazete,
dergi, radyo veya televizyon değildir. Kendine özgü özellikleri
vardır. Türkiye'de genel yasal düzenlemelere karşılık
internette yapılan yayınların sorumlusunun kimler olacağını düzenleyen
özel bir "yasa" yoktur.
Internet'te yayınlanan gazetelerin ve içeriklerinin
yazılı basını düzenleyen Basın Kanununa göre veya 3984 sayılı
Yasa ile değerlendirilmesi olanaksızdır.
İnternet deniz feneri gibidir...Aydınlatır.
Yol gösterir. Yaşam internette sürmektedir. Yaşamı nasıl sürdüreceğiniz
konusundaki seçeneklerimiz ülkenin geleceğini de belirleyecektir.
Özgürlük ve hakları kural, kısıtlamaları istisna kabul edip
zihniyetimizi buna göre değiştirmeliyiz. Tek seçenek budur. Aksi
seçenekler hukukun üstünlüğüne ve hukuk devleti ilkelerine
inanmadığımızın kanıtıdır.
Yargı ve hukuk; İnternet ortamındaki yayınlar
bakımından arayış içindedir. Hiç kimse suç işleme özgürlüğünü
savunamamaktadır. Hukuk suç işlemeyi hak ve özgürlük olarak
kabul etmez. Hükümetler İnternet ortamında yayınlar için yasa
üretmekte ve yaşama geçirmektedir. İnternet'i denetim altına
almak, hukuku zorlayarak sonuç çıkarmak ve hatta siyasal istekler
için özgürlükleri sınırlandırmak hukuka aykırıdır.
İnternet ortamındaki yayıncılıkta;
hukukun üstün kılınması, kişilik haklarının korunması ve
bunun yanında da yayın yoluyla düşünce ve ifade özgürlüğü
gibi hassas alanların dengelenmesi sorunuyla karşı karşıyayız.
Hem sorumluluk alanında yasa olmadığını
ve hem de uygulamada yaratılabilecek sorunlara işaret eden ve Yargıtay
Kararları Dergisi Cilt 27, Sayı 7 Temmuz 2001 sayfa 994-995-996'da
yayınlanan Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin Esas 2001/755, Karar
2001/1157 ve 8.2.2001 günlü kararı da şöyledir:
"Dava basın yoluyla kişilik haklarının
saldırıya uğramasından doğan manevi tazminat ve haberin
internetteki yayının durdurulması istemlerine ilişkindir.
Mahkemece manevi tazminat istemi kısmen kabul edilmiş ve ayrıca
"haberin internetteki yayınının durdurulmasına" da hükmedilmiştir.
İnternetteki yayınlar nedeniyle yapılacak işlem
konusunda henüz yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. Halbuki,
mahkeme kararlarının bağlayıcı sonucunun gerçekleşebilmesi için,
kararın infaz edilebilir olması ve böylece yaptırımların da
uygulanması gerekmektedir. Şu aşamada, internette yapılan bir
yayının gönderilenler de dahil olmak üzere internetten çıkarılması
veya yayının durdurulması konusunda bir yasal düzenleme
bulunmamaktadır. Bu bakımdan verilecek kararın infaz edilebilme
ve sonuçsuz kalma olgusu tartışılabilecek bir durum arz
etmektedir. Bu da yargı kararının etkisiz kalmasını ve böylece
tartışılabilir hale gelmesi sonucunu doğurabilir. Bu nedenle
buna ilişkin istemin reddine karar verilmesi gerekirken, bunun
yerine yazılı olduğu üzere kabul kararı verilmiş olması
bozmayı gerektirmiştir."
Bu kararın hemen arkasından Yargıtay
4.Hukuk Dairesinin bu kararına atıf yapan Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin kararına da değinmek gerekiyor.
Yargıtay 9. Ceza Dairesi 14 Kasım 2001 günlü
kararı ile web sayfasında yayınlanan bir yazı nedeniyle gazeteci
Coşkun Ak hakkında genel hükümlere göre verilen 40 ay ağır
hapis cezasıyla mahkumiyetine dair kararı bozdu.
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin Esas 2001/1854,
Karar 2001/2649 ve 25.10 2001 günlü kararına göre:
"1- Gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde
belirlenmesi açısından öncelikle sanığın adı geçen şirkette
konumunun ne olduğu, foruma İnternet ortamında elektronik posta
ile gönderilen suçlamaya konu yazılara müdahale etme görev ve
yetkisinin bulunup bulunmadığı, müdahale etme yetkisinin
bulunmaması halinde bu yetkinin kime ait olduğu hususunun ilgili
kurumdan gerekli bilgi ve belgelerde sağlanarak saptanması;
2- Mahkemece üniversitelerin bilgisayar ve
ceza hukuku kürsülerinden seçilecek İnternet konusunda uzman
bilirkişi kurulu ile keşif yapılarak Superonline A.Ş.nin bir İnternet
servis sağlayıcı mı, erişim sağlayıcı mı yoksa her iki
fonksiyona birlikte mi sahip olduğu, İnternet servis sağlayıcı
olması durumunda sahibinin kim olduğu, ayrıca dava konusu yazının
yayımlandığı forumun ve web sitesi sisteminin bir işletene (moderatör)
bağlı olup olmadığı hususlarının saptanmasından sonra sanığın
hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik soruşturma ile hüküm
kurulması,"
yasaya aykırı görüldü ve Coşkun Ak kararı
hakkında Yargıtay 9. Ceza Dairesi bozma kararı verdi. Bu bozma
kararında bulunan muhalefet şerhi ise yapılan tartışmalara
ışık tutması bakımından bozma kararı gerekçesi kadar ilginç.
Muhalefet şerhi ise şöyle:
KARŞI OY:
Sanık Coşkun Ak hakkında merkezi İstanbul'da
bulunan Yapı Kredi Bankasının bir yan kuruluşu olan Superonline
Uluslar arası Elektronik Bilgilendirme ve Haberleşme Anonim Şirketi'nin
İnternet bölümler koordinatörü olduğu, bu sıfatı ile sisteme
bağlı İnternet kullanıcılarından gelen yoğun istem üzerine
İnternet ortamında; (Forum: Tartışma Platformu) başlıklı bir
sahife düzenleyerek İnternet kullanıcılarının hizmetine sunduğu,
26.4.1999 tarihinde başlayan yeni sahifenin konusu ( Türkiye'de
insan hakları ihlalleri) olarak belirlenip bu sahifeye gelen
mesajlar ile Cumhuriyeti Tahkir ve Tezyif Etmek, Askeri Kuvvetleri
Tahkir ve tezyif etmek, Emniyet Kuvvetlerini Tahkir ve Tezyif Etmek,
Adliyenin Manevi Şahsiyetini Tahkir ve Tezyif Etmek suçlarının işlendiği
iddiası ile TCK.nün 159/1. maddesinin dört kez uygulanması
istemiyle kamu davası açılmıştır.
Sanık Yapı Kredi Bankasının bir yan kuruluşu
olan Superonline Uluslar arası Elektronik Bilgilendirme ve Haberleşme
Anonim Şirketi İnteraktif Bölümler Koordinatörü olduğunu
kabul etmiştir. Mesajları okuduğunu suç unsuru görmediğini,
bir vatandaş tarafından ihtara rağmen sahifeyi kapatmayarak dört
gün daha bilgisi dahilinde açık tuttuğunu açıklamış bu
sahifenin kapatılması içinde hiçbir makama veya yetkiliye müracaat
etmediği anlaşılmıştır.
Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin de belirlediği
gibi internetteki yayınlar nedeni ile yapılacak işlem konusunda
henüz yasal bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bu durumda Genel Hukuk Kurallarının
uygulanması gerekmektedir. Sanık açmış olduğu sahifeyi suç teşkil
eden mesajları gördüğü halde iptal etmemek suretiyle yüklenen
suçları işlemiştir. Ayrıca bahsi geçen sayfanın İnternet
kullanıcılarına açık bırakılması ile de suçun aleniyet
unsuru gerçekleşmiştir. Ortada başkaca araştırılması gereken
bir husus bulunmadığından; toplanan delillere, mahkemenin gösterdiği
gerekçeye mesajların içeriklerine incelenen dosya kapsamına
nazaran mahkemece verilen karar usul ve yasaya uygun olduğundan
onanması görüşü ile sayın çoğunluğu kararına katılamıyorum.
25.10.2001"
Yargıtay 9.Ceza Dairesi ise verilen hükmü
"usul" yönünden bozdu. Kararın muhalefet şerhi en az
kararın kendisi kadar ilginç ve şimdiye kadar yapılan tartışmaları
da özetliyor.
Bozma kararına göre gazeteci Coşkun Ak'ın
şirketteki görevinin, durumunun ve sorumluluğunun ne olduğunun
kuşkuya yer vermeyecek biçimde saptanması gerektiğine işaret
etmektedir.
Yine bozma kararına göre Superonline şirketinin
İnternet servis sağlayıcısı mı (İSS), erişim sağlayıcı mı
yoksa her ikisi birden mi olup olmadığının yapılacak keşif ve
bilirkişi incelemesi ile saptanarak daha sonra sanığın durumunun
belirlenmesi gerektiği halde bu işlemler yapılmadan hüküm
verilmesi hukuka ve yasaya aykırı görülmüştür.
Benzer bir olay Almanya'da CompuServe firmasının
eski genel müdürü olan Felix Somm'un başına gelmiştir.
Pornografik yazıların yayınına yardımcı olduğu gerekçesiyle
birbiriyle ilişkili olan on üç davadan mahkum olmuştur. 1998 yılı
Mayıs ayında Münih Bölge Mahkemesinde, iki yıl hapis ve 100.000
Alman markı para cezasına çarptırıldı. Hapis cezası
ertelendi. Ama karar çok tepki çekti. Kasım 1999'da bir Alman
Eyalet Mahkemesi tarafından bozuldu. Alman hükümeti bu dava sırasında
Internet Servis Sağlayıcılarının yükümlülükleriyle ilgili
olarak yasalarına açıklık getirdi. Şimdi Alman 1997 Tele servis
Yasası uyarınca "İnternet Servis Sağlayıcıları, sağladıkları
hizmette bulunan yasa dışı malzemeden, ancak içerikten haberdar
iseler ve söz konusu içeriğin engellenmesi ya da kaldırılması
teknik açıdan mümkünse sorumlu tutulabilirler." Erişim sağlayıcılar
ise, bilgisayarlarını yabancı bilgilerin akışına tahsis
edenlerdir. Bu tahsiste bilgileri kontrol etmeleri ve önleyebilmeleri
kesinlikle olanaksız olduğundan bilgi akışından sorumlu
tutulmamışlardır.
"Sorumluluk Sistemi" bakamından ne
yapmalıdır? Bunun için izlenecek yöntem bakımından, halen yürürlükte
bulunan yazılı, işitsel ve görsel basın alanındaki yasalarda
yer alan hukuki ve cezai sorumluluk düzenlemelerinden yararlanmak
gerekir.
İnternet için yasa yaparken öncelikle
"sorumluluklar" hukuken belirlenmelidir. Sorumluluk
belirlenirken sorumluluğun öncelikle;
o İnternet ortamında yayın yapan İnternet
gazetelerinin WEB sayfasındaki suç içeren veya hukuka aykırı
bilgi ve sunumu yapan, bilgiyi ve haberi veren, yazıyı, çizimi
yapan gerçek kişiye, (içerik sağlayıcıya)
o Web sayfasının yer aldığı sitenin
sahibine,
o Server, host veya İnternet Servis Sağlayıcı
hukuka aykırı olan veya suç içeren haber, yazı, resim ve çizimden
haberdar olmuş ve içeriğin suç olduğunu biliyor ve eğer teknik
olarak yayını denetleme olanağı varken yayına engel olmamış
ve zararı önleyecek çaba göstermemiş kişi veya tüzel kişiliğe,
ait olacağını belirleyen hukuki sorumluluk
sistemi kurulmalıdır.
Bunun için Türkiye Radyo ve Televizyon Yasası
ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki
Yasadan ve Basın Yasasından yararlanmak mümkündür. Yasa; ancak
ve ancak İnternet ortamında yayın yapanların katkıda bulunacağı
ve birlikte üretecekleri hukuki düzenlemelerle yapılır.
Ancak geçtiğimiz yıl bakımından TBMM'de
tam aksine bir yasal düzenleme kabul edilmiştir. Bu yasa Cumhurbaşkanı
tarafından geri çevrilmiştir. Ancak Hükümet tarafından yeniden
aynı yasanın TBMM'den geçirilmesi düşünülmektedir. Önceki
yasal çalışmaların ne olduğuna ve Cumhurbaşkanı tarafından
neden geri çevrildiğine bakarak bir yıl öncesinin yasal çalışmalarını
anımsamakta yarar vardır.
III- ÖZEL RADYO VE TELEVİZYON YAYINLARI
HAKKINDAKİ 4676 SAYILI YASA DEĞİŞİKLİĞİ İLE GERÇEKLEŞTİRİLEN
"İNTERNET" YAYINLARI İÇİN YASAL
DÜZENLEME
İzmir'de düzenlenen Sempozyumun sonuç
bildirgelerinin açıklandığı 22 Mayıs 2001 tarihinden bir gün
sonra TBMM'de; 23.5.2001 Çarşamba günü saat 14.00'de, 682 sıra
sayılı " Radyo ve televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nı
görüşmeye başladı.
Bu tasarının 26. maddesi ile "İnternet"
yayınları hakkında Basın Yasasına "Ek Madde 9" a ek
madde olarak eklenmiştir:
EK MADDE 9. - Bu Kanunun yalan haber, hakaret
ve benzeri fiillerden doğacak maddî ve manevî zararlarla ilgili hükümleri,
bilişim teknolojileri ve İnternet ortamında sayfa açılması
veya elektronik gazete, elektronik bülten vb. suretiyle yayınlanan
her türlü yazı, resim, işaret, sesli veya sessiz görüntü ve
benzerleri hakkında da uygulanır.
Bu maddenin TBMM Genel Kuruluna sunulan gerekçesine
göre, İnternet ve bilişim teknolojileri ile ilgili olarak bu
Kanunun sadece yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak
maddi ve manevi zararlarla ilgili hükümlerini geçerli kılmak amaçlanmaktadır.
Böylece de Basın Kanunu hükümlerinin, bilgisayar ortamında
"web sayfası" ve benzeri siteler açılmak suretiyle yayınlanan
her türlü yazı, resim, işaret ve benzerleri hakkında da
uygulanması öngörülerek bu tür yayınların tabi olacağı
yasal hükümler belirlenmek istenmiştir.
TBMM bu yasa tasarısını 7.6.2001 günlü
Birleşiminde tümünü oylayarak geçirmiş ve 4676 sayılı Yasa
olarak kabul etmiştir.
3.1. BASIN YASASI ÖZEL BİR YASADIR
Kabul edilen maddenin içeriği ve gerekçesine
göre Ek Madde 9 olarak başlık verildiğinden "Bu
Kanunun" denilen Kanun Basın Kanunudur. Kabul edilen Ek madde
9 uygulanamaz niteliktedir.
Genel hükümler bakımından hukuk mevzuatımız
İnternet yayınları bakımından "hukuki" ve
"cezai" özel bir düzenlemeye sahip değildir. Özel bir
yasası da yoktur. Basın Yasası ise özel bir yasadır. Yazılı
basının hukuki, idari ve cezai hukuk düzeniyle ilgilidir. Basın
Yasasına Ek madde eklenerek, tüm İnternet yayınlarının Basın
Kanununa tabi olması amaçlanmıştır. Bu mantık İnternet ve İnternet
yayınının niteliğini kavramamıştır.
İnternet ortamının teknik niteliklerini düşünürseniz,
İnternet gazetesi; Basın Yasasında yer alan ve yayın fiilini tanımlayan
2.maddede açıklanan " basılmış eserlerden maksat neşredilmek
üzere tabı aletleriyle basılan veya sair her türlü vasıtalarla
çoğaltılan yazılar ve resimler gibi eserlerdir" tanımına
uymamaktadır. Gazetelerde ve dergilerde "nüsha" esastır.
Kalıcıdır. Değişmez. Basım aletleriyle veya tab aletleriyle çoğaltılarak
yayım fiili gerçekleşir. Oysa İnternet ortamında yayınlanan
WEB sayfasının sürekli değişebildiği bir gerçektir. Web
sayfaları tab aletleriyle basılan bir sayfa olmadığı ve
bilgisayara bağlı printer üzerinden çıkış alınmak suretiyle
elde edilen nüshanın/nüshaların da "sair her türlü vasıtalarla
çoğaltılan yazılar ve resimler gibi" eser olmadığı da açıktır.
Süreli yayında değildir.
Yazılı basında, Basın Yasasının 12.
maddesine göre mevkutenin her nüshasından ikişer adedini neşri
takip eden çalışma gününde, çıktığı yerin Cumhuriyet Savcılığı
ile en büyük mülki amirliğe verilmesi mecburiyeti vardır.
Dakika dakika değişen Web sayfalarındaki
yayınların her birinden printer çıkışı alıp bağlı
bulunulan Basın Savcılığına götürülüp teslim mi
edilecektir? Günde kaç bin sayfa eder...Acaba web sayfasında yayın
girildiği andan itibaren Savcılığa printer çıkışı alınmış
sayfa örneği hemen mi götürülecek, yoksa ertesi gün mü teslim
edilecek? Basın Yasasının 24.maddesine göre yasanın emredici hükmünün
yerine getirilip getirilmediğini Savcılık nasıl saptayacak?
Hangi nüsha için davayı nasıl açacak ve üç aydan bir yıla
kadar hapis cezasını kim için isteyecek? Suçun faili kim olacak?
Ağır para cezası uygulanacağına göre bu uygulama nasıl yapılacak?
Binlerce çıkış alınmış sayfaların Savcılık
odasında nereye konulacağını düşünebiliyor musunuz? Veya Basın
savcısının binlerle ifade edilen sayfaları okumaktan ne hale
gelebileceğini....Garip ve tuhaf soruların yanıtını bulmak çok
zor....
Basın Yasasının 3.maddesinde tanımlanan
"neşir"fiili; basılmış eserin herkesin görebileceği
veya girebileceği yerlerde gösterilmesi veya asılması veya dağıtılması
veya dinletilmesi veya satılması veya satışa arzı ile meydana
gelir.
Bu yasanın tanımında gösterilen İnternet
ortamında yayınlanan WEB sayfasının yayınını "basılmış
eser" saymak ve eylemi "neşir" olarak nitelendirmek
de mümkün değildir. Örneğin İnternet ortamında yayın yapan
bir İnternet gazetesinin sayfası ekranda belirince gazete gibi
"dağıtımı" yapılmış mı sayılacaktır? Yapılan
yayın Basın Kanununda tanımlanan "yayın", "neşir"
fiili olmadığı gibi, İnternet ortamındaki gazetenin içeriği
"basılmış" eser olarak değerlendirilemez. Radyo ve
televizyon yayınlarındaki "yayın"a benzeyen yanları
vardır. Ama ne radyo ne de televizyon yayını olarak kabul
edilmesi de olanaksızdır. 3984 sayılı Yasada yer alan "tanımlara"
teknik olarak da uymamaktadır.
Basın Yasasının 4.maddesine göre gazete,
dergi gibi süreli yayınların yayın yeri, yılı ve basıldığı
yer ile adresi, sahibi ve yazı işlerini fiilen idare eden sorumlu
müdürün adları gösterilir. Gazete, dergi "künyeleri"nin
bu bilgileri içerecek şekilde düzenlenerek her nüshada yayınlanması
ve yasal olarak gösterilmesi zorunludur. Aksine hareket edilirse
20.maddeye göre suçtur. Cezası beşbinliradan on bin liraya kadar
hafif para cezasıdır. Basılan ve yayınlanan künyede yer alan
bilgiler gerçeğe aykırı ise üç aydan altı aya kadar hapis ve
onbinliradan yirmibeşbin liraya kadar ağır para cezası vardır.
4.maddenin ve ceza hükmünü düzenleyen
20.maddenin İnternet sayfasına uygulanmasının nasıl olacağının
düşünülmesinde yarar var. Bu düzenlemeye göre her WEB sayfasında,
"sayfanın sahibi"nin kim olduğu / tıpkı gazete sahibi
gibi, "sorumlu müdürün" kim olduğu/ tıpkı gazete
sorumlu müdürü gibi gösterilecektir. Devam edelim, "yayınlandığı
tarih" WEB sayfasında yer alacaktır.
Basın Yasasında 4. maddede gösterilen
"Yayın yeri" nden anlaşılması gereken gazetenin basıldığı
yer değildir. Yasanın hükmüne göre basılı eserin gösterildiği,
asılmanın meydana geldiği, dağıtımın yapıldığı, satıldığı
ve satışa sunulduğu yer olarak anlamak gerekir.
O nedenle basılmış eser, örneğin basıldığı
yerde ve/veya başka ülke de / şehirlerde de yayınlanacaksa (Örneğin
İstanbul, İzmir, Adana gibi) bu ülkenin/şehrin adı da künyede
gösterilecektir. Yasada yer alan bu hükmün en önemli niteliği
yayın hakkında idari ve cezai hükümlerin hangi şehir veya ülkede
uygulanacağının bilinmesini sağlamaktır. Basın suçunun veya
basın yoluyla işlenmiş bir suçun işlendiği yerin bilinlenmesi
açısından "yayın yeri" yazılı basında önem taşımaktadır.
Suça konu olan haber örneğin bütün ülke/şehirde
yayınlanan nüshaların tümünde yer almışsa; ülke ve şehirlerin
tümü yayın yeri olduğundan suç da bunların hepsinde işlenmiş
sayılır. Değişik şehir veya ülkelerde yayınlanan nüshalarda
farklı haber veya fotoğraflar yer alabilir. Böyle bir durum karşısında
örneğin İstanbul'da yayınlanan gazete nüshasında yer alan bir
haber veya yazı, İzmir baskısında yer almayabilir. Bu durumda
ise; basın suçu sadece suç taşıyan haber veya yazının yayınlandığı
ülke veya şehirde işlenmiş sayılır. O nedenle değişik ülke
ve şehirlerde yayınlanan aynı gazete ile suç işlenmesi halinde
suçun işlendiği yerin saptanması önem taşır.
Örneğin gazeteyi "basan" kimse
mutlaka adı veya ticari şirket ünvanı künyede yer alır. "İşyeri"
ise yayıncı ile basının işyerleri adresidir. Bunlar da aynı
veya değişik olsa bile künyede yer alır.
"Basıldığı tarih" ise gazetenin
baskısının sona erdiği tarihtir. Yazılı basında künyede bütün
bu sayılanlar yer alır? Peki Web ortamındaki yayın da "künye"
nasıl olacak? Basın Yasasının 4.maddesi ile amaçlanan suçun işlendiği
yer ile sorumluların kimler olduğunun gösterilmesinden ibarettir.
Ama İnternet ortamındaki yayınlar bakımından hala tartışmalı
olan konular vardır. Basın suçunun neşirle meydana geldiğini
yasa açıklamakta ve tanımını yapmaktadır. Oysa internette suç
ne zaman meydana gelir ve nerede tamamlanır? Yayın ne zaman olur?
Hangi yer mahkemesi yetkili olacaktır? Bunlar sorudur ve Basın
Yasanının 4. maddesine göre künyede bunların nasıl gösterileceği
ayrıca sorun teşkil etmektedir. Yayın tarihi ve yeri, basanın
kim olduğu nasıl gösterilecek ?
3.2. İNTERNET ORTAMINDAKİ YAYINLARDA SUÇ
NEREDE VE NE ZAMAN İŞLENMİŞ SAYILACAKTIR?
Suçların işlendiği yer ve işlendiği
zaman Türk Ceza Kanunun genel hükümler kısmında yer alır.
Yasanın uygulanması açısından en önemli maddelerdir. Yürürlükte
olan Türk Ceza Kanunu'nun 3. maddesine göre "Türkiye'de işlenen
suçlar" hakkında Türk kanunları uygulanır. Ceza Kanunu
Tasarısında da aynı yönde düzenleme vardır.
Basın Kanunun hükümlerine göre "yayın
yeri" olarak ne göstereceğiz? İnternet sayfası nerede yayınlanmış
sayılacak?
Yayın yoluyla gerçekleşen suç tiplerinden
hakaret ve sövme için CMUK'nun 8. maddesine göre hakaret ve sövme
suçu basılı eserle gerçekleşmişse suçtan zarar gören kişi
(mağdur) basılı eserin neşir merkezinin bulunduğu yer Savcılığına
başvurabilecektir. Veya mağdur kendi oturduğu yer Savcılığına
da başvurarak şikayet hakkını kullanabilir. CMUK mağdura seçimlik
hak verdiğinden basın yoluyla işlenen hakaret ve sövme fiilleri
bakımından suçtan zarar gören isterse basılı eserin neşir
merkezi, isterse oturduğu yer Savcılığına başvuru
yapabilmektedir.
Ülke içinde yapılan İnternet ortamındaki
yayınlar bakımından örneğin yer bakımından Ankara'da suçun işlendiğini,
ancak yayının izlendiği ilin örneğin İstanbul olduğunu
varsayarsak; İnternet ortamındaki suç Ankara'da mı yoksa İstanbul'da
mı işlenmiş sayılacaktır? Kaldı ki Ankara'da başlatılan İnternet
ortamındaki yayın Türkiye'nin bir çok ilinden rahatlıkla
izlenebilmektedir. Bütün bu sorulara çözüm üretebilmek için Türk
Ceza Kanunun Tasarısında yer alan 6. maddeye göre suçun işlendiği
yer bakımından " Hareketin kısmen veya tamamen Türkiye'de
icrası veya neticenin Türkiye'de gerçekleşmesi halinde suç Türkiye'de
işlenmiş sayılır" hükmü getirilmektedir. Bu hüküm
yeterli dahi değildir.
Türkiye'deki İnternet ortamında yayın bakımından
yer sorunu çözülse bile İnternet ortamında işlenmiş suç bakımından
suçun hangi hallerde Türkiye'de işlenmiş sayılacağının tartışılması
zorunludur. O halde "yayın yeri" olarak örneğin Türkiye,
Türkiye'nin bütün kentleri veya "bütün dünya"mı
yazacağız?
Web sayfası sahibi veya servis sağlayıcılarının
yurtdışında olması halinde sorun nasıl çözülecektir?
İnternet yayınının gerçekleştiği yer
ile İnternet yayınından etkilenen kişi yada kişilerin ülke içinde
farklı yerleşim birimlerinde olması halinde "suçun işlendiği
yer" sorunu yine de çözümlenemeyebilir. Basın Kanununun 4.
maddesine göre künyeye "basan" için ne yazılacak
"yayınlayan" için ne yazılacaktır?
Bu durumda yabancı bir ülkede işlenen suçlar
bakımından yeniden düzenleme yapılması gerekmektedir. Suçu işleyen
sanık yabancı bir ülkede ise , sanığın sorgulanması ve hakkında
dava açılması için İnternet ortamında işlenen suçun her iki
ülkede de suç teşkil etmesi gerekecektir.
O halde internette işlenen suçlar için ülkeler
arasında bir işbirliği yapılması ve uluslar arası ilkelerin
belirlenmesi önemli sorunlar arasındadır. Kaldı ki Basın Yasası
hükümleri Türkiye için geçerli olan özel yasadır. Örneğin
Fransa'da geçerli değildir.
3.3. İNTERNET ORTAMINDAKİ YAYINLAR
BAKIMINDAN "YAYIN YILI",
"BASILDIĞI TARİH" WEB SAYFASININ KÜNYESİNDE
NASIL YER ALACAKTIR?
İnternet ortamında işlenen suçlar bakımından,
suçun ne zaman işlenmiş sayılacağı özel önem taşır. İnternet
ortamındaki suçların neticesi harekete bitişik suçlardır.
Eylemin gerçekleştirilmesi ile birlikte sonuç da meydana gelir.
Suç o anda oluşmuş sayılır.
Klasik Ceza hukuku normlarıyla ve usul
hukukunda tanımlanan veya Basın Yasasının örneğin 4.maddesinde
istenen gün, ay ve yıl gibi kavramlar internetin "hızı"
bakımından zaman kavramını tespitte geçerli olmaz. Ankara'dan gönderilen
bir e-mailin, haberin, fotoğrafın, yazının Avrupa veya
Amerika'ya ulaşma hızı zaman kavramının sınırlarını
zorlamaktadır.
Bütün bu unsurlardan sadece uygulanabilir gözüken
WEB sayfasının künyesinde, eğer varsa bir sahibinin veya
sayfadan sorumlu sorumlu müdürün gösterilmesi sorunu çözmüyor.
4.maddede gösterilmesi yasal zorunluluk olan künye ve künyede yer
alması gereken unsurlar gösterilmediği takdirde; İnternet ortamındaki
"yayınlar" künyesinde gösterilmesi gereken (ve aslında
gösterilebilmesi internetin doğal/teknik yapısında olanaksız
olmasına rağmen) unsurlar gösterilemezse ne olacaktır?
3.4. WEB SAYFASINDA GAZETELERDE OLDUĞU GİBİ
BİR KİŞİ "SORUMLU MÜDÜR" OLARAK GÖSTERSEK BİLE;
HUKUKİ VE CEZAİ SORUMLULUĞU NASIL
UYGULANACAKTIR?
Basın Yasasının 16.maddesinde "sorumlu
müdür"ün hukuki ve cezai sorumluluğu gösterilmiştir. Bu
maddeye göre süreli yayında (mevkute/ günlük gazete, dergi, bülten
gibi)sorumlu müdür yazıyı, haberi yazan ve karikatürü çizenle
birlikte sorumludur. Ancak sorumlu müdürler için verilen hürriyeti
bağlayıcı cezalar sürelerine bakılmaksızın para cezasına çevrilir.
Sorumlu müdür, gazete, dergi veya bülten
gibi süreli yayınlarda müstear adla veya imzasız yayınlanan yazı
veya haber veya resim veya karikatür sahiplerinin adlarını
bildirmek zorunda değildir. Sahibi belli olmayan veya sorumlu müdür
tarafından açılan davanın görüldüğü mahkemece yapılacak
birinci sorgusu sırasında sahibini açıklayabilir. Mahkeme önündeki
ilk sorgusunda sahibinin kim olduğu açıklanmaz veya sorumlu müdür
tarafından yazı veya haber sahibinin kimliği doğru olarak açıklanmazsa;
sorumlu müdür yazıyı veya haberi veya karikatürü yapan kimse
gibi sorumlu olur. Madde devamında diğer sorumluluk halleri düzenlenmiştir.
Basın Yasasının "sorumluluk" açısından
en tartışmalı maddesi 16. maddedir. Basın yoluyla işlenen suçlarda
özel bir sorumluluk düzenlemiştir. Öncelikle "basılmış
eserin varlığı" ve " neşir" unsurları olmadan
sorumlu müdürün sorumluluğu yoktur.
Sadece birkaç önemli konuya değinerek
sorunu WEB sayfasında birkaç örnek vererek neler olabileceğini açıklamaya
çalışalım. Öncelikle yukarıda açıklandığı gibi, İnternet
ortamında yayınlanan WEB sayfaları "basılmış eser"
sayılamayacağından ve yapılan interaktif yayın ile "neşir"
fiilinin gerçekleşip gerçekleşmediği tartışmalı olduğundan,
Basın Kanununa göre sorumlu kabul edilmek istenen İnternet yayınındaki
sorumlu müdürün hukuki sorumluluğu hukuken yok hükmündedir.
ABD'den veya İtalya'dan gönderilen bir
haberin WEB sayfasında yer almasıyla eğer haberde basın yoluyla
işlenmiş bir suç varsa; Türkiye'de ve İstanbul'da bulunan
"sorumlu müdür" hakkında dava açılabilir iken; eser
sahibi sıfatıyla aynı davada yargılanması gereken ABD'den veya
İtalya'dan haberi gönderen kişi hakkında ülkemizde dava açılamıyor
ise ne olacaktır?
Sorumlu Müdür, eser sahibinin kimliğini açıklamayıp
hakkında dava açıldığı zaman birinci oturumdaki sorgusunda
kimlik açıklarsa ve WEB sayfasında yer alan yazı veya haberin Çin'den
gönderildiğini ve kimin gönderdiğini kimlik ve adresi ile
bildirdiği zaman; eser sahibi hakkında dava açabilmek olanaklı mıdır?
Aksi takdirde sorumlu müdür eser sahibi kabul edilerek yargılama
sürecek midir ?
Basın Yasasına göre sorumlu müdür belli
olmadığı zaman; yayınlatan da belli değilse "basan"
hakkında dava açılacağına göre; İnternet ortamındaki WEB
sayfasının "basanı"nın kim olduğu Basın Yasasına göre
tanımlanamadığına göre ve basının kim olduğu belli değil
iken kim hakkında dava açılacaktır?
3.5. CEVAP VE DÜZELTME HAKKI NASIL
KULLANILACAK?
Cevap ve Düzeltme hakkını düzenleyen Basın
Yasasının 19.maddesinin ise İnternet ortamındaki yayınlar bakımından
uygulanabilme olanağı hiç yoktur. Tekzip müessesinde "süreler"
önemlidir.
Örneğin tekzip talebinde bulunacak olan kişi
yayının yapıldığı tarihten itibaren iki ay içinde sorumlu müdüre
başvuru yapar. İnternet ortamında "yayının yapıldığı"
tarihin kanıtlanması zordur.
Sayfada gösterilen tarihin esas alınmasının
olanaklı olduğu ileri sürülebilir. Böyle olsa bile sonraki aşamalarda,
tekzip metninin yayınlanmaması halinde uyulması gereken sürelerdeki
"yayınların" dakika dakika değiştiği düşünülecek
olursa, tekzip metninin yayınlanması gereken günde yayınlanmadığını
kanıtlamak için, dakika dakika değişen binlerce web sayfasının
printer çıkışlarını "kanıt" olarak dosyaya sunmanın
nasıl gerçekleşeceğini düşünmek gerekir. Uygulanamaz hükümlerle
yasa yapılamaz.
3.6. BASIN YASASININ İNTERNET YAYINLARINA
TATBİKİ OLANAKSIZDIR
Basın Yasasının 1.maddesinde açıklandığı
gibi " Basılmış eserlerle bunların neşri bu kanunda yazılı
hükümlere tabidir."
Bu durumda amacı 1.maddede belirtilen basılmış
eserlerle ve neşir fiilleriyle ilgili bu yasaya "Ek Madde
9" şeklinde ekleme yapılması ve İnternet ortamındaki yayınları
Basın Yasasına bağlı kılmak, Basın Yasasını yamalı bohçaya
çevirir.
Hatta yasanın içerik ve amacına uygun
olmayan ve Basın Yasasında tanımlanmayan "İnternet ortamındaki
WEB sayfası" ile yazılı basının kuralları çatışır. Bu
kez başka kaoslarla karşılaşılır. İnternetin "özel
yasası" çıkmış olur ama uygulanma kabiliyeti yoktur. Bu
yasa yapma gereksinimine aykırı bir durumdur. Hukuk kaos üretmez.
Aksine toplumun gereksinmelerine yanıt verir.
Uygulamada beklenmeyen sonuçlar doğuracak
nitelikteki bu Ek Madde mantığı Basın Yasası içeriğine ve hükümlerine
de aykırı düşmektedir. Basın Yasası tarafından düzenlenen
yayın, neşir ve basılmış eser kavramı ile bağdaşmayan WEB
sayfasının oluşum ve yayın biçimi, İnternet Servis Sağlayıcılarının
ve İçerik sağlayıcılarının teknik ve hukuksal duruşu, İnternet
ortamında yayınlanan sayfanın sahipliği gibi konular göz önünde
bulundurulacak olursa İnternet Ortamında Yayın bakımından ayrı
bir yasa yapılması zorunludur.
O nedenle, olsun da nasıl olursa olsun ama
yasa olsun mantığı İnternet ortamındaki yayıncılık bakımından
geçerli değildir. Türkiye bunun örneğini radyo ve televizyon
yayınlarındaki yasa yapma çalışmaları sırasında yaşamıştır.
3984 sayılı yasa en kötü yasa yasasızlıktan daha iyidir mantığıyla
yürürlüğe konulmuştur. Bu gün gelinen nokta bellidir.
İnternet Servis Sağlayıcılarının
hukuksal sorumlulukları ile içerik sağlayıcıların hukuksal
konumu yapılacak yasada açıkça gösterilmelidir. Yayından
sorumlu olanların kimler olduğu belirlendiğinde, Basın Yasasında
olduğu gibi düzenlenecek bir beyanname verilmek suretiyle
"kimin neden sorumlu olduğu" Açıklığa kavuşturulabilir.
Aksi takdirde denetim "müdahaleyi" ve müdahale biçimleri
de sansür kapılarını açar.
"Suç duyurusunda" bulunmak isteyen
kişilerde herhangi bir başvuru yaptığında kimi şikayet ettiğini
ve savcılık kurumu da kimin hakkında hangi davayı açacağını
bilir hale gelir. Devletin kendi sitesinde adres göstererek İnternet
ortamında yapılan yayınlarda yasaya aykırılık veya kişilik
haklarına saldırı görüldüğünde "ihbar" edilmesini
istemesine gerek kalmaz. Aksi takdirde kimin kimi ihbar ettiği
belli olmayan ve yapılan ihbarlardan kaynaklanan başka kaoslar yaşanır.
İnternet konusunda "fikir" sahibi
olmak yeterli değildir. Yasa üretmek için internetin ne olduğunu
ve ne olmadığını bilmemizi gerektiriyor. Yani "bilgi
sahibi" olmak gerekir. Basın Yasasına Ek madde ile sorunu
çözmek isteyenler İnternet konusunda bilgi sahibi olmadıklarını
Taslak metinleriyle ve kabul ettikleri 4676 sayılı Yasa ile kanıtlamışlardır.
Basın Yasasına Ek 9 şeklinde madde
eklenmesi ile İnternet yayınlarının düzenlenmesi için Mecliste
verilen değişiklik önergesi kabul edilerek madde yasallaşmıştır.
Ancak Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilmiştir.
IV- İNTERNET ORTAMINDAKİ YAYINLARDA YALAN
HABER VE HAKARET FİİLLERİ NEDİR?
Basın Yasasında "yalan haber"
"hakaret" ve hakaret benzeri fiillerle ilgili hiçbir düzenleme
yoktur. Hakaret suçu Türk Ceza Yasasında düzenlenmiştir. Basın
Yasasında yalan haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddî
ve manevî zararlarla ilgili hüküm yoktur.
Cezai sorumluluğu olmasa da herhangi bir yayın
veya haberde "gerçeklik" unsuru yoksa, görünen gerçeğe
veya somut gerçeğe aykırı ise o haber hukuka aykırı kabul
edilir. Bu yayın nedeniyle kişilik haklarının zedelendiğini
ileri süren kişi her zaman için manevi tazminat davası açarak uğranılan
manevi zararın giderilmesini isteyebilir.
Bu tür gerçeğe aykırı yayınlardan doğan
manevi tazminat davaları zaten hukuk mahkemelerinde açılmaktadır
ve açılabilmektedir. Yazıyı yazan veya haberi yazan kişinin İnternet
yayınlarında kim olduğu saptanabiliyorsa ve iştirak hükümlerine
göre diğer kişiler de belirleniyorsa, açılan manevi tazminat
davalarında husumet yöneltilen kişiler olarak "davalı"
tarafı oluşturmaktadırlar. Bu durumun ne "yalan
haberle" ilgili cezai bir yönü vardır, ne de açılan manevi
tazminat davalarında Basın Kanunu hükümleri uygulanmaktadır.
Bundan sonra Ek 9. maddede konulan hüküm de uygulanmayacaktır.
Hakaret ve sövme cürümleri ise Türk Ceza
Yasamızın "Şahıslara Karşı Cürümler" bölümündedir.
Kişilerin maddi varlıkları gibi, manevi varlıklarını da
koruyucu hükümlerdendir. Kişinin manevi varlığı ise o insanın
şerefi, vakarı veya haysiyeti gibi kavramlardır. Herhangi bir söz
veya davranışın veya haber veya yazının karşı tarafı tahkir
ettiğinden söz edebilmek için bu eylemin muhatap aldığı kişinin
toplumdaki saygınlığını tehlikeye düşürecek nitelikte
bulunması gerekir. Mahkemeler olayın oluş biçimine göre hüküm
kurarlar. Hakaret TCK'nun 480.maddesinde, sövme ise 482.maddede düzenlenmiştir.
Yayın yoluyla hakaret suçunun işlenmesi halinde ise verilecek
cezanın arttırımı söz konusudur. Örneğin hakaret suçu "
umuma neşir veya teşhir olunmuş yazı veya resim veya sair neşir
vasıtası ile irtikap olunmuş ise" arttırım uygulanacaktır.
İnternet yolu ile yapılan yayında; hakaret
suçunun tüm unsurları görülebilir. Yazıyı yazan hakkında da
dava açılabilmektedir. Ama cezai yönden suçun tüm unsurları
(maddi/manevi) ile oluşup oluşmadığı olayın oluş biçimine göre
tartışmalıdır.
Tartışılması gereken suçun unsurları yönünden
karşımıza çıkan bir diğer soru ise; İnternet ortamında yapılan
yayında görülen hakaret suçundan dolayı kim hakkında ve hangi
yasaya atıfla dava açılacağı sorusudur.
Hakaret ve sövme cürümlerinin yayın
yoluyla işlenmesi halinde açılan davalar bakımından düzenlenen
iddianamelerde; 5680 sayılı Basın Yasasının 16. maddesi
delaletiyle süreli yayının sorumlu müdürü ve eser sahibi hakkında
dava açılmaktadır. Bir başka deyişle Basın Yasası hükümleriyle
açıkça cezai sorumluluk gösterildiği için yazılı basın açısından
hukuki düzenlemede sorun yoktur.
Yani, hakaret ve sövme suçlarında, eğer suç
basın yoluyla işlenmişse "cezai sorumluluk" yönünden
kimin/kimlerin sorumlu olduğu Basın Yasasının 16. maddesinde gösterilmiştir.
Madde çok açıktır. Suçun mağduru olan şikayetçi
kişi tarafından savcılığa verilecek dilekçede süreli yayında
sorumlu olarak haberi/yazıyı yazan, karikatürü çizen veya resmi
yapan kişi gösterilecektir. Ayrıca "sorumlu müdür" de
suç failidir. Çünkü haberin/yazının, karikatür veya resmin
yayınlanmasına izin vermekle suçun işlenmesine iştirak yoluyla
katıldığından "sorumludur". Basın Yasasının
16.maddesinde sorumlu olanların cezai sorumluluğu açık biçimde
yazılıdır. Kaldı ki sorumlu müdürün kim olduğunun da Yasanın
4.maddesine göre süreli yayın "künyesinde" açıkça gösterilmesi
zorunludur.
O zaman da karşımıza, madde metninde yazılı
olmadığı halde Basın Yasası hükümlerinin "aynen"
uygulanacağı gibi bir görüş ileri sürülürse; yukarıdaki açıklamalarımızı
anımsatarak Basın Yasası hükümlerinin İnternet yayınları için
uygulanamayacağını tekrarlamamız gerekmektedir.
Kaldı ki verilen değişiklik önergesinden
de anlaşılacağı üzere; madde metni değiştirilmiş ve Basın
Yasası hükümlerinin aynen uygulanması görüşü geri çekilmiştir.
Kabul edilen maddede "Benzeri fiillerden
doğacak maddi ve manevi zarar" denildiğine göre; hakaret
fiiline benzeyen benzeri fiil nedir ? Hakaret, hakarettir.
Yani Türk Ceza Yasasının 480.maddesine göre
" herhangi bir kişi hakkında bir maddei mahsusa tayin ve
isnadı suretiyle halkın hakaret ve husumetine maruz kılacak yahut
namus ve haysiyetine dokunacak bir fiil" isnadı hakarettir.
Ama bunun benzeri bir fiil nasıl olur, bunu anlamak güçtür. Bu
fiilin başka bir tanımı yoktur.
Eğer sövmeden bahsetmek gerekirse; yine
TCK'nun 482.maddesine göre maddei mahsusa isnat etmeden, "her
ne suretle olursa olsun bir kimsenin namus veya şöhret veya vakar
ve haysiyetine" saldırırsanız sövme suçu oluşur. Bunun da
benzeri olabilecek bir fiil Türk Ceza Yasasında tanımlanmamıştır.
Sövme suçu hakarete benzer, ama hakaret suçuna benzer bir fiil
kavramının açıklamasını yapabilmek zordur.
V- MECLİSTE KABUL EDİLEN 4676 SAYILI YASAYA
GÖRE İNTERNETTE DENETİM
3984 sayılı Yasanın 31 inci maddesi ile 24
üncü maddeleri 4676 sayılı Yasa ile değiştirilmiştir.
Maddelerin nasıl bir değişikliğe uğratıldığına bakarsak, İnternet
yayınlarının denetim usulünde amaçlanan mantık 31. ve 24.
maddeler değişikliğinde kendini göstermektedir.
MADDE 14. - 3984 sayılı Kanunun 31 inci
maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Program hizmetinin içeriği ve yeni yayın
tekniklerinin kullanımı"
Madde 31. - Radyo ve televizyon kuruluşları,
yayınlarında belli oran ve saatlerde eğitim, kültür, Türk halk
ve Türk sanat müziği programlarına yer vermek zorundadırlar. Bu
programların tür ve oranlarıyla ilgili esaslar Üst Kurul tarafından
tespit edilir. Tematik kanallar, bu zorunluluktan muaf tutulur.
Tematik yayın yapmak isteyen kuruluşlar, başvuru sırasında bu
hususu belirtir. Bu kanallar, Üst Kurulun izni olmadan yayın türünü
değiştiremez. Tematik kanallarla ilgili usul ve esaslar Üst
Kurulca belirlenir.
Her türlü teknoloji ile ve her tür iletişim
ortamında yapılacak yayın ve hizmetlerin usul ve esasları,
Haberleşme Yüksek Kurulunun belirleyeceği strateji çerçevesinde
Üst Kurulca tespit edilip Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına
sunulur. Bu yayın ve hizmetlerin mevzuata uygunluğu, Üst Kurulca
denetlenir."
TBMM tarafından aynen kabul edilen bu düzenleme
hukuka aykırıdır. Öncelikle "Haberleşme Yüksek
Kurulu" oluşumunun ne olduğunun bilinmesinde yarar vardır.
İstanbul Barosu İletişim Hukuku Komisyonu tarafından 2000 yılında
hazırlanan "3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş
ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı Hakkındaki Görüşlerimiz ve Önerilerimiz"
kitapçığının 15. sayfasında; Hükümet Tasarısının 3984 sayılı
Yasanın 35. ve 8.maddesini değiştiren madde ve gerekçesi hakkındaki
eleştirisi şöyledir:
" Tasarının bu maddesinde yapılan değişiklikle
frekans planlamaları ve TV kanal ve radyo frekanslarını ne kadarını
hangi takvime göre ihaleye çıkarılacağı Radyo ve Televizyon Üst
Kurulu'ndan alınıp, Başbakanın ve görevlendireceği bir Devlet
Bakanının başkanlığında İçişleri ve Ulaştırma Bakanları
ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ve Genelkurmay Muhabere
Elektronik Başkanından oluşan siyasi iktidarın etkisindeki bir
kurula verilmektedir. Dolayısıyla frekans planlamaları ile ihale
takvim ve miktarının belirlenmesi "özerk ve tarafsız kuruluş"
yerine doğrudan doğruya yürütme organının etkisi altında yapılmasını,
siyasi ve başka etkilerden uzak kalmama tehlikesini içermektedir"
Bu eleştiri Tasarının 2000 yılında hazırlanmış
olan biçimiyle yapılmış olan eleştiridir. TBMM'de görüşülen
maddelerle yapılan değişikliklerle 3984 sayılı Yasanın "
Telsiz Genel Müdürlüğünün Yükümlülüğü" başlıklı
24. maddesi başlığıyla birlikte 4676 sayılı Yasa ile değiştirilmiştir.
MADDE 10. - 3984 sayılı Kanunun 24 üncü
maddesi başlığı ile birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Telekomünikasyon Kurumunun yükümlülüğü
Madde 24. - Türkiye'de ulusal, bölgesel ve
yerel çapta TV kanal ve radyo frekans plânları ile radyo ve
televizyon yayınlarına esas olan frekans bantları ile ilgili çalışmalar
yapma yetkisi, 2813 sayılı Telsiz Kanunu uyarınca Telekomünikasyon
Kurumuna aittir.
Telekomünikasyon Kurumu, 2813 sayılı Telsiz
Kanununa uygun olarak Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, Türkiye
Radyo-Televizyon Kurumu, Türk Telekomünikasyon Anonim Şirketi
Genel Müdürlüğü ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlar ile işbirliği
yaparak hazırlayacağı ulusal, bölgesel ve yerel çaptaki plânları
Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunar.
Haberleşme Yüksek Kurulu, hazırlanan plânı
aynen onaylayabileceği gibi lüzum gördüğü değişikliklerin
yapılmasını talep edebilir. Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna
ait radyo ve televizyonlar ile Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
bünyesinde yayın yapan Meteoroloji Radyosu, Emniyet Genel Müdürlüğü
bünyesinde yayın yapan Polis Radyosuna ulusal, bölgesel ve yerel,
radyo-televizyon bölümleri bulunan iletişim fakültelerine yerel
bazda frekanslar ve kanallar ücretsiz olarak tahsis edilir. Kalan
televizyon kanal ve radyo frekansları, belli bir plân dahilinde özel
kuruluşlara kullandırılmak üzere Üst Kurulca ihaleye çıkarılır.
Televizyon kanal ve radyo frekanslarının ne kadarının hangi
takvime göre ihaleye çıkarılacağına ilişkin plân Haberleşme
Yüksek Kurulu tarafından saptanarak bu çerçevede ihaleye çıkarılmak
üzere Üst Kurula bildirilir.
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumuna tahsis
edilen TV kanallarından biri olan TRT 3'ten TBMM TV aracılığıyla
Türkiye Büyük Millet Meclisi faaliyetleri, bir diğer kanaldan da
açık öğretim yayınları yansıtılır. Türkiye Büyük Millet
Meclisi faaliyetlerinin hangi ölçüde yansıtılacağına Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, açık öğretim yayınları
için ise eğitim programlarını hazırlamakla yükümlü kurumlar
Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ile birlikte karar verir. Yayın
ile ilgili diğer hususlar Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
ile Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu arasında bir protokolle
belirlenir. Açık öğretim ve TBMM TV yayınlarından ücret alınmaz.
Telekomünikasyon Kurumu, Üst Kurulun
bildireceği ve bu Kanun hükümlerine uygun olarak TV kanal ve
radyo frekansı tahsis edilip, kablosuz radyo ve televizyon yayın
izni ve lisansı verilen kuruluşlara TV kanal ve radyo frekans
tahsislerini uygular, ulusal ve uluslararası alanda tescil ettirir.
Ulusal ve uluslararası hava ve deniz seyrüsefer
sistemlerine radyo ve televizyon sistemlerinden zararlı
enterferanslar gelmesi halinde, Telekomünikasyon Kurumu can ve mal
güvenliğini tehlikeye düşürmemek amacıyla enterferansa sebep
olan vericileri geçici olarak kapatarak mühürler ve sorumlular
hakkında Türk Ceza Kanununun 391 inci maddesi hükmü uygulanır.
Yapılan işler aynı zamanda Üst Kurula bildirilir.
Haberleşme Yüksek Kurulu, 2813 sayılı
Telsiz Kanunu gereğince Üst Kurul, Türk Telekomünikasyon Anonim
Şirketi Genel Müdürlüğü, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumu ve
Telekomünikasyon Kurumu arasındaki koordinasyonun yanı sıra
konuyla ilgili olarak Üst Kurula verilmiş görevlerin takibini de
yürütür."
Değişikliğe göre; 24. maddenin başlığı
"Telekomünikasyon Kurumunun Yükümlülüğü" olmuştur.
Buna göre de Türkiye'de ulusal, bölgesel ve yerel çapta TV kanal
ve radyo frekans planları ile frekans bantları hakkında çalışma
yapmak artık Telekomünikasyon Kurumuna bırakılmıştır. Telekomünikasyon
Kurumu da Telsiz Yasasına uygun olarak RTÜK,TRT ve Türk Telekomünikasyon
Anonim Şirketi Genel Müdürlüğü ve ilgili diğer kurum ve
kuruluşlarla işbirliği yaparak hazırlayacağı ulusal, bölgesel
ve yerel çapta planları hazırlayarak Haberleşme Yüksek Kurulu
onayına sunacaktır. Haberleşme Yüksek Kurulu da planı
onaylayacağı gibi değişiklik de önerebilecektir. TV kanal ve
radyo frekanslarının ne kadarının hangi takvime göre ihaleye çıkarılacağına
ilişkin plan Haberleşme Yüksek Kurulu tarafından saptanarak, bu
çerçevede ihaleye çıkarılmak üzere RTÜK'na bildirir.
3984 sayılı Yasanın 31. maddesinde yapılan
değişiklik ile amacın ne olduğunu 24. madde değişikliği ile
birlikte değerlendirecek olursak ortaya çıkan sonuç şudur:
31.madde İnternet yayınlarını da
kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Görüldüğü gibi; madde
başlığı değiştirilmiş ve maddeye "program hizmeti içeriği"
ve "yeni yayın teknolojilerinin kullanımı" eklenmiştir.
Böylece de "İnternet yayıncılığını"
Hükümet, Anayasa Komisyonu ve TBMM'si "yeni teknolojik yayın"
olarak değerlendirerek yaptığı madde değişikliğiyle İnternet
yayınlarına "müdahale" edebileceği ve sınırlandırma
yetkisini kullanabileceği bir alan yaratmıştır.
Maddeye eklenen ikinci fıkraya göre de
"Her türlü teknoloji ile" denilmiş ve "her türlü
iletişim ortamında yapılacak yayın" kavramı ile "İnternet
ortamındaki yayınları"da kapsayacak biçimde "yayın"
tanımı genişletilmiştir.
Radyo ve Televizyon yayınları ile İnternet
ortamında yapılacak her türlü "yayının" ve
"hizmetlerin" nasıl yapılacağı, esaslarının ne olacağı
öncelikle Haberleşme Yüksek Kurulunca belirlenen
"stratejiye" uygun olacaktır.
Bu tür yayın/İnternet yayını usul ve
esaslarını RTÜK tespit edecek, belki de bu konuda bir yönetmelik
hazırlayacak; ama bu usul ve esasları yürürlüğe sokabilmek için
Haberleşme Yüksek Kurulunun da mutlaka "onayına"
sunacaktır.
Onay verilirse RTÜK tarafından belirlenmiş
usul ve esaslara uygun olan radyo ve TV yayınları ile İnternet
yayınlarına izin verilmiş olacaktır.
Yayınların / İnternet yayınlarının
saptanmış mevzuat ile yapılması ve çıkarılması kuvvetle olası
olan yönetmelikte belirlenecek usul ve esaslara uygun olup olmadığının
denetimi ise RTÜK'na bırakılmıştır.
Başbakanın ve görevlendireceği bir Devlet
Bakanının başkanlığında İçişleri ve Ulaştırma Bakanları
ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ve Genelkurmay Muhabere
Elektronik Başkanından oluşan bir kurula yayın stratejisi
belirleme yetkisi verilmesi demek "yürütme" tarafından
sınırları çizilen veya belirlenen düşünce alanı yaratmaktır.
Bir başka deyişle böylece "izin verilen düşünce alanı"
yaratılmış olacaktır.
Çizilen ve belirlenen sınır aşılırsa;
saptanmış usul ve esaslar dışındaki "izin verilmeyen düşünce
alanında" yayın yapmak demektir. Veya yayınının izin
verilen düşünce alanının dışına çıkmıştır. Böyle bir düzenleme
hukuka ve hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.
Böyle bir düzenleme Anayasada yer alan düşünce
açıklama ve yayma özgürlüğü (Anayasa madde 26), Bilim ve
sanat özgürlüğü (Madde 27) ile Basın özgürlüğü (Madde
28)'ne aykırıdır. Ayrıca süreli, süresiz yayın hakkının düzenlendiği
Anayasanın 29. maddesindeki "Kanun, haber, düşünce ve
kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı
siyasal, ekonomik, mali ve teknik şartlar koyamaz" kuralına
yani açıkça Anayasaya aykırıdır.
Bu maddeden hareketle belirlenecek usul ve
esaslara ve ayrıca mevzuata aykırı yayın yapıldığında RTÜK'u
İnternet ortamındaki yayınlar bakımından "denetimini"
nasıl gerçekleştirecektir ve ne yapacaktır?
Örneğin RTÜK tarafından "izleme"
kurulları oluşturularak; yapılan tüm İnternet yayınları
izlemeye mi alınacaktır?. Böyle bir "denetim"
mekanizması kurulması ve izlenmesi nasıl olanaksız ise; İnternet
ortamındaki yayınların teknik özellikleri bilinmeden yapılan düzenleme
hukukla bağdaşmaz.
3984 sayılı Yasanın 1.maddesi bellidir. Amaç
radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesidir. Yasanın amacı
içinde "İnternet" yayınlarını düzenlemek, usul ve
esaslarını saptamak veya "stratejisini" tayin etmek
yoktur. Yasanın öngörmediği, hukuken öngörülmeyen ve meşru
bir amaç için düzenleme yapılmadığı açıkça belli olan böyle
bir düzenleme; Anayasaya ve AİHS'nin 10.maddesinde yer alan ifade
özgürlüğünün açık ihlalidir.
Getirilen düzenleme internetin doğal/teknik
işleyişine aykırı olduğu gibi 3984 sayılı Yasa ile 5680 sayılı
Yasa hükümlerinin birbiriyle çatışmasına neden olacak bu madde
değişikliği anlaşılamaz bir karışıklık yaratacaktır. Kaos
yasalarla üretilmektedir. 4676 sayılı Yasanın açık çelişkileri
karşısında yeniden yasalaşmasında ısrarlı olmak demokrasiye
aykırıdır. Yasalar karışıklıkların önlenmesi ve kaosun
giderilmesi için çıkarıldığı halde, Hükümet tarafından
aksine bir tutum izlenmektedir.
Denetleme ve müdahale hakkı "özerk ve
tarafsız olmayan" Yürütmenin etkisine açık Kurullara bırakılarak
İnternet yayınlarında hak ve özgürlüğü esas, kısıtlamayı
istisna haline getirmek hukuka aykırıdır. Halkın gerçekleri öğrenme
hakkını ve dolayısıyla İnternet yayıncılarının ifade özgürlüğünü
ortadan kaldırmak demektir.
VI- CUMHURBAŞKANI 4676 SAYILI YASA İLE
YAPILAN
İNTERNET HAKKINDAKİ HUKUKİ DÜZENLEMEYİ
NEDEN GERİ ÇEVİRMİŞTİR?
TBMM tarafından 07.06.2001 tarihinde kabul
edilen 4676 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"
Cumhurbaşkanı tarafından 18.06.2001 tarihinde geri çevrilmiştir.
Dolayısıyla geri çevrilen bu Yasanın
"İnternet" ile ilgili olan maddeleri bakımından da
Cumhurbaşkanının görüşleri çok önemlidir. İnternet ile
ilgili olan hükümlerin geri çevrilme gerekçesi şöyledir:
"7- 4676 sayılı Yasanın 14. maddesiyle
değiştirilen 3984 sayılı Yasanın 31. maddesinin ikinci fıkrasında,
"Her türlü teknoloji ile ve her türlü iletişim ortamında
yapılacak yayın ve hizmetlerin usul ve esasları, Haberleşme Yüksek
Kurulunun belirleyeceği strateji çerçevesinde Üst Kurulca tespit
edilip, Haberleşme Yüksek Kurulunun onayına sunulur. Bu yayın ve
hizmetlerin mevzuata uygunluğu Üst Kurulca denetlenir." kuralına
yer verilmiştir.
Ayrıca, yine aynı Yasanın 26. maddesiyle
5680 sayılı Yasaya eklenen ek 9. maddede, "Bu Kanunun yalan
haber, hakaret ve benzeri fiillerden doğacak maddi ve manevi
zararlarla ilgili hükümleri, bilişim teknolojileri ve İnternet
ortamında sayfa açılması veya elektronik gazete, elektronik bülten
vb. suretiyle yayınlanan her türlü yazı, resim, işaret, sesli
veya sessiz görüntü ve benzerleri hakkında da uygulanır."
denilmektedir.
İletişim teknolojisinde bir devrim niteliğindeki
İnternet yayıncılığının en baskın yönü, düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğünün, özgün kanaat oluşumunun günümüzdeki
en etkin kullanım alanı olmasıdır. İnternet ortamındaki yayıncılıkta;
hukukun üstün kılınması, kişilik haklarının korunması ve
bunun yanında da yayın yoluyla düşünce ve ifade özgürlüğü
gibi duyarlı alanların dengelenmesi sorunu ortaya çıkmaktadır.
Bu sorunlar ancak, ifade özgürlüğü esas alınarak ve yayınlar
üzerindeki denetim yargıya bırakılarak sağlanabilir. Dolayısıyla,
İnternet yayıncılığına ilişkin ilkelerin ve öteki düzenlemelerin
özel bir yasa ile yapılması en doğru yol olacaktır.
Bu yola gidilmeyerek, yayınların düzenlenmesinin
tümüyle kamu otoritelerinin takdirine bırakılması ve Basın
Yasası'na bağlı kılınması İnternet yayıncılığının özelliği
ile bağdaşmamaktadır."
VII- CUMHURBAŞKANI TARAFINDAN GERİ ÇEVRİLEN
YASAYI HÜKÜMET YENİDEN MECLİSE GÖNDEREREK AYNI YASANIN YENİDEN
KABUL EDİLMESİNİ İSTEMEKTEDİR.
BU TUTUM ETİK KURALLARA, HUKUKA VE DEMOKRASİYE
AYKIRIDIR
TBMM tarafından 07.06.2001 tarihinde kabul
edilen 4676 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları
Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar
Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"
Cumhurbaşkanı tarafından 18.06.2001 tarihinde geri çevrilmiştir.
Bu geri çevirmenin nedeni sadece "İnternet" yayınları
değildir.
Cumhurbaşkanının 4676 sayılı Yasayı geri
çevirme gerekçelerinin satırbaşlarına göz atacak olursak Hükümet
tarafından aynı yasanın yasalaşması için nasıl bir yasayı
Meclisten geçirmeye çalıştığı ve Cumhurbaşkanının gerekçelerinde
ne denli haklı olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
4676 sayılı Yasada yapılan düzenlemeler
karşısında Cumhurbaşkanının bu Yasayı TBMM'ne iade gerekçeleri
ana hatlarıyla şöyledir;
1- RADYO VE TELEVİZYONDA SAHİPLİK DÜZENLEMESİ
"TEKELLEŞMEYI" ARTTIRACAKTIR.
Sermayenin belli kişi ya da grupların elinde
toplanmış olduğu gerçeği, bu kişi ya da grubun, çok sayıda
televizyon ve radyo kuruluşunu sahiplenebilme olanağı ve ölçüsüz
para cezaları uygulaması ile görsel ve işitsel medya alanında
tekellerin oluşması kaçınılmaz olacaktır.
Anayasa'nın 167. maddesinde, Devletin, para,
kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli
işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici önlemleri alacağı,
piyasalarda fiili veya anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve
kartelleşmeyi önleyeceği belirtilmiştir.
Anayasa'nın anılan kuralı ile tekelleşme
ve kartelleşme yasaklanmakla kalmamış, Devlete de bunu
engelleyici önlemleri alma görevi verilmiştir.
4676 sayılı Yasa ile yapılan düzenlemelerle
görsel ve işitsel medya alanında tekelleşme ve kartelleşmenin
önlenmesi olanaksızdır. Düzenlemeler, tekelleşme ve kartelleşmeyi
önlemek bir yana dolaylı olarak olanaklı kılacak niteliktedir.
Tekelleşen ya da kartelleşen görsel ve işitsel
medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce
ulaşırken, öte yandan da haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecektir.
Anayasa'nın 26. maddesinde, düşünceyi açıklama
ve yayma özgürlüğünün haber almak ve vermek özgürlüğünü
de kapsadığı; 28. maddesinde de, basının özgür olduğu,
devletin, basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri
alacağı belirtilmiştir.
Basın özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğünü
tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlüktür.
Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin özgürce açıklanması
yanında bunların yayılması ve öğrenilmesi özgürlüğünü de
içerir. Bu nedenle, basın özgürlüğünün, okuyucuların,
izleyicilerin ya da dinleyicilerin haber alma ve görüşleri öğrenme
olanağından yoksun kalmaları yönünden de değerlendirilmesi
gerekir.
Haber alma ve verme hakkı ya da haberlere ulaşma
özgürlüğü, izleyici ya da dinleyicinin bireysel hakkı olarak düşünülemez
ve düzenlenemez. Bunlar, izleyicilerin ve dinleyicilerin kollektif
hak ve özgürlükleridir.
Basın özgürlüğü, kamu güçleri karşısında
olduğu kadar özel güçlere karşı da korunmalıdır. Bu bağlamda,
medya tekelinin oluşmasına karşı gerçek sınırlamalar koymak,
medyanın çoğulculuğunu koruyucu önlemler almak devlete düşen
bir ödevdir. Bağımsız ve tarafsız yayıncılığın sürdürülebilmesi
için alınacak önlemler de bu ödev kapsamındadır.
Sosyal görevini yerine getirebilmesi için
basın özgürlüğü ile donatılan medyanın sorumluluk bilinciyle
hareket etmesi gereklidir. Tekelleşerek, sorumluluk bilincinden
uzaklaşacak bir medya, her sorumsuz güç gibi er geç amacından
sapabilir ve toplum yaşamını, ulusal güvenliği tehlikeye sokan
bir güç durumuna gelebilir. Bunu önlemek de devletin görevidir.
Bu nedenle, görsel ya da işitsel medyada
tekel ya da kartel oluşturulmasını önleyebilecek içerikte
bulunmayan düzenlemeler, Anayasa'nın tekelleşme ve kartelleşmeyi
yasaklayan 167. maddesiyle; 172. maddesinde anlatımını bulan tüketiciyi
koruma ilkesiyle ve basın özgürlüğü kapsamında bulunan haber
alma ve verme özgürlüğü ile bağdaşmamaktadır.
Böylece, bir kamu hizmeti olan medyanın
bireysel çıkarlara hizmet edecek ticari nitelik kazanmasının önündeki
tüm engeller kaldırılmıştır. Oysa, dünyada medya-serbest
piyasa ilişkilerinin demokrasiler için yozlaştırıcı tehlike ve
tehditlerinden sözedilmektedir. Ülkemizde olduğu gibi henüz
demokrasisi yeterince gelişmemiş, sağlam temellere oturmamış,
özelleştirmesini tamamlayamamış ülkelerde medyanın Devlete karşı
taahhüde girmemesi yaşamsal önem taşıyan bir ilke olarak görülmektedir.
Devletle ticari ilişkilere giren medya
sahiplerinin, siyasal iktidar lehine yayın yaparak ya da tam
tersine baskı oluşturarak kamu ihalelerini alma avantajını sağlayabileceği
kuşkusu, yukarıda sözü edilen ilkenin korunmasının ne kadar önemli
olduğunu ortaya koymaktadır.
Serbest piyasa ekonomisinin en büyük özelliği
rekabet ortamının yaratılmasıdır. Bir çok radyo ve televizyon
kuruluşuna sahip olan kişi ya da sermaye grubuna kamu ihalelerine
girebilme hakkının tanınması bu özellikle de bağdaşmamaktadır.
Görsel ve işitsel medyanın kamuoyunu
etkileme gücü, dolayısıyla bu gücün kötüye kullanılması
olasılığının yüksekliği, Batı'lı ülkelerde medya sahipliğinin
diğer iş alanlarından ayrılmasına, bu ayrımı sağlayacak önlemler
alınmasına neden olmuştur.
Medya gücünü kötüye kullanma olasılığı
kamu yararı ve kamu düzeni ile doğrudan ilgilidir. Devletin bu gücü
dengeleyecek önlemleri alması, kamu yararı ve düzenini sağlamanın
gereğidir.
Bu nedenle, 3984 sayılı Yasa'nın 29.
maddesinin değişiklikten önceki onuncu fıkrasında yer verilen
yasağın korunması gerekirken tümüyle kaldırılmış olması
kamu yararı açısından çok ciddi sakıncalar doğurabilecek bir
gelişme olarak değerlendirilmiştir.
2- RTÜK OLUŞUMU SİYASAL ETKİYE AÇIK
OLAMAZ
YAPILAN DÜZENLEME KURULUN ÖZERKLİĞİ İLKESİNE
AYKIRIDIR
Maddenin önceki metninde, Üst Kurul üyelerinde
"basın, yayın, iletişim ve teknolojisi, kültür, din, eğitim,
hukuk alanlarında birikimi" olma nitelikleri aranmışken, bu
niteliklere yeni metinde yer verilmemiştir.
Radyo ve televizyon yayıncılığı konusunda
çok önemli görevler üstlenen Üst Kurul'a seçilecek üyelerde,
"basın, yayın, iletişim ve teknolojisi, kültür, din, eğitim
ve hukuk" alanlarında birikimi olma niteliğinin aranmaması
bir eksiklik olarak değerlendirilmiştir.
Üst Kurul üyelerinden beşinin, Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre
belirlenecek kontenjan doğrultusunda siyasi parti gruplarınca önerileceği
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca seçileceği
belirtilmiştir.
Bu yöntemle yapılan seçimlerde, genellikle
siyasi kimliği olanların yeğlendiği bilinen bir gerçektir.
Radyo ve televizyon yayıncılığında çok önemli yetkilerle
donatılan ve yansız olarak görev yapması gereken Üst Kurul'a
siyasi kimlikli kişilerin seçimine olanak sağlayan yöntemin
uygun ve doğru olmayacağı açıktır.
Bu kişilerin seçilmemesi durumunda nasıl
bir yöntem izleneceği de açıklığa kavuşturulmamıştır.
Gerçi, 4676 sayılı Yasa'nın geçici 4.
maddesinde düzenleme vardır ama geçici madde düzenlemesi, yapılacak
ilk seçimlere ilişkin olup, sonraki seçimler yönünden bir anlam
taşımamaktadır.
Bu nedenle, seçim yöntemi yönünden Yasa'nın
6. maddesinde gerekli düzenlemenin yapılması uygun olacaktır.
3984 sayılı Yasa'nın 5. maddesinde, Radyo
ve Televizyon Üst Kurulu'nun, kamu tüzel kişiliğine sahip, özerk
ve yansız bir Kurul olduğu vurgulanmıştır.
Özerk ve yansız bir kamu tüzel kişiliğinin
Başbakanlığa bağlı Yüksek Denetleme Kurulu'nca denetlenmesi,
"tarafsızlık" niteliği ile bağdaşmamaktadır.
Üst Kurul'un denetlenmesi görev ve
yetkisinin, Anayasa'nın 160. maddesiyle Türkiye Büyük Millet
Meclisi adına denetim yapma görev ve yetkisiyle donatılan ve bağımsız
bir Yüksek Denetleme Organı olan Sayıştay'a verilmesi, Üst
Kurul'un "özerk ve tarafsız" yapısına daha uygun düşecektir.
3- RTÜK GELİRLERİNDE FON YARATILMAMALIDIR
Üst Kurul'un gelirleri arasında gösterilen
idari para cezaları, Üst Kurul'ca verilen para cezalarıdır. Bu
durum, Üst Kurul'un idari para cezası verirken yanlı ve keyfi
davranabileceği kuşkusuna neden olabilecektir. Para cezalarının
çok yüksek tutarlarda olması ve alt-üst sınırları arasındaki
genişlik, bu kuşkuyu daha da artıracaktır.
Bu nedenle, idari para cezalarının Üst
Kurul'un gelirleri arasından çıkarılarak Hazine'ye bırakılması
uygun olacaktır. Üstelik bu yöntem, Yasa'nın aynı maddesinde,
"Üst Kurul, gerektiği takdirde her yıl için yapacağı işlerin
programını hazırlayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı
bütçesinden verilmesi gereken ödenek tutarını Türkiye Büyük
Millet Meclisi Başkanlığına sunar." düzenlemesi bulunduğuna
göre bir sorun da yaratmayacaktır.
Öte yandan, anılan maddenin beşinci fıkrasında,
Üst Kurul'un gelir fazlasının, yıl sonunda, Kültür Bakanlığı
adına bir kamu bankasında açılacak hesaba aktarılacağı
belirtilerek yeni bir fon yaratılmaktadır.
Kamu giderlerinin disipline edilebilmesi ve
gider hesaplarının sağlıklı tutulabilmesi, ülkemizin büyük
sorunu olan enflasyonla savaşımda önemli yer tutmaktadır. Bu
nedenle, ekonomik programda, bütçe disiplini dışında yaygın
bir uygulama alanı bulan fon yönteminin sona erdirilmesi öngörülmüş
ve fonların tasfiyesi için yasa çalışmasına hız verilmiştir.
Bu aşamada yeni bir fon yaratılmasının
ekonomik programla bağdaşmayacağı gözönünde bulundurularak,
Üst Kurul'un yıllık gelir fazlasının Hazine'ye aktarılmasının
uygun olacağı değerlendirilmektedir.
4- İNTERNET YAYINLARI HAKKINDA YASA OLMALIDIR AMA İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
ESAS ALINARAK DÜZENLENMELİDİR
5- BASIN YASASINA GETİRİLEN AĞIR PARA CEZALARI HABER ALMA ÖZGÜRLÜĞÜNÜ
KISITLAMAKTADIR
4676 sayılı Yasa'nın çeşitli maddeleriyle
değiştirilen 3984 ve 5680 sayılı yasaların çeşitli
maddelerinde yer verilen diğer para cezalarının tutarlarının çok
yüksek olduğu açıktır.
4676 sayılı Yasa değişikliği ile düzenlenen
para cezaları, belli sermaye gruplarının elinde olmayan ulusal ve
özellikle yerel ve bölgesel televizyon, radyo ve basın kuruluşları
için amaç-araç orantısını gözetmeyen boyuttadır. Cezaların
caydırıcı nitelikte olması, ancak televizyon, radyo ve basın
kuruluşlarının yaşam şansını ellerinden almaması
gerekmektedir.
Basın Yasası'nda yapılan bu değişiklikler,
öngörülen para cezaları nedeniyle haber, düşünce ve
kanaatlerin özgürce yayınlanmasını ve basın işletmelerinin yaşamını
sürdürmesini engelleyecektir. Bu cezalarla, basın sektörünün
krize sürüklenmesi ve sermaye birikimleri sınırlı gazetelerin
yayın yaşamından çekilmesi, böylece basında tekelleşmenin gerçekleşmesi
kaçınılmazdır.
Anayasa'nın 13. maddesinin ikinci fıkrasında,
temel hak ve özgürlüklerle ilgili genel ve özel sınırlamaların
"demokratik toplum düzeninin gerekleri"ne aykırı
olamayacağı belirtilmiştir.
Buna göre, hak ve özgürlükler, ancak
demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak sınırlandırılabilir.
Demokratik hukuk devletinde, güdülen amaç ne olursa olsun, sınırlamalar
özgürlüğünün kullanılmasını ölçüsüz biçimde ortadan
kaldıracak düzeyde olamaz.
Anayasa Mahkemesi'nin çeşitli kararlarında
da belirtildiği gibi, bir sınırlama kuralının demokratik toplum
düzeninin gereklerine uygun olabilmesi için "ölçülülük"
ilkesinin gözetilmesi, amaç ve sınırlama "orantısının"
korunması gerekmektedir.
Ölçülülük ilkesi, yasal düzenlemede sınırlama
aracının, sınırlama amacına ulaşmaya elverişli olmasını, sınırlama
aracıyla amacı arasındaki oranın ölçüsüz olmamasını
anlatmaktadır.
Yasa ile getirilen para cezalarının,
Anayasa'nın 28. maddesinde sözü edilen basın özgürlüğü yönünden
son derece ağır nitelik taşıdığı kukusuzdur. Ulusal, bölgesel
ve yerel çerçevede hizmet veren bir çok görsel, işitsel ya da
yazılı medya kuruluşlarının kapanmasına neden olacak
tutarlardaki para cezalarını haklı bir nedene dayandırmak ve
demokratik toplum düzeninin gerekleriyle ve hukuk devleti ilkesiyle
bağdaştırmak olanaklı değildir.
Ayrıca, para cezalarının alt ve üst sınırları
arasındaki genişlik, takdir hakkının kullanılmasında haksızlığa,
adaletsizliğe ve keyfi uygulamaya neden olabilecek boyuttadır.
Bu düzenlemelerle, idari nitelikteki bir üst
kurula basın ve haber alma özgürlüğünü sınırlayıcı
yetkiler verilmekte, yargı alanına giren konularda idare yetkili kılınmaktadır.
İdare, düzenleme ve denetleme alanındaki
konularda, kamu düzeni, genel güvenlik, kamu yararı, genel ahlak,
genel sağlık, ekonomik ve sosyal ilişkilerin düzenli yürütülmesini
sağlama gibi amaçlarla idari para cezası uygulama ya da kişi özgürlüğünü
kısıtlayıcı yaptırımlar dışında çeşitli yasaklar koyma
yetkisine sahiptir.
Ancak, düşünceyi açıklama ve yayma, basın
ve haber alma gibi temel hak ve özgürlükler söz konusu olduğunda,
idarenin yetkisinin Anayasa'nın bu kavramlara yaklaşımı içerisinde
değerlendirilmesi gerekir.
Anayasa'nın 26. maddesinin son fıkrasında,
"Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına
ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayınını engellememek
kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması
sayılmaz"; 28. maddesinin üçüncü fıkrasında da,
"Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak
tedbirleri alır" denilmektedir. Aynı doğrultuda bir kural, tüm
özgürlükler için Anayasa'nın 5. maddesinde yer almaktadır. Ayrıca,
Anayasa'nın 29. maddesinin üçüncü fıkrasında, yasanın,
haber, düşünce ve kanaatlerin özgürce yayınlanmasını
engelleyici ya da zorlaştırıcı koşullar koyamayacağı; 30.
maddesinde de, basın işletmelerinin, Devlet bütünlüğüne yönelik
bazı suçlar dışında işletilmekten alıkonulamayacağı öngörülmektedir.
Bu kurallar, genelde yazılı basına yönelik
olmakla birlikte, amaç basın işletmelerini korumak olmayıp, düşünceyi
yayma ve haber alma özgürlüklerinin güvence altına alınması
olduğuna göre, aynı ilkelerin görsel ve işitsel medya için de
geçerli olması ve idareye, bu araçların kullanılmasını
engellemeye varan nitelikte önlemler alma yetkisi verilmesinden
olabildiğince kaçınılması gerekir.
6- YAPILAN DEĞİŞİKLİK YARGIYA MÜDAHALEDİR
VE HUKUKUN GENEL İLKELERİNE AYKIRIDIR
Yapılan değişiklikte, hüküm altına alınacak
tazminatın alt sınırı yasa ile belirlenmiş; böylece, yargıcın
takdir hakkı sınırlandırılmış, hatta tümüyle ortadan kaldırılmıştır.
Kişinin, kişilik değerlerine saldırıyla
oluşacak zarar tutarının yasa ile belirlenmesi, sorumluluk
konusunu düzenleyen hukukun temel kurallarıyla bağdaşmamaktadır.
Manevi tazminat tutarı, her somut olayın özelliği ve istem gözetilerek
yargıç tarafından takdir edilir. Manevi tazminat davasına yol açan
yayının gerçek olmasına karşın, kullanılan sözlerle sınır
aşılmış olabilir ve bu aşma derecesi her olayda farklılık gösterebilir.
Yine, böyle bir yayına, zarar görenin davranışı da neden
olabilir. Bütün bu olgular, istenecek ve hüküm altına alınacak
tazminat tutarının belirlenmesinde önemli etkenlerdir. Bu
nedenle, hükmedilecek tazminat tutarının alt sınırının bir
yasal düzenlemeyle belirlenmesi hukukun genel ilkelerine uygun düşmemektedir.
Ayrıca, kişilik haklarına saldırıya ilişkin
tazminat davaları Borçlar Yasası'nın 49. maddesinde düzenlenmiştir.
Dava, özel hukuk alanında açılmış bir tazminat davası niteliğindedir.
Türk Hukuku'nda, özel hukuk alanındaki tazminat davalarına
yasakoyucunun karışması ve alt sınırı belirlemesi yolunda bir
uygulama yerleşmemiştir. Bu tür alt sınır tutarını belirlemek
ceza hukukuna özgü bir uygulamadır ve Devletin cezalandırma hakkından
kaynaklanmaktadır. Özel hukuk alanındaki bu tür uygulamalar,
tazminat yaptırımını, gerçek zararı ve kimi durumlarda zarar gören
kişinin istemini de aşan ve haksız zenginleşmesine neden olan
bir tür ceza yaptırımı niteliğine büründürecektir.
Öte yandan, yapılan değişiklikler,
tazminat davalarında yargıca bilirkişi atama zorunluluğu
getirmektedir.
Oysa, teknik bir konuda da olsa, bilirkişilerin
görüşü yargıcı bağlamamaktadır. Hukuk Usulü Muhakemeleri
Yasası'nın 275. maddesine göre, yargıçlık mesleğinin
gerektirdiği genel ve hukuksal bilgi ile çözümlenmesi olanaklı
konularda bilirkişi incelemesi yaptırılamaz.
Bu nedenle, tazminat davalarında bilirkişiye
başvurulmasını zorunlu kılan fıkra kuralı genel hukuk
ilkeleriyle bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, gerekli olmamasına karşın zorunlu
bilirkişi atamasına ilişkin kural, Anayasa'nın 141. maddesinin
son fıkrasındaki, "davaların en az giderle sonuçlandırılacağı"
yolundaki ilkeye de uygun düşmemektedir.
4676 sayılı Yasa'nın 20. maddesiyle değiştirilen
5680 sayılı Yasa'nın 17. maddesinde de aynı düzenleme
bulunmaktadır. Bu nedenle, yukarıda yapılan değerlendirmeler anılan
madde yönünden de geçerlidir.
SONUÇ
Öte yandan, Avrupa Birliği Müktesebatının
Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı'nın "2.1.
Siyasi Kriterler" bölümünün "2.1.1. Düşünce ve İfade
Özgürlüğü" alt bölümünde; ifade özgürlüğünün daha
da geliştirilmesine yönelik anayasal ve yasal güvencelerin güçlendirilmesi
amacıyla, kısa erimde,
- Başta düşünceyi açıklama ve yayma,
bilim ve sanat ile basın özgürlükleriyle ilgili hükümler olmak
üzere Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerle ilgili bölümlerinin,
- Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Yasası'nın,
gözden geçirilmesinin planlandığı
belirtilmiştir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik süreci
içinde kısa ve orta erimde gerçekleştirilmesi öngörülen çalışmaların
genel çerçevesini çizen ve yönlendirici nitelik taşıyan Ulusal
Program'da, basın özgürlüğünün geliştirilmesi için anayasal
ve yasal güvencelerin güçlendirilmesi planlanırken; çok yüksek
para cezalarıyla görsel, işitsel ve yazılı medya kuruluşlarının
görev yapamaz duruma getirilmesi amaca uygun düşmeyecektir."
Cumhurbaşkanının 4676 sayılı Yasayı geri
çevirme gerekçeleri bu kadar açık, net ve hukuki gerekçeler
olduğu halde; hükümetin yeniden Meclise gönderdiği Yasa Anayasa
Komisyonunda görüşülmüştür.
Anayasa Komisyonunun 11 Nisan 2002 gün ve 18
numaralı kararına göre Cumhurbaşkanının geri gönderme
tezkeresinde yazılı bulunan gere gönderme gerekçeleri tek tek
okunmuş ve görüşülmekle yetinilmiştir. Yapılan oylama
sonucunda da Yasanın Genel Kurulda öncelikle ve ivedilikle görüşülmesine
karar verilerek Genel Kurulun onayına arz edilmek üzere Meclis Başkanlığına
sunulmuştur.
Böyle bir tutumun onaylanması olanaksızdır.
Hükümet Cumhurbaşkanının geri çevirdiği ve en geniş gerekçelerle
neden hukuka aykırı olduğunu gösterdiği yasayı yeniden Meclise
sevk ederek yasalaştırmakta direnmektedir.
Eğer Cumhurbaşkanı tarafından geri çevrilen
bu yasanın virgülüne dokunulmadan ve yeniden aynen kabul edilecek
olursa; Anayasanın 89 uncu maddesine göre Cumhurbaşkanı tarafından
yeniden geri çevirme ile Meclise iadesi olanaksızdır. Cumhurbaşkanı
Yasayı yayımlamakla görevlidir. Yasa de Resmi gazetede yayınlanmakla
yürürlüğe girmiş olur.
Bu durum karşısında Mecliste yeniden görüşülerek
4676 sayılı yasa hiç değiştirilmeden aynen kabul edilecek
olursa Resmi Gazetede yayımlamak zorunda kalabilecek olan Cumhurbaşkanı
Anayasanın 104. maddesine göre; Yasanın iptali için Anayasa
Mahkemesine dava açabilir. Cumhurbaşkanının dışında iktidar
ve ana muhalefet partileri Meclis Grupları ile TBMM üye tam sayısının
(550) en az beşte biri tutarındaki (110) üyelerde Anayasa
mahkemesine iptal davası açabilir. İktidarda birden fazla siyasi
partinin bulunması halinde, iktidar partilerinin dava açma hakkını
en fazla üyeye sahip olan parti kullanır. Böyle bir Meclis
aritmetiği karşısında iktidar partileri içinde en fazla üyeye
sahip olan DSP Tasarıyı yeniden Meclise sevk eden Hükümeti
temsil ettiğine göre Anayasa mahkemesine dava açması düşünülemez.
İktidar partilerinden MHP ile ANAP'ında Anayasa maddesine göre
iptal davası açma hakkı yoktur. Bu durumda Cumhurbaşkanı dışında
Yasanın iptali için dava açabilecek olan siyasi partiler Mecliste
grubu bulunan (Doğru Yol Partisi) DYP, (Adalet ve Kalkınma
Partisi) AK parti ile (Saadet Partisi) SP'dir. Veya Mecliste bulunan
110 milletvekili dava açacaktır. Anayasa Mahkemesine açılacak
olan iptal davası bakımından da Yasanın yürürlüğe girmesinin
önlenebilmesi için de öncelikle "yürürlüğünün
durdurulmasına" karar verilmesini istemek gerekmektedir.
İşte böyle bir durumla karşı karşıya
kalındığı için kamuoyunda meslek örgütleri ve sivil toplum
kuruluşları tepki göstermektedir.
Örneğin Koç.net internet sayfasında
"5680 sayılı Basın Kanunu değişiklik tasarısının
T.B.M:M Anayasa Komisyonunuda onaylanması, İnternet'i Basın
kanunu kapsamına almış ve İnternet Siteleri için bürokratik dönem
başlamıştır. Bu düzenlemenin hatalı uygulamalar ve sonuçlar
doğuracağı kanatinde olduğumuz gibi İnternet kullanıcılarını
kısıtlayacağını ve İnternet'in yaygınlaşmasını engelleyeceği
düşüncesindeyiz. Bu nedenle yetkililerin bu düzenlemeyi acilen
ve önemle tekrar gözden geçirmeleri gerektiğini kamuoyunan
takdirlerine sunarız." şeklindeki protesto metni ile görüşlerini
kendi abonelerine duyurmaktadır. Superonline benzer bir içerikle
İnternet ortamındaki Web sayfasında "karartma"
uygulayarak potestosunu göstermektedir. Dolayısıyla İnternet
sayfalarında benzeri protestolar yayılmaktadır.
İnternetin geleceğiyle ilgili çalışmalarını
sürdüren sivil toplum kuruluşlarından birisi de İ v H P - İnternet
ve Hukuk Platformu'dur.İ v H P, konunun gelişimine duyarlı
bireyler, sivil toplum kuruluşları, özel sektör oluşumları ve
hukukçuların katılımıyla gönüllülük esasında oluşturulmuş,
geniş katılımlı sivil bir platformdur.
İ v H P, faaliyet alanını öncelikle
internet ve hukuk ilişkisi üzerinde temellendirmekte ve hukuk
devletinin şeffaf katılım ilkesinin vücut bulduğu en önemli
faaliyet alanı olan yasama konusunu ilgilendiren durumlarda, düzenlenmesi
gereken alanın temel parçaları olan endüstri, sektör, kamu,
akademi, kullanıcı toplulukları gibi düğümleri bir araya
getiren açık bir sivil platform oluşturma hedefini gütmektedir.
Bu amaçlar doğrultusunda, İ v H P, "internet
içerik sağlayıcıların hak ve sorumlulukları", "internet
servis sağlayıcıların hak ve sorumlulukları", "fikri
haklar", "siber suçlar", "teknoloji-hukuk
koordinasyonu", "Türkiye'deki yasal düzenlemeler ve eğilimlerin
izlenmesi", "uluslararası yasal düzenlemeler ve eğilimlerin
izlenmesi" ve "eğitim" konularında çalışma
grupları oluşturmuş ve bu konularda politika belgeleri,
incelemeler, uluslararası yasal metin çevirileri üretmek üzere
çalışmalarını yürütmektedir.
4676 sayılı Yasanın yeniden gündeme
gelmesi nedeniyle tepkisini aşağıdaki metinle kamuoyuna ve
TBMM'ne duyuran İvHP görüşü 13.04.2002 günlü Cumhuriyet
gazetesinde ve http://www.ivhp.net sayfasında yayınlanmıştır.
TBMM VE KAMUOYU'NA!
RTÜK Yasa Tasarısı ve İnternet Hakkında
İvHP Görüşü
18 Haziran 2001 tarihinde Cumhurbaşkanı
tarafından geri çevrilen 4676 sayılı yasanın TBMM'de; yeniden
ve virgülü dahi değiştirilmeden aynen kabul edilerek
"yasalaşmasında" ısrar etmek; demokratik hukuk devleti
olma isteğinin terk edilerek aksine bir tutumla, sadece "kanun
devleti" olarak kalma zihniyetinin vahim bir sonucudur.
Böyle bir zihniyetle Meclise sevk edilen
tasarının yasalaşması Sayın Cumhurbaşkanının ikinci kez
yasayı geri çevirmesini önleyebilir. Ancak TBMM'de bu amaçla
verilecek her "evet" oyu, halkın gerçekleri öğrenme
hak ve özgürlüğünün ortadan kalkması, bilgi çağından
uzaklaşarak gün ışığında yönetim / şeffaflık isteğinin
terk edilmesi demektir. Tarih, sorumlulukları da yazar.
Ayrıca TBMM'de verilecek her "evet"
oyu Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bu yasanın geri çevrilmesinde
gösterilen gerekçelerin de reddi anlamına geleceği gibi; Türkiye'nin
Avrupa birliğine tam üyelik süreci içinde kısa ve orta erimde
gerçekleştirilmesi öngörülen çalışmaların genel çerçevesini
çizen ve yönlendirici nitelik taşıyan Ulusal Programda yer alan
başta düşünceyi açıklama ve yayma, bilim ve sanat özgürlüğü
ile yazılı, sesli, görüntülü veya her türlü elektronik
ortamda yapılan yayınların da sansürüne "evet"
demektir.
Demokrasiye, hak ve özgürlüklere aykırı
olduğu gerekçeleriyle geri çevrilen böyle bir yasada ısrar
etmek demek; Türkiye'nin kendi iradesi ile yarattığı "e-Türkiye"
çabalarının yaşama geçirilmesi konusundaki toplumsal seferberliğin
de hiçe sayılmasıdır.
TBMM üyelerinin demokrasiye, temel insan hak
ve özgürlüklerine önem verdikleri konusundaki inancımızı
yitirmek istemiyoruz. "O halde ne yapılmalıdır?"
sorusuna hep birlikte yanıt bulmak zorunda olduğumuz gerçeğini
bir sorumluluk ve görev olarak kabul ediyoruz.
O nedenle;
1) Bu yasayla ilgili olarak, Meclis çatısı
altındaki "TBMM Bilgi ve Bilgi Teknolojileri Grubu"nun
birincil ve tarihi sorumluluğunu öncelikle anımsatarak; TBMM'ne
yeniden gönderilen bu yasa tasarısı derhal geri çekilmelidir.
2) Yasa Tasarısı, demokratik toplum düzeninin
gereklerine uygun olarak ilgili kurumların/kuruluşların/kişilerin
ve kamuoyunun görüşü ve Sayın Cumhurbaşkanı'nın veto gerekçelerinde
ileri sürdüğü hukuki/toplumsal/ ekonomik nedenler göz önüne
alınarak yeniden biçimlendirildikten sonra TBMM'ne sunulmalıdır.
3) Nitekim, bu konuda sivil toplum ve sivil
toplum kuruluşları çok ciddi adımlar atmıştır. İnternet ve
Hukuk Platformu (İvHP) , Türkiye'de İnternet ile ilgili yasal düzenlemelerde
TBMM dahil konuyla ilgili olan tüm kurum/kuruluş ve kişilere
kolaylık sağlamak amacıyla, Avrupa ve dünyada yapılan yasal düzenlemeleri
incelemekte ve sonuçları ile bilgileri sistematik bir hale
getirerek, standartları http://www.ivhp.net web sitesinde
toplamaktadır. Amaç kurulacak olan hukuki düzenin demokratik
toplum düzeni ölçütlerine uygun olmasına katkı sağlamaktır.
Bilgi ve belge gereksinimi ile uluslararası çalışmalar konusunda
elinden geldiğince toplumun her bireyini ve toplumu
bilgilendirmektir.
4) Keza, İvHP, Başbakanlık tarafından
10-12 Mayıs 2002 tarihleri arasında toplanmasına karar verilen
"Türkiye Bilişim Şurası"nın "Hukuk Çalışma
Grubu"na bu anlamda katkıda bulunmuştur. Konuyla ilgili olan
diğer katılımcıların da katkılarıyla hazırlanan "ortak
rapor"da, yasal düzenlemelerde gözetilmesi gereken temel
ilkeler ve karşılaşılabilecek özel sorunların neler olduğu ve
bu sorunların nasıl çözümleneceği belirlenmeye çalışılmıştır.
Bilişim alanında "Şur'a" toplanmasına karar verildiği
ve çalışmaların tamamlanarak raporların yazıldığı bir aşamada;
eğer yasa tasarısı TBMM'den geçirilerek yasalaşırsa "Şur'a"
için oluşturulmuş bu ve benzeri diğer raporlar incelenmeden ve
tartışılmadan yok sayılacak, Türkiye Bilişim Şura'sının bu
yasanın kabulünden sonra toplanması halinde de bilimsel ve etik
ilkeler de açıkça çiğnenmiş olacaktır. Bu takdirde "Türkiye
Bilişim Şur'ası" toplantısı iptal edilmelidir.
5) TBMM, İnternet ile ilgili olan maddeleri
bu yasadan çıkarmalıdır. İletişim teknolojisinde bir devrim
niteliğindeki İnternet yayıncılığının en baskın yönü, düşünceyi
açıklama ve yayma özgürlüğünün, daha da önemlisi; özgün
kanaat oluşumunun günümüzdeki en etkin kullanım alanı olmasıdır.
İnternet ortamındaki yayıncılıkta "yasa" değil,
hukuk ve demokrasi üstün kılınmalıdır. Hepimizin geleceği ve
İnternet'in yaşamımızdaki yeri demokratik hukuk devleti
ilkelerinin gerektirdiği yasalarla belirlenmelidir. O nedenle İnternet
ortamındaki yayınları; Basın Yasası hükümlerine göre düzenlemekten
vazgeçmek gereklidir. İnternet'in kendine özgü bilişim ve bilgi
teknolojilerine uygun olan hukuki "sorumluluk" ilkelerinin
net olarak belirlendiği özel bir yasa yapılarak, bu alandaki
sorunların çözüme kavuşturulması önerimizdir.
SONUÇ
TBMM tarafından yeniden görüşülecek olan
"Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında
Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi
Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" geri çekilmelidir.
Yazılı, görsel ve işitsel yayınlarla ilgili olan yasal düzenlemelerin
yanında İnternet yayınları hakkındaki hukuki düzenleme; hak ve
özgürlüklerin korunması, sınırlandırmaların ise minumum düzeyde
tutulmasıyla gerçekleştirilmelidir. Demokratik hukuk devletinin
kurulması için çaba gösteren herkes hak edilen hukuk devletinde
yaşamak istiyor. Kanun devleti olmakla ne demokrasi kurulabilir ne
de ağır aksak işleyen hukuk devleti olunabilir....