|
|
İlke: 'Hukuksuzluk' devleti
Prof.
Zafer ÜSKÜL
Anayasa'ya aykırılık bakımından getirilen bütün uyarılara rağmen hükümetin isteğiyle çıkan ve kısa süre içinde en önemli maddesi iptal edilen son Af Yasası, hukuk tanımazlığın tipik örneği
Prof. Dr. Zafer Üskül: Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi
Başbakan'ın, 57. hükümetin üçüncü yıldönümü nedeniyle basın toplantısı yaptığı ve koalisyonun başarılarını (!) sıraladığı gün, Anayasa Mahkemesi ikinci Şartla Salıverme (Af) Yasası'nın ilk maddesini (temel madde) iptal ettiğini açıkladı.
Türkiye devleti, kâğıt üzerinde, bir 'hukuk devleti'dir. Yani, koyduğu hukukla kendisini de bağlı sayan, usulüne uygun olarak değiştirmedikçe, yürürlüğe koyduğu kurallara kendisi de uymak zorunda olan devlettir. Bu, Anayasa'nın, hatta onun da üzerinde hukukun temel ilkelerinin gereğidir.
Hukukun üstünlüğü anlayışı, yurttaş haklarının korunması bakımından temel önemdedir. Yurttaş, hukuk devleti anlayışının
geçerli olduğu bir ülkede, hukuk güvenliğine sahiptir. Eylemlerinin ya da işlemlerinin hukuk tarafından ne zaman korunacağı ne zaman cezalandırılacağı önceden belirlenmiştir. Bu durum, ona güven sağlar.
Yürürlükteki hukuk beğenilmeyebilir, eleştirilebilir, değiştirilmesi için çabalara konu olabilir. Bütün bunlar, hukuka aykırı davranmayı meşrulaştırmaz. En kötü hukuk, hukuksuzluktan daha iyidir.
Devlet organlarının ya da görevlilerinin hukuka aykırı davranmaları, yurttaşın hukuk dışı davranışlarından daha vahimdir. Bu tür davranışların, yani yönetenlerin hukuka aykırı eylem ve işlemlerinin de yargı denetimine tabi olması gerekir. Hukuk devleti anlayışı, devletin hukuk dışı eylem ve işlemlerinin yargılanmasını gerektirir. Doğallıkla, yargı kararlarının uygulanmasından da vazgeçilemez. İdare, yargı kararlarını değiştiremez ve bunların uygulanmasını geciktiremez.
Türkiye'de, siyasal iktidar, hukukun üstünlüğü anlayışına bağlı davranmamakta, hukuk devleti ilkesini ayaklar altına almaktadır. Bunun tek olmayan ama tipik örneği Şartla Salıverme adıyla anılan Af Yasası'dır.
Af Yasası'nın hikâyesi şöyle gelişmiştir:
DSP Genel Başkan Yardımcısı Rahşan Ecevit'in ortaya attığı 'af projesi', şartla salıverme, dava ve cezaların ertelenmesi tasarısına dönüştü. Tasarı, 8 Aralık 2000'de TBMM'de kabul edildi. Cumhurbaşkanı, yasanın Anayasa'ya aykırılığını öne sürerek, tekrar görüşülmek üzere TBMM'ye gönderdi; Meclis aynen kabul edince yasa yürürlüğe girdi. Mahkemelerden Anayasa Mahkemesi'ne, peş peşe Anayasa'ya aykırılık itirazları geldi. Anayasa Mahkemesi, yasanın temel bazı hükümlerini, bir 'özel af yasası' olduğunu da vurgulayarak, iptal etti. Bu iptal kararından sonra, Anayasa'da yapılan bir değişiklikle, af yasalarının TBMM'de beşte üç çoğunlukla kabul edilebileceği hükmü yürürlüğe girdi.
Anayasa Mahkemesi iptal kararında, yeni yasa yapılabilmesi için, kararının yürürlüğe girişini altı ay ertelemişti. Sürenin dolmasına iki gün kala Meclis yeni yasayı, beşte üç değil, basit çoğunlukla, kabul etti.
Bunun Anayasa'ya aykırı olduğunu düşünen Cumhurbaşkanı, yasayı, tekrar görüşülmek üzere Meclis'e gönderdi. Meclis, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen bir af yasasının söz konusu olmadığı iddiasıyla, beşte üç çoğunluk kuralına uymadan, yasayı basit çoğunlukla ve aynen kabul etti. Bu yasa da yürürlüğe girdi. Cumhurbaşkanı hemen iptal davası açtı. Anayasa Mahkemesi, yasanın yürütmesinin durdurulması da istenmiş olduğundan, kararını kısa bir sürede verdi:
"Söz konusu olan bir af yasasıydı, TBMM'de beşte üç çoğunlukla kabul edilmeliydi. Böyle yapılmadığı için iptaline..."
Hükümetin 'görüş'ü
Bu süreçte hükümet, özellikle hukuk profesörü Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve hükümetin Meclis komisyonları ve Genel Kurulunda dayandığı çoğunluk, hukuku savunan Cumhurbaşkanı'na ağır eleştiriler yöneltti; Anayasa ve ceza hukuku uzmanlarının uyarıları dikkate alınmadı. Kamuoyu, TV kanallarının yaptığı programlar, gazetelerde yazılan yazılara hükümet aldırmadı.
Sonuçta, Anayasa'ya aykırılığı iki kez Anayasa Mahkemesi'nce karar altına alınan bu yasanın yürürlükte kaldığı sürede, 45 bin mahkûm cezaevlerinden tahliye edildi, birçok dava ve henüz çekilmemiş ceza ertelendi.
Başarıları, istikrarı, uyumu nedeniyle övünen bu siyasal iktidarın, Anayasa'ya aykırılığı iddia edilen, bilinen, düzeltilmek
üzere geri gönderilen ama Anayasa Mahkemesi'nin kararı yok sayılarak yürürlüğe konulmasında direndiği, fakat sonuçta Anayasa Mahkemesi'nce yeniden iptal edilen tek yasası bu Af Yasası değil. Bu yasama döneminde yürürlüğe konulduktan sonra iptal edilen yasaları bu yazının sınırları içinde sıralamaya yerimiz yetmez. Ancak, 'Af Yasası' örneği, mevcut siyasal iktidarın hukuk tanımazlığının, hukuk devleti anlayışına uzaklığının, hukukun üstünlüğüne inançsızlığının tipik örneği olması bakımından ibret vericidir.
Uygulamadaki durum
'Af Yasası' örneği, hukuk devleti anlayışının
kâğıt üzerinde kaldığının göstergesidir. Bu yasama döneminde çıkan yasalardan iptal edilenlerin sayısı bir rekordur. Üstelik, bu yasalardan bir bölümü, iptal edildikten sonra yeniden yürürlüğe konulan ve yeniden iptal edilen yasalardır. Anayasa Mahkemesi'nce iptal edilen yasaların tamamı ise hükümetin hazırladığı ve TBMM'de dayandığı çoğunluğa kabul ettirdiği yasalardır. Hem hükümet hem de onun dayandığı
TBMM çoğunluğu, yasa yaparken, hukuk devleti anlayışıyla, hukukun üstünlüğü anlayışıyla kendini bağlı saymamıştır. Bu tutumu, Cumhurbaşkanı'nın ısrarlı uyarılarına, yardımlarına karşın sürdürmüşlerdir.
Bu siyasal iktidar, kendi yaptığı İçtüzük'le de kendisini bağlı saymamaktadır. Bir örnek vermek gerekirse, İçtüzüğün 128. maddesine göre, yürürlüğe girişinden sonraki bir ay
içinde TBMM'de görüşülüp karara bağlanması gereken Olağanüstü Hal kanun hükmünde kararnameleri 15 yıldan beri Meclis'te görüşülmemektedir. Bu arada, TBMM'de Anayasa gereği gizli yapılan bir oylamada, Başbakan'ın oyunu herkese göstererek kullandığını da unutmayalım. Hukuk dışı tutum yalnızca yasama faaliyetinde ortaya çıkmaz.
İdarenin eylem ve işlemleriyle de yürürlükteki hukuk çiğnenebilir. Çiğnenmektedir de.
İdare mahkemelerinde ve Danıştay'daki dava dosyalarının ve iptal edilen idari işlemlerin sayısı bunu göstermektedir.
İdare, 'Ben yapayım da o uğraşsın' anlayışıyla yurttaşların haklarına ya da menfaatlerine zarar vermekte ve gerçekten de yurttaşları uğraştırmaktadır. Çünkü, Türkiye'de, bir hakkın alınması çok zahmetli, pahalı ve uzun bir uğraş
gerektirmektedir. Bunu bilen bakanlıklar ve kamu kurumları, hukuk dışı tutumu bir ilke haline getirmişlerdir. Ayrıca, hukuk dışı tutum ve davranışları mahkeme kararıyla defalarca ortaya çıkan yöneticiler, bunun bedelini ödemeyeceklerini bildiklerinden,
'hukuksuz' yönetmeyi yeğlemektedirler. Eğer uyuşmazlık Olağanüstü Hal Bölgesi'nde ortaya çıkmışsa, yurttaşın işi çok daha zordur. Olağanüstü hal koşullarında hak aramak, deveye hendek atlatmaktan zordur.
Hak arama mücadelesinde, yargının bağımsızlığı ve yargıç teminatı ilkelerinin tam olarak hayata geçirilmemiş olmasının yarattığı sıkıntılar, idarenin yargıyı etkileme çabaları, davaların kent kent dolaşması, sanık kamu görevlilerinin bir türlü bulunup mahkemeye getirilememesi.. yurttaşın hukuka inancını tüketmektedir. Hak, bazen mafya araya konularak bazen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurarak aranmaya çalışılır ve Türkiye, bu mahkemece iki günde bir mahkûm edilir.
Adalet örgütünün sorunlarının çözülmemesi, yereli kaynaktan yoksun bırakılması, mekân ve donanımının yetersizliği, dava yükünün taşınamaz boyutlarda olması, 'posta pulu yokluğundan tebligatın yapılamaması...' gibi sorunların çözümüne yanaşmayan iktidar, hukuk devleti anlayışının yok edilmesine bir de bu yolla katkıda bulunmaktadır. Yurttaş için, hukuku üstün kılamayan, kılmaya yanaşmayan, göz göre göre hukuka aykırı tutum ve davranışlarını sürdüren bir siyasal iktidardan daha kötüsü ne olabilir? Devletin en temel ilkelerinden birisi olan 'hukuk devleti' anlayışını 'hukuksuzluk devleti' anlayışına çeviren bu iktidarın neresi savunulabilir?
radikal'den alınmıştır.
|
|
|