|
|
Çiller'in Şansı Döndü
DYP başkanı sayın Çiller çok şanslı bir politikacıydı !..
Bir düşünün :
Sayın Demirel'in ipek paraşütüyle DYP'ne girdi.
Özal'ı biçen meleğin kanatları Demirel'i Çankaya'ya taşırken, onu DYP'nin başına geçirdi.
1995 seçiminde yüzde 7 oy yitirmesine karşın SHP-CHP zepliniyle Başbakan. ANAP ve Refah trenlerinde kondüktör oldu.
Refah katarıyla, 28 Şubat tüneline takıldı.
1999 seçiminde oyu en aza düştü.
Ama şansı, anlı şanlı politika esnafının altında güme gittiği yüzde onluk barajı aşmasını sağladı.
Meclis'in mini muhalefeti iken, şansı yine güldü.
Anayasa Mahkemesi Fazilet Partisi'ni kapattı.
Pek bir faziletli milletvekillerinin sözümüz meclisten dışarı, bir bölümünün kapanan partilerine ihanet rüzgârıyla, ana muhalefet oldu.
Ama "uyum içindeki" Hükümetin, Meclis'in nerdeyse mutlak çoğunluğunu denetlemesinden mi ?
Sayın Çiller'in küçük ayak oyunlarıyla, mini entrikalar... Ve bir de çarşı-pazar şovu dışında siyaset bilmemesinden mi ?
Şansının bütün jokerlerini yok yere harcadığından mı ?
Önümüzdeki seçimde barajın altında sele kapılıp gidecekti.
Başbakan hastalandı.
Mayıs sonu MGK toplantısına katılamadı.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı parti liderlerini, AB gündemli ortak bir toplantıya çağırdı.
Başbakan'ın buna da katılamayacağı belliydi.
Ve bu durum alışmışı kudurmuştan beter edecek altın fırsatı bir kez daha ayağına getirdi.
Heyhat !..
İktidarı beceremediği gibi, muhalefeti de bilmediği ortaya çıktı.
Bilse fırsatı görür... Hasta Başbakanın boşluğunu doldurur... Ve bu toplumsal projenin bütün iplerini eline alırdı.
O tam tersini yaptı.
Boşluğu dolduracağına oydu.
Ve Başbakan atamaya tek yetkili Cumhurbaşkanın toplumsal proje çağrısına katılmadı.
Siz Cumhurbaşkanı olsanız. Sizin ve anketlere göre toplumun yüzde 70'inin(!) çok önem verdiğiniz bir toplumsal projeye katılmayan birini atar mısınız ?
Biz atamayız.
İster misiniz Cumhurbaşkanı da, seçimde Meclis çoğunluğunu kazanıncaya dek atamasın ?
Yandı gülüm keten helva !..
Güçsüzlüğün İlânı
Mayısın son günü MGK toplanacaktı.
Bilinen ana gündem yılların sakızı AB idi.
MHP başkanı sayın Devlet Bahçeli Çin'de... Başbakan sayın Bülent Ecevit yatağında hasta idi.
Önce İKV çok katılımlı bir STK toplantısı düzenledi. TOBB başkanı ağzıyla pek dehşetengiz bir bildiri okuttu.
Ardından TÜSİAD gazetelere sayfa sayfa ilân verdi.
AB treni kaçmak üzereydi.
Bir an önce istasyona varılmalı...
Bilet karşılığında Kıbrıs mı isteniyor, hemen verilmeli.
AB parası... Rus silâhı... Amerikan roketatarı... Alman telsizi... İtalyan mayını... Belçika kalkanı... Kıbrıs Rum pasaportu... Fransız desteği... İngiliz fişteği... Suriye yestehiyle donatılan Apo'nun pek bir tatlı canını bağışlayacak yasa değişikliği mi ?
Af büyüklüğün şanı !.. İdam kaldırılmalı.
Emperyalizme karşı ortak istençte buluşmuş... Onu altederek eşit yurttaş hakkını edinmiş Kürt kardeşinden 12 Eylül hatasından özür dilemek... Yâni elinden alınan insanlık ve yurttaşlık hakkının temellerinden dilini, öğrenme ve yayma hakkını geri vermek mi ?
Bu yanlış Anayasaya girmemeliydi. Çıkartılmalı.
Gibi isteklerle yetinmiyor... Bir kez olsun Anayasaya bakma gereği duymadan, Başbakan'a vekil atamaktan, partilerin içişlerine karışmaya... Toplumu AB yandaşlarıyla, karşıtları ikilemine kilitleme çabasından... Demokratlık zorbalık suçlamalarına zemin hazırlamaya kadar her konuyu içeren, revnaklı sözler ediyordu.
Bilmeyiz siz o koskoca ilânı nasıl okudunuz ?
Biz keyifle okuduk.
Önce tümce tümce... Sözcük sözcük çimdikleyelim, dedik.
Sonra aklımız başımıza geldi.
O toplantıya katılan STK'lar kimine göre 15... Kimine göre 12 milyon Paralı, sesli, eylemli kişiyi temsil ediyordu. Toplumun geri 55 milyonunun ne dediği önemli değil. Onlar da toplansın, bunlar gibi seslerini duyursun, diyen olabilirdi.
TÜSİAD denilen örgüt, en bir büyük patronlarımızın, en bir üst kuruluşu... Üyelerinin öyle boy boy kaç ilânı tek başına verecek kadar bol paraları var. O ilânların erdemini, sabahtan akşama temcit pilâvına çevirecek görsel-işitsel medyaları var. Vahyini meâlen neşreyleyecek nice suhtesi... Beş vakit uygulayacak nice softası... Yönünü uyduracak partileri. Çıkarını bir yasanın bir maddesine olmazsa, bir yönetmeliğin bir fıkrasına ekleyecek bakanları. Emekliliğinde bol ücretli görevlere tutsaklanmış bürokratları var.
Bütün bunlara karşın, er meydanına çıkacak güçleri olsa, akıl karıştırmaya çalışırlar mıydı ?
Ya parti kurar, ya birini destekler. Seçmen çoğunluğunun oyunu alıp iktidara kurulur. Gizli gizli yaptıklarıyla, apaçık istediklerinin tamamını topluma çatır çatır dayatırdı.
Dayatamıyor da, gazete ilânıyla taraftar arıyorsa, geç.
Hile hurdasındaki bütün gerekçeler kabûlümüz. Ama gerçekten demokratsanız siz de şunu kabûl edin. Seçim günü sandıktan istediğini çıkaracak simyacılıkları olsa hiç böyle davranırlar mıydı ?
Ceplerinin sadece almaya açık olduğunu bizden iyi bilirsiniz.
Bildiğinizden hem o ilânların hangi aczden kaynaklandığını... Hem hazineyi dolandırdık, yetmedi... Halkın birikimini hortumladık, yetmedi. Destek olun da bir de AB'yi çarpalım, diyemiyeceklerinden suret-i haktan göründüklerini bir bakışta anlarsınız.
Değil mi ?
Foya
Asaf Savaş Akat'a aşk olsun !..
Ekonomi-politik matrisleri marxist açıdan en iyi analiz edebilen nadir ekonomistlerden biri olduğunu kanıtladı.
Yazık solun sağa kaptırdığı bir o değil !..
Ne var ki, meyhane şarkıcılığından, holding yöneticiliğine gidip gelen sosyo-diyaloğuna karşın, bilim nesnelliğini dimdik ayakta tutan ekonomistliği helâl olsun !..
TÜSİAD pek bir iyi etmiş.
AB'nin Türkiye ekonomi-politiğine etkisini ona inceletmiş.
O da tutmuş, bilim nesnelliği içinde bir projeksiyon yapmış.
Ekonomi-politiği, patronun gizlice verdiği zarftaki parayı sayma sananların tatavasına da... Özel çıkarların gönlüne uygun yorumlama çabasına da aldırmayın. Bilim, bilim gibi yapıldığında şakası yoktur.
Olmadığının kanıtı, Asaf Savaş Akat'ın analizi.
Gerçeği hepimizin suratına çarpıverdi.
Çünkü kalkınmanın koşulu belli.
Sermaye birikimi.
Varsa yatırıp üreteceksin.
Yoksa bulup buluşturacaksın.
Olmadı, etini yağında kavurup büyüyeceksin.
Hesap ortada.
Ustası rakam rakam önüne koymuş.
Eğer önümüzdeki 10 yıl, Türkiye'ye hiç aksamadan yıllık 20 milyar dolar ek sermaye kaynağı girerse, kişi başına düşen ulusal gelir 9 bin dolara yükselir, diyor.
Bu bilimin birinci saptaması... Eğer 20 milyar dolar girerse.
AB yanlıları bunun mutlaka yabancı sermaye olarak gelmesini istiyor. Ve AB'ye girersek, belki de fazlasıyla geleceğine inanıyor.
Türkiye ya da ABD de içinde hemen her ülkenin her yıl 20 milyar dolar daha fazla yatırım yapması... (Elbet ulusal gelire oranla,) kişi başına düşen geliri artırır.
Asaf Savaş Akat bunu, bütün koşullarını kabûl edeceğimiz yabancı sermaye ile mi ? Etimizi kesip yağımızda kavurarak dışsatımı artırmak yoluyla mı yapmamız gerektiğini söylemiyor. Ama çizdiği tabloyla öyle bir işaret veriyor ki, muz niyetine yiyene afiyet olsun.
AB'nin İspanya ve Polonya gibi Katolik ülkelerine yıllık 8-18 milyar dolar ek sermaye girmiş. Ortodoks üye Yunanistan, Müslüman aday Türkiye gibi hava almış !..
İyi mi ?
Orası iyi de, asıl çarpıcı gerçek çok ağır bir şamar.
Komşumuz küçücük Yunanistan hiç yabancı sermaye girişi olmadan kalkınmış. Ve gelişerek, Birliğin öteki üyelerine yetişmiş.
Koskoca Türkiyenin akıldaneleri, sizden ne haber ?
Takkeler Düşerken
Haziranın ilk haftası geride kaldı.
Gelin ortaya çıkan tabloya birlikte bakalım.
Katılır mısınız, bilemeyiz ?
AB üyeliğini isteyenin de, istemeyenin de niyeti korkunç.
İnsanlık adına ayıp !..
Kerîm Türk Devletinin karşılıklılık ilkesinde aczi !..
Ülke için utanç verici bir teslimiyet !..
Toplumsal çapulculuğa kesin kanıt oluşturacak bir histeri !..
Ve yine kellim kellim yellenfa !..
Oysa pek bilinen gerçektir. Ama yinelemekte yarar var.
Devletin gücü... Ülkenin saygınlığı... Ve toplumun güvenilirliği, yalnız kendinin değil... İnsanlığın insanca yaşamına katkısıyla ölçülür.
Devlet, yurttaşını zûlümle ezerek güçlü görünebilir.
Hitler Almanya'sı.. Franko İspanya'sı..Mussolini İtalya'sı yarım yüzyılın sis perdesinde unutuldu diyelim.
Taliban Afganistan'ına ne buyrulur ?
Daha yılı dolmadı.
Sade canlı yurttaşlarına değil... Binlerce yıllık taş anıtlara ettiği zûlümle kurduğu güç ve dehşet otoritesine, dün kadar yakın zamanda parmak ısırmayan var mıydı ?
Bir an kendinizi geçen yılın Afganı yerine koyun.
Sizce dünyada Taliban devletinden büyük güç olabilir miydi ?
Şimdi şu 2002 Haziranında o güç nerde ?
Bugünün Amerika'sının saygınlığı, para ve askerinin çokluğuna mı ? Bunları yeniden, yeniden ve yeniden üretebilme bilgi, birikim ve becerisine mi dayanmakta ?
Amerikan toplumu son yüzyılda, insanlığa salt dehşet katsaydı?
Ya dünyanın bir yarısının girişimi... Ya birkaç hava saldırısıyla gümbür gümbür yıkılmaz mıydı ?
Günümüzde adım adım oraya doğru gitmekte.
Ama henüz, dünyanın yarısından çoğuna göre iyilik meleği.
Hele o biraz daha azıtsın... Çoğunluk gerçeği görsün de görün.
Dünya şeametinden, Türkiye gerçeğine dönelim mi ?
Geçen hafta bir kez daha bütün çıplaklığıyla ortaya çıkan ne ?
Meğer yıllar yılı Türkiye'yi yönetenlerle yönlendirenler, bütün akıl... Fikir... Bilgi... Birikim ve becerilerini çapula harcamışlar.
Ama Haziran'ın ilk haftası geride kaldı.
Türkiye'nin AB ödünleri halâ askıda.
Ve cukkacıların tamamı, dehşetin telâşında.
Ya AB'nin istediği verilmezse... Ya adaylık gerçekleşmezse.
Kimlerin neler yitireceğine bir göz atalım mı ?
Yıllar yılı ya Devlet cukkasıyla büyümüş... Ya kamu cukkasıyla gelişmiş... Ama yine de işlerini uluslararası rekabete açamadıklarından hep acente esnaf kalmış büyük işadamlarımız, ardarda iflâs eder.
Miras aldıkları Cumhuriyetin sağlam kurumları üstünde şımarık çocuk savurganlığındaki politikacılarımız, söyleyecek söz bulamaz.
Çalıntı fikirleri özgün üretim gibi yutturan bilgiçlerimiz, şallak mallak ortalıkta kalır.
Uygarlığı uçuklukla eşleştiren sanatçılarımız teşhircilikle yetinir
Kral yapmanın, kral olmaktan iyi olduğuna inanan askerlerimiz, komuta kademesinden, nöbet mahalline inmek zorunda kalır.
Yâni ip yeniden, Kuvvayı Milli'yi kuran... 7 düveli en yoksul ve yoksun döneminde sopadan geçiren... Ölü imparatorluğun küllerinden Anka Kuşu gibi dipdiri bir devlet çıkaran Mehmetciğin eline geçer.
Kötü mü olur ?
Oldu mu ya ?
Pazar günü keyfimiz iyice kçtı.
Ne güzel pijamalarımızı çıkarmamış... İçkimizle, çerezimizi hazırlayıp bacaklarımızı uzatarak televizyon karşısına geçmiştik.
Milli takım Kore'de Kosta Rika ile karşılaşacaktı.
Kazanacak, ve ilk kez dünya kupası finallerine katılacaktık.
Bundan büyük keyif olur muydu ?
Türkiye nefesini tutmuş, maçın başlamasını bekliyordu.
Hangi ekranı zaplasanız, birkaç futbol bülbülü şakıyor... Maç üzerine budadıkları asma kaç yüzyıllık sevdamızı coşturuyordu.
Daha başlamadan, maçı alıp kupaya doğru koşmaya başlamıştık
Türkiye insanına sevinç haram !..
Gözlerimiz birden hayretle açıldı.
Canlı yayında sayın Ecevit vardı.
Olacak şey değil !..
Oysa biz onu çoktan öldürmüş... Dahası cenazesini musallada unutup mirasını bile bir güzel paylaşmıştık.
Anımsayın !..
Sayın Çiller Cumhurbaşkanı'yla Hükümet... Sayın Bahçeli Çin-i Maçinde tutarlılık ve ciddiyet. Sayın Yılmaz başkanlık divanında yeni koalisyon. Sayın Erdoğan yasallık. Sayın Kutan bir böleni kündeden atmak için seçimi geciktirme. Sayın Baykal DSP'yi lüpleme çabasının sonuna gelmiş. DSP'liler kara kara kime yâr olacaklarını düşünmeye başlamışlardı !..
Doğrusu sayın Ecevit'in yaptığı ayıp !..
Kazandığımız dünya kupasının içine etti.
Pazarın bütün keyfini kaçırdı.
Hainin katli vaciptir !..
Çıkarın pijamaları... Kuşanın pusatları... Çekin zülfikârları... Madem o ölmemekte direniyor. İşinin ustasıdır. Bakarsın seçimi öne alıp bir de gider kazanır.
Hazır yokluğuna alışılmışken fırsat ele düşmüş.
Öldürüp kurtulalım.
|
|
|