Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


Globalleşmenin Stratejisi

Ünal BİLİR


Geçtiğimiz cuma günü Koç Grubu'nun ürettiği Ford marka otomobilleri farklı sınıf temsilcilerinin kavgasına tanıklık eden bir törenle İngiltere'ye uğurlayan Türkiye, bu 'tarihi' ihraç girişimini bir dönüm noktası olarak algılama eğilimi içindeydi. Demirel'in vaktiyle arazi bulunamaması durumunda Köşk'ün bahçesini tahsis edeceğini belirttiği bu otomotiv üretimi söylendiği gibi gerçekten tarihi bir dönüm noktasıydı, ancak işveren ve politik çevrelerin iddia ettiği gibi sanayileşmenin değil aksine Türkiye'nin globalleşme tarafından kendisine kesilen yeni rolünü kabul ettiğinin bir göstergesi oldu. Çünkü IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü'nün (WTO) patronluğunu yürüttüğü globalleşme, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu gelişmekte olan ülkelere yeni bir misyon yükledi ve Türkiye de bu misyonunun ilk etabını başarıyla tamamladı. 

Dizayn, bilişim ve 'knowhow' gibi kalemlerin dışındaki ağır ya da hafif yatırımlarını ucuz işgücünün ayağına götüren ve üretimi en düşük sınırlarına çekmeyi planlayan G-8 ve onun kontrolündeki kuruluşların globalleşme ile amaçladıklarını ve globalleşme karşıtlarının sürdürdüğü umutsuz direncin nedenlerini anlamak için bu akımın uzlaşmasız muhalifi Michel Chossudovsky'nin bulgularına bakmak yeterli olacak. 

1997 yılında Malezya'da yayımladığı global ekonomi karşıtı yapıtını 11 Eylül saldırıları sonrasında genişleterek yeniden piyasa çıkartan Chossudovsky'nin tezleri klasik sosyalist söylemin etkisine yer yer açık olsa da globalleşme karşısındaki en tutarlı çalışma olma özelliğini elinde bulunduruyor. 
Chossudovsky'e göre yeni bir sömürge ve kolonileşme harekâtından başka bir şey olmayan globalleşme, demokratikleşmeyi bir kalkan yaparak şemsiyesi altına alamadığı ülkelere karşı NATO'nun barış misyonunu da yanına alarak bir taarruz hareketi başlatmış durumda. IMF, Dünya Bankası ve WTO'nun dümeninde bulunduğu globalleşme, geleneksel ekonomik yapıları yıkarak bu ülkelerin ekonomisini kredi-borç döngüsüyle kendine bağımlı hale getiriyor. 

Bir yandan Türkiye ve Arjantin gibi ülkelerin kaynaklarına kriz aşamasında tamamen el koyan ve global ekonominin arzuladığı reformları zorla yaptıran bu örgütler, diğer yandan işsizliliği körükleyerek ucuz işgücüne mahkûm olan köleler üretiyor. Böyle olduğu için de ekonomi devleri kaliteli ve güçlü köleleri evine taşırken (beyin transferi), kâr marjlarını artırmak amacıyla yatırımlarını bütün sosyal garantilerden yoksun bu ucuz işgücüne götürüyor. 

Parazit sanayi 
Kalkınmakta olan ülkelerin yabancı sermaye olarak selamladığı bu yatırımların ardında ise parazit bir ekonomi anlayışı yatıyor. Kazançlarını üretime dayalı kazançtan borsaya, patent satımına kaydıran devler, üretimlerini Üçüncü Dünya'nın varoşlarına kaydırmış durumdalar. Çünkü burada bir işçinin ücreti örneğin ABD'ye oranla 70 kat daha az ve bu ülkelerde patronların korkulu rüyası olan sendikaların ve sosyal hakların yerinde yeller esiyor. Çoğu kez kadınların ve çocukların kurban gittiği bu parazit sanayileşmenin sonucunda, fakir ülkeler üretiyor zengin ülkeler tüketiyor. Kendi üretimlerini, yaşam koşulları yerine göre en pahalı metropollerdeki fiyatlardan daha da pahalı olarak tüketebilen bu ucuz işgücünün sirkülasyonuna da izin verilmiyor. 

Çünkü ekonomi devleri mal ve kapitalin gümrüksüz olarak serbestçe dolaşabilmesi için bütün düzenlemeleri yaparken, ucuz iş gücünün çizilen sınırları aşmaması için de bütün önlemleri almış durumda. Böylelikle AB yatırımlarını Doğu Avrupa'ya, Kuzey Amerika Meksika'ya, Japonlar ise Tayvan ve Bangladeş gibi ülkelere kaydırmak suretiyle bu işgücünün kendi sınırlarına sızmasını engelliyorlar. İddiaların somutlaştırılması için Chossudovsky'nin 21. yüzyılın başındaki dünyadan çizdiği resme bakmak yeterli: "Yeni bir binyıla girerken dünyada beşi yoksul ülkelerde olmak üzere toplam altı milyar insan yaşıyor. Zengin ülkeler yüzde 15'lik oranlarına rağmen dünya gelirinin yüzde 80'ine sahip olurken, oranları dünya nüfusunun yüzde 60'ına tekabül eden Hindistan ve Çin'in de aralarında bulunduğu dar gelirli ülkeler 3.5 milyarlık nüfuslarını dünya gelirinin yüzde 6.3'ü ile doyurmak zorunda. Nüfusları 600 milyonu bulan yoksul Afrika ülkeleri ise sadece Teksas eyaletinde dönen paranın yarısıyla hayatlarını geçirmek zorunluluğu ile karşı karşıya. Kısacası dünya nüfusunun yüzde 85'ine toplam gelirin yüzde 20'si düşerken, geri kalanı yüzde 15'lik bir azınlığın elinde. Global ekonominin kan emiciliğinin bir başka göstergesi ise dolar milyarderlerinin gittikçe yükselen grafiği. Örneğin, 1982' yılında ABD'de 13 süper milyarder bulunurken, bu sayı 1996'da 149'a ve 2000 yılında 300'e tırmanmış." 
Devler sofrasına yeni konuk G-8 olarak adlandırılan ve Chossudovsky'nin globalleşmenin yegâne kârlı azınlığı kabul ettiği zenginler kulübü kendilerini yüz kilometre uzaklıkta protesto eden zavallı kalabalıkların cılız haykırışlarına aldırmadan Kanada'da yaptığı son toplantıyla 2006 yılından itibaren Rusya'yı da devler sofrasına konuk etmeye karar verdi. 

Her bir buluşmada önlerine can sıkıcı bir garnitür gibi gelen açlık sorununa muhatap olan ülkelere borçlarından düşülmek üzere bin bir türlü şartın yerine getirilmesi kaydıyla 1 milyar dolarlık bir yardım sözü veren G-8, yeni müdavimleri Rusya'nın atom çöplüğü için bir çırpıda 20 milyar doları gözden çıkardı. G-8'in bu cömert davranışının ardında yatan bir neden de, mafya olarak bilinen kriminal ekonomik güçlerin; uyuşturucu ve nükleer madde kaçakçılığı, silah ticareti, fuhuş ve kumar sektöründen kazandığı paranın dünyanın en büyük 500 büyük şirketinin kazancından fazla olması dolayısıyla da Rus mafyasının bundaki ağırlığı olmalı. 

Globalleşmenin yan efektleri doğal olarak yalnızca ekonomik sömürge ve Üçüncü Dünya'nın paylaşımı ile sınırlı değil. Mal, kapital ve işgücünün serbest dolaşımını bir hedef olarak yaygınlaştırmaya çalışan globalleşme, geleneksel ekonomik yapıları sarsınca kırsal kesim nüfusunu şehirlere doğru hareketlendirdi. Üçüncü Dünya ülkelerinde kendini tipik bir iç göç olarak belli eden bu hareket, bütün yasal engellere rağmen uluslar arası arenadaki yansıması ile insanlığı adeta ikinci bir göç dalgası ile burun buruna getirmiş durumda. Büyük firmalar adına dünyanın dört bucağında kalifiye eleman avına çıkan menajerlerin tavrını ise köle tacirleri ile kıyaslamak pek yanlış olmasa gerek. 

Aslında globalleşmenin dezavantajlarını görmek için fazlaca derinlere inmeye de gerek yok. Örneğin AB ülkelerinde doğal şartlarda arka bahçelerde yetişen elma ve çileğin fiyatının dünyanın bir uçundan getirtilen muzdan yüksek olmasının globalleşmenin vampirliğinden başka bir açıklaması yok. 
Türkiye globalleşmenin kendine biçtiği bu rolün ve artık otomotiv sanayiinin endüstri toplumu olmanın değil, aksine gelişmekte olmanın bir göstergesi olduğunun bilincinde olarak, ihraç etmeye başladığı otomobillerin değil, tarım ve et ürünlerini neden ihraç edemediğinin hesabını yapmak zorunda. 


RADİKAL'DEN ALINMIŞTIR

 
sayfa başına dön