Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


Neşe DÜZEL'in Yargı özerkliği üzerine, Yücel SAYMAN'la yaptığı röpörtaj

"Bilinmeyen ikinci bir Anayasa var" 



Olağanüstü Hal Bölgesi'ndekibir DGMyargıcı, gözaltı süresi uzatılmak istenen bir sanığıngözaltı süresini elinde yeterli kanıt olmadığı için uzatmadı. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı yargıç hakkında soruşturma başlattı. Yargıç da mesleki kişiliğine hakaret ediliyor gerekçesiyle Adalet Bakanlığı'nı mahkemeye verdi. Siz, olayın kahramanı Diyarbakır yedek hâkimi Ali Haydar Yücesoy'un avukatlarındansınız. Bir yargıç, böyle bir karar vermekte özgür müdür, yoksa bu tür kararları yargıçlar özgürce veremez mi? 

Tabii ki bir yargıç böyle bir karar vermekte özgürdür. Hâkim kararı noter senedi değildir ki. Eğer yargıç, sorgulamayı yapan Emniyet güçlerinden gelen gözaltı süresini uzatma taleplerinin hepsine uzatma kararı verecekse, 
o zaman mahkemeye gitmeye ne gerek var? Bir yargıcın takdir hakkı vardır ve yargıç hukuku uygulamakla yükümlüdür. Olaya konu olan yargıç da nitekim uzatmayı gerektirecek belge, bilgi ve gerekçeler bulunmadığı için sanığın gözaltını süresini uzatmadı. 

Gözaltının uzaması ne demek? 

Bu, sanığın yargıç önüne çıkartılamaması demektir. Cezaevine konmaksızın, sorgusunun hâlâ Emniyet'te ya da bir başka yerde sürdürülmesi demektir. Hele olay DGM'de geçiyorsa, sanığın avukatıyla görüşememesi de demektir. Bu yüzden gözaltı süresinin uzatılması için ciddi nedenler olması gerekir. Oysa Türkiye'deki uygulamada, gözaltı süresi savcı ve hâkim tarafından yeterince incelenmeden hemen uzatılır. Arama kararları da hemen çıkartılır. Sanki yargıçlar için, devleti koruma anlayışının bir parçası olarak güvenlik güçleriyle koordineli çalışmanın bir gereğidir bu. O zaman yargıya, mahkeme kurmaya ne gerek var? Çünkü bu durumda yargı, vatandaşın haklarını devlete karşı korumak yerine, devleti vatandaşa karşı korumak gibi bir işlev üstlenmiş olur ki, bu, hukuk açısından kabul edilebilir bir şey değildir. Bizde, demokratik ülkelerde olmayan ve adil yargılama anlayışına ters düşen bir işleyiş var. Şimdi Diyarbakır DGM'de bir yargıç çıkıyor..

Ne diyor? 

'Ben sanığın gözaltı süresini niçin uzatacağımı bilmek istiyorum' diyor. Bu talebin gerekçelerini doğru dürüst ortaya koyan belge ve bilgileri görmek istiyor. Böyle bilgi ve belgeler olmadığı için de gözaltını uzatmıyor. Olağanüstü Hal Valiliği yargıcın kararına itiraz ediyor. Bunun üzerine Diyarbakır DGM sanığın gözaltı süresini uzatıyor. Adalet Bakanlığı da Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan bu yargıç hakkında soruşturma açılmasını talep ediyor. 

Adalet Bakanlığı'nın, 'kanıtları yetersiz' bulduğu için sanığı gözaltına almayan bir yargıçla ilgili açtığı böyle çok soruşturma var mı? 

Yoktur, çünkü genelikle gözaltı uzatma talepleri karşılanır, süre uzatılır. 
Adalet Bakanlığı hangi durumlarda yargıçlarla ilgili soruşturma hakkına sahiptir? 
Sadece meslekle ilgili konularda soruşturma hakkına sahiptir. Yargıç rüşvet almıştır, bir suiistimalde bulunmuştur, özel yaşamda olumsuzlukları vardır. Yargıcın hukuki uygulamasıyla Adalet Bakanlığı ilgilenmez. Adalet Bakanlığı buna karıştığı anda yargı süreci bitmiştir zaten. Yargıcın verdiği hukuki kararlar bir başka mahkeme tarafından bozuluyor diye, Adalet Bakanlığı yargıç hakkında soruşturma açamaz. Böyle bir uygulama yargıçlar üzerinde büyük baskı yaratır. O zaman hiçbir yargıç karar bozulur korkusuyla, Yargıtay'ın anlayışından farklı bir karar verme cesaretini gösteremez ki, bu durumda alt mahkemeler ölmüş demektir. Böyle bir ülkede hukuk, adalet arayamazsınız. Hukuku Yargıtay'daki beş kişide ararsınız. Bu, hukukun alanını daraltmaktır. Oysa bizde, bir yargıç iyi bir karar vermiş ve çok iyi bir hukuki düşünce ileri sürmüş olsa bile, eğer kararı Yargıtay tarafından bozulmuşsa, bu onun için eksi puan olur. 

Eğer özel olarak bu son olayı ele alırsak, Adalet Bakanlığı'nın açtığı soruşturma oradaki bütün yargıçlara baskı anlamına gelir mi? 

Bu, bütün Türkiye'deki yargıçlara baskı anlamına geliyor. Yargıçlara, 'Adalet sistemindeki iktidarınızı ancak benim istediğim gibi kullanabilirsiniz' mesajıdır bu. 
Adalet Bakanlığı'nın açtırdığı bu soruşturmayı diğer yargıçların, 'Eğer polis, jandarma ya da savcı, bir sanık için gözaltı süresini uzatmak isterse, mutlaka uzatın' 
türünde bir baskı olarak algılamaları mümkün müdür? 
Psikolojik olarak tabii ki mümkün. Bunca güvensizlik içinde olan yargıçların bu tür şeylerden etkilendiklerini görüyoruz. Bu olaydan sonra bana pek çok yabancı hukukçu ve baro, 'Bu karar karşısında yargıçların derneği, sendikası ne yapıyor' diye sordu. Kendilerine 'yargıçların bu gibi yanlışlara birlikte karşı çıkabilecekleri, bu tür kararları tartışabilecekleri dernek, sendika gibi hiçbir örgütleri yok. Çünkü örgüt kurmaları yasak' dediğimde çok şaşırdılar. 'O zaman sizde yargı nasıl bağımsız olabilir' dediler. Türkiye'de yargıç tek başına bırakılıyor. Baskı altında sığınacağı tek yer var, o da Adalet Bakanlığı. Ama zaten baskı iktidardan geliyor. Bugün Türkiye'de yargı anlayışı her gün daha geriye gidiyor. Yargı, kişilik haklarının ihlal edildiği bir alana dönüşüyor. Çok tehlikeli bir gidiş. 

Peki böyle bir soruşturmanın yaratacağı baskı, yargıçları asayiş görevlilerinin isteklerini yerine getirmekle yükümlü 'inisiyatifsiz bir memur' durumuna sokar mı? 

Uygulamalara bakın, soruşturmalar zaten büyük çapta öyle yürüyor. Bunu herkes görüyor. Savcılarla konuşuyorum, onlar da söylüyor. Soruşturmayı polis güya savcının nezaretinde yürütüyor ama savcı hiçbir zaman ne sanığın sorgusunda bulunuyor, ne karakola gidiyor, ne de bir şey yapabiliyor. Savcı, güvenlik güçlerinin hazırladığı dosyayı mahkemeye gönderiyor. Bu uygulama yargıçları da etkiliyor tabii. 
Diyarbakır DGM yedek hâkiminin olayına dönersek... Bu yargıç hakkında hangi nedenle soruşturma açıldı? Yargıçın aslında var olan kanıtları yok saydığını mı iddia ediyor bakanlık? Söz konusu yargıcın avukatlığını üstlendiğim ve onun savunmasını yapacağım için bu olayın özel ayrıntılarına girmek istemiyorum. 


Türkiye'de evrensel hukuka uygun davranmak yargıçlar için tehlikeli mi? 

Kural olarak tehlikeli değil. Tehlikeli dersek, söyleyen olarak benim, yazan olarak da sizin için tehlikeli olur bu. 159'dan beraber yargılanırız. 

Adalet Bakanlığı tam olarak hangi amacın peşinde? Hukukun uygulanmasını mı istiyor? Yoksa kendilerine göre 'devletin çıkarı' diye bir kavramları var ve bunun için hukukun çiğnenmesinden mi yana? 

Eğer demokratik bir sistemin koruyucu düzenlemeleri, güvenceleri yoksa, siyasi iktidarlar hep yargıyı kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir organ haline getirmeye çalışırlar. 'Devletin âli menfaatleri', 'kutsal devlet' gibi kavramlar bulurlar, tehlikeler yaratırlar. Bu, dünyanın her yerinde siyasi iktidarların içgüdüsel bir davranış biçimidir. Demokratik sistem ise siyasi iktidarları sınırlayan kurallar getirir. Yargıçları güvence altına alır. 
Adalet Bakanı bir hukuk profesörü. En azından bakan olana kadar öyleydi. Olup bitenin hukukla ilişkisinin ne olduğunu bakan göremiyor olabilir mi? 
Yapılan uygulamalar, verilen demeçler ve çıkarılan yasaların büyük çoğunluğu, hukuk alanındaki bir bilim adamı niteliğinin çok ortada gözükmediğini, daha çok siyasi kararlar alındığını gösteriyor. Bu Adalet Bakanı, Türkiye'de ilk defa bütün baroların oybirliğiyle birkaç kere istifaya çağırılmış tek bakandır. Biz hukuka aykırı davranan, hukuku baskı altına alan çok Adalet Bakanı gördük, ama hiçbiri bütün baroların oybirliğiyle istifaya davet edilmedi bugüne kadar. Bakan ve bakanlık, özellikle avukatlık mesleğini küçük düşürücü uygulamalara gidiyor. Adalet Bakanlığı'na göre yargıda savunma diye bir kurum olmasa çok daha iyi olur. Bu yargı alanındaki despotik anlayışın siyasi çizgisidir. Avukatlık tarihi ise bu anlayışa karşı verilen mücadelelerin tarihidir. Bu mücadeleler sonucunda savunma, yargının temel kurumu olmuştur. Çünkü hak arama özgürlüğünün temeli avukattadır. Ama Türkiye'de iki yıldır devlet avukatlığına gidiş var. Cezaevlerine giren avukatların evraklarına bile el konuluyor. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yoktur. Avukatların meslek sırrı avukatlarla ilgili bir şey değildir. Bu, yargıyla ilgilidir ve böyle bir uygulama adil yargıyı ortadan kaldırır. 


Yargıçların durumuna geri dönersek... Adalet Bakanlığı'nın yargıçlar üzerinde hep böyle bir baskısı vardı da kamuoyuna mı yansımıyordu, yoksa son zamanlarda baskılar artıyor mu? 

Baskıların arttığı ama güvencelerin azaldığı bir dönemden geçiyoruz. Yargıç olmak kolay değil Türkiye'de. 

Türkiye Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde 
açılan davaları genellikle kaybetti. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? 

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde tanınan hakları ihlal ediyor demektir bu. Bizdeki sisteme demokrasi denemez. Otoriter sistem bu.
 
Türkiye'deki mahkemelerin verdiği kararların sürekli olarak evrensel hukukla çatışması bizim yasalarımızdan mı, yoksa yargıçların yasaları uygulama biçiminden mi kaynaklanıyor?
 
Hem var olan hukuk sisteminden hem de uygulamalardan kaynaklanıyor. Yargıçlar, hukuk maddelerini mümkün mertebe özgürlük alanlarını genişleterek yorumlamalılar. Bizde çoğu kez tam tersi yapılıyor. Hukuk maddeleri özgürlükler daraltılarak yorumlanıyor ve uygulanıyor. 


Türk devletinin içinde bir grup, hukuksuzluğun Türkiye'nin çıkarına mı olduğuna inanıyor? 

Böyle bir anlayış var. Mesela Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği diye bir şey var. Kimsenin bilgisi olmasa da bu, ikinci bir Anayasa'dır ve Türkiye'de uygulanan ikinci bir yönetim biçimidir. Bu hukukun tamamen yok sayıldığı bir işleyiş ve anlayış tarzıdır. 

28 Şubat sürecinde ortaya çıkan Başbakanlık Kriz Merkezi Yönetmeliği aslında nedir? 

Bu konuda fazla bir şey bilmiyoruz. Bir tek yönetmeliği biliyoruz. Mesela o yönetmeliğe dayanılarak çıkarılmış başka yönetmelikler olup olmadığını bilmiyoruz. Vardır da. Bu yönetmeliğin merkezi Genelkurmay'da ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği'nde. Bu yönetmeliğin işleyiş tarzını bilmiyoruz. Bu yönetmelik bütün köylere kadar örgütlenmeyi öngörüyor. Ama bu örgütlenme nasıl bir örgütlenme bilmiyoruz. 

Ne amaçla bir örgütlenme bu?
 
Afet dönemlerinde, ekonomik krizlerde ve siyasi çalkantılarda, terörizmle mücadelede devreye giren bir yönetim anlayışı bu. Örgütlenmesi var. İstihbaratı var mı, bilmiyoruz. Ama köylere gittiğiniz zaman, bazı köylülerin kendi köyleriyle ilgili olarak gidip bir yerlere bilgi verdiklerini köylülerin kendisi söylüyor. Zaten bu yönetmelik, en küçük yerleşim birimine kadar örgütlenmeyi öngören bir yönetmelik. Bu yapı içinde kimler örgütleniyor, bunun bütçesi nedir, hangi bilgiler nereye, kime, hangi amaçla veriliyor bunları bilmiyoruz. 

Demokratik hukuk devleti ilkesini kabul eden Anayasamıza aykırı bir yapı değil mi bu? 

Her yönüyle Anayasa'ya aykırı bu. İlginç olan Erbakan'ın başbakan olduğu dönemin bakanlar kurulu tarafından çıkarılan bu yönetmeliğin yasası da yok. Oysa bir yönetmelik olabilmesi için önce böyle bir şeyin kurulmasına izin veren bir kanunun olması gerekir. Biz, İstanbul Barosu olarak bu yönetmelik hakkında bundan dört yıl önce iptal davası açtık. Çok vahim bir şey, Başbakanlık bize bu yönetmeliğin yasasının NATO sözleşmesi olduğunu söyledi. NATO sözleşmesi deyince akla 'Gladio' geliyor. Orada da öyle kriz yönetmelikleri, örgütlenmeleri var. 
Eğer oysa bir felaket tabii. Danıştay, İstanbul Barosu'nun bu davayı açmakta menfaati olmadığını, yani taraf ehliyeti bulunmadığını söyledi ve esasa girmeden davayı reddetti. Çünkü her tarafıyla Anayasa'ya aykırı bu yönetmelik. Böyle bir yönetim biçimi olamaz. Biz karara itiraz ettik. Danıştay Genel Kurulu'na gittik. Daireler Genel Kurulu'nda sadece beş ya da altı Danıştay üyesi bunun çok ciddi bir iddia olduğunu, her vatandaşın bunu bilme hakkının bulunduğunu söyledi. Biz o günlerde siyasi partilere de 'Bakın demokrasi diyorsunuz, gelin bu davaya katılın' dedik ama hiçbiri katılmadı. 

Hukuksuz uygulamalarla ayakta kalabilmiş devlet var mı tarihte? 

Bu sorunun cevabının ceza kanunundaki maddelerden birine takılma ihtimali var. Sizin ve kendi özgürlüğümü düşünerek bu soruyu cevaplamamayı tercih ediyorum. 

Türkiye bir gün hukuk devleti olmayı becerebilecek mi ? 

Gayet tabii olacak. Halk ilk defa hukuk talebinde bulunuyor. Hukukun üstünlüğünü, güvencesini istiyor. Cumhurbaşkanına verilen destek cumhurbaşkanının kendisine verilen destek değildir. Bu, hukuka verilen destektir. Bunu anlayabilen siyasi parti, Türkiye'de tek başına iktidar olur.

radikal'den alınmıştır

 
sayfa başına dön